|  | Simya Nedir ? |  | 
|  08-21-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Simya Nedir ?Simya, Alşimi (veya ars chemica) on ikinci asırdan itibaren Batıda, basit metalleri altına çevirmek, evrensel şifa ve ölümsüzlük iksiri gibi ortaçağı arayışlar olarak gözükmektedir  Kelimedeki Çem, (sim, kim) kökü halen tatmin edici bir şekilde açıklanmamıştır  Çin, Hint ve Grek metinlerde simya "Sanat" veya radikal ve faydalı değişim, örneğin dönüşüm olarak tanımlanır  Yakın zamanlara dek, bilim tarihçileri simyayı ilkel kimya, yani olgunlaşmamış bilim olarak görüyorlardı  Aslında "Sanat"ın uygulayıcıları aynen ilk kimyagerler gibi laboratuar ve belirli aletlerden faydalanıyorlardı  Daha da önemlisi, simyagerler sonradan kimya biliminin gelişmesinde rolü olacak buluşların kaşifleriydi  Sadece bir kaç örnek verecek olursak, M  Ö  300 yılında cıvanın izole edişi, on 13  asırdan önce aqua vitae (alkol) ve madeni asitlerin keşfi ve vitriol (zaç yağı, sülfürik asit) ve şapların hazırlanması   Ancak erken kimyagerlerin yöntem, ideoloji ve amaçları simya geleneğini uzatmaya yönelik değildi  Simyagerler doğanın bilimsel incelenmesi ile ilgilenmiyorlardı -- veya belki sadece tali olarak  Eski Grek zihni kendini bilime verdiğinde olağanüstü bir gözlem ve tartışma sergilemektedir  Oysa Grek simyagerler işlerinin fiziki-kimyasal olguları konusunda anlaşılmaz bir ilgisizlik gösterirler  Bir örnek vermek gerekirse, sülfür, kükürt ile çalışan hiç kimse onun "eritilip birleştirilmesi ve takip eden sıvının ısıtılmasını eşlik eden garip olguyu görmemezlikten gelemez  Sülfür Grek simya metinlerinde yüzlerce kez söz edildiği halde, onun özgün özellikleri konusunda hiç bir ima verilmemektedir" (Sherwood Taylor, Eliade'de alıntı 1978, sayfa 147)  Aşağıda göreceğimiz gibi simyagerin arayışı bilimsel değil, ruhsaldı   Ezoterik Gelenekler ve Sırrın Önemi Simyanın geliştiği her kültürde, her zaman ezoterik veya "mistik" bir gelenekle yakın ilişkisi vardı: Çin'de Taoculuk, Hindistan'da Yoga ve Tantrizm, Helenistik Mısır'da gnostisizm, İslam ülkelerinde Hermetik ve mistik okullarla, Orta Çağ ve Rönesans Avrupa'da Hermetizm, Hıristiyan ve mezhebi mistisizm ve Kabala ile  Kısacası, bütün simyagerler sanatlarının esas ezoterik ve mistik geleneklerine benzer bir amaca güden ezoterik bir teknik olarak tanımlamışlardır   Bu sebepten dolayı, simyager tarafından sır önemle vurgulanmaktadır, diğer bir deyişle simya doktrin ve tekniklerinin ezoterik aktarımı  En eski Helenistik eser, Physike Kai Mystike (muhtemelen M  S  200), kitabın nasıl bir Mısır mabedinin sütununda saklı bulunduğunu anlatır  Klasik Hint simya eseri Rasãrnava'nın önsözünde Tanrıça Tanrı Şiva'ya hayattayken kurtulmuş jivanmuleta olmanın sırrını soruyor  Şiva ona sırrın, ara tanrılar arasında dahi ender olarak bilindiğini söyler  Sır tutmanın önemi yine Çin simyager Ko Hung (260-340) tarafından şu şeklide vurgulamıştır: "sır örtüsü etkin reçeteler üzerine konulur    Söz konusu maddeler olağandır, ancak yine de şifreyi bilmeden tanımlanamaz" Pao-p'ru-tzu, bölüm 16)  Batı Rönesans sonrası simya metinlerinin kasıtlı anlaşılmazlığı neredeyse bir klişedir  On beşinci asırda "Rosarium Philosophorum" eserinde alıntısı yapılan bir yazar şöyle diyor: "Sadece felsefe taşını yapmayı bilen kişi onunla ilgili sözlerin anlamını bilir  " Rosarium okura soruların, aynı şiirlerin efsane ve alegorileri kullandığı gibi "mistik"  aktarılması gerektiğini uyarır  Kısacası, gizli bir dile karşı karşıyız  Bazı yetkin kişilere göre, kitaplardaki sırları açıklamamak için bir yemin bile vardı (Eliade'de gösterilen eserler, 1978, sayfa 164)   Simya çalışmasının evreleri bir inisiyasyon, insanı radikal şekilde dönüştürmeye yönelik bir dizi belirli deneyim içermektedir  Ancak başarılı inisiye artık yeni varoluş şeklini basit bir dilde yeterli olarak ifade edememektedir  O zorunlu olarak "gizli bir dil" kullanmayı yönlendirilmiştir  Tabii ki gizlilik, çömlekçilik, madencilik, metalürji, tıp ve matematik gibi hemen hemen bütün teknikler ve bilimlerin erken dönemlerinde genel bir kuraldı  Yöntem, alet, reçetelerin gizli aktarımı Çin, Hindistan, Orta Doğu ve eski Yunanistan'da oldukça iyi belgelenmiştir  Hatta, Galen gibi geç dönem bir yazar bile öğrencisine öğrettiği tıp bilgilerinin aynen Eleusis misterlerine inisiyasyon (teletê) alan bir adayın aldığı şekilde kabul edilmesi gerektiğini uyarır  Denilebilir ki, bir sanat, teknik veya bilimin sırlarına girmek bir inisiyasyona girmekle eş tutulurdu   Gizlilik ve şifreleme şartı simya işinin başarılmasıyla bitmediği önemli bir olgudur  Ko Hung'a göre iksiri elde eden ve ölümsüz olan üstadlar yeryüzünde gezinmeye devam ediyorlar, ancak durumlarını, ölümsüz olmalarını saklıyorlar ve sadece birkaç simyager tarafından tanınıyorlar  Aynı şekilde, Hindistan'da gerek Sanskritçe, gerekse de diğer etnik dillerde asırlardır yaşayan, ancak ender olarak kimliklerini açıklayan bazı ünlü siddhiler, yogin simyager hakkında çok kapsamlı bir literatür vardır  Aynı inancı orta ve batı Avrupa'da karşılıyoruz  Nicolas Flamel ve karısı Pernelle gibi bazı Hermetistler ve simyagerlerin yaşıtları tarafından tanınmadan süresiz yaşadıkları anlatılmaktaydı  On yedinci asırda benzeri bir efsane Gül Haçlılar ve takip eden asırda daha popüler seviyede esrarengiz Comte de Saint Germain hakkında şayi olmaktaydı   Simyanın Kökenleri Simya arayışının hedefleri, sağlık ve uzun ömür, basit metallerin altına dönüştürülmesi, gerek doğuda gerekse de batıda uzun tarih öncesi bir kökene sahip olmuşlardır  İlginçtir ki, tarih öncelere dek geçmiş belirli bir mitolojik-dini yapı göstermektedir  Örneğin, sayısız efsane ve mit uzun ömür, gençleşme ve hatta ölümsüzlüğü bağışlayan pınar, ağaç veya maddeleri konu etmiştir  Bütün simya geleneklerinde, ancak özellikle Çin simyasında, belirli bitkiler, meyveler yaşamı uzatma sanatı ve kalıcı bir gençliğe dönüşmede önemli bir rol oynamaktadırlar   Ancak simyagerlerin ortak amaçları basit metalleri altına çevirmekti  Bu "asil" metal kutsallıkla doluydu  Mısırlılara göre, tanrıların ve firavunların etleri altındı  Kadim Hindistan'da, M  Ö  8  asırdan bir metin (Satapatha Brãhmana 3  8  2  27) "altın ölümsüzlüktür" diye beyan eder (Hint Simyası)  Simyayı sadece "basit metalleri değerli olanlara dönüştürme" sanatı olarak tanımlayan H  H  Dubs, bu tekniğin (Mezopotamya'da M  Ö  14  asırdan beri bilinen) altını test etme usulünün bilinmediği M  Ö  4  asır Çin'de başladığını iddia etmiştir  Ancak bu hipotez çoğu alim tarafından reddedilmiştir  Nathan Sivin'e (bakınınız sitemizde Çin Simyası) göre Çin'de fiziksel ölümsüzlük M  Ö  8  asırdan beri belgelenmiştir, ancak ölümsüzlüğün ilaç ve başka tekniklerle elde edilebilir görülmesi sadece M  Ö  4  asra rastlamaktadır ve geniş kaynaklara göre M  Ö  133'dan önce "zincifrenin altına dönüşmesi" olasılığı söz edilmemektedir   Madencilik, Metalürji ve Simya Simyanın tarihsel başlangıcı halen bulanık olsa bile, belirli simya inanç ve ritüelleri ile erken madenciler ve metalürjistlerin inanç ve ritüelleri arasındaki paralellikler açıktır  Bütün bu teknikler insanın dünyasal akışı etkileyebileceği fikrini yansımaktadır  Ana Toprağın rahminde saklı madeni cevherler, tanrıçaya ilintili kutsallığı paylaşıyorlardı  Çok erken bir devirde maden cevherlerin aynı ceninler gibi dünyanın karnında "büyüdükleri" fikriyle karşılaşıyoruz  Metalürji bu şekilde doğum mütehassıslığı özelliğini üzerine alıyor  Böylece, madenci ve metal işçisi yeraltı embriyolojinin gelişimine müdahale etmektedir  Maden cevherlerin gelişim ritimlerini hızlandırırlar  Doğa ile işbirlik yapmaktadırlar ve doğumun daha hızlı olmasına yardımcı olurlar  Kısacası, çeşitli teknikleriyle insan kademeli olarak zamanın yerini almaktadır: çalışmaları zamanın yerini geçmektedir  Ateşin yardımıyla, metal işçileri maden cevherlerini ("ceninleri") metallere (yetişkinler) dönüştürürler  Bunun arkasındaki inanca göre maden cevherlerine yeterli zaman verildiğinde Ana Toprağın rahminde "saf" metallere dönüşürler, ayrıca "saf" metallere müdahalesiz olarak bir kaç bin yıl daha "büyümeleri" için zaman verildiğine onlar altına dönüşür  Bu tür inançlar birçok geleneksel toplumda yaygındır  M  Ö  2  asır kadar eskilerde Çin simyagerler "adi" metallerin birçok yıl sonra "asil" metallere geliştiklerini ve sonunda gümüş veya altına dönüştüklerini belirtmişlerdir  Buna benzer inançlar Güney Doğu Asya toplulukları tarafından paylaşılmaktadır  Örneğin, Annamit'ler ocaklardaki altının asırlardır yavaş yavaş oluştuğunu ve aynı çok önce kazılsaydı altın yerine bronz bulunacağını inanırlar  Bu inançlar batı Avrupa'da sanayi devrime dek sürdü  17  asırda bir Batı simyager şöyle yazdı: "Eğer tasarımlarının icrasında herhangi bir dış engel yoksa, Doğa her zaman üretmek istediğini tamamlar   bundan dolayı, sadece Doğa yanlış yönlendirildiği veya aşıla geldiği yoluna girmesini engelleyen bir mani ile karşılaştığında ortaya çıkan kusurlu metallerin doğumuna kürtaj ve hilkat garibeleri olarak görmemiz gerekir  Dolayısıyla, sadece bir metal üretmek isterken, birkaçını üretmeye zorlandığını görür  Altın ve sadece altın onun arzularının meşru çocuğudur, çünkü sadece altın çabalarının gerçek ünüdür  " (Eliade'den alıntı, 1978, sayfa  50) Simya Doğanın İşini Tamamlar Basit metallerin altına dönüştürülmesi mucizeli bir hızlı olgunlaşma ile eş anlamlıdır  Simone de Colonia dediği gibi:"Bu sanat İksir denilen bir deva yapmamızı öğretir  Bu iksiri mükemmel olmayan metallerin üzerine döktüğümüzde onlar tamamen mükemmelleşir ve bundan dolayı keşfedilmiştir  " (Eliade'den alıntı, 1978, sayfa  166)  Aynı fikir Ben Jonson tarafından Simyager (1610) adlı piyesinde tekrarlanır  Bir karakter şöyle der: "Kurşun ve diğer metallere vakit verilirse altın olurlar", diğeri de yanıt verir: "Ve onu da Sanatımız sağlayıp ilerletir" Ayrıca iksir organizmaların dünyasal ritimlerini hızlandırdığı söylenir ve böylece onların büyümesini hızlandırır  Yanlış olarak Ramon Lull'e atfedilen bir metinde şöyle yazar: "İlk baharda yüce ve harika ısısıyla felsefe taşı bitiklere can verir  Eğer bir tohuma eş bir miktarda tuzu suda eritirseniz ve bu sudan fıstık kabağına sığacak kadar alırsanız ve onunla bir üzün kütüğünü sularsanız, üzüm kütüğünüz mayısta üzüm verir  " (Ganzenmuller'den alıntı, 1940, sayfa 159)  Dahası, Çin ve ayrıca İslami ve batı simyagerler de, iksiri evrensel terapi değeri için yüceltiler  Her türlü hastalığı tedavi ettiği, yaşlıları gençleştirdiği ve yaşamı bir kaç asır uzattığı söylenir   Simya ve Zamanın hükmedilmesi Böylece gözüküyor ki, "Sanat"ın esas sırrı, simyagerin kozmik ve beşeri zamanı hükmetmesi ile ilgilidir  Erken madenciler ve metalürjistler ateşin yardımıyla maden cevherlerin büyümelerini hızlandırabileceklerini sandılar  Simyagerler daha hırslıydılar, onlar basit metalleri tedavi edebileceklerini ve olgunlaşmalarını hızlandırabileceklerini ve böylece daha asil metallere ve nihai olarak altına dönüştürebileceklerini sandılar  Ayrıca simyagerler bunun da ötesine giderek, iksirlerinin insanları tedavi edebileceği ve gençleştirip yaşamlarını süresiz olarak uzatabileceğini iddia ettiler  Simyagerlerin gözünde insan yaratıcıdır: doğayı yeniler, zamanı hükmeder, kısacası Tanrının yaratığını mükemmelleştirir  Simyanın efsanesi iyimser bir efsanedir, "doğal bir eskatologya" içerir   Mutlaka, kuvvetli hayal güçlü ve tükenmez yaratıcılığı ile insan konunda bu kavram, simyagerlerin ideallerinin on dokuzuncu yüzyılda sürmesini açıklamaktadır  Tabii ki, bu dönemde bu idealler radikal bir şekilde dinden soyutlandı  Dahası, simyanın görünüşte yok olduğu sıralarda bu ideallerin sürmesi hemen belli değildi  Yine de deneyimsel bilimin zaferi simyagerlerin düş ve ideallerini yol etmedi, tam tersine, on dokuzuncu asrın yeni ideolojisi sürekli ilerleme ve gelişme üzerine kurulmuştu  Radikal dinden soyutlanmaya rağmen, deneysel bilimler ve sanayileşmenin gelişmesinden aldığı güçle bu ideoloji simyagerlerin mileniyum rüyasını ileri sürdü  Doğanın mükemmelleşmesi ve değerlendirilmesi efsanesi kamufle bir şekilde amaçları özellikle maddeyi enerjiye dönüştürmekle doğayı dönüştürmek olan sanayileşen toplumlarda mevcuttur  İnsan, ayrıca on dokuzuncu asırda zamanın yerine geçmeye başardı  Organik ve inorganik varlıkların doğal süreçlerini hızlandırma arzusu, artık gerçekleşmeye başlamıştır, örneğin organik kimyagerler laboratuar ve fabrikalarda doğanın binlerce yılda ürettiği nesneleri üreterek, zamanı hızlandırma, hatta kaldırmayı becermiştir  İçinde en temeli olarak tanıdığı pratik zekası, çalışma kapasitesi ile modern insan, kendisine geçici sürecin işlevini almaktadır, diğer bir deyişle zaman rolünü üstlenmektedir  alıntı | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |