| 
 | |||||||
|    | 
|  | Konu Araçları | 
| devletlerinde, kültür, medeniyet, müslüman, türk | 
|  | Müslüman Türk Devletlerinde Kültür Ve Medeniyet |  | 
|  08-21-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Müslüman Türk Devletlerinde Kültür Ve Medeniyetİlk Müslüman Türk devletlerinden olan Karahanlılarda, ülkenin doğusunu idare eden büyük hakana Arslan Han adı verilirdi  Onun hakimiyeti altında batı bölgelerini, Buğra ünvanını taşıyan diğer bir han idare etmekteydi  Sonra devlet merkezinde hakanlara vekâlet eden, Erkan, Sagun gibi ünvanlar alan İligler ve tekin diye anılan şehzadeler geliyordu  Ayrıca bir danışma kurulu vardı   Hükümdarlığı halife tarafından tasdik edilen Gazne hükümdarı Mahmud, sultan ünvanını ilk defa kullanan hükümdar olarak bilinir  Daha sonra bu ünvan, bütün Müslüman devlet başkanları tarafından kullanılmıştır  Anadolu Türkmen beyliklerinde, atabeyliklerde de sultan ünvanı kullanılmıştır  İslamiyette devlet başkanı olan halife, peygamberin vekili olduğu için, bütün Müslümanların başı durumundaydı  Türk cihan hakimiyeti düşüncesi, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar dünyanın Türk hükümdarı tarafından idare edilmesi gerektiği esasına dayanıyordu  11  asır yazarlarından Kaşgarlı Mahmud şöyle demektedir: "Allah, devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hakimi yapmıştır  " Oğuz destanındaki ok motifi, Göktürk Kitabelerinde zaptı düşünülen istikametlere önceden prenslerin tayin edilmesi, Türk kültüründeki cihan hakimiyeti ülküsünün işaretiydi  Selçuklular, Dandanakan Savaşının hemen arkasından bir savaş meclisi toplamışlar ve burada fütuhat yönlerini ve görev alacak başbuğları kararlaştırmışlardır  Malazgirt Savaşı ve Anadolu'nun fethi de, cihan hakimiyeti ülküsünün bir sonucu idi   Türk sultanları, topluluklar arsında sosyal, kültürel dînî müsamaha bakımından herhangi bir fark kabul etmemişler, herkese eşit hak ve adalet tanımışlardır  Müslüman Türk devletlerinde çeşitli boylara mensup, türlü diller konuşan ve ayrı dinlere mensup olanların kültürlerine dokunulmamıştır  Bu prensip, Osmanlı devrinde de devam etmiştir  Türklerin İslam kültürünü tam anlamıyla benimsemeleri neticesinde, İslamiyet Türkler için başlıca dayanak haline gelmiştir  Haçlı orduları Hristiyanlık davasıyla harekete geçerek İslam ülkelerini ağır tehdit altına aldıkları zaman ve daha sonra, asırlarca süren bu batılı zihniyet karşısında Türkler için Müslümanlık en büyük güç kaynağı oldu  Böylece Türklüğü yükseltmek ve İslamı yaymak düşüncesi, fetihleri Hristiyan dünyasına dönük Osmanlı Devletinde, en yüksek seviyeye ulaşmıştır   Müslüman Türk devletlerinde, kendilerine bir bölgenin idaresi verilen hanedan üyeleri, melik diye anılırdı  Bunlar yarı müstakil bir şekilde hareket ederlerdi  Bulundukları bölgede, asıl devlet merkezindekine benzer bir dîvan kuruluşuna da sahiptiler  Ayrıca vezir ve askerî kuvvetleri vardı  Halife, sultan ve kendi adlarına hutbe okuturlar, bağlı olarak para bastırırlardı  Bu melikler, merkezdeki sultan tarafından temsil edilen yüksek iktidarı tanırlardı  Siyasî temasları veya giriştikleri savaşları, asıl devletin ana siyaseti çerçevesinde yürütürlerdi  Ancak melik olmak, ülkenin bir parçasını şahsî mülk haline getirmek ve onu kendi keyfine göre idare etmek değildi   Hükümdarın vefatı veya şiddetli bir dış istilâ gibi hâdiseler sonucu, merkezde iktidar boşluğu olunca, devlet bütünlüğü bozulmaya yüz tutar, iktidara sahip olmak için şehzadeler birbiriyle mücadeleye girişirdi  Bu durum, Selçuklu Devletinin daha uzun ömürlü olmasını önlemiştir  Ancak Osmanlılar, bunu göz önüne alarak hakimiyetin bölünmemesini prensibini gerçekleştirip, devleti altı asırdan fazla ayakta tutabilmişlerdir  Aynı husus Göktürklerde, İlteriş Kağan ile kardeşi Kapagan Kağan'ın çocukları arasında da görülmüştür   Büyük Selçuklu Devleti zamanında, Türk medeniyeti çok yüksek bir seviyeye ulaşmıştır  Selçuklu sultanları, devleti adaletle idare etmeye büyük önem verirler ve devletin devamını bunda görürlerdi  Sultanlar, haftanın belirli günlerinde, devlet ileri gelenleri kabul ederlerdi  Halkın şikâyetlerini dinler, devlete karşı işlenen suçlara bakan yüksek mahkemeye başkanlık yaparlardı  Saray teşkilatı doğrudan sultanın şahsına bağlıydı ve görevlilerin hepsi onun en güvenilir adamları arasından seçilirdi   Türkler, devlet kurdukları zaman Ortadoğu'daki kültür çevresinin en önmli unsuru din idi  İslamın emirlerinden biri de bu dini yaymaktı  Aslında cihad inancı, Türklerin fetih düşüncelerine de uygun düşüyordu  Bu bakımdan bu yolda mücadeleye girişen Karahanlılar, Mâverâünnehir'deki eski kültür merkezleri Buhara ve Semerkand'da yaptıkları gibi, daha doğuda Balasagun Kaşgar'da İslamiyeti yaygınlaştıran müesseseler meydana getirmişlerdi  İç Asya'nın dağlık bölgelerinden gelen Türklere, Müslüman olmaları için hanlık arazisinde yer verilmişti  Karahanlı idarecileri, en çok Uygurların Müslüman olmasını hedef almışlardı  Maniheist ve Budist olan bu Türk topluluğunun İslama kazandırılmasını istiyorlardı   Gaznelilerde de devlet-halk birliğini sağlayan ilk unsur İslamdı  Gazneliler, Afganlılar ve Gurlularla çetin muharebelere girişerek, onları İslama kazandırmaya çalışıyorlardı  Müslümanlık, Sultan Mahmud'un oğulları ve Delhi sultanları vasıtasıyla daha da yaygınlaştırılmıştı  Anadolu'nun fethinde tam bir cihad havasına girilmişti  Bizans topraklarının kurtarılması gerektiği yolundaki İslam dünyasında mevcut genel kanaat, Türk başbuğlarına güçlü bir manevî destek sağlamıştır  Böylece gelişen Türk birliği şuuru Haçlıların bütün gayretlerini boşa çıkardı  Moğol istilâsına da aynı güçle karşı konuldu   Müslüman Türk devletleri, Rafızîlik inancına düşen İranlılarla çok uğraşmışlardır  Türk sultanları, siyasî birlik yanında manevî birliği de kurup yaşatmak gerektiğine inanmışlardı  Selçuklu sultanları, Mısır Memlûk sultanları, Delhi Türk sultanlığı, Türkmen beylikleri, Atabeylikler, Timurlular ve Akkoyunlular da aynı yolda yürüdüler  Fakat bu muazzam siyaset, Moğol istilâsıyla ağır bir darbe yemiş, Orta Doğu'yu işgal hareketine katılan Moğol idarecileri ve kitlelerinin büyük çoğunluğu putperest ve kısmen de Hristiyan oldukları için, Müslümanlara hiçbir din hürriyeti tanınmamıştır  Ayrıca Moğollar, İslam dünyasında, kendi hakimiyetleri uğrunda din adamlarına ve halka büyük zulüm ve işkence yapmışlardır   Müslüman Türk devletlerinde dinv efen ilimlerinin gelişmesi için çok gayret harcanmıştır  Gazne, Delhi kültür çevresinde tanınmış Türk âlimleri yetişmiş, müspet ilimler sahasında da büyük ilerlemeler kaydedilmiştir  Trigonometrinin kurucularından Birunî ve İbn-i Türk, Matematik ilminin doğudaki en önemli temsilcileri oldular  Çeşitli ilim dallarında yüz ondan fazla eser yazan Birunî, Gazne sarayında yaşamış ve Sultan Mahmud'un Hind seferine katılmıştı  Matematik, Coğrafya, Jeoloji, jeodezi, astronomi ve trigonometri ile ilgili eserler yazan bu büyük bilgin, bilim tarihinin dâhîlerinden kabul edilmektedir   Karahanlılar devrine ait manzum ve Türkçe bir eser olan Kutadgu Bilig, Türk devlet düşüncesi, kanun anlayışı, hakimiyet telâkkisi ve siyasî görüşleri bakımından şaheserdir  1060 yılında, Balasagunlu Yusuf Has Hâcib'in Kaşgar'da yazarak Buğra Hana sunduğu, Uygur ve İslâmî Türk yazısı ile nüshaları bulunan bu eser, İslâmî devrin âbidelerindendir   Selçuklular devrinde eğitim ve öğretim en yüksek seviyeye ulaşmıştır  Bu dönemde sultanlar, devlet adamları, hatunlar ve tabiplerin gayretleriyle yeni müesseseler kurularak, her biri tıp fakültesi mahiyetinde, Kayseri, Sivas, Konya, Divriği, Çankırı ve Kastamonu'da hastaneler ve medreseler yapılmıştır   Müslüman Türk devletlerinde, büyük kısmı şaheser sayılacak derecede, mîmarî, kitabe, hat, tezhib, süsleme, minyatür, çini, halı, kilim gibi mükemmel sanat eserleri yapılmıştır  Asya içlerinden Akdeniz'e, Oğuz bozkırlarından Hindistan ortalarına ve Mısır'a kadar uzanan geniş sahada, o devrin Türk devletlerinden kalma saray, cami, mescit, imaret, han, hamam, dârüşşifa, medrese, hanekâh, türbe, künbet, şadırvan, çeşme, sebil, kale, sur ve mezar sandukası gibi binlerce sanat eseri günümüze kadar gelmiştir  Türkler, bu çağda, sanat dünyasına önemli yenilikler getirmişlerdir  Medrese ve medrese-cami mîmârîsi, çift kubbe inşaatı, silindir biçiminde bazan yivli, yüksek, ince minare tipi, demet sütun, sivri kemer, pencerelerin katlar halinde sıralanması, kubbe yapımında Türk üçgenleri, dikdörtgen veya beş köşeli mihraplar bunların belli başlılarındandır  Yazı, minyatür, tezhib ve süslemede, büyük hamleler olmuştur  Taş işçiliği, kuyumculuk, kakmacılık, bakır işçiliği, zırh, kemer, kalkan, mineli cam yapımı, seramik, dokumacılık, halıcılık ve döküm sanatının en zarif örnekleri verilmiştir  Bunların taşınabilir olanları, halâ Türk ve dünya müzelerinin gözde eserleri durumundadır  Taşınamaz olanları ise, Türkün ayak bastığı her yere, açıkhava müzesi görünümü verir   Karahanlılarda halk dili ve edebî dil Türkçe'ydi  Gazneli ve Harezmşahlar saraylarında Türkçe konuşulurdu  Delhi Türk Sultanlığında, idareci tabaka ve ordu mensupları da Türkçe konuşuyordu  Selçuklularda da halkın ekseriyeti ile ordunun dili Türkçe idi  Bu devletlerde yazışmaların Farsça ve Arapça olması veya ilmî eserlerin bu dillerde yazılması, İslâm dünyasının ortak dili olmasından kaynaklanıyordu   Müslüman Türk devletlerinde Türkçenin önemini gösteren vesikalardan biri, 11  asırda Kaşgarlı Mahmud tarafından, Bağdat'ta yazılan Dîvanü Lügati't-Türk'tür  Müellif, bu eserini, Türk olmayanların Türkçe öğrenme ihtiyacını karşılamak üzere yazdığını kaydetmektedir  Selçuklu teşkilatında çok önemli yeri bulunan atabeglik müessesesi, Türklerin İslâm dünyasına getirdiği bir yenilikti  Osmanlılarda bunlara lala denmiştir   Üç kıtanın ortasında ve iç denizler üzerinde kurulan Osmanlı Devleti, Türk milletinin en büyük eserini, Türk cihan hakimiyeti tarihinin de en yüksek siyasî teşkilatını temsil eder  Osmanlı Devleti, siyasî istikrarı, sosyal adaleti ve bünyesinin sağlamlığı, kavimler ve dinler arasında kurduğu âhengi, çok yüksek ve ince idare sistemi, kudretli ordusu, yüksek askerî tekniği, geniş hukukî faaliyetleri ve nihayet edebiyat, sanat ve mîmarîde ortaya koyduğu ihtişamlı eserleriyle de, tarihte müstesna yerini almıştır  Osmanlı devri, bu azameti, hiçbir devlete nasip olmayan, zengin yerli ve yabancı tarih kaynakları, muazzam arşivleriyle çok geniş bir şekilde tetkik imkânlarını bahşetmektedir   Osmanlı Devletinin bütün ülkeye yayılmış eğitim ve öğretim kurumları olduğu gibi, gayri müslim ve yabancıların da okulları vardı  Özellikle II  Abdülhamid Han zamanında, ülkenin her köşesine aynı şekilde ve değerde liseler yapıldı  Bunların bazısı halâ, açılış günlerinin tarihini taşıyan sağlam, eğitim ve öğretim düzeyi yüksek olan, Türkiye'nin en meşhur liseleridir  Osmanlı eğitim ve öğretim sisteminde öğrenci-öğretmen ve veli münasebetleri mükemmel olup, hocaya saygı gösterilirdi  O da öğrencisine şefkatle muâmele ederdi  Okullarda, bazı kaynaklarda ileri sürüldüğü gibi falaka ve dayak yoktu   Osmanlılarda bütün dinî, fennî, sosyal ilimler ve teknik bilgiler, kuruluşundan sonuna kadar her seviyede öğretilip uygulanarak yayıldı  Devletin kuruluşunda, kurucuların etrafında, Türkiye Selçukluları devrinde yetişen âlimler vardı  Osmanlılar devrinde yapılan mektep ve medreselerden, yazılan kitap ve diğer eserlerin bazılarından, imkânlar ölçüsünde halen faydalanılmaktadır  Eserlerin çokluğu ve tasnif edilememesi, eldekilerin toplanamaması, bir kısmının çalınarak Avrupa'ya ve diğer ülkelere kaçırılması, bir kısmının Türkiye toprakları dışında kalması, kültür eserlerimizin Osmanlılar devrinde, akıllara durgunluk verecek düzeyde olduğunu göstermektedir  Ne yazık ki Osmanlı Türkçesi de bu eserlere paralellik göstermekte ve kelime hazinesi halâ bilinmemektedir   Müslüman Türklerde Toplum Hayatı: Müslüman Türklerde sınıfsız bir toplum hayatı vardı  Köle vardı, fakat Osmanlı ülkesinden alınmazdı  Kölelik devamlı değildi  Âzad edilip hürriyete kavuşarak devlet kademesinde görev alabilirdi  Köylü hür olup, serflik (toprağa bağlı kölelik) yoktu  Bütün dünya Müslümanlarını ilgilendiren halifelik makamı da 1516 yılından itibaren, Osmanlı padişahları eliyle Türklere geçti  Osmanlılar devrinde Türklere ve gayri müslimlere verilen, kendi din ve dillerinde mabed ve okul açıp ibadetlerini yapabilme hürriyet ve hoşgörüsü günümüzün hiçbir liberal, kapitalist, komünist ve dikta rejiminin imkân tanımadığı ölçüde serbestti   Müslüman Türklerde İslam ahlâkı hakimdi  Umumî kaideler dahil, herkes, İslam ahlâkına ve örfe uymak zorundaydı  Vatanseverlik, vakar, büyüğe hürmet, küçüğe şefkat, vefa ve sadakat, hayırseverlik, cömertlik, merhamet ve hoşgörü, namus, temizlik, hayvan ve bitki sevgisi, his, kıymet ve idealleri başlığı altında toplanabilen ahlâk ölçülerine titizlikle riayet edilirdi  Güzel ahlâk ve bu değer ölçüleri sayesinde, Türk toprakları emniyet ve huzur içindeydi ve kardeşlik havası hakimdi  II  Abdülhamid Han zamanında Osmanlı ülkesinde bulunan Edmondo da Amicis, Constantinopoli adlı eserinde: "Paşasından sokak satıcısına kadar istisnasız her Türkte vakar, ağırbaşlılık ve asillik ihtişamı vardır  Hepsi, derece farkları olmasına rağmen, aynı terbiyeyle yetişmişlerdir  Kıyafetleri farklı olmasa, İstanbul'da bir başka tabakanın olduğu belli değildir    İstanbul'un Türk halkı, Avrupa'nın en nazik ve kibar cemaatidir  En ıssız sokaklarda bile, bir yabancı için küçük bir *******e uğrama tehlikesi yoktur  Namaz kılınırken bile bir Hristiyan camiye girip, Müslüman ibadetini seyredebilir  Size bakmazlar bile, küstahça bir bakış değil, sizinle ilgilenen mütecessis bir nazar dahî göremezsiniz  Kahkaha ve kadın sesi duyamazsınız  Fuhuşla ilgili en küçük bir olaya şahit olmak imkân dışıdır  Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tıkamak, yüksek sesle konuşmak, çarşıda bir dükkânı lüzumundan fazla işgal etmek, ayıp sayılır    " demektedir   Rum isyanının baş planlayıcısı Patrik Gregoryus, Rus Çarı Aleksandr'a yazdığı mektupta, Müslüman Türk'ün ahlâk ve seviyesini çok güzel ifade etmektedir  Bu ibret verici mektup şöyledir: "Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir  Çünkü Türkler, çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır  Gayet mağrurdurlar ve izzet-i iman sahibidirler  Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, an'anelerinin kuvvetinden, padişahlarına, devlet adamlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir  Türkler, zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları sürece de çalışkandırlar  Gayet kanaatkârdırlar  Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık ve şecaat duyguları da an'anelerine bağlılıklarından, ahlâklarının düzgünlüğünden gelmektedir  Türklerde evvelâ itaat duygusunu kırmak ve manevî bağlarını parçalamak, dinî sağlamlığı zayıflatmak gerekir  Bunun en kısa yolu, millî gelenekleriyle maneviyatlarına uymayan yabancı fikirlere ve hareketlere alıştırmaktır  Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin, kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve onları maddî vasıtaların üstünlüğüyle yıkmak kolay olacaktır  Bu sebeple, Osmanlı Devletini tasfiye için, yalnız harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir  Hattâ sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, hakikatlerine nüfuz etmelerine sebep olabilir  Yapılacak şey, hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır  " Türkler, Müslüman olduktan sonra her gittikleri yere adalet, fazilet ve medeniyet götürmüşlerdir  Bugün, medenî olduklarını söyleyen Avrupa ülkeleri, medeniyeti Müslüman Türklerden öğrenmişlerdir   Türk milletini ve devletlerini asırlarca ayakta tutan, yaşatan büyük ve başlıca kuvvet inanç, adalet, iyilik, doğruluk ve fedakârlıktır   Türkler ve Spor: Büyük ve mükemmel devletler kuran Türkler, millî tarihlerini askerî zaferlerle süslemişlerdir  Barış zamanlarında da çok iyi sporcu olmaları, başarı sırlarından biridir  Bedenî kabiliyetlerinin üstün şekilde gelişmesi, her cins harp *****larını kullanmadaki maharetleri sayesinde, çoğu zaman bire iki, bire üç nisbetindeki kalabalık düşmanlarına karşı parlak meydan savaşları kazanmışlardır   Türklerin meşgul olduğu sporlar, daima savaşla ilgilidir  Ata binmek, cirit oynamak, güreş, okçuluk, kılıç, gürz ve matrak talimi, hışt atmak, koşu, tokmak oyunu, av gibi sporlar bunların başlıcalarıdır  Ata binmek, çok eski çağlardan beri, Türkler için yürümek kadar doğal bir şeydi  Türkler, adeta at sırtında doğar ve at sırtında ölürlerdi  Orta ve Ön Asya'da yetişen cüsse itibariyle biraz küçük, ancak yorgunluğa, sıcak ve soğuğa, her türlü eziyete, sıkıntıya fevkalade dayanıklı, çok süratli ve eğitilme yeteneği yüksek Türk atları, sahiplerini Çin Seddi'nden Orta Avrupa'ya kadar şerefle taşımışlardır  Nitekim bütün Türk devletlerinde sefer gücünün esasını süvari teşkil etmiş ve bunlar savaşların kazanılmasında büyük rol oynamışlardır  Osmanlı Devletinde de, gerek Kapıkulu süvarisinin ve gerekse Timarlı Sipahinin önemi çok büyük olduğu gibi, vezir ve beylerbeylerinin kapı halkı hemen hemen tamamen atlıydı   Ata ve biniciliğe çok önem veren Türkler, eskiden beri at yarışları ve at üzerinde ***** kullanma müsabakaları tertip ederlerdi  Cirit, bunların en önemlisiydi  Cirit, bir kol boyunda, ucunda temren denilen, demirden delici kısmı olan bir ***** olup, kurutulmuş kayın veya şimşir ağacından yapılırdı  Savaşta süvari hücum ettiği vakit, ciridi düşmana fırlatırdı  Ciridi, uzun mesafeye atmakta Türkler pek hünerli olup, görenler hayrette kalırdı   Güreşse, Türklerin çok eski millî sporuydu  Göğüs göğüse yapılan savaşlarda, güreş bilenin daima üstün çıkacağı kuşkusuz olduğu için, bu spor dalı Türkler arasında çok rağbet görmüş ve gelişmiştir  Türklerin asıl millî güreşi, yağsız karakucak güreşi idi  Sonraları, Rumeli'ye mahsus olan yağlı güreşlere de yer verilmiştir   Okçuluk, Türklerin ünlü sporlarındandır  Çok eski zamnlardan beri harp sahasında kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atmadaki ustalıklarından hayranlıkla söz etmişlerdir  Türkler, kısa fakat çok kuvvetli yaylar kullanırlardı  Oku gerek piyade ve gerekse süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu  Süratle giden bir atın üzerinden, hedefe isabetli ok atarlardı  Okmeydanı'nda kurulan meşhur kemankeşler oağı, 15 ve 16  asırlarda emsalsiz üstadlar yetiştirmiştir  Bu arada lodos, poyraz, gündoğusu, batı, kıble, karayel, yıldız gibi yönlerde esen rüzgârlara atılan kamış ve tahta oklarla kurulan menziller, yani kırılan rekorlar, erişilemeyecek kadar yüksektir   Türkler, kılıç kullanmakta da ustaydılar  Bu, şimşirbazlık denilen bir sporun, yani bugünkü eskrim sporunun doğmasına sebep olmuştur  Türk kılıçları, başlıca yatağan ve pala olmak üzere iki kısımdı  Yatağan, yeniçeri *****larından olup, meşhur kıvrık Türk kılıcıydı  Pala ise daha ziyade bahriye askeri ve süvariler tarafından kullanılırdı  Pala, düz, genişliği ucuna doğru biraz artan ve bu yüzden hafifçe öne kıvrık gibi görünen bir *****tı  Türklerin gürzleri de ünlüydü  Bunlar yekpare saplı veya zincir saplı olurdu  Spor için ise somak veya mermer gürz kullanılırdı  Talim gürzleri, ikiyüz okka (256  5 kg) kadar olurdu  Bununla müsabakalardan önce çok idman yapılırdı  Gürz, sağ ve sol elde, değişik yönlerde, belli kaidelerle çevrilip sallanarak, kaldırılıp indirdilerek kullanılırdı   Türklerin en dikkat çeken sporu, muhakkak ki tokmaktır  Bu oyun, bugünkü futbolun babası olup, Orta Asya'da çok makbul bir spordu  Meşhur Ali Kuşçu'nun kısaltarak Türkçeye çevirdiği Tarih-i Hata ve Hoten adlı, aslı o taraflara giden İranlı bir tüccar tarafından yazılmış eserde; Türklerin öküz ödünü şişirip, ayak topu oynadıkları, yahut ata binerek değnekle bu topa vurmak suretiyle müsabakalar düzenledikleri nakledilmektedir  Tokmak, aslında, tabanı kösele olmayıp, üstü gibi deriden yapılmış kısa konçlu bir çeşit çizmenin adıdır  Öküz ödünden yapılmış top oynanırken, ayağa bu giyildiği için adına tokmak oyunu denilmiştir   Bütün bu sporlarda muvaffak olmanın en büyük ödülü, kazanılan nam ve şandı  Bu sporlar, Türk milletini ve özellikle askerî kuvvetleri, güçlü, çevik, mahir, meşakkate dayanıklı, iyi *****şör, soğukkanlı, mükemmel savaşçılar haline getirmiş, onlar da kendilerini her zaman zaferden zafere götüren bu hassalarını muhafaza için, sulh zamanlarında da talim ve sporu terk etmemişlerdi  İdmanlarını her zaman seve seve yapan Türkler, bu sayede iyi bir spor terbiyesine ve bunun temin ettiği maddî ve manevî faydalara sahip olmuşlardır  | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |