Hazret-İ Mevlana’Nın Hayatı Kısa Özet |
09-01-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Hazret-İ Mevlana’Nın Hayatı Kısa Özetmevlananın hayatı kısa özet Hazret-i Mevlana’nın Hayatı Mevlana’nın asıl adı Muhammed Celaleddin’dir Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi O’na daha pek genç iken Konya’da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir Bu ismi, Şemseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled’den itibaren Mevlana’yı sevenler kullanmış, adeta adı yerine sembol olmuştur Rumi, Anadolu demektir Mevlana’nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyar-ı Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya’da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır Doğum Yeri ve Yılı Mevlana’nın doğum yeri, bugünkü Afganistan’da bulunan, eski büyük Türk Kültür merkezi Belh’tir Mevlana’nın doğum tarihi ise 30 Eylül 1207 (6 Rebiu’l-evvel, 604) dir Hazret-i Mevlana’nın Evlenmesi Karaman’da bulundukları 1225 tarihinde Mevlana, babasının buyruğu ile itibarlı, asil bir zat olan Semerkantlı Hoca Şerafeddin Lala’nın, huyu güzel, yüzü güzel kızı Gevher Banu ile evlendi Mevlana dünya evine girdiğinde onsekiz yaşındadır Hazret-i Mevlana’nın, Konya’ya Yerleşmeleriyle İlgili Yorumu: “Hak Teala’nın Anadolu halkı hıkkında büyük inayeti vardır ve Sıddik-ı Ekber Hazretlerinin duasıyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete layık olanıdır En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanları mülk sahibi Allah’ın aşk aleminden ve deruni zevkten çok habersizlerdir Sebeplerin hakiki yaratıcısı Allah, hoş bir lutufta bulundu, sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sırlarına ait) iksirimizden (altın yapma hassamızdan) onların bakır gibi vücutlarına saçalım da onlar tamamıyla kimya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi (canciğer arkadaşı) olsunlar” Şems-i Tebrizi Hazretleri Bu zatın adı, Şemseddin Muhammed olup doğumu 1186 dır Tebrizli Melekdad oğlu Ali’nin oğlu olan Şems, tahsilini bitirdikten sonra, zamanının yegane şeyhi olarak gördüğü Tekbirzi Şeyh Ebu Bekir Sellebaf’a (sele ve sepet örücüsüne) intisap etti ve onun terbiye ve irşadıyla yetişip olgunlaştı Şems, ulaştığı manevi makama kanaat etmediğinden daha olgun mürşidler bulmak arzusuyla seyehate çıktı Senelerce takati tükenircesine bir çok bir çok yerler dolaştı, zamanının arifleriyle görüştü Bu arifleri, mana alemindeki uçuşunda kinaye olarak Şems’e, Şems-i Perende (Uçan Güneş) adını vermişlerdir Şems, ta çocukluğundan itibaren fikren ve ruhen hür bir derviş, kendinden geçercesine ilahi aşka dalarak yaşayan bir şahsiyetti Şems, kendisini ruhen tatmin edecek seviyede bir Hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadaşı arayan bir kamil velidir Yana yakıla, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan Şems’in bir gece kararı elden gitti, heyecan içinde idi Allah’ın tecellilerine gömülüp mest olmuş bir halde münacatında “Ey Allah’ım! Kendi, örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum” diye yalvardı Allah tarafından, istediğinin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belhli Sultanü’l-Ulema’nın oğlu Muhammed Celaleddin olduğu ilham edildi Bu ilham ile Şems, 29 Kasım 1244 yılı Cumartesi sabahı Konya’ya geldi Hazret-i Mevlana ile Hazret-i Şems’in Buluşmaları Mevlana ile şems, bu iki kabiliyet, bu iki nur, bu iki ruh, nihayet buluştular, görüştüler Bu tarihte Şems, altmış, Mevlana, otuz sekiz yaşında idi Bu iki ilahi aşık, bir müddet yalnızca bir köşeye çekilerek kendilerini tamamiyle Hakk’a verdiler ve gönüllerine gelen ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular Sultan Veled der ki: “Ansızın Şems gelip ona ulaştı; ona maşukluk (sevilen, sevgili olmanın) hallerini anlattı, açıkladı Böylece de sırrı yücelerden yüceye vardı Şems, Mevlana’yı şaşılacak bir aleme çağırdı, öyle bir aleme ki, ne Türk gördü o alemi ne Arap” Hazret-i Mevlana’nın Maşukluk Mertebesine Erişmesi: Bu hususu Sultan Veled şöyle açıklar, “Alemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir derece vardır ki o, maşukluk durağıdır Aleme bu maşukluk durağına dair haber gelmemiş, bu durakta bulunanların ahvalini hiçbir kulak işitmemişti Tebrizli Şemseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin’i aşıklık ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmaması olan, maşukluk mertebesine eriştirmiştir Esasen Mevlana, ezelde, maşukluk denizinin incisiydi, her şey döner, aslına varır” Kim, kimi aradı? Hatırlara gelebilecek, “Şems mi Mevlana’yı aradı, Mevlana mı Şems’i” sorusuna şöyle cevap verebiliriz: Şems, Mevlana’yı, Mevlana’da Şems’i aramıştır Şems Mevlana’ya aşık ve taliptir, Mevlana’da Şems’e aşık ve taliptir Çünkü aşık, aynı zamanda maşuk, maşuk aynı zamanda aşıktır Mevlana der ki: “Dilberler (gönlü alıp götürenler, manevi güzeller), aşıkları, canla başla ararlar Bütün maşuklar, aşıklara avlanmışlardır Kimi aşık görürsen bil ki maşuktur Çünkü o, aşık olmakla beraber maşuk tarafından sevildiği cihetle maşuktur da Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda suzusları arar” Mesnevi’nin Yazılışı Eflaki, Mesnevi’nin yazılıp tamamlanmasını anlattığı bahiste diyor ki: “Mevlana Hazretleri, asil kişilerin sultanı Çelebi Hüsameddin’in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevi’yi söylemeye devam etti Bazen öyle olurdu ki, akşamdan başlıyarak gün ağarıncaya kadar birbiri arkasından söyler, yazdırırdı Çelebi Hüsameddin de bunu sür’atle yazar ve yazdıktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana’ya okurdu Cilt tamamlanınca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapıp tekrar okurdu” Bu şekilde dikkatlice 1259-1261 yılları arasında yazılmaya başlanılan Mesnevi, 1264-1268 yılları arasında sona erdi |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|