İnsanın Üç Zindanı |
08-17-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İnsanın Üç ZindanıUbeydullah Akyüz Hareket eden her madde gibi, zamanın da sona ulaştıkça ivmesi artar Maddesinden tecerrüdle zaman zindanında ışık gibi hızlı hareket edemeyen insanın sür'at adına motorlu vâsıtaları şu asırda îcâd etmesi, esâsen zamanın Kıyâmet'e yaklaşmış olduğunun habercisidir; gittikçe artan ivmesiyle hızı artan zaman, üzerinde yaşayan insanın da hızını artırmasına yol açmıştır denebilir İnsan, "benim elim, benim ayağım, benim rûhum, benim nefsim" der; öyleyse insan, ne eldir, ne ayaktır, ne ruhtur, ne de nefstir İnsan, bütün bunların ötesinde, bütün bunlara sahip "ben" şuurunda bir varlıktır ki, insan, işte o 'ben'dir İnsan, hem bedenî, hem de rûhî ihtiyaçları sebebiyle 'tatmin arar; bu arayışta bulduğuyla iktifâ etmez ve her zaman "hel min mezîd - daha yok mu?" der Maddî ihtiyaçlardan birinin tatmini, onlarca odaya açılan bir kapı gibi, daha başka onlarca ihtiyaca açılır Aynı şekilde, sonsuza açılan cevelengâhında da ruh, tatmin ötesi tatmin arar ve şevkle koşturur durur İnsan, maddî yanıyla cirmen küçük bir varlık olsa da, rûhen kâinata sığmayacak kadar büyüktür Muhayvilesi müfekkiresi (hayal ve tefekkür fakülteleri) ve daha başka rûhî melekeleriyle kâinatın ötesine geçer o; verâlara uzanır ve oralardan aldığı gıdalarla manâ peteğini doldurmaya çalışır Yaradan'a varıp, ef'âl, esmâ ve sıfât (fiiller, isimler ve sıfatlar) dâirelerinde hayret kavisleri çizerek, Zâti tecellîlerle sermest dolaşır durur ve kendinde yokluğa erip, Yaradan'da varlığa ulaşınca tatmîne erer Bu kudsî yolculuğunda onun kurtulmaya çalıştığı en büyük üç zindanı zaman, mekân ve nefstir Zaman, mekân ve nefs, insanın mîrâcında bir bakıma üç mühim basamaktır da Görünmez Kader şeridinin Kudret kalemiyle her bir âlemde o âleme has ölçü ve keyfiyetle görünür hâle gelmesinden ibâret olan zaman, evet, insan için mîrâcında mühim bir basamaktır ama, bir yönüyle de en karanlık bir zindandır Şu görünen âlemde "ete-kemiğe bürünmüş" bir varlık olarak arz-ı endâm etmeden önce ilmî vücûdu, yani Yaradan'ın ilmindeki varlığıyla zaman-ötesi olan insan, İlim'den Kudret defterine geçip mürekkeb bir varlık olarak ortaya çıkınca kendini zamanla çevrili bulmuştur Dolayısıyle zaman, yaratılışın üzerinde cereyan ettiği bir şerittir ve Kudret'in Kadere taallûkuyla ortaya çıktığından, kendisi de bir yaratıktır Her âlem için ayrı bir zaman, ya da zaman birimi vardır Sözgelimi, yerkürenin kendi etrafındaki dönüşüyle, güneş etrafındaki dönüşünde kat'ettiği zaman farklıdır; atomlardan, hattâ partiküllerden, elektron ve protonlardan tutun da, en büyük galaksilere kadar ayrı ayrı zaman (birimleri) sözkonusudur Yine, sesin ayrı bir zamanı, ışığın ayrı bir zamanı, hayâlin ayrı bir zamanı, rûhun da ayrı bir zamanı, ya da zaman birimi mevcuddur Bu yanıyla izâfiyet arzeden zaman, insanlar için, her insanın her anki hâlet-i rûhiyesine göre de bir başka türde izafiyet arzeder İşte, zamanla çevrili yeryüzü hayâtında, bir bakıma sonsuzdan gelip, yine sonsuza giderken uğradığı şu yeryüzü hanında maddî yanıyla zamanın kalın duvarları arasında pek ağır hareket eden insan, fikirleri, hayâlleri, hattâ rüyâlarıyla o kadar hızlı hareket eder ki, âdetâ zaman içinde zamansızlığa ulaşır Şu halde, tatmin yolculuğunda, ya da mirâcında onun en mühim mes'elelerinden biri, maddesinden tecerrüdle zaman zindanından çıkıp, zamansızlık cinânına ulaşabilmektir Düşünce ve hayallerinin son sür'at zamanı delip geçmesi, onların pek ince bir maddî kılıfla sarılı olmalarındansa, insan da rûhunu saran ağır maddesini inceltebildiği nisbette sür'at kazanacak ve bazılarının bir yılda aldığı yolu bir anda alacak ve bir noktada zaman ötesine ulaşabilecektir Hareket eden her madde gibi, zamanın da sona ulaştıkça ivmesi artar Maddesinden tecerrüdle zaman zindanında ışık gibi hızlı hareket edemeyen insanın sür'at adına motorlu vâsıtaları şu asırda îcâd etmesi, esâsen zamanın Kıyâmet'e yaklaşmış olduğunun habercisidir; gittikçe artan ivmesiyle hızı artan zaman, üzerinde yaşayan insanın da hızını artırmasına yol açmıştır denebilir Evet, dün bir ayda alınan yolun bugün bir-kaç saatte alınması, dün bir asırda cereyan eden hâdiselerin bugün bir-kaç yılda gerçekleşmesi, zamanın şu asırda ivmesinin ne derece arttığını gösterir Zaman gibi mekân da, insan için öteler yolculuğundan hem bir basamak, hem de kurtulunması gereken bir zindandır Zaman gibi izâfî olan mekân, belki bir yanıyla bir eşyâ yığınıdır ama, bir başka yanıyla bir dalga paketçiğinin zamansızlık sınırındaki hareketinin görüntüsünden ibarettir İnsanın bedeni, onun İlk ve en yakın mekânıdır; sonra dalga dalga genişleyen tabakalarıyla çevre, dünya ve kâinat onun mekân üstü mekânlarını teşkil eder Onun ilk mekânı olan bedeniyle, en geniş sınırları içinde kainatın maddî buudu arasında temelde bir fark yoktur Kâinat gibi, insan bedeni de İlâhî isimlerin mazharı, iç içe aynaları, ya da dalga dalga tecellî sahasıdır Bu manâda, insan öteler yolculuğunda bu tecellîlere tutunarak yukarılara tırmanmaya çalışır; bedeni de, dünyâ da, kâinat da Yaradan'a götüren âyetler meşheri, mirâcının basamakları olarak bir kudsiyete sahiptir ama, insan bunlara takılıp da öteye geçemediği takdirde, mekân onun için bir zindan olacaktır Şu halde, mekân, her hâl ü kârda insanın aşması gereken bir zindandır Yine, nasıl her varlığın kendine has zamanı varsa, aynı şekilde mekânı da vardır Ve insan, maddesinden tecerrüdle rûhun derece-i hayatında lâmekân İçinde mekân tutar ve maddesini aşamamışların çok uzak sandığı mesafeler, onun önünde dürülür de, neticede bir çizgi halini alır Zamanın ivmesi nasıl gittikçe artıyorsa, mekân da zamanın ivmesine eş genişlemekte ve açılmaktadır denebilir Zaman ve mekân içinde ötelere maddesinden sıyrılan insanın yaptığı seyahati, motorlu vâsıtalarla yapmaya çalışanlar, mekânın zahirî katmanlarında seyahat etme mecbûriyeti duymakta, mekân genişleyip açıldıkça ve inceldikçe, insanı daha da içine davet etmektedir Zaman ve mekân gibi, insanı kuşatan bir diğer zindan, nefstir Zaman ve mekân ötesinden gelen özünün beden ve nefsle izdivacı neticesinde 'ben'e erip, insan olarak arz-ı endâm eden varlık, nefsiyle bir yandan dünyâ hayâtını yaşarken, bir yandan da öteler yolculuğunda yine nefsinden faydalanma yoluna gider Çünkü nefs, dünya hayâtını yaşamada onun arzularının ve maddî ihtiyaçlarının merkezidir Bu sebeple, bu arzu ve ihtiyaçları 'tutkular' şeklinde rûhun karşısına çıkarır o; ve insanın önüne birer hedef olarak kor İşte, insanın öteler yolculuğu nefsin bu yanına karşı mücâdele vermesiyle ilerler; insan, nefsiyle mücâdele ede ede zamanın ve mekânın sınırlarını zorlar; dolayısıyle nefs, yolculuğunun her adımında onu takip eder ve neticede -öldüğü değil- teslim bayrağını çektiği vakittir ki, insan zaman içinde zamansızlık, mekân içinde mekânsızlık kazanır ve nefsi de bir bakıma kendisi olur Her bir insan için ölüm, zaman ve mekânın ötesine varma ve aynı zamanda nefs zindanından da kurtulmadır Daha dünyâ hayatındayken teslim olmuş nefsleriyle zamansızlık içinde zaman, mekânsızlık içinde mekân tutanların gördüğünü göremeyenler, bunu ölümle, maddelerinden tecerrüd edip 'üç zindan'ın ötesine geçtikleri vakit görürler Şu halde, ölümle her bir insanın zamanı hız, mekânı genişleme sınırını aşarak patlamış ve bir başka buudda zaman ve mekâna ulaşmış olmaktadır Nasıl her bir insan için bu böyleyse, kâinat için de aynı durum sözkonusudur Gittikçe ivmesi artan zaman, hız sınırına vardığı ve durmadan açılan mekân da genişleme çizgisine ulaştığı vakit patlayacak ve bir başka buudda bir başka âlemin kendine has, belki de zamansızlık ve mekânsızlık sınırında zaman ve mekânı başlayacaktır Dünyâ hayatında zaman ve mekânın buudları içinde ötelere doğru seyahat etmenin yolu, nefse karşı mücadeleden geçmektedir Madde kesâfet kazandıkça, aşılmaz bir duvar olur ve hayatın nûru zayıflar; nefsin arzuları, tatmin edile edile çoğalır ve nefsle birlikte zaman ve mekân zindanları da daha bir kararır ve kalınlaşır Buna karşılık, madde inceldikçe, hayatın nûru daha bir parlar; nefsin arzuları asgarî sınırda tutulduğu ve kısıldığı sürece, hem nefs, hem zaman, hem de mekân zindanları rûha yol verir hâle gelir ve insan seyâhate başlar Bu seyâhatin şekil ve yöntemi imanı tahsîl, bir başka ifadeyle 'ben'in acz ve fakrını itirafla bir reşha haline gelip, aşk tayfında ibadet, tefekkür, zühd, takvâ ve Allah Yolu'nda mücâhede kanatlarıyla şevk içinde yürümeğe çalışmaktır |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|