İskenderun, Hatay Tarih |
08-20-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İskenderun, Hatay TarihTarih Kent; sırasıyla Selevkosların, Romalıların, Bizanslıların, Arapların ve Osmanlıların egemenliğine girmiştir Tarih Öncesi Devirler Şehrin kuruluşu tarih öncesi devirlere dayanmaktadır Karaağaç yöresinde Telliköy adını taşıyan höyükte Arkeolog Mc Evan'ın bulduğu bazı çanak çömlek parçaları buranın antik çağ öncesi yerleşime açıldığını göstermektedir MÖ 2000'li yıllarda burada Hititler'e bağlı Kadu Beyliği'nin kurulduğu bilinmektedir (Kadu, Hititçe körfez anlamına gelmektedir) MÖ 1200'lü yıllardan önce Fenikeliler burada "Myriandrus" adıyla bir koloni kurdular Burası MÖ 1200'den sonra merkezi Reyhanlı olan Hattini krallığına bağlandı MÖ 7 yüzyılda Türk asıllı bir millet olan Hurriler'in eline geçen İskenderun ve çevresi MÖ 6 yüzyılda Perslerin eline geçmiştir[25] Büyük İskender Dönemi Makedonya Kralı Büyük İskender ile Pers İmparatoru III Darius arasında yapılan Issus Savaşı İskenderun gerçek anlamıyla; Perslerin bölgede hakimiyetini yitirmesiyle, MÖ 333 yılında, Asya seferine çıkmış olan Makedonya Kralı Büyük İskender'in, Pers İmparatoru III Darius'u İssos Vadisi'nde yenilgiye uğratmasıyla kurulmuştur Bu kenti İskender'in adının verildiği diğer kentlerden ayırmak için buraya, "Küçük İskenderiye" anlamına gelen Alexandretta denilmiştir[25] Roma İmparatorluğu ve Sonrası Roma hakimiyeti başladıktan sonra, İranlıların istilasına uğrayan kalesi tahrip edilip, yeniden inşa edilen şehrin adı Peutinger tabularında bu bölgede cüzzam hastalığı yayılmış olduğu söylentileriyle Alexandreia Scabiasa olarak gösterilmektedir Yine düzeltme amacıyla 4 yüzyıldan itibaren "Küçük İskenderiye" de denilmiştir Kalesi muhtemelen Abbasi halifesi tarafından yeniden inşa ettirildi İslam kaynaklarında ismi İskenderiye-İskenderuna olarak geçen şehir Doğu Roma-İslam rekabeti sırasında defalarca el değiştirmiş Büyük Selçuklu Devletine sonra Eyyubiler'e geçmiş, Birinci Haçlı seferi sırasında Tancrede tarafından zapt edilmiştir (1097) Antakya Dukalığı'nın Mısır Memlük Devleti tarafından ortadan kaldırılması üzerine 14 ve 15 yüzyılda bu bölge Memlükler'in Halep Valiliği ve bazen de Dulkadiroğulları Beyliği'nin nüfus sahasında kalmıştır[25] Osmanlı Dönemi Osmanlı yönetiminde daha sakin bir hayat sürdüren İskenderun ve çevresi 1607 yılında Sadrazam Kuyucu Murat Paşa ile Celali Canbolatoğlu arasında Oruç ovasında meydana gelen savaş dolayısıyla hareketli olaylara şahit olmuştur 17 yüzyılın başlarında ise Halep valisi Nasuh Paşa, bugünkü varyant yolu güzün deresi kanalının kesiştiği noktada hala bazı duvar kalıntılarının görüldüğü kalenin inşaatını başlatmıştır Aynı zamanda, İskenderun, Osmanlı İmparatorluğu zamanında ticari ve stratejik özelliğini giderek arttıran bir yoğunlukla sürdürdü Özellikle Doğu Akdeniz ticaretinde önemli bir liman vazifesi gören şehir, Orta Doğu ile olan ithalat ve ihracatta yerini almıştır Osmanlı döneminde İskenderun'un bir caddesi, "Alexandrette Rue du Phare Hauptstrasse" adlı Fransız kartpostalı (Türkçe: İskenderun, Fener Caddesi, Ana Cadde), Editör BC, Osmanlı Bankası Arşivi (OBA) Koleksiyonu[26] Bu liman özellikle 19 yüzyıldan itibaren bazı Avrupalı devletlerin ilgi odağı haline gelmiş, Orta Doğu'da yerleşme planlarında önemli bir yer tutarak rekabet unsuru haline gelmiştir 1832 yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın kumandasındaki Mısır ordusu, Ağa Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu Belen geçidinde ağır bir yenilgiye uğratınca İskenderun kısa bir süre için Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın yönetimine girmiştir 1839'da Tanzimat ile birlikte yapılan idari düzenlemeyle İskenderun, Payas ve Belen ile birlikte Osmanlı Devleti'nin Adana Eyaleti'ne bağlanmıştır 1872 depremi İskenderun'da çok hasara neden olmuştur 1881 yılında Maliye Müfettişi Mesut Bey İskenderun hakkında detaylı bir bayındırlık raporu hazırlayarak maliye nezaretine sunmuştur Bu rapor üzerine demiryolunun İskenderun'a bağlanması kararlaştırılmış, liman genişletilmiş ve İskenderun Halep şosesinin yapımı hazırlanmıştır 19 yüzyılın sonlarında Osmanlı topraklarında ilk petrol İskenderun'un Çengen Köyü'nde bulunmuş, bölgede sondajlarda bazı sonuçlar alınmışsa da açılan kuyulardan verim sağlanamamış ve çalışmalar durdurulmuştur 1912 yılında Bağdat demiryolunun tali bir hattı olarak Toprakkale-İskenderun demiryolu işletmeye açılmış ve şehrin Anadolu ile olan ulaşımı yoğunluk kazanmıştır Bu dönemde İskenderun 4 mahalleden oluşan, 1 bucağı ve 24 köyü olan bir kazadır[25] Fransız Mandası Altında Hatay-İskenderun SancağıFransa tarafından Suriye Posta İşletmesi'nde Alexandrette (İskenderun) Sancağı adına bastırılan posta pulu Türkiye Hükümeti'nin, varlığını Ankara Antlaşması'yla birlikte kabul ettiği Suriye'deki Fransız mandası, aslında, 1919 Milletler Cemiyeti kararlarıyla başlatılmıştı Fransızca bir sözcük olan "mandat", Milletler Cemiyeti'nin bazı büyük devletlere verdiği, başka ülke ve devletler üzerindeki "vesayet görevi"ni tanımlıyordu Milletler Cemiyeti A,B ve C olmak üzere ayrı manda tipi öngörmüştü ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan kopan Arap toprakları A tipi manda içinde yer alıyordu Mandater devlete verilen görev, "siyasal bakımdan yeterince olgunlaşmadığı" kabul edilen halkları "bağımsızlığa hazırlamak"tı Fransa'nın, İskenderun Sancağı'nı da kapsayan Suriye üzerindeki nüfusu da bu biçimde dile getiriliyordu 1920'de başlayan Fransız manda yönetimi, Fransız yüksek komiserleri eliyle yürütüldü İskenderun Sancağı, Ankara Antlaşması'nın imzalandığı dönemde Halep Hükümeti'ne bağlıydı 1922'de Suriye Devletleri Federasyonu kurulunca, bu kez, bu federasyonun Halep Devleti içinde yer aldı Sancakta yönetsel yetkiler mutasarrıflarca kullanılıyor, yönetimde, yüksek komiserler kurulunun görevlendirdiği Fransız delegesi de söz sahibi bulunuyordu Bu delege, mutasarrıfın yönetimini mandater devletin temsilcisi olarak denetliyordu Halep Devleti'nce atanan İskenderun Sancağı mutasarrıfının kaza kaymakamlarını, nahiye müdürlerini atamak, yasa ve yönetmelikleri uygulatmak, vergi toplamak, sancak bütçesini hazırlamak gibi yetkileri vardı20 yüzyılın başlarında Fransız mandası altında İskenderun CPA, coll M Paboudjian Görünüşteki bu özerk yapıya karşın, Fransa, Ankara Antlaşması'nda yer alan hükümleri yerine getirmekten sürekli olarak kaçındı Örneğin, sancak mutasarrıfı, Fransız delegesinin onayını alması gerektiğinden, yetkilerini bir türlü kullanamıyordu Fransızların müdahalesiyle, mutasarrıflar sürekli olarak Araplar arasından atanıyor, öbür yüksek düzeydeki görevlere de Hıristiyanlar getiriliyordu Ankara Antlaşması sonrasında Güney Anadolu'dan İskenderun'a giden Ermeni taburları, her fırsatta bölgenin Müslüman halkına gözdağı veriyor, özellikle Sunni Türkleri sindirmeye çalışıyorlardı Fransız Yüksek Komiserliği'nin, Türk kökenli yerli halkın etkinliğini hiçe indirmek için giriştiği uygulamalardan biri de, Suriye Millet Meclisi'nde yer alacak İskenderun Sancağı temsilcilerinin dinsel esaslara göre belirlenmesi ilkesini getirmesiydi Bu yüzden, yerli halk, mecliste etnik yapısına göre temsil edilme olanağı bulamıyordu Aynı tutum, eğitim konusunda da sürüyor, her gün yeni yeni Hıristiyan okulları açılıyor, Türk okullarına bile Türk öğretmen verilmiyordu Yerli halk arasında açıkça ayrım gözeten uygulamaların en çarpıcıları ise ekonomik yatırımlar ve sağlık alanındaydı Manda döneminde Toprakkale demiryolunun iyileştirilmesi, İskenderun, Antakya ve Kırıkhan'daki elektrifikasyon çalışmaları, İskenderun Limanı'nın yeterli bir duruma getirilmesi gibi bazı girişimlere karşın, yalnızca Türk nüfusun yaşadığı Amik Ovası ve Amik Gölü çevresine hiçbir yatırım yapılmamıştı Sağlık alanında da, sancak sınırları içinde hayli yaygın olan sıtmaya karşı çeşitli önlemler alınırken, Amik Ovası bu tür önlemlerin dışında bırakılmıştı Türkiye'nin İskenderun Sancağı üzerinde hak isteğini önlemek için uygulanan bu ayrımcı siyaset, çok geçmeden, yöredeki huzursuzluğun başlıca kaynağı oldu Manda Döneminde Örgütlenme Çalışmaları Fransa'nın Türklere karşı kimi zaman Hıristiyan azınlıkları, kimi zaman da Müslüman Arapları kullanarak yürüttüğü baskı siyaseti, kısa sürede, mandacıların da hesaba katmadıkları olumsuz sonuçlar yarattı Sancak sınırları içinde sürekli bir huzursuzluk ortamı doğdu; iç çatışmalar, kimi zaman Fransızlara da yönelen saldırılar aldı yürüdü Bu gelişmeler üzerine, Fransız Yüksek Komiserliği yatıştırıcı bir siyaset izlemeyi, gelecekteki çıkarları açısından daha uygun buldu Bu amaçla, Selamet-i Belde adı altında ve Türk, Arap, Rum ve Ermeni gençlerini bünyesinde barındıran bir örgüt kurulması düşüncesi ortaya atıldı Ancak, bir süre sonra bu örgüt de merkezi yönetimin denetiminden çıktı ve "Anavatanla Birleşme" siyasetinin bir aracı olarak kullanılmaya başlandı Bunun üzerine, Fransızlar, daha fazla gelişmesine olanak vermeden örgütü kapattılar Selamet-i Belde örgütünün kapatılmasını, İskenderun Sancağı'ndaki Türk eşrafın önayak olmasıyla, "Antakya-İskenderun Yurdu" derneğinin kuruluşu izledi Ancak, çalışmaların kesintiye uğramasını önlemek ve olası baskılardan korunmak amacıyla, örgüt merkezi olarak Adana seçildi Başkanlığa Tayfur Sökmen getirildi ve dernek, Türkiye ile birleşme doğrultusunda propaganda yapmak için Altınözü gazetesini yayınlamaya başladı Bir süre sonra Antakya Halk Fırkası adı altında bir de parti kurulduysa da, bunun ömrü Antakya-İskenderun Yurdu örgütüne oranla kısa oldu Antakya-İskenderun Yurdu yöneticileri her fırsatta Milletler Cemiyeti'ne başvurarak, İskenderun sorununun, Türkiye ile birleşmekten başka bir çözümü olmadığı görüşünü savunuyor, huzursuzlukların ancak böyle bir çözümle giderilebileceğini belirtiyorlardı İskenderun Hükümeti Denemesi Yöredeki huzursuzlukların giderek büyümesi ve Antakya-İskenderun Yurdu Cemiyeti yöneticilerinin sürdürdüğü propagandaların Milletler Cemiyeti'nde yankı bulmaya başlaması üzerine, Fransız Yüksek Komiseri De Jouvenel, 1926'da bir kararname yayınlayarak, İskenderun Sancağı sınırları içinde, merkezi İskenderun olan bir hükümet kurulacağını ve bu hükümetin doğrudan doğruya Beyrut'taki yüksek komiserliğe bağlı olacağını duyurdu Bu hükümetin kendi anayasası, millet meclisi ve seçilmiş bir hükümet başkanı olacaktı Ayrıca, Şam'daki Suriye Millet Meclisi'ne gönderilen milletvekili sayısı altıdan dokuza çıkarılacaktı Bu önerinin, Fransa'nın bir süredir uyguladığı yatıştırma siyasetinin bir parçası olduğu, kısa süre sonra ortaya çıktı: Seçimler yapıldı Arapların çoğunlukta olduğu millet meclisi oluşturuldu ve anayasa yapılarak, Fransız mandası altında "Bağımsız İskenderun Hükümeti"nin kurulduğu ilan edildi Hükümet başkanlığına da İskenderun'daki Fransız Delegesi H Durieux getiridi Ancak bu gelişme bile, Şam'da büyük tepkiyle karşılandı Bunun üzerine kurulduğu ilan edilen hükümetin adı iki gün sonra değiştirilerek Kuzey Suriye Hükümeti oldu Dört gün sonra da, milletvekillerinin büyük çoğunluğu Şam Hükümeti'ne bağlanma kararı aldı Hatay Sorunu'nun Türkiye'de Yeniden Gündeme Gelmesi Suriye'deki Fransız manda yönetiminin 1936'da sona ermesi ve Fransa'nın 9 Eylül 1936 Antlaşması'yla Suriye'nin egemenliğini tanımasından sonra İskenderun Sancağı'nın geleceğine ilişkin sorunlar yeniden Türkiye'nin gündemine girdi Aslında, bu sorun Ankara Antlaşması'nın hemen sonrasında da vardı Nitekim, Mustafa Kemal, 1923'te İskenderun Türkleri temsilcileriyle yaptığı bir görüşmede, sorunun şu ya da bu biçimde, ama kesinlikle Türklerin çıkarları doğrultusunda çözüleceğini belirtmişti Ancak Suriye'nin, Fransa ile yaptığı antlaşmaya dayanarak sancağı resmen topraklarına katmaya kalkışması, konuyu yeniden alevlendirdi Antlaşma metni açıklandıktan sonra, Türkiye Fransa'daki Leon Blum Hükümeti'ne bir nota vererek, Fransa-Suriye Antlaşması'nın İskenderun Sancağı'na ilişkin hükümlerini tanımayacağını bildirdi Atatürk de, aynı günlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada, "Fransa ile Türkiye arasında yıllardır sürüp giden davanın sonuçlanması zamanının geldiğini" belirtti Suriye Hükümeti ise, 1925'te imzalanan ve "İskenderun Sancağı'nın özerklik statüsünün, Suriye'deki hiçbir siyasal gelişmeden etkilenmeyeceği" hükmünü içeren Dostluk Antlaşması'nı çiğnemekle suçlanıyordu Nitekim, Haşim el-Attasi başkanlığındaki Suriye Hükümeti'ne verilen notada, antlaşma hükümlerinin yerine getirilmemesi durumunda, ortaya çıkabilecek olumsuz gelişmelerden Türkiye'nin sorumlu tutulamayacağı bildirilmişti Hatay Adının Konması İskenderun Sancağı'na ilişkin sorunların böyle duyarlı bir noktaya varması üzerine, Atatürk, konuyu ele almış, Antakya-İskenderun Yurdu Cemiyeti yöneticileriyle görüşmeler yapmaya başlamıştı İskenderun-Antakya yöresinin adının Hatay olarak değiştirilmesi de yine bu görüşmelerden birinde ve Atatürk'ün buyruğu üzerine oldu Cemiyet Başkanı Tayfur Sökmen'le yaptığı konuşmada örgütün adının değiştirilmesini de isteyen Atatürk, Antakya-İskenderun Yurdu Cemiyeti'nin bundan böyle Hatay Egemenlik Cemiyeti olarak anılacağını belirtti Cemiyet merkezinin İstanbul'da olmasını, ancak asıl ağırlığın, Hatay'a geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle Dörtyol'da yoğunlaştırılmasını öneren Atatürk, Hassa, Kilis ve Mersin'de de şube açılmasını istedi Yine Atatürk'ün buyruğuyla, Hatay Egemenlik Cemiyeti Genel Başkanlığı'na İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Genel Sekreterliği'ne de Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmen Süer getirildi Örgütün Dörtyol Şubesi Başkanlığı'n da önce Abdurrahman Melek, daha sonra da Tayfur Sökmen üstlendiler Hatay'da Genel Seçimlerin Boykot Edilmesi Ankara Hükümeti'nin Fransa ve Suriye'ye yönelttiği protesto ve girişimler sürerken, Suriye Hükümeti, 14-15 Kasım 1936'da genel seçimlerin yapılmasını karşılaştırdı Ancak, Hatay Egemenlik Cemiyeti, Suriye'nin egemenliğini yasallaştıracağı gerekçesiyle seçimlerin yapılmasına kesin olarak karşı çıktı Hatay'da kurulan halkevi ve spor kulübü, genel seçimlerin boykot edilmesini sağlamak amacıyla yoğun bir propaganda başlattı Kısa bir süreye sığdırılan bu propaganda olumlu bir sonuç verdi ve İskenderun yöresinde seçimleri katılma oranı çok düşük oldu Bundan sonra, sancağa tam bir kargaşa egemen oldu Sancaktaki Türkler Suriye Hükümeti'ne bağlı resmi görevlilerle ve henüz Suriye'de bulunan Fransız askerleriyle sık sık çatışmaya başladılar Fransız Yüksek Komiserliği ise buna, baskıları arttırarak, Türklerin çıkardığı Yenigün gazetesini kapatarak ve yoğun tutuklamalara girişerek yanıt verdi Hatay Sorunu Milletler Cemiyeti'nde Hatay Sorunu'nun devletlerarası ikili görüşmeler yoluyla bir çözüme ulaştırılamaması, giderek daha da olumsuz noktalara yönelmesi üzerine, konu Milletler Cemiyeti göndemine getirildi Uzun görüşmelerden sonra yöreye, bir Norveçli, bir Hollandalı ve bir İsviçreliden oluşan bir inceleme kurulu gönderilmesi kararlaştırıldı Kurul, incelemelerinin yanı sıra, yöre halkının eğilimini belirleyecek bir halk oylamasının hazırlığını yapacaktı Hatay'ın geleceğini belirleyecek olan halk oylaması Mayıs 1937'de başladı Ancak, sandık başındaki Milletler Cemiyeti gözlemcilerinin açıkça yan tutması üzerine, Türkiye, bu olayı Milletler Cemiyeti'ne yansıttı ve oylamanın durdurulmasını istedi Milletler Cemiyeti gözlemcileri de oylamayı yarıda bırakarak Cenevre'ye döndüler Ancak, bu sırada Fransa Hükümeti'nin tutumunda, uluslararası koşullara da bağlı olarak, önemli bir değişiklik görülüyordu Bu değişiklik bir süre sonra, sorunun çözümü yönünde çok önemli bir etki yaratacaktı Fransa'nın Uzlaşmaya Yanaşması ve Nedenleri Hatay Sorunu'nun Fransa ve Türkiye arasında görüşülmeye başlandığı dönemde, uluslararası plandaki en önemli sorun, Hitler Almanyası'nın Avrupa üzerinde artan tehdidiydi *****lanmayla etkisini arttıran bu tehdit, Avrupa'nın diğer ülkelerini birleşmeye ve Nazi yayılmasına karşı önlem almaya zorluyordu Türkiye'nin Balkanlar ve Ortadoğu'daki konumu ise, bu bölgenin savunulmasında yaşamsal bir önem taşıyordu Gerek Fransa, gerek görüşmelere arabulucu olarak katılan İngiltere, bu uluslararası koşullarda, Türkiye ile gerginlik ilişkileri içinde bulunmanın kendilerine hiçbir yarar sağlamayacağını, tersine Avrupa'nın güneydoğu kanadının savunmasız kalmasına yol açabileceğini görerek tutumlarını adım adım yumuşatmışlardı Dış politikadaki bu gelişmeleri Türkiye Hükümeti de değerlendiriyor ve uzlaşma eğilimi gösteren Fransa'yı kesin ödünler vermeye zorluyordu Gerçekten de, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi'yle Çanakkale ve İstanbul boğazlarında denetim hakkını elde etmesi, öte yandan, bağımsızlık yönünde adım atan Ortadoğu'nun Müslüman devletleri üzerindeki küçümsenemeyecek manevi etkisi, Türkiye'yi Güney Avrupa'nın savunulması açısından vazgeçilmez kılıyordu Değişen koşullar, 1937'de Fransa-Türkiye görüşmelerini giderek olumlu bir temele oturttu Hatay Devleti Hatay Devleti Fransa'nın Suriye'ye bağımsızlık tanıması için yapılan çalışmalar üzerine Türk Hükümeti'nin müdahalesi ile bağımsız Hatay devleti kurulmuş aynı gün Hatay Meclisi yasama çalışmalarına başlamıştır Bir yıl sonra bu meclis Hatay'ın Türkiye'ye katılması kararını alınca 5 Temmuz 1938 Günü Türk Ordusu'nun Hatay'a girmesiyle İskenderun, Türkiye sınırlarına dahil olmuştur [25] Kaynak : Wikipedia |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|