Karacaoğlan Efsanesi (Erzurum) |
|
|
#1 |
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Karacaoğlan Efsanesi (Erzurum)![]() Karacaoğlan Efsanesi Yöre: Erzurum, Olur ![]() Asıl adı Hasan’mış Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz kalmış Beş yaşına varmadan da babası Kara İlyas, Kozan derebeyi tarafından askere alınmış Bir daha da dönmemiş Böylece küçük Hasan, ortalıkta kalakalmış ! Anasının “Karaca” diye sevip doyamadığı Hasan’a köyden Serdengeçti Osman Ağa sahip çıkmış Ona babalık etmiş, büyütmüş Yaşı on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek istemiş Karacoğlan, bu dilsiz kızla evlenmek istememiş Ama bu düşüncesini çok sert bir adam olan babalığı Osman Ağa’ya da söyleyememiş Çareyi köyden kaçmakta bulmuş Düğün hazırlıkları yapılırken köyden kaçmış Karacoğlan, dağlar, tepeler aşmış, nereye gittiğini bilmeden durmadan yürümüş…Yaşar Kemal’den: “Yola Çıkarken bütün obası başına birikmişti Gitme demişlerdi Gurbet elin kahrı zehirden acıdır Aşıkta olsan gitme Başında kavak yelleri gelir geçer Obamızı bırakma gitme demişlerdi Ama dinlememişti Yareni yoldaşı, sazının sözünün üstüne yok, bırakma bizi demişlerdi fakat onu yolundan döndürememişlerdi… Uçsuz bucaksız ovanın ortasına dikilmiş şimdi bunları düşünüyordu Kim bilir ne zamandan beri böyle dimdik, kımıldamadan duruyordu Derken şafağın ucu görünmüştü Dağlar tepeler aydınlandı Kuşlar ötmeye başladı Yürüdü Yürümekten başka bir şey düşünmüyordu Gençti Yüreğinde bir top ışık, bir ateş harmanı, çiçek açmış bir bahar dalı Yürüyordu Gün öğle oldu…”Karacaoğlan, yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam ağacının altına oturmuş Daha oturur oturmaz da uyumuş Uykusunda ak sakallı bir dede, Karacoğlan‘a dolu bir tas uzatmış: "İç şunu, iç ki, yorgunluğun ve dargınlığın son bulsun Dilin bülbül, gönlün şen olsun " demiş Karacoğlan, tası başına dikip içince kendine gelmiş Yorgunluğu üstünden gidivermiş İçinin çalıp söylemek isteğiyle coştuğunu görmüş Sazını eline alıp yeniden yollara düşmüş… Birgün Karacaoğlan, Aladağlar’da bir Türkmen obasına konuk olmuş Çalıp söylemiş Oba halkı, Karacoğlan‘ı çok sevmiş: "Âşık, hiç üzülme!" demişler "Burasını kendi oban gibi bil, burada kal, obamız şenlensin!" Karacoğlan obada kalmış Karacaoğlan‘ın etrafı halka halka olmuştu Kalabalıktan bir yaşlı, “Şu aşık iki söylese de dinlesek![]() ![]() ” dedi… Şimdi yalnız bir ses, sanki dağlar taşlar, ovalar yankılanıyordu Obada kim varsa hasta yatalak, çoluk çocuk halkaya katılmak için adeta çadırlarından fırlıyorlardı Halka büyüdü, büyüdü… Dağlardan çobanlar sürüsünü bırakıp geldi Dağlardan kurtlar, kuşlar geldi Halka dondu kaldı… Sonra birdenbire saz durdu Türkü durdu Türkü bir zaman kayalarda, ovada yankılandı, kaldı Aşık başı önünde kalktı, yürüdü Onun geldiğini gören halka usuldan aralandı O çıktı…Dünyadaki bütün yaratığı ağacı, kuşu, böceği, insanı, her şeyi Her şeyi en derin sevgisiyle kucaklardı İliklerine kadar aşkı duyardı dünyanın her şeyine Yağmuruna, kışına sıcağına, soğuğuna boranına…Dünyanın en küçük, en duyarsız şeyine bile kocaman açılmış çocuk gözleriyle hayretle bakardı Türküsü, sesi, bir coşma, bir kendinden geçmeydi dünyaya karşı… Günler gelip geçerken, Karacoğlan obabaşı Boran Bey’in biricik kızı Elif’e âşık olmuş Boran Bey de babalığı Osman Ağa gibi sert bir adammış Derdini içine gömmüş, gizlice obayı terk etmiş… Dağları aşa aşa, günlerden birgün Karaman iline gelmiş Orada da Boran Bey’in obasıyla karşılaşmasın mı ? Hem şaşırmış, hem sevinmiş Elif de aylardır Karacoğlan‘ın özlemiyle yanıp tutuşuyormuş… Bir gece gizlice buluşup obadan kaçmışlar Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanın beyi Tuğrul Bey’e sığınmışlar Tuğrul Bey, obalılar, çok iyi karşılamışlar bunları Artık Karacoğlan‘la Elif orada kalmışlar Tuğrul Bey, dillere destan bir düğün yaptırarak onları evlendirmiş Karacoğlan obalılara saz çalıyor, Elif de ev işleriyle uğraşıyor, mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmış O yörede Köse Veli derler bir adam varmış Elif ‘e tutulup âşık olmuş Bir gece Karacoğlan yokken, çadıra girivermiş, Elif'e saldırmış Ne yapsın Elifcik? Bir duyan olmasın, rezil olmayalım diyerek sesini çıkaramamış… …Fakat bu sırada Karacaoğlan Ceritlerin düğününde saz çalmaktadır Birden sazın teli kırılır Şaşırır Ayağa kalkar Rüzgar gibi yola düşer Bir günlük yolu göz açıp kapayıncaya kadar geçer Çadırına geldiği zaman, Halil’i Elif’le yatağında uyurken bulur Üstlerine abayı örter![]() Abayı gören Elif, Karacaoğlan‘ın gideceğini, bir daha dönmemek üzere gideceğini anlar Olan olmuştur Elif, olan biteni annesine anlatır Anası, Halil’i öldürür Halil’in ölüm haberi, Bey’e gider Bey, Karacaoğlan‘ın başına gelenlere üzülür Onun aranıp bulunmasını ister Bey’in adamları ve Deli Hüseyin, günlerce obaları, dağları taşları ararlar Karacaoğlan‘ı bulamazlar Aradan yıllar geçer Karacaoğlan‘dan bir haber çıkmaz Bir haber geliyor, Antep ilinde saz çalıyor Bir haber geliyor, Erzurum yaylasında Akkoyunlular içinde Bir haber geliyor, Arabistan’a geçmiş Hama’da saz çalarken görülmüş Bey nereden bir haber duyarsa, atlılar oraya uçuyorlardı Ama nafile Gittikleri yerlerde sadece Karacaoğlan‘ın türkülerini duyabiliyorlardı Bey, Elif’e "Karacaoğlan‘ı buldurmadan ölürsem, gözüm açık gider " demişti ama bulduramadan da ölmüştü Elif'e gelince, o da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış “Er geç gerçeği öğrenecek, bana dönecek!”Birgün Karacaoğlan, her şeyin aslını öğrenmiş Elif’i bulmak için yola çıkmış Aramış, araştırmış, bulamamış Sonra bir gün ona bir mezarlığı göstermişler![]() Ayakta zor durabilen Karacoğlan: - Nerede? diye sormuş, Elif nerede? Kalabalık donup kalmış, kimseden ses çıkmamış ![]() - Yoksa öldü mü? Yaşlılardan biri mezarlığı göstermiş: - İşte orada! Gençlerin yardımıyla Karacoğlan, mezarlığa varmış Yeni bir dut fidanı dikilen Elif'in mezarının başına oturmuş Sazını göğsüne bastırarak söylemeye başlamış:“Şu yalan dünyaya geldim geleli, Tas tas içtim ağuları sağ iken ![]() Kahpe felek vermez benim muradım, Viran oldum mor sümbüllü bağ iken…” Sonra sazını dut fidanına asmış: - Bu saz burada kıyamete kadar kalacak, demiş, oraya yığılıp kalmış… Obalılar, Karacoğlan‘ı Elif'in yattığı tepenin karşısına gömmüşler Derler ki, her yıl ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yeşil, biri mavi iki ışık yükselir, gökyüzünde birleşir Karacaoğlan‘la Elif'in sevgileridir bunlar…Saza gelince, o saz da yıllarca orada asılı kalmış Çürümüş, yenisini yapıp asmışlar Dut ağacı yaşlanmış, yıkılmış, Yeni bir dut fidanı dikmişler Yüzyıllardır, yel estikçe Karacaoğlan‘ın sazı kendi kendine ötüp durmuş…Kısa olan efsanede ise şöyle anlatılır: Yukarı Karacasu Köyünün sınırları içinde, Karacaoğlan tepesinde, moloz taslarla üçgen seklinde yapılmış bir mezar vardır Halkın “Karacaoğlan ziyareti” diye adlandırdığı ve adaklar adandığı bu ziyaretin efsanesi şöyledir![]() Rivayete göre Karacaoğlan, bir ağanın kuzu çobanıdır Vaktin birinde ağa hacca gider Yolda giderken cani helva çeker ve “Şu bizim hanımın helvası olsa da yesem ” der Ağa, bunları hac yolunda düşüne dursun, diğer tarafta Karacaoğlan, ağanın evine gelip ağanın karısına: “Ağam helva istedi, yap da götüreyim ” der Ağanın karisi içinden: “Ağa hacda, çobanın canı helva çekti, bana da söylemeye kıyışamadı Böyle bir yalan söyledi ” diye geçirir Helvayı yapar, bir tasın içine koyup çobana verir![]() Ağa, yolda giderken bir bakar ki kendisine bir tasın içinde helva uzatılıyor Ağa, tası alır Bakar ki bu tas, evindeki tastır Ağa, olup bitenlere bir anlam veremez; ama helvayı da yer Helvayı yedikten sonra tası çantasına koyup yoluna devam eder Ağa, hacca gider, görevini yapar ve köyüne geri döner Evine geldiğinde hanımına yolda kendisine gelen tası sorar Hanım da Karacaoğlan ile arasında geçen konuşmayı anlatır ve “Tası ona vermiştim, daha getirmedi ” der Bunun üzerine ağa, kendisini ziyarete gelenlere dönerek “Keramet Karacaoğlan‘dadır Gidin onun elini öpün'“ diye söyler Böylece Karacaoğlan, yörede “keramet sahibi“ olarak tanınır![]() Karacaoğlan, birgün yine kuzuları otlatmak üzere dağlara doğru gider Ancak ecel, Karacaoğlan'ı bir tepenin üstünde yakalar Karacaoğlan, öldüğü tepede defnedilir Karacaoğlan tepesi ve ziyareti, bundan sonra halk arasında kutsal kabul edilir Olur yöresinde Karacaoğlan ile birlikte “Sarı Baba” ve “Horasan Baba“ ziyaretleri de halk arasında adakların adandığı yerlerdir Hatta bu üç şahsın birbirleriyle kardeş oldukları söylenir Bunların bulunduğu bölgeye “Üç ziyaretler“umuduyla Karacoğlan‘ın yolunu gözlemiş Bir zamanlar obanın en güzel gelini olan Elifcik de yaşlanmış, artık obanın Elif Ana’sı olmuş… denir ve kutsallığına inanılır |
|
Karacaoğlan Efsanesi (Erzurum) |
|
|
#2 |
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Karacaoğlan Efsanesi (Erzurum)![]() Çukurova yöresinde, 17 yüzyıldan itibaren yetişen âşıklar arasında onun şiirinden, söyleyişinden etkilenmeyen âşık hemen hemen yoktur![]() Hatta günümüz âşıklarından büyük çoğunluğu da, Karacaoğlan’ı usta âşık olarak tanımış, çeşitli şenlik ya da etkinliklerde “usta malı” olarak onun şiirlerinden okumuştur Son dönemlere gelinceye kadar, Çukurova insanının gerek iyi gününde gerekse kötü gününde Karacaoğlan’ı hatırlaması, âşıklık geleneğinin sürdürüldüğü ortamlarda Karacaoğlan türkülerinin söylenmesi, yörede onun ne kadar sevildiğinin bir göstergesidir (Şimşek, 1999: 620)![]() Halk arasında kendisine büyük sevgi duyulan ve şöhreti Türkiye sınırlarını aşarak Balkanlar’dan Azerbaycan’a, Gagavuzistan’a, Türkmenistan’a kadar uzanan Karacaoğlan, bugün hala hayatı bilinmezliklerle dolu bir aşığımızdır Kendisiyle ilgili bugüne kadar birçok araştırma ve inceleme yapılmış, geleneksel toplantılar düzenlenmiş olmasına karşılık gerçek yaşam öyküsü tam olarak ortaya çıkartılamamıştır (Şimşek, ı 999: 620) Geniş bir coğrafi alanda eserleri dilden dile aktarılan, menkıbeleri yaşatılan, hatta 17 yüzyıldan itibaren yazılmış bazı mecmualarda yer yer şiirlerine rastlanılan Karacaoğlan’ın, hangi yüzyılda ve nerede yaşadığı tarihi kaynaklardan ziyade, eserlerinden ve bazı edebi kaynaklardan tespit edilmeye, bazen de kendisiyle ilgili çeşitli menkıbelerden yararlanılarak bu konuda birtakımı sonuçlara ulaşılmaya çalışılmıştır Ancak elde edilen bilgiler oldukça yetersiz olup kimi durumlarda tahminlerden öteye gidememektedir![]() Karacaoğlan’ın şiirlerinden yola çıkılarak onun Osmanlı döneminde Aydın, Niğde, Bor, Tokat, Ankara, Kayseri, Konya, Karaman, Adana, Diyarbakır, Halep, Mardin, Mısır, Hama, Trablus gibi birçok memleket dolaştığını, Tuna’dan ve Avusturya savaşlarından bahsetmesine bakılırsa, muhtemelen Rumeli’de de bulunduğunu söylemek mümkündür Âşıklık geleneğindeki seyahate çıkma özelliği ve şairimizin uzun bir yaşam sürdürdüğü göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu yerleri görmüş olması ihtimal dâhilindedir (Köprülü, 2004: 290) Ancak Karacaoğlan mahlasını taşıyan bütün şiirlerin sadece bir kişiye ait olduğu düşünülmemelidir Bu konuda yapılan araştırmalar, âşık edebiyatında birden fazla Karacaoğlan’ın yaşadığını ortaya koymuştur![]() Kaynaklarda şiirleri günümüze kadar ulaşamamış olmakla birlikte 16 yüzyılda yaşamış bir Karacaoğlan’dan söz edilmektedir Bundan başka 17 yüzyılda, güney illerimizde yaşamını sürdürmüş Karacaoğlan’ın varlığına da dikkat çekilmektedir Şiirlerinin sayı olarak çokluğu ve coğrafi alan bakımından yaygınlığı sebebiyle en çok tanınan da söz konusu güneyli Karacaoğlan’dır, Bununla birlikte araştırmacılar, 19 yüzyılda Mersin’in Silifke ilçesinde, yine aynı yüzyılda Yozgat’ta yaşamış iki Karacaoğlan’dan da bahsetmektedirler (Başgöz, ı 986: ı 52-ı 53; Oğuz, 1994: ı 20; Sakaoğlu, 2004: 17-26; Artun, 2005: 259) Bu doğrultuda Karacaoğlan mahlaslı şiirler, bir bütün olarak değerlendirildiğinde bunların tek bir kişinin dilinden çıkarak, bugüne kadar değişmeden geldiğini söylemek mümkün değildir Diğer taraftan tarihi süreçte birden fazla Karacaoğlan’ın yaşamış olması, bir süre sonra bunların şiirlerinin birbirine karışması sonucunu doğurmuştur Bir başka deyişle güney illerimizde, Toroslar, Gâvur Dağları, Çukurova ve Akdeniz kıyılarında yaşayan konar-göçer Türkmen aşiretleri arasında yetişen Karacaoğlan’ın şiirlerine, daha sonraki yüzyıllarda yetişen diğer Karacaoğlan şiirleri de eklenmiş, söz konusu başka Karacaoğlanlar kendi sanatçı kimliklerini daha öncekinin kimliğine dâhil edip onun içinde kaybolmuşlar ve hepsinin birleşmesinden adına “Karacaoğlan geleneği” dediğimiz büyük ve köklü bir gelenek ortaya çıkmıştır![]() Güneyin renkli ve canlı atmosferini akıcı bir dille yansıtmasını bilen Karacaoğlan, dar bir çevreyle sınırlı kalmamış, sanatıyla tüm Türk halkına seslenmiş, herkes tarafından sevilip benimsenmiştir Nitekim farklı yörelerin insanları, onun kendi memleketlerinde yaşadığını kanıtlamak için çeşitli hikâyeler, efsaneler anlatmaktadır Sözlü gelenekte Karacaoğlan’ın; Adana’nın Bahçe ilçesine bağlı Farsak (Varsak) köyünde; Feke ilçesinin Gökçe köyünde; Kilis’in Zobular köyünde; Mersin’in Silifke, Mut ve Gülnar ilçelerinde; Erzurum, Maraş vb yerlerde doğduğu söylenmektedir![]() Aynı şekilde ölüm yerleriyle ilgili olarak da Adana, Mersin, Maraş, Erzurum gibi çeşitli iller gösterilmektedir ![]() Karacaoğlan’ın yüzyıllar boyu hiç unutulmadan sevilip yaşatılmasının ve birçok yöre tarafından sahip çıkılmasının temelinde; onun kendi çevresinin dilini, kültürünü, sanatını, dinini, ahlakını, gelenek ve göreneklerini, günlük hayatını, tabiat güzelliklerini özümsemesi ve bunları şiirlerinde akıcı, sade bir üslupla dile getirmesi yatmaktadır Bir başka deyişle Karacaoğlan, kendi duygularını aktarırken aslında halkın duygu ve düşüncelerini, inançlarını, özlemlerini, sevinçlerini de yansıtmıştır Bu da halk arasında onun daha da beğenilmesine sebep olmuştur![]() Bilindiği üzere sosyo-kültürel yaşamında halk, sanatıyla, hayatıyla değer verdiği kişilerden bazısını eserleri aracılığıyla sürekli olarak canlı tutmuş bazısını da olağanüstülüklerle donatarak efsanevi bir kimlik kazandırmış, hatta ermişlik aşamasına yükseltmiş, buna bağlı olarak da söz konusu kişilerin mezarını bir ziyaret yerine dönüştürmüştür Karacaoğlan da bu yönüyle şiirleri dilden dile dolaşan bir halk şairi olmasının yanı sıra çevresinde birtakım hikâyeler oluşturularak kutsallaştırılmış bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır (Kaya, 2000: 377–394)![]() Bugün Karacaoğlan’la ilgili birçok hikâye ve efsane, halk arasında bütün canlılığıyla yaşatılmaktadır Bu anlatılarda Karacaoğlan, kimi zaman aşkı ve âşıklığıyla ön plana çıkartılmakta kimi zaman kendisine ermişlik özelliği yüklenmekte, buna bağlı olarak mezarı da ziyaret yeri olarak gösterilmektedir Söz konusu anlatıların, Karacaoğlan’ın halkın gönlünde yaşatılıp ölümsüzleştirilmesinde önemli bir rolü bulunmaktadır Bildirimizde Karacaoğlan çevresinde oluşturulan efsane örneklerinden, ikisi sözlü gelenekten biri de yazılı kaynaktan tespit edilmek üzere, üç tanesine yer verilmiş ve bunların halk üzerindeki etkilerine değinilmeye çalışılmıştır![]() Karacaoğlan ile Karacakız Efsanesi Mersin’in Mut ilçesinden derlediğimiz “Karacaoğlan ile Karacakız Efsanesi” nde; sazı ve sözüyle gezip dolaştığı her yerde halkın büyük sevgi ve saygısını kazanan Karacaoğlan, gittiği bir obada Karacakız olarak tanınan Elife âşık olur Aşkına karşılık bulmasına karşılık kızın babası evlenmelerine izin vermez, Bunun üzerine âşık, sazını alıp obayı terk eder, ancak yaşamı boyunca Elif’i unutamaz ve ömrünün son günlerinde sevdiğini tekrar görebilmek ümidiyle geri döner Obaya geldiğinde Elif’in son nefesine kadar kendisini beklediğini, sonunda da öldüğünü öğrenir Bu duruma çok üzülen Karacaoğlan, Elif’in mezarının karşısındaki tepede kısa bir süre sonra kendisi de can verir![]() Bu efsanede Karacaoğlan’ın gezgin bir halk şairi olduğu, sanatında da usta olduğu belirtilmekle birlikte asıl ön plana çıkartılan unsurun Karacaoğlan ile Karacakız arasında yaşanan aşk olduğu görülmektedir Anlatıda iki aşığın hayattayken birbirlerine kavuşamaması, halkı derinden etkilemiş ve bunun sonucu olarak da halk hayalinde bu iki kişinin öldükten sonra ruhlarının senede bir gün gökyüzünde kavuştuklarına dair bir inanış ortaya çıkmıştır Sevenlerin ayrılmaması gerektiği, eğer ayrı bırakılırlarsa sonunda istenmeyen kötü olayların yaşanacağı mesajı, çeşitli efsanelerde özellikle de halk hikâyelerinde sıkça işlenmiştir Burada da bu kurala uyulmadığı için istenmeyen bir sonla karşılaşılmıştır Öte yandan bu dünyada birbirlerine kavuşamayanların manevi âlemde kavuşmaları sağlanarak birbirini yürekten sevenlerin aşkı da kutsal hale getirilmiştir![]() Nitekim efsaneler tepelerden birinden mavi diğerinden yeşil bir ışığın yükselmesi ve bunların gökyüzünde birleşmelerinden bahsedilmesiyle bu durum açıkça gösterilmiştir Bunun için seçilen renkler de oldukça anlamlıdır Halk inanışına göre mavi, ululuğun, yüceliğin, gökyüzünün bir başka deyişle Tanrı katının; yeşil ise İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte Peygamber soyundan gelenlerin, aynı şekilde kutsal kabul edilen ermiş kişilerin rengidir Bu yönüyle aslında ölümlerinden sonra Karacaoğlan ile Karacakız’ın mezarının da kutsallaştırılması ve bir ziyaret yerine dönüştürülmesi de sağlanmış olmaktadır![]() Efsanede, bir ağanın yanında çobanlık yapan Karacaoğlan’ın, ağa hacıdayken onun isteğini hissederek evde yapılan helvayı çok kısa bir sürede ağaya ulaştırması, ağanın hac dönüşü Karacaoğlan’ın bu kerametinin ortaya çıkması, bunun sonucunda da son nefesini vermesini konu edilmiştir Anadolu’nun birçok köşesinde, kahramanın adı değiştirilerek aynı konuyu işleyen çeşitli efsaneler de bulunmaktadır![]() Bilindiği üzere bazı gizli bilgilere ulaşma, bir anda çok uzak mesafeleri katedebilme motifleri, ermişlerin gösterdikleri kerametler arasında yer almaktadır Bununla birlikte dini-tasavvufi geleneğe göre, ermişlik aşamasına ulaşan kişilerin gizli bilgileri halktan saklanması, bir başka deyişle sırrın açığa çıkartılmaması gereklidir Evliyalarla ilgili çeşitli efsanelerde sırrı ortaya çıkan velinin, ortadan kaybolması motifi sıkça işlenmektedir Burada da kerameti anlaşılan Karacaoğlan’ın artık diğer insanlarla birlikte kalamayacağı, bunun sonucu olarak da öte dünyaya göçtüğü anlatılmaktadır Tüm bu özellikler, halkın Karacaoğlan’ı ermiş bir kişi olarak kabul ettiğinin bir göstergesidir Buna bağlı olarak öldüğü tepe kutsal sayılmış, mezarı da dileklerin yerine gelmesi için dualar eşliğinde kurbanların kesildiği bir ziyaret yeri haline getirilmiştir, efsanede ise Karacaoğlan, misafir olduğu bir obada Elif adındaki bir kıza aşık olur, aşiret evlenmelerine izin vermez, ancak aşıklar birlikte kaçarak bir başka obaya yerleşirler Bir süre sonra burada, oba beyinin yeğeni Elife göz koyar Birgün Karacaoğlan’ın bir düğünde saz çalmak üzere obadan ayrılmasını fırsat bilen beyin yeğeni, Elifin çadırına girer, çaresiz kalan Elif bu adamla beraber uyumak zorunda kalır Bunu hisseden Karacaoğlan, hemen geri döner ve bu durumu görünce obayı terk eder, Eshab-ı Kehf mağarasına girerek sırlara karışır![]() Bu efsanede Karacaoğlan ile Elif, ilk efsaneden farklı olarak evlenmelerine izin verilmemesine karşı çıkarak birlikte kaçar Bir süre mutlu bir hayat da sürerler Ancak araya kötü niyetli bir kişinin girmesi sonucunda bu mutlulukları sona erer Sevdiği kişi tarafından aldatıldığını düşünen Karacaoğlan, maddi alemden uzaklaşır Bir başka deyişle bu dünyada sevdiğiyle mutlu bir birliktelik sürdüremediği için büyük acı çeken aşık, “gayb erenleri” ne katılarak aslında Tanrı tarafından ödüllendirilmiş olur![]() Karacaoğlan’ın Eshab-ı Kehfe girerek ortadan kaybolması motifine, Tarsus’tan derlenen ve manzum bölümleri zaman içerisinde unutulmuş ve yine Karacaoğlan’la ilgili bir halk hikayesinde de rastlanmaktadır Esma Şimşek tarafından incelenen bu hikayenin konusu ise kısaca şu şekildedir: Çukurova yöresinde yaşayan Kara Ali adlı bir Türkmen beyi, ava çıktığı sırada ak sakallı bir ihtiyarla karşılaşır İhtiyar, Kara Ali’ye evlenmesini, evlendiği gece abdest alıp iki rekat namaz kılarsa bir oğlunun olacağını söyler Kara Ali, söylenenleri yapar ve Hasan adında bir oğlu olur Esmer tenli olduğu için “Karaoğlan” diye sevilen Hasan, küçük yaşlarda saz çalmayı öğrenir Hasan, bir süre sonra dere kenarında uykuya dalar ve rüyasında ermiş bir kişinin kendisini dere kenarına götürdüğünü, orada suya batırdığını, suda güzel bir kızın hayalini gördüğünü, daha sonra bu sudan içtiğini görür Olayın ardından Hasan’ın “Hak aşığı” olduğu anlaşılır ve kendisine Karacaoğlan denmeye başlanır Karacaoğlan, uzunca bir süre Çukurova’da, rüyasında gördüğü kızı arar, ancak bir türlü bulamaz Yaşlılığının son dönemlerinde hacca gitmek düşüncesiyle Eshab-ı Kehfe girer İnanışa göre bu mağaradan Kabe’ye giden gizli bir yol vardır Ancak Karacaoğlan buradan bir daha çıkmaz Kimilerine göre hacca gidip orada ölmüş kimilerine göre de kırklara karışmıştır (Şimşek, 1999: 623-624)![]() Tarsus’an derlenen bu halk hikayesinde, Karacaoğlan’ın mağaraya girerek ortadan kaybolmasının asıl sebebi; efsanemizden farklı olarak aşığın sevdiğine bir türlü ulaşamaması, bunun üzerine kendisini Tanrı yoluna adama isteği gösteriImiştir ![]() Eshab-ı Kehf, Tarsus’ta bulunan önemli ziyaret yerlerinden biridir Bu mağarayla ilgili olarak “yedi uyurlar” efsanesinin yanı sıra Karacaoğlan efsanesi de anlatılmakta ve halk arasında Karacaoğlan’ın bu mağaraya girerek ortadan kaybolduğuna inanılmaktadır![]() Görüldüğü üzere Karacaoğlan, halkın yakından tanıdığı büyük bir halk şairi olmasına karşılık, incelemeye aldığımız efsane metinlerinde onun aşıklık yönünün arka planda bırakıldığı ve daha çok dini bir niteliğe büründürülerek kendisine velilik kimliğinin daha uygun görüldüğü, bunun sonucu olarak öldüğü ya da sırlara karıştığı düşünülen yerlerin de kutsallaştırıldığı tespit edilmiştir Bilindiği üzere halk, kendi arasından çıkan büyük şahsiyetlere her zaman sahip çıkma yoluna gitmiş, bunun için de yaşadığı yerlerde bu kişilere ait mezarlar oluşturmuş, söz konusu kişilerin yaşamlarıyla ilgili çeşitli anlatılar yaratmıştır Bunu Karacaoğlan’la ilgili efsanelerde de görmek mümkündür![]() Sonuç: Karacaoğlan çevresinde oluşturulan efsaneler, onun menkıbevi kimliğinin ortaya çıkartılmasında yardımcı olacağı gibi halkın ona verdiği önemi göstermesi açısından da ayrı bir öneme sahiptir Karacaoğlan, yüzyıllardır sanatıyla, şiirleriyle geniş bir coğrafi alanda yaşatılmıştır, ancak onun geçmişten bugüne hemen her dönemde sevilip sayılmasında halk arasında kuşaktan kuşağa aktarılan efsanelerin de büyük katkısı vardır Nitekim söz konusu efsanelerde, gerek kendisine yönelik oluşturulanlar olsun gerekse başkaları adına yaratılmış olup da ona izafe edilenler olsun, Karacaoğlan’ın olağanüstülüklerle donatılıp ermişlik katına yükseltilmesi, buna bağlı olarak mezarının da bir ziyaret yerine dönüştürülmesi söz konusudur İnanışa göre gerçek kabul edilen bu anlatılar, halk arasında Karacaoğlan’ın derin bir iz bırakmasında ve bunun sonucu olarak da ölümsüz hale getirilmesinde önemli bir işlevi bulunmaktadır 1 Karacaoğlan ile Karacakız Efsanesi Mut’a bağlı Çukur köyü ile Dere köyü arasında Karacaoğlan ile Karacakız tepesi diye bilinen iki tepe vardır Yörede tepelerin bu adı almasıyla ilgili aşağıdaki efsane anlatılmaktadır:Gezgin bir yaşam sürdürmüş olan Karacaoğlan, birgün Mut’un Çukur köyüne gelir Burada sazı ve sözüyle herkesin sevgi ve saygısını kazanır, daha sonra bu köyden ayrılıp Elif adlı güzel bir kızın obasına geçer Yörede Karacakız adıyla tanınan Elif, oba beyinin kızıdır Karacaoğlan, Karacakız’ı ilk gördüğünde ona aşık olur ve bir türlü obadan ayrılamaz, Karacakız da Karacaoğlan’u tutulmuştur Oba beyi, Karacaoğlan’ın yanık söyleyişinden, kederli görünüşünden onda bir değişikliğin olduğunu anlar ve bunun sebebini öğrenmek ister Karacaoğlan, derdini anlatmak istemez, ancak bey ısrar edince Elifle evlenmek istediğini söyler Bey, bu duruma çok sinirlenir ve kendisine verecek kızının olmadığını sert bir şekilde ifade eder Karacaoğlan bu cevaba çok içerler ve Elif’le kavuşmalarının mümkün olmadığını anlayarak obadan ayrılmak zorunda kalır Aradan yıllar geçer, Karacaoğlan’ın saçı sakalı ağarır, ancak bir türlü Karacakız’ı unutamaz Son kez onu görebilmek düşüncesiyle Çukur köyüne gelir Çevresinde toplananlara Karacakız’ı, obasının bulunduğu yeri sorar, fakat herkes üzgün üzgün başını önüne eğer Yaşlı bir köylü, Karacakız’ın çok uzun bir süre karşı tepede kendisini beklediğini, sonunda ümidini kaybederek hayattan elini eteğini çektiğini ve yine bu tepede öldüğünü, mezarının da buraya yapıldığını söyler Karacaoğlan, bu duruma çok üzülür, tepeye çıkıp mezar başında dua eder, daha sonra Karacakız’ın mezarını rahatça görebileceği karşı tepeye gidip buraya oturur, Karacakız için saz çalıp yanık şiirler söyler, günlerce yerinden kalkmaz, sonunda bu tepede can verir Köylüler, Karacaoğlan’ı bu tepeye defneder Olayın ardından Karacakız’ın öldüğü tepeye Karacakız Tepesi; Karacaoğlan’ın öldüğü tepeye ise Karacaoğlan Tepesi adı verilir![]() Yörede her yıl yaz gelince bu tepelerden birinden mavi diğerinden yeşil bir ışığın yükselerek bunların gökyüzünde birleştikleri anlatılır ve bu ışıkların hayattayken kavuşamayan bu aşiklara ait olduğuna, bunları ancak yürekten sevenlerin görebileceğine inanılır ![]() 2 Karacaoğlan Efsanesi Erzurum’un Olur ilçesine bağlı Yukarı Karasu köyünün sınırları içerisinde bulunan Karacaoğlan Tepesi’nde, taşlarla üçgen şeklinde yapılmış bir mezar vardır Halkın Karacaoğlan ziyareti diye adlandırdığı ve adaklar adadığı bu ziyaretin efsanesi şöyledir:Karacaoğlan bir ağanın kuzu çobanıdır Zamanın birinde ağa hacca gider, burada dini görevini yerine getirirken birgün canı helva çeker ve içinden “Şu bizim hamnun helvası olsa da yesem” diye geçirir Bu durum Karacaoğlan’a malum olur Hemen eve gidip ağanın karısına “Ağam helva istedi, yap da götüreyim ” der Ağanın karısı ise, “Ağa hacda, herhalde bizim çobanın canı helva çekti, yapayım da yesin ” diye düşünür ve helvayı yapar, bir tas Karacaoğlan’a verir Ağa otururken bir bakar ki kendisine bir tasın içinde helva uzatılıyor, tası alır, bakar ki evindeki tas, olup bitenlere bir anlam veremez ama helvayı da yer Aradan bir süre geçer, ağa dini görevini yerine getirdikten sonra evine döner Köylüler, kendisini ziyarete gelirler Bu sırada ağa, karısına “Hanım, hacdayken gönderdiğin helva çok güzeldi, eline sağlık ” deyip tası çantasından çıkarır Ağanın karısı bu duruma çok şaşırır ve hemen Karacaoğlan’la aralarında geçen konuşmayı anlatır Bunun üzerine ağa, kendisini ziyarete gelenlere “Benim değil, gidin keramet sahibi Karacaoğlan’ın elini öpün ” der O sırada kuzuları otlatmakta olan Karacaoğlan, sırrının açığa çıktığını anlayınca hemen oracıkta can verir Kendisini, öldüğü yere defnederler![]() Olayın ardından buraya Karacaoğlan Tepesi adı verilir Karacaoğlan’ın mezarı da herhangi bir dileği olanların gidip dua ettiği bir ziyaret haline getirilir 3 Karacaoğlan Efsanesi Karacaoğlan’ın Tarsus’taki Eshab-ı Kehf mağarasına gırıp ortadan kaybolması ile ilgili efsanenin konusu ise şu şekildedir: Karacaoğlan birgün obanın birine misafir olur Orada gördüğü Elif’e aşık olur Elif de kendisine karşı ilgisiz değildir Evlenmek isterler, ancak oba karşı çıkar Bunun üzerine Karacaoğlan, arkadaşı Deli Hüseyin’in yardımıyla Elif’i kaçırır ve başka bir obaya sığınır Burada mutlu bir şekilde yaşarlarken oba beyinin yeğeni, Elif’e göz koyar Elif’in yüz vermemesine karşılık adam aldırış etmez sürekli Elif’i rahatsız eder Karacaoğlan’ın bir günlük mesafedeki başka bir obaya, düğünde saz çalmak üzere davet edilmesini fırsat bilen beyin yeğeni, Elif’in çadırına girerek “Sana hiç dokunmayacağım, sadece bir gece yanında yatıp gideceğim, bir daha da seni rahatsız etmeyeceğim ” der Elif, rezalet çıkmasından, duyulduğu taktirde kan dökülmesinden korktuğu için adamın isteğini kabul eder ve giyinik olarak adamla aynı yatakta uyur Aşığa malum olur derler Bu sırada Karacaoğlan’ın sazının teli kopar Bu durumdan şüphelenen Karacaoğlan hemen yola düşer ve göz açıp kapayincaya kadar obasına geri döner Çadırına girdiğinde gördüğü manzara karşısında yıkılır, kimseyi uyandırmadan mendilini yorganın üstüne bırakıp çıkar Sabah olunca Elif, mendili bulur ve Karacaoğlan’ın kendisini terk ettiğini anlayarak feryatlar içinde beyin karısına olanları anlatır Beyin karısı, namus düşmanı yeğeni öldürüp cesedini köpeklere attırır Karacaoğlan ise bir daha geri dönmez, Tarsus’taki Eshab-ı Kehf mağarasına girerek sır olur, erenlere karışır |
|
Karacaoğlan Efsanesi (Erzurum) |
|
|
#3 |
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Karacaoğlan Efsanesi (Erzurum)![]() Karacaoğlan Efsanesi Asıl adı Hasan'mış Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz kalmış Beş yaşına varmadan da babası Kara İlyas, Kozan derebeyi tarafından askere alınmış Bir daha da dönmemiş Böylece küçük Hasan ortalıkta kalakalmış ! Anasının "Karaca" diye sevip doyamadığı Hasan'a köyden Serdengeçti Osman Ağa sahip çıkmış Ona babalık etmiş, büyütmüş Yaşı on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek istemiş Karacoğlan, bu dilsiz kızla evlenmek istememiş Ama bu düşüncesini çok sert bir adam olan babalığı Osman Ağa'ya da söyleyememiş Çareyi köyden kaçmakta bulmuş Düğün hazırlıkları yapılırken köyden kaçmış Karacoğlan dağlar, tepeler aşmış, nereye gittiğini bilmeden durmadan yürümüş![]() ![]() Yaşar Kemal'den: “Yola Çıkarken bütün obası başına birikmişti Gitme demişlerdi Gurbet elin kahrı zehirden acıdır Aşıkta olsan gitme Başında kavak yelleri gelir geçer Obamızı bırakma gitme demişlerdi Ama dinlememişti Yareni yoldaşı, sazının sözünün üstüne yok, bırakma bizi demişlerdi fakat onu yolundan döndürememişlerdi… Uçsuz bucaksız ovanın ortasına dikilmiş şimdi bunları düşünüyordu Kim bilir ne zamandan beri böyle dimdik, kımıldamadan duruyordu Derken şafağın ucu görünmüştü Dağlar tepeler aydınlandı Kuşlar ötmeye başladı Yürüdü Yürümekten başka bir şey düşünmüyordu Gençti Yüreğinde bir top ışık, bir ateş harmanı, çiçek açmış bir bahar dalı Yürüyordu Gün öğle oldu![]() ![]() ” Karacaoğlan Yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam ağacının altına oturmuş Daha oturur oturmaz da uyumuş Uykusunda ak sakallı bir dede, Karacoğlan'a dolu bir tas uzatmış: - İç şunu, iç ki, yorgunluğun ve dargınlığın son bulsun Dilin bülbül, gönlün şen olsun, demiş Karacoğlan, tası başına dikip içince kendine gelmiş Yorgunluğu üstünden gidivermiş İçinin çalıp söylemek isteğiyle coştuğunu görmüş Sazını eline alıp yeniden yollara düşmüş![]() ![]() Bir gün Karacaoğlan Aladağlar'da bir Türkmen obasına konuk olmuş Çalıp söylemiş Oba halkı Karacoğlan'ı çok sevmiş: - Âşık, hiç üzülme, demişler Burasını kendi oban gibi bil, burada kal, obamız şenlensin ! Karacoğlan obada kalmış Karacaoğlan'ın etrafı halka halka olmuştu Kalabalıktan bir yaşlı, “şu aşık iki söylese de dinlesek” dedi… Şimdi yalnız bir ses, sanki dağlar taşlar, ovalar yankılanıyordu Obada kim varsa hasta yatalak, çoluk çocuk halkaya katılmak için adeta çadırlarından fırlıyorlardı Halka büyüdü, büyüdü… Dağlardan çobanlar sürüsünü bırakıp geldi Dağlardan kurtlar, kuşlar geldi Halka dondu kaldı… Sonra birdenbire saz durdu Türkü durdu Türkü bir zaman kayalarda, ovada yankılandı, kaldı Aşık başı önünde kalktı, yürüdü Onun geldiğini gören halka usuldan aralandı O çıktı… ” Dünyadaki bütün yaratığı ağacı, kuşu, böceği, insanı, her şeyi Her şeyi en derin sevgisiyle kucaklardı İliklerine kadar aşkı duyardı dünyanın her şeyine Yağmuruna, kışına sıcağına, soğuğuna boranına… Dünyanın en küçük, en duyarsız şeyine bile kocaman açılmış çocuk gözleriyle hayretle bakardı Türküsü, sesi, bir coşma, bir kendinden geçmeydi Dünyaya karşı… Günler gelip geçerken, Karacoğlan obabaşı Boran Bey'in biricik kızı Elif'e âşık olmuş Boran Bey de babalığı Osman Ağa gibi sert bir adammış Derdini içine gömmüş, gizlice obayı terk etmiş![]() ![]() Dağları aşa aşa, günlerden bir gün Karaman iline gelmiş Orada da Boran Bey'in obasıyla karşılaşmasın mı ? Hem şaşırmış, hem sevinmiş Elif de aylardır Karacoğlan'ın özlemiyle yanıp tutuşuyormuş![]() ![]() Bir gece gizlice buluşup obadan kaçmışlar Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanın beyi Tuğrul Bey'e sığınmışlar Tuğrul Bey, obalılar, çok iyi karşılamışlar bunları Artık Karacoğlan'la Elif orada kalmışlar Tuğrul Bey, dillere destan bir düğün yaptırarak onları evlendirmiş Karacoğlan obalılara saz çalıyor, Elif de ev işleriyle uğraşıyor, mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmış O yörede Köse Veli derler bir adam varmış Elif 'e tutulup âşık olmuş Bir gece Karacoğlan yokken, çadıra girivermiş, Elife saldırmış Ne yapsın Elifcik? Bir duyan olmasın, rezil olmayalım diyerek sesini çıkaramamış![]() ![]() ![]() ![]() Fakat bu sırada Karacaoğlan Ceritlerin düğününde saz çalmaktadır Birden sazın teli kırılır Şaşırır Ayağa kalkar Rüzgar gibi yola düşer Birgünlük yolu gözaçıp kapayıncaya kadar geçer Çadırına geldiği zaman Halil'i Elif'le yatağında uyurken bulur Üstlerine abayı örter Abayı gören Elif Karacaoğlan'ın gideceğini, bir daha dönmemek üzere gideceğini anlar Olan olmuştur Elif olan biteni annesine anlatır Anası Halil'i öldürür Halil'in ölüm haberi Bey'e gider Bey Karacaoğlan'ın başına gelenlere üzülür Onun aranıp bulunmasını ister Bey'in adamları ve Deli Hüseyin günlerce obaları, dağları taşları ararlar Karacaoğlan'ı bulamazlar Aradan yıllar geçer Karacaoğlan'dan bir haber çıkmaz Bir haber geliyor, Antep ilinde saz çalıyor Bir haber geliyor, Erzurum yaylasında Akkoyunlular içinde Bir haber geliyor, Arabistan'a geçmiş Hama'da saz çalarken görülmüş Bey nereden bir haber duyarsa, atlılar oraya uçuyorlardı Ama nafile Gittikleri yerlerde sadece Karacaoğlan'ın türkülerini duyabiliyorlardı Bey, Elif'e Karacaoğlan'ı buldurmadan ölürsem gözüm açık gider demişti ama bulduramadan da ölmüştü Elife gelince, o da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış "Er geç gerçeği öğrenecek, bana dönecek!" umuduyla Karacoğlan'ın yolunu gözlemiş Bir zamanlar obanın en güzel gelini olan Elifcik de yaşlanmış, artık obanın Elif Ana'sı olmuş![]() ![]() Aradan yıllar geçmiş, Elif yaşlanmış Bir gün Karacaoğlan her şeyin aslını öğrenmiş Elif'i bulmak için yola çıkmış Aramış, araştırmış, bulamamış Sonra bir gün ona bir mezarlığı göstermişler Ayakta zor durabilen Karacoğlan: - Nerede? diye sormuş, Elif nerede ? Kalabalık donup kalmış, kimseden ses çıkmamış - Yoksa öldü mü ? Yaşlılardan biri mezarlığı göstermiş: - işte orada ! Gençlerin yardımıyla Karacoğlan mezarlığa varmış Yeni bir dut fidanı dikilen Elifin mezarının başına oturmuş Sazını göğsüne bastırarak söylemeye başlamış: "Şu yalan dünyaya geldim geleli, Tas tas içtim ağuları sağ iken Kahpe felek vermez benim muradım, Viran oldum mor sümbüllü bağ iken ![]() ![]() '' Sonra sazını dut fidanına asmış: - Bu saz burada kıyamete kadar kalacak, demiş, oraya yığılıp kalmış ![]() ![]() Obalılar, Karacoğlan'ı Elifin yattığı tepenin karşısına gömmüşler Derler ki, her yıl ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yeşil, biri mavi iki ışık yükselir, gökyüzünde birleşir Karacaoğlan'la Elifin sevgileridir bunlar![]() ![]() Saza gelince, o saz da yıllarca orada asılı kalmış Çürümüş, yenisini yapıp asmışlar Dut ağacı yaşlanmış, yıkılmış, Yeni bir dut fidanı dikmişler Yüzyıllardır, yel estikçe Karacaoğlan'ın sazı kendi kendine ötüp durmuş![]() ![]() |
|
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
| Görünüm Modları | |
|
|