|  | Tacirin Hikayesi Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Tacirin Hikayesi MesneviTACİRİN HİKAYESİ Bir tacirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmiş, güzel bir duduydu  Tacir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı  Kerem ve ihsan dolayısıyla, kölelerinin, cariyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne getireyim?” dedi  Her birisi ondan bir şey diledi  O iyi adam hepsine, istediklerini getireceğini vad etti  Duduya da “Sen ne armağan istersin, sana Hindistan elinden ne getireyim?” dedi  Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat  Dedi ki: Sizin müştakınız olan filan dudu, Tanrı’nın takdiriyle bizim mahpusumuzdur  Size selam söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi   Dedi ki: Reva mıdır ben iştiyakınızla gurbet elde can vereyim  Sıkı bir hapis içinde olayım da siz gah yeşilliklerde, gah ağaçlarda zevk ve sefa edesiniz  Dostların vefası böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde  Ey Ulular! Bir seher çağı şarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın! Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur  Hele anan ve anılanın biri Leyla, öbürü Mecnun olursa  Ey güzel endamlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurduğum peymaneleri içmem reva mı? Sevgili! Bana da bir nasip vermek istersen beni anarak bir kadeh iç! İçerken bu yerlere serilmiş düşkün aşığı yad ederek toprağa bir yudum şarap dök! Şaşılacak şey! Nerde o ahit, nerde o yemin? Oşeker gibi dudağın verdiği vaadler hani? Bu kulun ayrı düşmesi, fena kulluktansa    kötüye kötülükle mukabele edersen aramızda ne fark kalır? Fakat hiddetle, şiddetle senden gelen kötülük, sema’dan, çengin namelerinden daha zevkli, daha neşeli  Ey cefası devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber! Ateşin bu    acaba nurun nasıl? matem, bu olunca düğünün nice? Cevrinde öyle tatlılıklar var ki    malik olduğun letafet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz  Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım  Kahrına da hakkıyla aşığım, lütfuna da  Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül vermişim  Tanrı hakkı için bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavuşursam bu sebepten bülbül gibi feryat ederim  Bu ne şaşılacak şey bülbüldür ki ağzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür! Bu bülbül değil ateş canavarı! Onun aşkıyla bütün kötü şeyler, kendisine hoş gelmekte! Güle aşık, halbuki esasen kendisi gül, kendisine aşık, kendi aşkını aramakta!” Can dudusunun hikayesi de bu çeşittir  Fakat nerede kuşlara mahrem olan kişi? Nerede zayıf ve suçsuz bir kuş ki onun içine Süleyman, askeriyle ordu kurmuş olsun! Şükür yahut şikayetle feryat edince yere, göğe zelzeleler düşsün! Her demde ona Tanrı’dan yüz mektup, yüz haberci erişsin; o bir kere “Ya Rabbi” deyince Hak’tan altmış kere “Lebbeyk” sesi gelsin! Hatası, Tanrı indinde ibadetten daha iyi olsun; küfrüne nispetle bütün halkın imanı değersiz kalsın! Öyle kişiye her nefeste hususi miraç vardır  Tanrı, onun tacının üstüne yüzlerce hususi taç koyar  Cismi topraktadır, Canı Lamekan Aleminde, O Lamekan Alemi, saliklerin vehimlerinden üstündür  (vehimlere sığmaz  ) O Lamekan Alemi, vehmine gelen bir alem olmadığı gibi hayaline de doğmaz  (ne idrak edebilirsin, ne tahayyül!) Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin hükmüne tabi ise mekan alemiyle Lamekan Alemi de, o alemin hükmüne tabidir  Bu ilahi akıl kuşlarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sukut et! Doğrusunu, Tanrı daha iyi bilir  Dostlar biz yine kuş, tacir ve Hindistan hikayesine dönelim: Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti   Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü  Atını durdurup seslendi, dudunun selamını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi  O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi   Tacir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım, Bu dudu, olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir  Bu işi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım  ” Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir   Dilden çıkan da ateşe benzer  Manasız yere gah hikaye yoluyla, gah laf olsun diye çakmak taşıyla demirini birbirine vurma! Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu  Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur? Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar, söyledikleri sözlerle bütün alemi yakmışlardır  Bir söz, bir alemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder  Canlar aslen İsa nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar  Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih'i’ sözü gibi tesir ederdi  Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma , bu helvayı yeme! Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler  Helva ise, çocukların istediği şeydir   Sabreden, göklerin üstüne yükselir; helva yiyense geriler, kalır! “Ey gafil! Sen nefis ehlisin, toprak içinde kan yiyedur! Fakat gönüle sahip olan kişi , zehir bile yese o zehir bal olur  ” Gönüle sahip olan kişi, apaçık öldürücü bir zehir bile yese ona ziyan gelmez  Çünkü o, sıhhat bulmuş, perhizden kurtulmuştur  Fakat zavallı talip (kemale ermemiş salik), henüz hararet içindedir   Peygamber buyurdu ki:”Ey cüretli talip! Sakın hiçbir matlup ile mücadele etme!” Sende Nemrut’luk var, ateşe atılma, atılacaksan önce İbrahim ol! Madem ki sen ne yüzgeçsin, ne de denizci    aklına uyup kendini denize atma! Yüzgeç ve denizci, denizden inci çıkarır, ziyanlardan bile bir hayli fayda elde eder  Kamil, toprağı tutsa altın olur; nakıs, altını ele alsa toz toprak kesilir  O gerçek er, Tanrı’ya makbul olmuştur, bütün işlerde onun eli Tanrı elidir   Nakıs kimsenin eli ise Şeytan’nın, ifritin elidir  Çünkü Şeytan’nın teklif ve hile tuzağına tutulmuştur  Kamile göre bilgisizlik bile bilgi olur, nakısın bildiği bilgi ise bilgisizlik kesilir  İlletli kimse, ne tutarsa illet olur  Kamil kafir bile olsa o küfür, din ve şeriat haline gelir  Ey yayan olduğu halde süvari ile yarışa girişen! Sen bu müsabakada kazanmayacak , onu geçmeyeceksin, iyisi mi, dur! Melun Firavun’un zamanında sihirbazlar Musa ile kin güderek mücadeleye girdiler  Fakat onu büyük tuttular, öne geçirdiler, ağırladılar  Zira ona “Ferman senin  İstiyorsan önce sen asanı at” dediler   Musa “ Hayır, ey sihirbazlar, önce siz büyülerinizi meydana koyun” dedi   Musa’ya karşı gösterdikleri o kadar hürmet , din sahibi olmalarına sebep oldu; inat yüzünden de elleri ayakları kesildi  Sihirbazlar Musa’nın hakkını anladıklarından evvelce işledikleri suça karşılık olarak ellerini, ayaklarını feda eylediler   Yemek yemek ve nükte söylemek, kamile helaldir; madem ki sen kamil değilsin yeme ve sukut et! Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden değil, Tanrı, kulaklara “Ansitü” buyurdu   Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde doğar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir  Lakırdı söylemeyi öğreninceye kadar bir zaman dudağını yumması, söz söylememesi gerekir  Kulak vermezse “ti ,ti “ diye manasız sözler söyler; kendisini alemin dilsizi yapar  Anadan sağır doğan ise hiç dinlemediği için dilsiz olur; nasıl dile gelsin? Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerekir  Söze, kulak verme yolundan gir  Evlere kapılardan girin; rızıkları, sebeplerine teşebbüs ederek arayın! Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Tanrı’nın sözüdür   Tanrı, yarattığını eşsiz, örneksiz yaratır; üstada tabi değildir  Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur  Ondan başka bütün mahlukat; hem sanatında, hem sözünde üstada tabidir, örneğe muhtaçtır  Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve göz yaşı dök! Çünkü Adem, Tanrı itabından ağlamakla kurtuldu; tövbekarın nefesi ıslak göz yaşlarıdır  Adem, yeryüzüne, ağlamak için, daima feryadetmek, inlemek ve mahzun olmak için gelmiştir   Adem, Firdevs’ten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolaşarak en adi yere, ta kapı dibine, özür dilemek için gitti  Eğer sen de Ademoğluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü! Gönül ateşiyle göz yaşından çerez düz  Bahçe, bulutla güneş yüzünden yetişmiş, yeşermiştir  Sen göz yaşı zevkini ne bilirsin? Görmedikler gibi ekmek aşığısın! Bu karın dağarcığından ekmeği boşaltırsan ululuk incileri ile doldurursun  Önce can çocuğunu Şeytan sütünden kes de sonra onu meleklere ortak yap   Sen karanlık, mükedder ve bulanık oldukça bil ki melun Şeytanla süt kardeşisin! Nur ve kemali arttıran lokma, helal kazançtan elde edilen lokmadır  Çırağımıza katılınca söndüren yağa yağ deme, çırağı söndüren yağa su de! İlim ve hikmet helal lokmadan doğar; aşk ve rikkat helal lokmadan meydana gelir  Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil! Hiç buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü? Hiç attan eşek sıpası olduğunu gördün mü? Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir  Hizmete meyletmek ve o cihana gitmek azmi, ağza alınan lokmanın helal olmasından doğar   Tacir alışverişi bitirip muradına nail olarak evine geri geldi  Her köleye armağan getirdi, her halayığa ihsan da bulundu  Dudu “ Bu kulun armağanı hani? Ne gördün ve ne dedinse söyle” dedi   Tacir, “Söylemem, zaten elimi çiğneyip parmaklarımı ısırarak, cahilliğimden, akılsızlığımdan böyle saçma haberi niye götürdüm diye hala pişman olup durmaktayım” dedi   Dudu, “Efendim, pişmanlık neden, bu hiddete bu gama ne sebep oldu?” dedi   Tacir dedi ki: “Şikayetlerini sana benzeyen dudulara söyledim  İçlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü  ” Ben “Ne yaptım da bu sözü söyledim” diye pişman oldum ama bir kere söylemiş bulundum  Pişmanlık ne fayda verir? Ağızdan bir kere çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok gibidir  Oğul, o ok gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerek  Sel önce bir kere coşup da etrafı kapladıktan sonra dünyayı harap etse şaşılmaz   Yapılan işin gayp aleminde eserleri doğar, o meydana gelen eserler, halkın hükmüne tabi değildir  onların bize nispeti varsa da hepsi, ancak tek Tanrı tarafından yaratılmıştır  Mesela Amr’e Zeyd bir ok atar; o ok, Amr’i kaplan gibi yaralar  Yara, bir yıl kadar Amr’ın vucudun ağrılar, sızılar meydana getirir  O dertleri, Hak yaratmıştır, insan değil  Oka hedef olan Amr, o anda korkudan ölürse, yahut ölümüme kadar bedeninde yaralar, oluşursa, o ağrılardan, o illetlerden ölürse Zeyd’e; ilk sebepten, ok attığından dolayı katil de! Hepsi, Tanrı’nın icadı ise de o ağrıları Zeyd’e nispet et! Ekin ekmek, nefes almak, tuzak kurmak, çiftleşmek de böyledir  Onların sesleri hep Hak’ka mutidir (eken, nefes alan, tuzak kuran, çiftleşen kuldur; bitiren, yaşatan, tuzuğa düşüren, doğurtan yahut bunların aksini meydana getiren Hak’tır)   Velilerde Tanrı’dan öyle bir kudret vardır ki atılmış oku yoldan geri çevirirler  Tanrı velisi, pişman olursa sebeplere eserlerin kapılarını kapar (fiilleri neticesiz bırakır)  Fakat bunu Tanrı eliyle yapar  Tanrı kudretiyle; söylenmiş bir sözü söylenmemiş hale getirir  Bir hale ki ne şiş yanar ne kebap! Bütün kalplerdeki nükteleri işitir, gönüllerden o sözü yok eder   Ey ulu kişi! Sana delil ve huccet gerekse “Min ayetin ey nünsiha” ayetini oku  “Ensevküm zikri” ayetini de oku velilerin kalplere nisyan koyma kudretini anla! Veliler, hatırlatma ve unutturmaya kadirdirler; şu halde herkesin gönlüne hakimdirler  Veli, unutturma kudretiyle bir kişinin istidlal yolunu bağladı mı, o adamın hüneri bile olsa bir iş yapamaz   Siz, yüce kişileri alaya aldınız, bundan bir şey çıkmaz sandınız ama Kuran’da “Ensevküm” ayetini bir okuyun! Şehir ve köye sahip olan, cisimlerin padişahıdır  Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır  Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin ferridir  Şu halde insan, ancak göz bebeğinden ibarettir  Ben bunu, tamamı ile söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri (Peygamberler) men ediyorlar  Madem ki halkı unutması, ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o erişir   O güzel huylarla huylanmış olan zat, her gece gönüllerden yüz binlerce iyi ve kötü hatırayı giderir; gündüzün gönülleri, yine o hatıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hale getirmektedir  Evvelki düşüncelerin hepsi, Tanrı’nın hidayetiyle sahiplerini tanırlar  Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir   Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mal olmaz  Hünerler ve huylar, kıyamet günü, çeyiz gibi sahibine döner  Güzel olsun, çirkin olsun    bütün huylar ve hünerler, sabah çağında sahiplerine gelir; nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler   Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu  Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külahını yere vurdu  Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı   Dedi ki: “ Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin? Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım  Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim! Süleyman’ın böyle kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı? Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım! Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim? Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin? Can, ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryad etmektedir   Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin! Hem kuşlara çalınan ıslık, yapılan hilesin; hem yalnızlık ve ayrılık zamanının enisisin! Ey aman bilmez! Bana hiç aman vermiyorsun  Sen, yayını beni öldürmek için kurmuşsun  İşte benim kuşumu uçurdun  Zulüm ve sitem otlağında az otla! Ya bana cevap ver, yahut insafa gel, yahut da bana sevinç ve neşe sebeplerinden birini an! Eyvah benim karanlığı yakıp mafeden nurum; eyvah, benim gündüzü aydınlatan sabahım! Vah benim güzel uçan; ta sondan başlangıca kadar uçup gelen kuşum! Cahil insan ilelebet mihnete aşıktır  Kalk, “Fikebed” e kadar “La uksimü” yü oku! Senin yüzünü gördüm de mihnetten kurtuldum; senin ırmağında köpükten, tortudan arındım  Bu eyvah demeler, bu acınmalar onu görmek, peşin ve elde olan kendi varlığından kesilmek hayali iledir   (Bu kuşun ölümüne sebep) Tanrı’nın gayreti (kıskanması) idi  Hak’kın hükmüne çare bulunmaz  Nerede bir gönül ki Tanrı’nın hükmünden yüz parça olmamış olsun! Gayret (kıskançlık) de her şeyden gayrı olan; vasfı söze ve sese sığmayan Tanrı gayretidir (kendisinden başka her şeyi kıskanır)   Ah keşke gözyaşım deniz olsaydı da o güzel dilberimin yoluna saçaydım! Benim dudum, benim anlayışlı kuşum; düşüncelerimin, sırlarımın tercümanı! Rızkını vereyim, vermeyeyim    benim enisimdi  İlk söylenen sözlerden onu hatırlarım benimle ezeli bir aşinadır  O öyle bir duduydu ki sesi, vahiden gelirdi; varlığı varlık meydana gelmeden önceydi   O dudu, senin içinde gizlidir  Sen, şunda bunda onun aksini görmüşsün  O, kuş senin neşeni alır, fakat yine sen ondan neşelenirsin  Onun yaptığı zulmü, adalet gibi kabul edersin   Ey can uğruna canını yakıp duran! Canını yaktın, tenini aydınlattın  Ben yandım, kavını tutuşturmak isteyen bana gelsin, benden tutuştursun da çerçöpü alevlensin, yaksın! Kav, ateş alma kabiliyetindendir, şu halde ateşi cezbeden kavı al! Vah vah vah; yazıklar olsun    öyle bir ay bulut altına girdi! Nasıl bahsedeyim? Gönül ateşi şiddetle alevlendi; ayrılık aslanı çıldırdı, kan döker bir hale geldi  Ayıkken bile titiz ve sarhoş olan, kadehi ele alınca nasıl olur? Anlatılamayacak derecede sarhoş olan bir aslan, çayırlığa gelince oraya yayılmış yeşilliklerden neşelenir, sarhoşluğu büsbütün fazlalaşır   Ben kafiye düşünürüm; sevgilim bana der ki: “Yüzümden başka hiçbir şey düşünme! Ey benim kafiye düşünenim! Rahatça otur, benim yanımda devlet kafiyesi sensin  Harf ne oluyor ki sen onu düşünesin! Harf nedir? Üzüm bağının çitten duvarı  ! Harfi sesi sözü birbirine vurup parçalayayım da seninle bu üçü olmaksızın konuşayım! Adem’den bile gizlediğim sırrı, ey cihanın esrarı olan sevgili, sana söyleyeyim  Halil’e bile söylemediğim sırrı, Cebrail’in bile bilmediği gamı, Mesih’in bile dem vurmadığı, hatta Tanrı’nın bile kıskanıp biz olmadıkça kimseye açmadığı sırrı sana açayım  ” Biz (ma) kelimesi, sözlükte nasıl bir kelimedir? İspata ve nefye delalet eden bir kelime  Halbuki ben ispat değilim; zatım, varlığım yoktur ki ispat edilebilsin  (Varlığım olmadığından ) Nefiy de değilim (yokun varlığı nefiy de edilemez, esasen olmadığı için yoktur da denemez)   Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim  Padişahların hepsi kendilerine karşı alçalana alçalırlar  Bütün hak, kendisine sarhoş olanın sarhoşudur   Padişahlar, kendilerine kul olana kul olurlar  Halk umumiyetle kendi yolunda ölenin yolunda ölür  Avcı onları ansızın avlamak için kuşlara av olmaktadır   Dilberler; aşkları, canla, başla ararlar  Bütün maşuklar aşıklara avlanmışlardır  Kimi aşık görürsen bil ki maşuktur  Çünkü o, aşık olmakla beraber maşuk tarfından sevildiği cihette maşuktur da  Maden ki aşık odur, sen sus artık  Maden ki o, kulağını çekmekte, sen tamamıyla kulak kesil   Sel akmaya başlar başlamaz önünü kes, yolunu bağla  Yoksa alemi perişan ve harap eder, her tarafı yıkar  Fakat harap olmaktan niye gamlanayım? Harebenin altında padişah hazinesi var! Hakka dalan kişi daha ziyade dalmak, can denizinin dalgası altüst olmak ister   Denizin altı mı daha hoştur, yoksa üstü mü? Onun oku mu daha ziyade gönül çekici ve güzeldir, o oka karşı siper tutmak mı? Şu halde ey gönül! Neşe ve sefayı cefa ve beladan ayırt edersen vesveseye zebun olmuş olursun  Tutalım ki senin isteğinde şeker tadı var; sevgilinin isteği, isteksiz murat ve maksadı terk etmek değil mi? Onun her bir yıldızı yüzlerce hilalin kan diyetidir  Ona, alemin kanını dökmek helaldir! Biz değeri de bulduk kan diyetini de  Ve o yüzden can vermeye koştuk  Ey aşık ! aşıkların hayatı ölümledir  Gönlü gönül vermeden başka bir süretle bulamazsın  Yüzlerce naz ve işveyle gönlünü almak istedim; sevgili bana istiğna yüzünü gösterdi, bahaneler etti   “Bu akıl, bu can, senin aşkına gark olmuş değil mi ki?” dedim, dedi ki: “Git, git; bana bu efsunu okuma! Ben, senin ne düşündüğünü bilmez miyim? Ey iki gören! Sen, sevgiliyi nasıl gördün; buna imkan mı var? Ey ağır canlı! Sen onu hor gördün; çünkü çok ucuz aldın! Ucuz alan ucuz verir  Çocuk bir inciyi bir somuna değişir   Ben öyle bir aşka gark olmuşum ki evvel gelenlerin aşkları da benim bu aşkıma batmış, yok olmuştur, sonra gelenlerin aşkları da! Ben, aşkı kısaca söyledim, tamamıyla anlatmadım  Anlatacak olsam hem dudaklar yanar hem dil! Lep (dudak) dersem maksadım leb-i derya (deniz kıyısı) dır; La (hayır) dersem muradım illa (ancak, evet) dir   Tatlılıktan dolayı yüzümü ekşitmiş olarak otururum; fazla sözden dolayı sükut etmekteyim  İsterim ki bu suretle tatlılığımız, yüzümüzün ekşiliğiyle iki cihandan da gizli kalsın; bu söz, her kulağa girmesin  Onun için yüz ledün sırrından ancak birini söylemekteyim   Hak kıskançlıkta bütün alemlerden ileri gittiği içindir ki bütün alem kıskanç oldu  O, can gibidir, cihan beden gibi  Beden; iyiyi, kötüyü, canın tesiriyle kabul eder   Kimin namazında mihrap ve kıblesi Ayn (Tanrı’nın zatı cemali) olursa onun tekrar iman tarafına gitmesini ayıp ve kusur bil   Padişaha esvapçıbaşı olan kişinin, padişah hesabına ticarete girişmesi ziyankarlıktan ibarettir  Padişahla birlikte oturan kimsenin padişah kapısında oturması yazıktır, aldanmaktır  Bir kimseye padişaha elini öpmek fırsatı düşer de o, ayağını öperse bu, suçtur  Her ne kadar ayağa baş koymak da bir yakınlıktır, fakat el öpme yakınlığına nispetle hatadır, düşkünlüktür  Padişah, birisi yüzünü gördükten sonra başkasına meylederse kıskanır   Tanrı’nın gayreti buğdaya benzer, harmandaki saman da insanların kıskançlığıdır  Kıskançlıkların aslını haktan bilin  Halkın kıskançlıkları, şüphe yok ki Tanrı kıskançlığının fer’idir  Bunu anlatmayı bırakayım da o, on gönüllü hercai sevgilinin cefasından şikayet edeyim  Feryadedeyim, çünkü feryat ve figanlar, hoşuna gidiyor  İki alemden de ona ancak feryed ve figan lazım  Onun macerasından acı acı nasıl feryad etmiyeyim ki sarhoşlarının halkasına dahil değilim  Onun gözünden ayrı, güne gün katan yüzünün vuslatından mahrum bir haldeyken nasıl gece gibi kapkara olmam? Onun hoş olmayan şeyi de benim canıma hoş geliyor  Ogönül inciten sevgilime canım fede olsun! Naziri olmayan tek padişahımın hoşnut olması için ben, hastalığıma da aşığım, derdime de  İki deniz gibi olan gözlerimin incilerle dolması için gam toprağını gözüme sürme gibi çekmekteyim  Halkın onun için döktüğü gözyaşları incidir; halk gözyaşı sanır  Ben canlar canından şikayetçi değilim, hikaye etmekteyim   Gönül,” ben ondan incindim” dedikçe, gönlün bu asılsız ve ehemmiyetsiz nifakına gülmekteyim   Ey doğruların medar-ı iftiharı! Doğrulukta bulun  Ey baş köşe! Ben senin kapında eşiğim  Mana aleminde baş köşe nerede, eşik nerede? Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte kadında söze ve vasfa sığmaz ruh! Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin  Birler de aradan kalcınca kalan yalnız sensin  Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin  Bu suretle “ben” ve “sen” ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonunda da sevgiliye mustağrak olurlar  (Ben, biz, ben ve bizim, varlıkların varlığı ve yokluğu, hulasa) söylediklerimin hepsi vardır, vakıdir  Ey kün emri, ey gel denmekten ve söz söylemekten münezzeh Tanrı, sen gel! Ten gözü, seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi? Gama, neşeye merbut olan gönüle, onu görmeye layıktır, deme! Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki ariyet vasıfla yaşar  Halbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu, bucağı yoktur  Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var! Aşıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir   Ey güzel yüzlü! Güzel yüzünün zekatını ver; yine pare pare olan canı şerh et, onu anlat (dedim!)  Fettan gözünün ucuyla ve nazla bir baktı da gönlüme yeni bir dağ vurdu  Kanımı bile dökse ona helal ettim  Helal sözünü söyledikçe o, kaçmaktaydı  Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın  Kederlilerin yüreğine niye gam saçarsın? Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu   Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun? Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit! Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat! Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir  Nadir bulunur bir halettendir; inkar etme ki Hak’kın kudreti pek büyüktür  Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma! Cevir ve ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir  Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara varistir   Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsamettin’den sen özür dile! Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin   Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz  Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin! Şarap, coşkunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüşte aklımızın fakiridir  Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil    Beden bizden var oldu, biz ondan değil! Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi  Tanrı, bedenleri bal mumu gibi göz, göz ev, ev yapmıştır  Bu bahis çok uzundur, tacirin hikayesini anlat ki o iyi adamın ne hale geldiği, ne olduğu anlaşılsın   Tacir, ateşler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu  Gah birbirini tutmaz sözler söylüyor, gah naz ediyor, gah niyaz eyliyor; gah hakikat aşkını, gah mecaz sevdasını ifade ediyordu  Suya batan adam fazla debelenir, eline geçen ota tutunur  O tehlike zamanında elini kim tutacak diye can korkusuyla şuraya, buraya elini sallar durur, yüzmeye çalışıp çabalar  Sevgili, bu divaneliği, bu perişanlığı sever  Beyhude yere çalışıp çabalamak, uyumaktan iyidir   Padişah olan; işsiz, güçsüz değildir  hasta olmayanın feryat ve figan etmesi, şaşılacak şeydir! Tanrı, ey oğul, onun için “Külle yevmin hüve fi şe’n “ buyurdu   Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma! Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin  O inayet, seni sırdaş eder  Padişahın kulağı, gözü penceredir; erkeğin canı olsun, kadının canı olsun    bir can neye çalışırsa, onu duyar, görür! Tacir ondan sonra duduyu kafesten dışarı attı  Duducuk, uçup bir yüksek ağacın dalına kondu  Güneş, ufuktan nasıl süratle doğarsa o dudu da, o çeşit uçtu   Tacir, hiçbir şeyden haberi yokken kuşun esrarını bu işe şaşırıp kaldı  Yüzünü yukarı çevirip “Ey bülbül! Halini bildir, bu hususta bize de bir nasip ver! Hindistan’daki dudu ne yaptı da sen öğrendin, bir oyun ettin, canımızı yaktın!” dedi   Dudu dedi ki: “O, hareketiyle bana nasihat etti; “Güzelliği, söz söylemeyi ve neşeyi bırak; çünkü söz söylemen seni hapse tıktı” dedi  Bu nasihati vermek için kendisini ölü gösterdi   Yani “Ey avama karşı da, havassa karşı da nağme ve terennümde bulunan! Benim gibi öl ki kurtulasın  Taneyi gizle, tamamı ile tuzak ol  Goncayı sakla damdaki ot ol  Kim güzelliğini mezada çıkarırsa ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir   Düşmanların kem gözleri, kin ve gayızları, hasetleri; kovalardan su boşalır gibi başına boşalır  Düşmanlar kıskançlılarından onu parça, parça ederler; dostlar da ömrünü heva ve hevesle zayi eder, geçirirler   Bahar zamanı, ekin ekmekten gafil kişi, bu zamanın kıymetini ne bilsin! Tanrı lütfunun himayesine sığınman gerektir  Çünkü Tanrı, ruhlara yüzlerce lütuflar döktü  Tanrı’nın lütfuna sığınman gerek ki bir penah bulasın  Ama nasıl penah? Su ve ateş bile senin askerin olur   Nuh’a ve Musa’ya deniz dost olmadı mı? Düşmanlarını da kinle kahretmedi mi? Ateş, İbrahim’e kale olup da Nemrut’un kalbinden duman çıkartmadı mı? Dağ, Yahya’yı kendisine çağırarak ona kastedenleri taşlarıyla paralayıp sürmedi mi? Ey Yahya! Kaç, bana gel de keskin kılıçlardan seni kurtarayım, demedi mi? “ dedi” diye cevap verdi   Dudu ona hoşa gider bir iki nasihat verdi, sonra “Allahaısmarladık, artık ayrılık zamanı geldi” dedi  Efendisi dedi ki: “Allah selamet versin git  Sen bana yeni bir yol gösterdin”   Tacir kendi kendine dedi ki: Bu bana nasihatti  Onun yolunu tutayım, o yol aydın bir yol  Benim canım neden dududan aşağı olsun? Can dediğin de böyle iyi bir iz izlemeli  ” | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |