|  | Tarihi Efsaneler |  | 
|  08-20-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Tarihi EfsanelerAmen-Ra'nın Laneti İsa’dan 1500 yıl önce yaşayan Mısırlı Prenses Amen-Ra öldükten sonra dönemin geleneklerine uygun olarak mumyalanmış ve tahta bi tabuta konmuş  1890 yılında 4 zengin İngiliz genci, prensesin mumyasını bi "tarihi eser" kaçakçısından satın almış ve felaketler zinciri de böylelikle başlamış  Mumyayı alan gençlerden birini en son alış-verişten birkaç saat sonra çöle doğru yürürken görmüşler  Bir daha da İngiliz'i gören olmamış  Dörtlü grubun bir başka üyesi ertesi gün Mısır'lı hizmetkarlarından biri tarafından kazayla vurulmuş  Hizmetkar, elini o an kontrol edemediğini ve hiç istemediği halde silahı alıp "sahibi" vurduğunu iddia etmiş  Kalan iki genç mumyayı alıp ülkelerine dönmüşler  Üçüncü adam İngiltere’ye döndükten sonra bütün parasını yatırdığı bankanın battığını öğrenmiş  Son adam da iflah olmaz bir hastalığa yakalanmış, servetini hastanelerde harcayıp sokaklarda kibrit satmaya başlamış  Bu arada mumya bi işadamının eline geçmiş bu felaketler sırasında  O da British Museum’a hediye etmiş lanetli prensesi  Müze mumyayı Mısır bölümüne koymuş  Gece bekçileri, tabuttan hıçkırığa benzer sesler duyduklarını iddia ediyolarmış  Bekçilerden biri, bir sabah ölü bulunmuş  Lanete inanan temizlikçiler mumyanın etrafını temizlemeyi reddediyolarmış  Bir gazeteci tabutun dıştan fotoğrafını çekmiş  Fotoğrafı tab ettiğinde kartta sadece korkunç bi suratın olduğunu görmüş  Gazeteci koşa koşa evine gitmiş, yatak odasına girip kapıyı kilitlemiş ve kendini vurmuş    Bu tür sayısız olay olması üzerine müze sonunda mumyayı özel bi koleksiyoncuya satmış  Ondan sonra da bir sürü felaket olmuş ve en sonunda prensesi Amerikalı bir arkeolog satın almış  1912 Nisan’ında da mumya Amerika’ya götürülmek üzere Titanik adlı gemiye yüklenmiş ve asıl olan da böylelikle olmuş zaten  Amen-Ra son volesinde 1500 yolcunun yanına gelmelerini sağlamış  III  Thutmosis’in Dikilitaşı Bu hikaye İstanbul’un Beşiktaş semtinde bulunan Dikilitaş’ın hikayesidir  Bu dikilitaşın İstanbul’a kimin tarafından ve ne zaman getirildiği bilinmiyor  Bu konuda farklı yorum ve inanışlar var  Bir kısım tarih bilimci onu Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi ile birlikte, yapıtı hem çok beğenerek hem de zafer sembolü olarak başkente taşıttığı, bu yolla İstanbul’a geldiğini söylüyor  Bir kısım tarih bilimci ise; Romalılar’ın o zamanlar şehirlerini süslemek için Mısır anıtlarını kullanmalarından yola çıkarak, Bizans İmparatorluğu döneminde I  Constantin’in isteği üzerine Constantinapolis’e getirildiğini söylüyor   I  Constantin bu yapıtı çok beğenmiş ve onun taşınması için çalışmalara başladığı sırada ciddi bir hastalık geçirmişti  Bunun bir işaret olduğunu anlayıp, çalışmaları bırakmış ama bu dikilitaşın constantinapolis’e götürülmesini vasiyet etmişti  Bu vasiyeti yerine getirmek için çalışan oğul Constantin(II  Constantin) taşı Constantinapolis’e götürtmek üzere İskenderiye’ye taşıtmak istedi fakat bunu asla başaramadı  Daha sonra imparator Julianus taşı İskenderiye’ye getirtmiş ve Constantinapolis’e taşımak için büyük bir gemi yaptırmıştır  Ancak o da bunu başaramamıştır  Çünkü inşa edilen bu kudretli gemi esrarengiz bir şekilde parçalanmıştır  Gemide çalışan bazı köleler bile bu işareti anlamışlardır ve gemide çalışmak istememişlerdir  Bu durum ile çıkan küçük çaplı isyanda ölen köleler olmuştur  Gerçek olan şu ki; bu dikilitaş Mısır Firavunu III  Thutmosis’e ait olan dikilitaştır  Mısır’daki insanların bir kısmında olan bir inanışa göre, sadece piramitler firavunları temsil etmemektedir  Piramitler firavunların ölümden sonraki hayatlarını yaşayacakları 2  evleri, dikilitaşlar da kalplerini ve kudretlerini sembolize eden yapıtlarıdır  Firavunların kalpleri ise şu işe yaramaktadır; Mısır’ın tehlike altında olması durumunda, görevlendirilmiş özel firavun elçilerinin bu dikilitaş üzerindeki yazıda bulunan özel harfleri(dikilitaşın üzerinde bulunan harf ve kelimeler içinde özel olanlar-bunlar gizlidir, sırası ve şifresi bilinmemektedir) okuyacak, böylece III  Thuthmosis’i ve onun ruh ordusunu serbest bırakacaktır  Bu yüzden dikilitaşın mutlaka Mısır’da kalması gerekmektedir  Bu hükmü bozanlar er veya geç III  Thutmosis ile onun ruh ordusu tarafından cezalandırılacaklardır ve sonsuza kadar ruhları, soyları lanetlenecektir  Efsanedeki diğer bir söyleme göre ise; firavun elçilerinin görevi babadan oğula geçerek bu güne kadar gelmiştir  Yani hala bu taş üzerindeki şifreyi bilen firavun elçileri(nin oğulları) bulunmaktadır    Yedikule Zindanları Bilindiği gibi Yedi Kule Zindanları 390 yılında imparator I  Theodosius tarafından inşa edilmiştir  Kayıtlarda bu yapının devlet evraklarının saklandığı, yerli ve yabancı esirlerin hapsedildiği bir yapı olduğu yazmaktadır  Ama kayıtlarda yazmayan bir efsane halk arasında dolaşır  Bu hikaye özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son yılları ile Türkiye cumhuriyetinin ilk 50 yılı süresince halk arasında yaygındı, fakat günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur, Hikayeyi bilenler çoğunlukla yaşlılar olup sayıları çok azdır  Efsaneye göre; zindanlara hapsedilen önemli esirler arasında bir pagan da bulunmaktaydı  Fakat ne zindan görevlileri ne de diğer komutan vb  kişiler bu adamın bir pagan olduğunu bilmiyorlardı  Onu Avrupa devletlerinde üst düzey devlet görevlisi bir misyoner sanıyorlardı  Bazı gardiyanlar ise onun casus olduğunu söylemişlerdi  Ve bu yüzden ona türlü işkenceler yaptılar  Hatta işkenceleri abarttılar ve yeni işkence yöntemleri bile denediler bu adamın üzerinde  Pagan ise kendini acıyla eğitmiş olduğundan dolayı acıya dayanıklıydı ve ne işkencecilerin istediği itirafları yapıyor, ne de acı dolu çığlıklar atıyordu  Bu da işkencenin dozunun yükselmesine sebep oluyordu her geçen gün  Sonunda pagan bu işkencelere daha fazla dayanamadı, ama ölürken anlaşılmaz bir lisanda, arada antik Latince’ye benzer kelimeler kullanarak dua tarzı sözler söyledi  Tabii kimse bu sözleri önemsememişti  Paganın cesedi ise umulmadık bir hızda eriyip gitmişti  Sonradan bu olaylar halkın kulağına gitti ve bazı insanlar paganın lanet okuduğunu anladılar  Ölen pagan, orada işkence gören insanların ruhlarının, Mesihin dünyaya geldiği güne kadar zindanların içine ve duvarlarına hapsolmasını, Mesihin geldiği gün ise; ruhların hesap sormak için serbest kalmasını dilemişti  Mesihin dünyaya ayak bastığı gün, Yedi Kule Zindanları’nda işkence görüp ölen bütün insanların ruhları serbest kalacak ve hasap soracaklardı  O yüzden Yedi Kule Zindanları’nda bazen çığlıklar ve hatta Latinceye benzer bir lisanda söylenen sözler duyulur… | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |