|  | Lokman'ın Sınavı Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Lokman'ın Sınavı Mesnevi  LOKMAN'IN SINAVI Tertemiz bir kul olan lokman, gece gündüz kullukta çevik ve gayretli değil miydi?Efendisi, onu ileri tutar, oğullarından üstün görürdü  Çünkü lokman, filvaki kul oğluydu ama efendiydi, heva ve hevesten hürdü  Bir padişah, konuşma esnasında bir şeyhe dedi ki: “ Benden bir şey dile” Şeyh “ Padişahım, bana böyle söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel! Benim iki kulum var  Onlar hor hakir kişilerdir ama ikisi de sana hükmederler, ikisi de emrederler” dedi  Padişah “ Bu söz hatalı bir söz  O iki kul kimler ? deyince şeyh “ Birisi, kızmak öbürü şehvet” dedi  Padişahlıktan feragat edeni padişah bil  Onun nuru ayla güneş, olmaksızın da parlar durur  Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmuş kişidir  Varlığa, mağlup olan, varlığa düşman olan kişidir  Lokman’nın efendisi, görünüşte onun efendisiydi ama hakikatte Lokman’nın kuluydu  Bu ters dünyada benzerler çoktur  Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da bayağıdır  Her çöle, çeçip kurtulunacak yer adı verilmiştir  Ad ve suret, halkın akıllarına tuzaktır  Bir güruhu, elbisesi tanıtır  Onu o libasla görünce avamdan derler  Mürailik sureti de bir güruhun adını zahitliğe çıkarmıştır  Halbuki kendisi riyaya boğulmuştur  Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın  Bu nura sahip olan , akılyoliyle onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz  Gaybı adamakıllı bilen Tanrının has kulları can aleminde kalb casuslarıdır  Hayal gibi gönle girerler  Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır  Serçenin vücudunda ne kuvvet ne kudret vardır ki sırrı doğanın aklından gizli kalsın? Tanrı sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlukatın sırrı nedir ki? Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi? Be zalim, Davud’un elinde demir mum haline gelir erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor? Lokman, kul şeklinde bir efendiydi  Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti  Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir  Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar  Kullar gibi onun ardından yürür  Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz  Ey kul sen baş köşeye otur  Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim  Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama  Şimdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi bırakmadan ibarettir  Ben bu suretle gurbet diyarında bile tohumu ekeceğim” der  Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul etmişlerdir  Onların gözleri toktur efendiliğe doymuşlardır, kendilerine lazım olan işi yapa gelmişlerdir  Halbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl ve can efendisi gösterirler  Efendi kulluk edebilir fakat kuldan kulluktan başka bir şey zuhur edemez ki  Şunu bil ki o alemden bu aleme böyle tersine akseden nice şeyler vardır  Lokman’nın efendisi bu gizli hali biliyordu, ondan bir nişane görmüştü  Sırrı bildiği için o yol gösterici,iş başarmak için eşeğini güzelce sürmekteydi  Lokman’nı daha önceden azad ederdi ama hoşnutluğunu diliyordu  Çünkü lokman’nın muradı buydu  O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin  Sırrını kötülerden gizlemen şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman,kendinden de gizlemendir  Fakat sen işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin  Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal  Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar  Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler  O halde meşgulken canını alıverirler  Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır  Her ne düşünür  Her ne elde edersin hırsız, emin olduğun terden gelip çatmaktadır  Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız senden hiç olmazsa en bayağı, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin  Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar  Senin de madem ki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak  En aşağı şeyi terk et de daha iyisini bul  Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, lokman’a adam gönderip çağırtır, Önce o yemeğe lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi  Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi  Hatta yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi  İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur  Bir gün lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler  Hizmetçiye “ git, oğlum lokman’ı çağır” dedi Lokman gelince efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi  Lokman o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi  Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu  Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi; Yalnız bir dilim kaldı  Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi  Çünkü lokman, öyle lezzetle,öyle zevkle,öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu  Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı  Bir eyyam acılığından adete kendisini kaybetti  Sonra “ A benim canım efendim, Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var? Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi  Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan adeta iki kat olmuşumdur  Elinle sunduğun bir şeye ; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım  Çünkü vücudumun bütün cüzüleri senin nimetlerinden meydana geldi  Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryadedersem vücudumun bütün cüzüleri hak ile yeksan olsun! Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı? Sevgiden bakırlar altın kesilir  Sevgiden tortulu, bulanık sular arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur  Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur  Bu sevgi de bilgi neticesidir  Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki? Noksan bilgi nereden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir  Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce adeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur  Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir  Nihayet şimşeği güneş sanır  Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi  Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır  Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lanet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil  Kötü hastalık lanet edilmesi icap eden, uzaklığa layık olan illet, akıl noksanıdır  Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkan yok  Tanrıdan uzak düşen her kötü kişinin kafirliği, firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir  Beden noksanı için Kuran’ da “ köre teklif yok” diye bir genişlik var  Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır  Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun  Şimşek güler o kişiye  Kime biliyor musun ? onun nuruna gönül bağlayana  Felek nurlarının sonu yoktur  O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Tanrı nuruna benzer mi hiç? Şimşek bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır  Deniz köpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasiyle mektup okumak, Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir  Aklın hassası, işin sonunu görmektir  Akıbeti görmeyen akıl nefistir  Nefse mağlup olan akıl, nefis haline gelmiştir  Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir  Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak! Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer  Tanrı, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur  Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemi’nin lezzetini umarsın  Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur  Bir kanatlı kuş katiyen uçamaz acizdir  Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim, yahut da izin ver tamimiyle söyleyeyim  Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin  Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede? Can İbrahim canı olmalı ki nuriyle ateş içinde cennetler, köşkler görsün  Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın  Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin  Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem  Bu ten alemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |