Deyimler Sözlügü ( D )

Eski 08-15-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler Sözlügü ( D )



Diz boyu: Dize kadar (yükseklik veya alçaklık için)”Çukuru diz boyu kazmışlardı
Diz çökmek: 1 Dizini yere koyarak oturmak 2 Teslim olmak”Düşman askerleri önümüzde diz çökmüşlerdi
Dize gelmek: Teslim olmak, boyun eğmek, yenilmek, güçlünün buyruğunu kabullenmek”Bizim kitabımızda dize gelmek yoktur!”
Dize getirmek: Kendisine karşı geleni alt ederek buyruğunu dinler duruma getirmek, boyun eğdirmek”İki saatte düşmanı dize getirebiliriz
Dizgini (dizginleri) ele almak: Yönetimi ele geçirmek, işi kendisi yönetmeye başlamak”Dizginleri ele almazsak fabrika kargaşa içinde boğulup kalacak, üretim yapılamayacak
Dizginleri salıvermek: Başıboş bırakmak, sıkı tuttuğu yönetimi gevşetmek”Yönetim, dizginleri salıverince insanlar rahat bir nefes aldılar
Dizini dövmek: Çok pişman olmak”Çocuklarını küçük yaşta eğitmezsen sonradan dizini döversin
Dizinin (dizlerinin) bağı çözülmek: Korkudan, heyecandan, yorgunluktan ayakta duramayacak hâle gelmek”Yokuşu çıktım ama dizlerimin de bağı çözüldü
Dizlerine kapanmak: Yalvarmak, kendini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine koymak”Göreceksin, günün birinde dizlerine kapanacak babasının
Dobra dobra söylemek: Hiçbir şeyden çekinmeden, sözü eğip bükmeden, dosdoğru, açık açık konuşmak”Dobra dobra konuşan insanları severim
Doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz ele geçmemiş bir şey, gerçekleşmesi kesin olarak bilinmeyen bir durum için hazırlık yapmak
Dokuz doğurmak: 1 Bir işi güçlükle ve sıkıntı içinde sonuca ulaştırmak 2 Merakla, heyecanla, sabırsızlıkla, sıkıntı çekerek beklemek”İşe geç kalmıştı, yeni araba gelinceye kadar dokuz doğurdu
Dokuz köyden kovulmuş: Geçimsizliği, hatalı davranışları yüzünden birçok yerden atılmış kimse
Dolap çevirmek: Hile, düzen ve dalavere ile iş yapmak”Yine ne dolap çeviriyor acaba?”
Dolma yutmak: Kanıp aldanmak”Ona dolma yutturacağını hiç sanmam!”
Dolu dizgin: 1 Son hızla (süvari ve at arabası için) 2 Önüne geçilemeyecek biçimde, çok fazla olarak”Kinlerimizi dolu dizgin salıverdik düşmanın üstüne
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: İçinden çıkılamayan güç bir durum karşısında söylenir “Her yolu denedim, çözüm yolu bulamadım” anlamına gelir
Domuzdan kıl çekmek: Sevilmeyen, eli sıkı olan, cimri bir kimseden bir şey alabilmek”Domuzdan bir kıl koparmak kârdır
Don gömlek: Çıplak, üzerinde sadece don ve gömlek var denilecek kadar soyunmuş hâlde”Adamı, don gömlek kalacak kadar soydular
Dostlar alışverişte görsün: Gösteriş olsun; amaç iş yapıyor görünmek, iş yapmak değil”Güya çalışıyor, dostlar alışverişte görsün!”
Dökülüp saçılmak: 1 Bir şey uğruna fazla para harcamak, masraf etmek 2 Soyunmak, çok açık giyinmek”Düğün yapıyorum diye sakın dökülüp saçılma, yoksa kendini toplayamazsın
Dört ayak üstüne düşmek: Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak”Nasıl oluyor da, bu adam hep dört ayak üstüne düşüyor?”
Dört başı mamur: Her yanı bakımlı, elverişli, güzel, tam istenildiği gibi”Alırsam dört başı mamur bir ev alacağım
Dört dönmek: Bir işi yapmak için korku, heyecan, telâş, şaşkınlık içinde sağa sola koşmak, çare aramak”Kadıncağız haberi alır almaz odanın içinde dört dönmeye başladı
Dört elle sarılmak: Yapacağı işe büyük bir önem verip özen göstererek girişmek”Başarılı olmak mı istiyorsun, dört elle sarıl işine!”
Dört gözle beklemek: Özleyerek, çok isteyerek, büyük bir sabırsızlıkla beklemek”Annemin yolunu dört gözle beklemeye başladım
Dudak bükmek: Umursamamak, beğenmemek, küçümsemek”Yeni alınan elbiseye şöyle bir dudak büküp geçti
Dudak ısırmak: Hayret etmek, şaşırmak”Beni karşısında görünce dudağını ısıracak eminim
Dudak ısırtmak: 1 Hayran bırakmak 2 Şaşkınlığa, hayrete düşürmek”Yazdığı son kitabıyla dudak ısırttı herkese
Duman attırmak: Geride bırakmak, zor duruma düşürmek, birini yıldırmak”Silâhını çeken komutan etrafa duman attırmaya başladı
Duman etmek: Bozmak, ortalığı dağıtmak, yok etmek; yenmek, birine karşı başarı sağlamak”Askerler ortalığı toz duman ettiler
Dumanı üstünde: 1 Çok taze (sebze ve meyve için) 2 Çok yeni, üzerinden zaman geçmemiş”Şu elmalara bak, daha dumanı üstünde bunların
Duman olmak: 1 Ortadan kaybolmak 2 Durumu, düzeni, işi bozulmak Kötü olmak”Çabuk duman ol buradan, gözüm görmesin seni!”
Durduğu yerde: 1 Hiç gereği yokken 2 Kolaylıkla, hiç emek ve çaba harcamadan”Adam durduğu yerde para kazanıyor, anlamadım bu işi!”
Durup dinlenmeden: Sürekli olarak, ara vermeden, arka arkaya”Yıllar yılı durup dinlenmeden çalıştım sizin için
Durup dururken: 1 Birden bire, ansızın 2 Hiç gereği veya sebebi yokken”Durup dururken bir tokat attı arkadaşına
Dut yemiş bülbüle dönmek: Susmak; konuşkanlığını, sevincini, neşesini yitirmek; sesi çıkmaz olmak”Onu dut yemiş bülbüle döndürmezsem bana da Hasan demesinler!”
Düğüm noktası: Bir meselenin sonuçlandırılması için çözülmesi, açıklığa kavuşturulması gereken en güç yanı”Biz işin daha düğüm noktasını tespit etmiş değiliz ki!”
Düğün bayram etmek: Çok sevinç duymak, topluca neşeli bir duruma kavuşmak”Ağabeyim savaştan sağ salim dönünce ailece bayram ettik
Düğün evi gibi: Çok kalabalık ve telâşlı görülen yer”Hayrola, dün akşam sizin sokak düğün evi gibiymiş!”
Dümen çevirmek: Düzen kurup, hileli iş yapmak”Yine ne dümen çeviriyorsunuz siz?”
Dümen kırmak: Yön değiştirmek
Dümen suyunda gitmek: Birine bağımlı olmak, birinin tuttuğu yolu izlemek, hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak”Başkasının dümen suyundan gidenler kişiliklerini bulamazlar
Dünkü çocuk: Deneyimi az, toy acemi”Dünkü çocukların aklına ihtiyacım yok benim
Dünya başına yıkılmak: Dara düşmek, felâkete uğramak, umutlarını yitirmek, çok üzülüp acı çekmek”Trafik kazasında kocasını ve iki çocuğunu kaybeden kadının dünyası başına yıkılmıştı
Dünya bir araya gelse: “Bütün insanlar engel olmaya kalksa bile, asla, hiçbir zaman, kim ne derse desin” anlamında, yine bildiğini yapma durumu için kullanılır”Dünya bir araya gelse de ben o adamla barışmam
Dünyadan elini eteğini çekmek: Bir kenara çekilip toplum ile ilişkisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmaz olmak, daha çok ibadetle meşgul olmak ve dünya işleriyle ilgilenmez olmak”Bizim komşu her nedense dünyadan elini eteğini çekti, görünmez oldu sanki
Dünyadan haberi olmamak: Çevresinden, çağından ve çağının getirdiklerinden, zamanında yaşanan hayattan haberli olmamak”Sen dünyadan haberi olmayan bir adamsın, ne anlarsın bu işten, lütfen karışma!”
Dünya gözü ile: Ölmeden önce, yaşarken”Dünya gözü ile Almanya`daki kardeşimi bir daha görsem
Dünyalar onun olmak: Oldukça çok sevinmek”Babası istediği oyuncağı getirince dünyalar onun oldu sanki
Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Dünyada insanın başına neler gelebileceğini öğrenmek, zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak”Elbet sen de bir gün dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaksın
Dünyanın öbür ucu: Çok uzak yer”Ali de dünyanın öbür ucunda oturuyor
Dünya yıkılsa umurunda değil: Hiçbir şeyle ilgilenmemek, umursuz olmak, sorumluluk duymamak”Sakın `dünya yıkılsa umurumda değil` deme bana
Dünyayı toz pembe görmek: İyimser olmak, üzücü durumlara bile iyi gözle bakmak”Bırak artık şu dünyayı toz pembe görmeyi, aç gözlerini!”
Düşe kalka: 1 İşi kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak güçlükle, uğraşa uğraşa (yapmak) 2 Biriyle yakın ilişki kurarak”Sokak serserileriyle düşe kalka iyice bozuldu, sapıttı
Düşeş atmak: Umulmadık bir başarı kazanmak”Düşeş attı bizim oğlan, şimdi yanına da yaklaştırmaz kimseyi
Düşman çatlatmak: Nisbet yapmak, iyi durum ve başarılarıyla düşmanı kızdırmak ve kıskandırmak”Düşman çatlatmakta da üstüne yok senin!”
Düşman kesilmek: Düşman olmak, düşman gibi görünüp tavır almak”Yalnız benim değil, bütün ailenin düşmanı kesilmişti
Düşünüp taşınmak: Bir meseleyi enine boyuna tartmak, konuyu bütün yönleriyle incelemek, iyice düşünüp ona göre davranmak”Acele etme, düşünüp taşın öyle karar ver
Düşüp kalkmak: 1 Yakın arkadaşlık etmek 2 Yasa ve gelenek dışı kadın ve erkekle birlikte yaşamak veya sık sık bir araya gelmek”Seni bu hâle getirenler düşüp kalktığın arkadaşlarındır Hâlâ anlamadın mı?”
Düttürü Leylâ: Gülünç, tuhaf, daracık ve kısacık giyinmiş kadın”Sana hiç yakışmamış, düttürü Leylâ gibi olmuşsun

Alıntı Yaparak Cevapla

Deyimler Sözlügü ( D )

Eski 08-15-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler Sözlügü ( D )



Dağa çıkmak: Hükümete, kanunlara karşı gelerek dağlara çekilmek, buralarda eşkıyalık etmek”Düğünü basanlar dağa çıkmışlar
Dağa kaldırmak: Herhangi bir sebepten ötürü birini zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada alıkoymak”Eşkıyalar, karakol komutanının oğlunu dağa kaldırmışlar; ne istedikleri henüz belli değil
Dağarcığına atmak: Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine yerleştirmek”Öğrendiği her yeni bilgiyi dağarcığına atmayı ihmal etmedi
Dağdan gelip bağdakini kovmak: Daha sonradan geldiği bir yere ya da karıştığı bir işte eskiden beri bulunan bir kişinin yerini almaya çalışmak”Şu densize bak hele, dağdan gelip bağdakini kovuyor!”
Dağ doğura doğura fare doğurdu: Önemli gibi görünen şeylerden önemsiz bir sonuç çıkması durumunda söylenir
Dağlara düşmek: Sıkıntı, üzüntü sebebiyle insanlardan kaçıp ıssız yerlerde yaşar olmak”Annesinin ölümünden sonra dağlara düştü
Dağları devirmek: Çok büyük güçlüklerin altından kalkmak, ağır işleri başarmak”O, dağları devirir bir adamdır
Dalavere çevirmek: Yalan, dolan ve hile ile kötü bir iş yapmak; düzen kurarak gizlice başkasını aldatmak”Yine bir dalavere çevirmesin bu adam!”
Dal budak salmak: 1 Karmaşık biçimde yayılıp genişlemek 2 Soy ya da dostluk yönünden genişleyip yayılmak”Bu mesele daha fazla dal budak salmadan hemen halledilmeli
Daldan dala konmak: Çok sık, düşünce ya da konu değiştirmek”Daldan dala konmayı bırak da bir işe sarıl artık
Dalına basmak: Hiç hoşlanmadığı şeyleri yaparak birisini öfkelendirmek”Dalıma basıp da beni çileden çıkarma lütfen!”
Dallanıp budaklanmak: Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek karışık bir durum almak”İşi dallandırıp budaklandırmada üstüne yok hani!”
Damdan düşer gibi: Aniden, yersiz olarak (söz söylemek)”Damdan düşer gibi söz söyleyince ortalık birbirine girdi
Damgasını vurmak: Biri hakkında kötü bir yargıya varmak”Allah`tan korkmazsan ona hırsızlık damgasını vur da rezil olsun
Damokles`in kılıcı: Kişiyi korku ve baskı altında tutan büyük ceza tehdidi”Damokles`in kılıcı gibi başımda dikilip durma öyle!”
Dananın kuyruğu kopmak: Olay patlak vermek, beklenen ve korkulan sonucun gerçekleşmesi”Dananın kuyruğu bu gece kopacak, inşallah hayır demezler
Danışıklı dövüş: Şike; önceden aralarında bir anlaşma olduğu hâlde, sanki böyle bir anlaşma yokmuş gibi davranarak başkalarını aldatmak”Danışıklı dövüş insanların mertlik anlayışını tamamen öldürdü
Dara düşmek: 1 Paraca sıkıntıya uğramak 2 Sıkıntılı, tehlikeli bir durumla karşılaşmak”İyice dara düştük, geçinmekte güçlük çekiyoruz
Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayıramamak”Biraz erken kalkalım da dara getirmeden yapalım işi, güzel olsun
Dar boğaz: Sıkıntılar ve güçlükler içinde geçirilen, geçici kabul edilip sonunda ferahlık umulan durum”Evel Allah bu dar boğazı da aşacağız
Dar hayat: Sıkıntılar, güçlükler, zorluklar içinde sürdürülen hayat
Darda kalmak: 1 Zor duruma düşmek 2 Paraca sıkıntı çekmek”Öğretmeninin karşısında darda kalmak istemeyen Ahmet, ödevini yapmayı hiç ihmal etmezdi
Dar gelirli: Geçim sıkıntısı çeken, kazancı normal olarak geçimini sağlamaya yetmeyen”Dar gelirli ailelerin çocuklarının çoğu okulu yarıda bırakmak zorunda kalıyorlar
Darısı (dostlar) başına: “Kavuştuğum başarı ve mutluluğa tüm dostlarımın da kavuşmasını isterim” anlamında kullanılır
Dar kafalı: Anlayışı, kavrayışı az; yeniliklere açık olmayan”Dar kafalı insanlarla anlaşmak oldukça zordur
Davul çalmak: Bir şeyi herkesin duyabileceği biçimde ortalığa yaymak”Davul çalıp bizi elâleme rezil etti
Defe (tefe) koymak: Dedikodusunu yapmak, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya almak”Sakın söyleme, yoksa bizi defe koyarlar
Defterden silmek: İlişkisini kesmek, yok saymak, adını anmaz olmak, unutmak”Ali`yi defterden iyice sildim
Defteri dürülmek: 1 İşine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak 2 Ölmek ya da öldürülmek”Onun da defterini dürecekler yakında
Defteri kapamak: İlgiyi kesmek, uğraşmaz olmak, söz konusu işi yapmaz olmak “O defteri kapadık biz, artık soru sormayın
Deli divane olmak: Bir şeyi, bir kimseyi aşırı derecede sevmek, ona tutkun olmak”Delikanlı o kız için deli divane oluyordu
Deli fişek: Atak, delişmen, delice işler yapan, şımarık”Bırak artık şu deli fişek adamla arkadaşlık etmeyi
Deliksiz uyku: Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku”Bu gece deliksiz bir uyku çekip yorgunluğumu atmak istiyorum
Demir atmak: 1 Çapasını denize atmak 2 Bir yerde uzun süre kalmak”Gemiler fırtına başlayınca koya girip demir attılar
Dem tutmak: Bir çalgıya, bir başka çalgı veya sesle eşlik etmek
Denizden çıkmış balığa dönmek: Yeni bir işe, ortama, duruma alışmakta zorluk çekmek”Eski işinden ayrılıp, yeni işine başlayınca denizden çıkmış balığa dönmüştü
Derdine düşmek: Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak”Sana ne ki o işin derdine düştün?”
Dert ortağı: 1 Aynı derdin, sıkıntının içinde bulunanlardan her biri 2 Bir kimsenin derdini paylaştığı, anlattığı yakın dostu”Onlar yıllar yılı birbirlerinin dert ortağı olarak yaşamışlardı
Destan olmak: Yaptığı (kötü) bir işten dolayı şöhreti yayılmak”Karısına bağırdı diye annesini kapıya attı, bütün civar köylere destan oldu
Devede kulak: Bütüne göre çok ufak bir parça”Onun yaptığı iş devede kulak kalır
Deve kini: Bitmeyen, geçmeyen, unutulmayan büyük kin”Tam anlamıyla bir deve kini besliyordu komşusuna karşı
Deveye hendek atlatmak: Birisine yapılması çok zor, hemen hemen yapamayacağı bir işi yaptırmaya çalışmak”Senin yaptığın deveye hendek atlatmak, bırak şu garibin yakasını
Devlet kuşu: Umulmadık, iyi talih; zenginlik, mutluluk getiren talih
Dışı eli (seni) yakar, içi beni: “Dıştan görünüşü, herkesi imrendirecek kadar güzel ama içyüzü elverişsiz, kötü, sahibini üzücü” anlamında kullanılır”Ah bir bilseler işin iç yüzünü, dışı eli yakar, içi beni
Diken üstünde oturmak: Bir yerde tedirginlik duymak, her an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz olmak”İnan, diken üstünde oturuyorum şurada
Dikine gitmek: İnatçılık etmek, bildiğini yapmaya çalışmak, kimsenin uyarısına kulak asmamak”Biraz daha dikine giderse başına büyük bir belâ gelecek bu çocuğun
Dikiş tutturamamak: Bir yerde, bir işte bir sebepten ötürü başarı sağlayamayıp uzun süre kalmamak”Bir şeyde dikiş tutturamadı, şimdi boşta gezip duruyor
Dikiz etmek: Bir yeri, olayı, birinin hareketlerini gizlice ve gözünü ayırmadan dikkatlice izlemek
Dilden dile dolaşmak: Her yerde, pek çok kimse tarafından bahis konusu olmak”Ata sözleri dilden dile dolaşarak günümüze kadar geldi
Dil dökmek: Kandırmak, inandırmak ya da yararlanmak için tatlı sözler söylemek”Peşine düşen çocuğu ne kadar dil döktüyse de evde kalmaya razı edemedi
Dil ebesi: Çok fazla ve esprili konuşan”Dil ebesi bir adam o, sen onunla başa çıkamazsın
Dile (dillere) düşmek: Hakkında dedikodu yapılmak”Allah kimseyi dile düşürmesin, kadıncağız sokağa çıkamaz oldu
Dile gelmek: 1 Konuşma yeteneği yokken konuşmak, dillenmek 2 Dile düşmek”Dile geldi dağlar, avuttu onu!”
Dile getirmek: 1 Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, anlatmak, açıklamak 2 Birini konuşturmak”Hiç umulmadık bir anda konuyu dile getirdi, hepimizin anlamasını sağladı
Dile kolay: Söylenmesi kolay ama yapılması ortaya konması ya da katlanılması çok güç”Evet, dile kolay, haydi yap da görelim
Dili açılmak: Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış olmak”Dili açıldı çok şükür!”
Dili dolaşmak: Heyecan, korku ya da bir hastalık sebebiyle söyleyeceğini şaşırmak, karıştırmak, açık olarak ifade edememek”Babasını aniden karşısında görünce dili dolaştı, kekelemeye başladı
Dili dönmemek: 1 Bir sözü doğru ve düzgün söylemeyi becerememek, yanlışsız konuşamamak 2 Amacını iyi anlatamamak”İnşaallah dilim dönmeden meseleyi anlatır da kurtulurum ondan
Dilinden kurtulamamak: Yaptığı bir kabahatten ötürü sürekli olarak, bir kimsenin sitem, eleştiri ve sataşmalarına uğramak”Ne yapmalıyım da dilinden kurtulmalıyım onun?”
Dilinde tüy bitmek: Sık sık söylemekten bıkmak, usanmak”Size söyleye söyleye dilimde tüy bitti
Diline dolamak: 1 Bir kimsenin dedikodusunu yapmak, kötü tarafını her yerde söylemek 2 Bir şeyi her fırsatta söyler olmak
Dilinin altında bir şey olmak: Bir kimsenin sözlerinden açıkça söylemediği bir şeyler olduğu anlaşılmak”Dilinin altında bir şey olduğunu biliyorum ama bir türlü söyletemiyorum
Dilinin ucuna gelmek: 1 Tam söyleyecekken vazgeçip söylememek 2 Hatırladığı şeyi söyleyecekken yine unutuvermek”Dilinin ucuna geldi ama utandığı için söyleyemedi
Dilini tutmak: Sonunu düşünerek gelişigüzel konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak, rast gele konuşmamak”Dilini tutmasını bilmeyenlerin başına neler geldiğini sana söylemediler mi?”
Dilini yutmak: Büyük bir korku, şaşkınlık ya da sevinç karşısında konuşamaz hâle gelmek”Korkudan neredeyse dilini yutacaktı
Dilin kemiği yok ya!: 1 Önceden söylediği sözü başka biçimlere sokarak inkâr etmek 2 İnsan konuşurken bazı hatalar yapabilir, doğru ve yanlış her şeyi söyleyebilir
Dili olsa da söylese: “Cansız nesneler, hayvanlar konuşabilseler, bazı olaylara tanıklık edebilseler ne iyi olurdu” anlamında kullanılır
Dili tutulmak: Herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyemez duruma gelmek”Sevinçten dili tutuldu bizim kızın
Dili uzun: İncitici, kırıcı sözler söyleyen, saygısız kimse”O uzun dilini bana kestirmeden çek içeri!”
Dili varmamak: Bir sözü söylemeye gönlü razı olmamak”Sana git demeye dilim varır mı sanıyorsun?”
Dillerde dolaşmak: Her yerde kendisinden, ondan söz edilmek”Cephede gösterdiği yararlılıklardan sonra adı dillerde dolaşır oldu
Dillere destan olmak: Bir olay veya nitelik halk arasında yayılmak”Ona öyle bir oyun oynayacağım ki dillere destan olacak!”
Diline pelesenk etmek: Bir sözü her zaman, yerli yersiz tekrarlamak”Şey sözünü diline pelesenk etmişsin, her cümlenin başında kullanıyorsun
Dil uzatmak: Bir kimse veya bir şey için kötü söz söylemek”Ben öğretmenime dil uzattıracak adam değilim
Dil yarası: Acı, ağır ve kötü sözün gönülde bıraktığı kırgınlık”Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez demişler
Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyisini elde etmek uğruna çalışırken elindekilerini de yitirmek”Gel şu işten vazgeç, Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma
Dinden imandan çıkmak: Çok sinirlenmek, öfkelenmek, kızgınlık duymak”İnsanı dinden imandan çıkarıyorsun, yapma şu hareketleri!”
Dinden imandan olmak: Dinî inancını yitirmek, mürtet olmak
Dini bir uğruna: Müslümanlık davası yoluna (iş yapmak)
Dini bütün: Dinin emirlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışan, inancı sağlam olan, dinine çok bağlı”Her Müslüman dini bütün olmak zorundadır
Dipsiz kile boş ambar: Para, mal tutamayanın durumunu ya da verimsiz, sonuçsuz bir işi anlatmak için kullanılır”Memurların işi tam anlamıyla dipsiz kile boş ambar, sıfıra sıfır elde var sıfır
Dirlik düzenlik: Bir arada yaşayan, çalışan kimseler arasında iyi geçim, güven, sevgi ve anlaşma hâli”Bir aileye önce dirlik ve düzenlik gereklidir
Dirsek çevirmek: Daha önce birlikte iş yaptığı, anlaştığı kimseden, artık ihtiyaç duymadığı için yüz çevirmek; bir kimseyi kendinden uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak”Onun da dirsek çevireceğini hiç beklemezdim
Dirsek çürütmek: Okumak, öğrenim görmek için uzun yıllar çalışmak”Desene boşuna dirsek çürütmüşsün
Diş bilemek: Öç almak, kötülük yapmak için fırsat kollamak; öfkesini gösterir durum almak”Bana diş bilediği bakışlarından belli
Dişe dokunur: Hatırı sayılır, işe yarar, belirtilmeye değer, önemli”Dişe dokunur bir iş yapmışsın, aferin çocuğum
Diş geçirememek: Etkisiz kalmak, güç yetirememek, hükmünü yürütüp sözünü dinletememek”Bir çocuğa diş geçiremiyorsun, ne biçim annesin sen!”
Diş gıcırdatmak: Kızgınlığını, öfkesini kimi davranışlarıyla belli etmek”Dediğini yaptıramayınca dişlerini gıcırdatmaya başladı
Diş göstermek: Güçlü olduğunu, kendine güvendiğini, saldırabileceğini davranışlarıyla belli etmek; tehdit etmek”Biraz diş göstersen hemen yola geleceklerdir
Dişinden tırnağından artırmak: Yiyeceğinden, içeceğinden vBulletin ihtiyaçlarından keserek zorla biriktirmek”Seni, dişimden tırnağımdan artırdığım parayla okuttum!”
Dişine göre: Yapabileceği, gücünün yeteceği, becerebileceği, uygun bir durumda”Tam da dişime göre, onu yenebilirim
Dişini sıkmak: Darlığa, sıkıntıya dayanmak; her türlü zorluğa katlanmak”Biraz daha dişini sıkmalısın, inşallah yakında rahata kavuşacağız
Dişini tırnağına takmak: Çok büyük zorluklara, sıkıntılara, darlıklara katlanarak bütün gücünü kullanıp çalışmak”Biz bu evi dişimizi tırnağımıza takarak yaptık, yıkmalarına izin vermeyeceğim!”
Diş kirası: 1 Eskiden sarayda ya da konaklarda zenginlerin iftara çağırdıkları yoksullara verdikleri armağan veya para 2 Harcadığı emek dışında bir kimsenin fazladan sağladığı çıkar
Dişinin kovuğuna bile gitmemek: Çok az gelmek (yiyecekler için)”Açlıktan kırılıyorduk, önümüzdeki yiyecekler dişimizin kovuğuna bile gitmeyecek kadardı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.