Prof. Dr. Sinsi
|
Bâyezîd-İ Bistâmî
Bâyezîd-i Bistâmî baş râhibe; "Beni iyi dinle!İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı, dengi ve benzeri olmayan Allahü teâlâdır Üçüncüsü olmayan iki, gece ve gündüzdür Dördüncüsü olmayan üç, üç talâktır (boşamadır) Beşincisi olmayan dört; Tevrat, Zebûr, İncîl ve Kur'ân-ı kerîmdir Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır Yedincisi olmayan altı göklerin ve yerin yaratıldığı altı gündür Sekizincisi olmayan yedi, yedi kat göktür Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyâmet günü Arş'ı taşıyacak sekiz melektir Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz ay hâmilelik müddetidir On birincisi olmayan on, Mûsâ aleyhisselâmın Şuâyb peygambere on yıl çobanlık etmesidir On ikincisi olmayan on bir, Yûsuf peygamberin on bir kardeşidir On üçüncüsü olmayan on iki, on iki aydır " dedi Râhip tebessüm ederek; "Doğru söyledin Şimdi de bana, havadan ne yaratıldı, havada ne muhâfaza olundu ve kim hava ile helâk edildi? bunlardan haber ver " dedi Bâyezîd-i Bistâmî;
"Îsâ peygamber havadan yaratıldı, havada muhâfaza edildi Âd kavmi hava ile helâk edildi " diye cevap verdi Râhip; "Doğru söyledin Ağaçtan kim yaratıldı, ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helak oldu?" diye sorunca; "Mûsâ aleyhisselâmın asâsı ağaçtan yaratıldı, Nûh aleyhisselâm ağaç içinde (gemide) korundu, Zekeriyyâ aleyhisselâm ise ağaç içinde testere ile biçilip helâk edildi " cevâbını verdi Râhip tekrar; "Doğru söyledin Kim ateşten yaratıldı, kim ateşten korundu ve kim ateş ile helâk oldu?" diye sordu O da;
"İblîs ateşten yaratıldı İbrâhim aleyhisselâm ateşten korundu Ebû Cehil ateş ile helâk oldu " dedi Râhip tekrâr; "Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş ile kim helâk oldu?" dedi Bâyezîd-i Bistâmî;
"Sâlih peygamberin devesi taştan yaratıldı Eshâb-ı Kehf taş içinde korundu ve Ebrehe ve ordusu taş ile helâk edildi " cevâbını verdi Râhip; "Doğru söyledin Âlimler, Cennet'te dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, biri de şaraptandır Ayrı ayrı olan bu dört nehir aynı kaynaktan akıyormuş, diyorlar Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu
"Evet vardır İnsanın başından dört nehir akar Kulak yağı acıdır Göz yağı tuzludur Burun suyu ayrı bir tad taşır Ağızdan gelen su tatlıdır " cevâbını verdi Râhip yine; "Doğru söyledin Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez Bunun dünyâda bir benzeri var mıdır?" diye sorunca;
"Evet vardır Ana rahmindeki cenin yer içer fakat dışkısı yoktur " cevâbını verdi Râhip; "Doğru söyledin Cennet'te Tûbâ ağacı vardır Cennet'te hiç bir saray, hiç bir köşk yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu
"Evet vardır Güneş sabahleyin doğunca böyle değil midir?" cevâbını verdi Râhip; "Doğru söyledin Şimdi şunları cevaplandır: Bir ağaç vardır, on iki dalı bulunmakta, her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş çiçek yer almakta, bunlardan ikisi güneşe, üçü karanlığa bakmaktadır Bu ağaç nedir?" deyince:
"Ağaç bir yılı temsil eder On iki dalı, on iki ay, her daldaki otuz yaprak, günleri, her yapraktaki beş çiçek de, beş vakit namazı temsil eder " cevâbını verdi Son olarak râhip şöyle sordu: "Bana şu kimseden haber ver Hacca gitmiş, tavâf yapmış ve o makâmlarda bulunmuştur Fakat onun ne rûhu vardır ne de hac kendisine vâcibdir?" Bâyezîd-i Bistâmî;
"Nûh peygamberin gemisidir " dedikten sonra, râhibe; "Ey râhip! Birçok sorular sordun Biz onları cevaplandırmaya çalıştık Müsâde ederseniz benim de sorularım var Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım O da şudur:
Cennet'in anahtarı nerededir? Cennet kapılarının üzerinde ne yazılıdır?" Râhip sustu ve cevap vermekten kaçındı Diğer râhipler bu duruma bozuldular ve; "Ey büyüğümüz mağlup mu oluyorsun?" dediler O da; "Hayır mağlûb olmak istemiyorum " deyince; "Peki öyleyse niçin cevap vermiyorsun " dediklerinde; "Şâyet cevap verirsem benim cevabıma katılır mısınız?" dedi Bunun üzerine hepsi birden söz verdiler Râhip; "Dinleyin, şimdi cevap veriyorum Cennet'in anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı olan ibâre; Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullahdır " deyip müslüman oldu Diğer râhipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehâdeti getirip müslüman oldular Bâyezîd-i Bistâmî de onların yanında bir süre kalıp İslâmiyeti öğretti Böylece onun buraya gitmesinin hikmeti anlaşıldı
Bâyezîd-i Bistâmî'ye bir kimse gelip: "Efendim, ben Taberistan'da idim Bir zâtın cenâze namazını kılıyorduk Siz de orada idiniz, cenâze namazından sonra Hızır aleyhisselâmın elinden tuttunuz Sonra sizin havada uçtuğunuzu gördüm " dedi Sultân-ül-Ârifîn ona; "Doğru söylüyorsun " buyurdu
Bâyezîd-i Bistâmî'ye bir gün bir kimse gelip; "Efendim! Ben otuz senedir, gündüzleri oruç tutup, geceleri namaz kılıyorum Ama, kendimde hiç bir ilerleme göremiyorum Halbuki îtikâdım da düzgündür " dedi Sultân-ül-Ârifîn; "Sen bu hâlde üç yüz sene daha devâm etsen bir şeye kavuşamazsın Çünkü nefs engelin var " buyurdu O kimse; "Efendim! Bunun bir çâresi yok mu?" diye sordu Bâyezîd-i Bistâmî: "Var ama sen kabûl etmezsin " buyurdu O kimse ısrâr edip; "Aman efendim, lütfen bildiriniz ve beni talebeliğe kabûl ediniz Ne emrederseniz yaparım " dedi Sultân-ül-Ârifîn buyurdu ki:
"Öyle ise şimdi evine git Bu kıymetli elbiseleri çıkarıp, âdî ve eski bir elbise giy Boynuna bir torba asıp içine ceviz doldur Seni en iyi tanıyanların bulundukları sokağa git Çocukları başına topla, (Bana bir tokat vurana bir ceviz, iki tokat vurana iki ceviz veriyorum) de " O kimse bunları duyunca; "Sübhânallah, Lâ ilâhe illallah Ben bunları yapamayacağım Bana başka bir şey emretseniz " dedi Bâyezîd-i Bistâmî; "Senin ilâcın ancak budur ve biz de baştan; "Sen bunları kabûl etmezsin!" diye söylemiştik Yolumuzun esâsı nefsi terbiye etmektir " buyurdu
Bâyezîd-i Bistâmî'nin mecûsî olan bir komşusu ve süt emme çağında bir de çocuğu vardı Bu mecûsî sefere çıktı Evlerini aydınlatacak bir şeyi bulunmadığı için çocuk ağlıyordu Sultân-ül-Ârifîn her gün bir çıra alıp, komşusunun evine götürdü Mecûsî seferden dönünce durumu haber alıp, kendisinde değişiklikler hissetti Bâyezîd'e karşı kalbinde bir sevgi hâsıl olduğu halde; "O zâtın aydınlığı varken bizim karanlıkta bulunmamız hiç uygun değildir " dedi ve hemen Bâyezîd-i Bistâmî'nin huzûruna gidip müslüman oldu
Bir gün sohbetinde bulunanlara; "Kalkınız, Allahü teâlânın velî kullarından birini karşılamaya çıkalım " buyurup, kalktılar Yola çıktıklarında, İbrâhim bin Şeybe-i Hirevî ile karşılaştılar Hazret-i Bâyezîd ona; "Hatırıma, seni karşılamak ve Allah katında sana şefâat etmek geldi " buyurdu O da, "Efendim siz bütün mahlûkâta şefâat etseniz yine fazla sayılmaz " dedi
Bâyezîd-i Bistâmî bir gün talebeleriyle giderken delilerin bulunduğu bir tımarhânenin önünden geçiyorlardı Talebelerinden birisi, orada delilerin tedâvileri için bir şeyler yapmaya çalışan baştabibe yaklaşıp; "Günah hastalığı ile hasta olanlar için bir ilâcınız var mıdır?" diye sordu Baştabib cevap veremeyip susunca, ayağı zincirle bağlı delilerden biri, Bâyezîd'in teveccühü ile şöyle dedi: "O derdin ilâcı şöyledir: Tövbe kökünü istigfâr yaprağıyla karıştırıp, kalp havanına koyarak, tevhîd tokmağıyla iyice dövmeli Sonra insaf eleğinden eleyip, gözyaşıyle hamur etmeli Daha sonra Aşkullah ateşinde pişirip, muhabbet-i Muhammediyye balından katarak, gece gündüz kanâat kaşığıyla yemelidir "
Bâyezîd-i Bistâmî bir gün yolda giderken yanından geçen bir köpeği gördü Köpeğe değip necâset bulaşmasın diye eteklerini topladı O anda köpek dile gelip, şöyle dedi:"Benden sana bulaşacak kir, üç defâ yıkamakla temiz olur Ama senin nefsindeki kibir kiri yedi deryâda yıkansa temiz olmaz " Bunun üzerine Bâyezîd-i Bistâmî, köpeğe; "Senin dışın pis, benim ise içim Gel berâber olalım da belki birbirimize faydamız olur " dedi Köpek de; "Sen benimle yoldaş ve arkadaş olamazsın Zîrâ halk beni horlar, sana tâzim eder Beni gören taşlar, seni gören ise iltifâta başlar ve "Ârifler sultanına selâm olsun!" der Benim yarına yiyecek bir kemiğim bile yok, ama senin bir ambar buğdayın var " cevâbını verdi Bâyezîd-i Bistâmî bu cevaptan kederlendi, bir köpeğin yol arkadaşı olmaya bile lâyık değilim, diye üzüldü
Ebû Türâb Nahşebî'nin bir talebesi vardı Allahü teâlâya olan muhabbetinin çokluğundan, hergün yüzlerce defa kendinden geçip bayılırdı Bir gün hocası, kendisine; "Sen Bâyezîd-i görsen daha çok derecelere kavuşurdun " dedi ve o talebe ile beraber Bâyezîd'in yanına geldiler Bâyezîd-i Bistâmî ile o talebe göz göze geldikleri anda talebe düşüp vefât etti Bunun üzerine Ebû Turâb Nahşebî dedi ki: "Yâ Bâyezîd, bu talebe öyle idi ki, Allahü teâlânın aşkı ile kendisinde bâzı hâller olur, kendisinden geçerdi Fakat sizi bir defâ görmekle düşüp can verdi Bu nasıl oluyor?" Bâyezîd buyurdu ki: "O kişinin hâli doğru idi Önceden, onun müşâhedesi, kalp gözü ile görmez kendi makâmı kadar idi Beni gördüğü anda, müşâhedesi benim makâmım kadar oldu Lâkin o kimse buna tâkat getiremeyip, can verdi "
Bir gece, bâzı kimseler hazret-i Bâyezîd'in nasıl ibâdet yaptığını, neler söylediğini işitmek için penceresinin altında dinlemeye başladılar Seher vakti olduğunda bütün kalbiyle "Allah" dedi Sonra düşüp bayıldı Bayılmasının sebebi sorulduğunda; "Sen kim oluyorsun? Senin haddine mi düştü ki ismimi ağzına alıyorsun? şeklinde bir nidâ gelir diye çok korktum da onun için bayılmışım " buyurdu
Bâyezîd-i Bistâmî namaz kılmak için mescide gelince kapıda bir mikdâr durur ve ağlardı Sebebini soranlara; "Câmiyi, vücûdumla kirletmekten korkuyorum Tövbe edip Allahü teâlâya yalvarıyorum, ondan sonra giriyorum " dedi
Bâyezîd-i Bistâmî'ye; "Nefsine verdiğin en hafif cezâ nedir?" diye sordular Cevâbında; "Bir defâsında nefsim, bir itâatsizlikte bulundu Buna cezâ olarak bir yıl boyunca hiç su içmedim " buyurdu
Bir gün bâzı kimseler, Bâyezîd'in huzûruna gelip, yağmur yağması için duâ etmesini taleb etmişlerdi Bâyezîd mübârek başını eğip, bir mikdar duâ ettikten sonra; "Gidiniz, damlarınızın oluklarını kontrol ediniz " buyurdu Ondan sonra 24 saat durmadan yağmur yağdı
Bir defâsında Bâyezîd hazretlerinin kalbine şöyle ilhâm olundu: "Ey Bâyezîd! Hazînelerim, başkaları tarafından yapılan ibâdetlerle ve güzel hizmetlerle doludur Sen bize öyle bir şeyle gel ki, o bizde olmasın " Bâyezîd; "Yâ Rabbî! Hazînende bulunmayan şey nedir?" dedi Kalbime ilhâm olundu ki: "Âcizlik, zavallılık, çâresizlik, zillet ve ihtiyaç "
Bâyezîd-i Bistâmî bir defâsında şöyle anlattı: Bizim rûhumuzu, semâlara götürdüler Cennet'i, Cehennem'i gösterdiler Hiçbir şeye bakmadım Hep Allahü teâlâyı düşünüyordum Nice makâmlardan geçirdiler Nihâyet ezeliyyet ağacını gördüm Sonra; "Yâ Rabbî! Sana gelebilmem için beni benliğimden kurtar " diye yalvardım Bana bildirildi ki:"Ey Bâyezîd! Benliğinden kurtulup bana yaklaşman, Sevgili Peygamberime tâbi olmana bağlıdır O'nun ayağının tozunu, gözüne sürme yap O'nun bildirdiği hükümlere uymaya devâm et (Tasavvuf ehli arasında bu menkıbeye Bâyezîd'in mîrâcı denir )
"Bulunduğunuz şu derecelere nasıl kavuştunuz?" diye kendisine sordular Cevâbında buyurdu ki: "Her yerde Allahü teâlânın gördüğünü ve bildiğini düşünüp, edebe riâyet etmekle " buyurdu
Bir gün hazret-i Bâyezîd'e; "Peygamberler hakkında ne buyurursunuz?" diye sordular Cevâbında buyurdu ki: "Biz onlar hakkında bir şey söyleyemeyiz ve onları anlayamayız Hallerini anlamaktan âciziz Onlar, bizim anlıyabildiğimizden çok daha yüksekdirler Diğer insanlar, büyük velîleri ne kadar anlıyabilirse, velîler de peygamberleri ancak o kadar tanıyabilirler "
Bâyezîd-i Bistâmî, yanında bulunanlara; "Allahü teâlâ, kendilerinden râzı olduğu kimseleri Cennet'ine koyuyor değil mi?" diye sordu Onlar; "Evet efendim, öyledir " diye cevap verdiler Bunun üzerine; "Bir kimse, Allahü teâlânın rızâsına kavuştuktan sonra, bir anlık duyduğu zevk ve saâdet, Cennet'teki bin köşkten daha fazladır " buyurdular
Bâyezîd-i Bistâmî bir defâsında bir imâmın arkasında namaz kıldı Namazdan sonra, o imâm, Bâyezîd'e; "Siz bir yerde çalışıp para kazanmıyorsunuz Başkalarından da bir şey istemiyorsunuz O halde siz, nafakanızı nereden temin ediyorsunuz?" dedi Hazret-i Bâyezîd bunu duyunca; "Ben hemen namazımı iâde edeyim Zîrâ rızıkları kimin verdiğini bilmeyen birinin arkasında namaz kılmışım, bu ise câiz değildir " buyurdu
Bâyezîd-i Bistâmî bir gün, talebeleri ile birlikte, gâyet dar bir sokaktan geçiyorlardı Hazret-i Bâyezîd, karşıdan bir köpeğin gelmekte olduğunu gördü ve geri çekilip köpeğe yol verdi Talebelerinden birinin hatırına şöyle geldi: "İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir Hem bizim üstâdımız, Sultân-ül-Ârifîndir Hem de etrâfındakiler onun, her biri çok kıymetli sâdık talebeleridir Bütün bunlara rağmen, üstâdımız bu köpeğe yol vermesinin hikmeti acabâ nedir?" Bunun üzerine Bâyezîd buyurdu ki: "Şu köpek, hâl lisânı ile bana dedi ki; "Sana Sultân-ül Ârifîn olmak hil'atini ve bana da köpeklik postunu giydirdiler Bunun tersi de olabilirdi " Bunun üzerine ben ona yol verdim "
Bir gece ıssız bir su kenarında hırkasını üzerine örtüp uyumuştu İhtilâm oldu Hemen kalkıp gusletmek istedi Hava çok soğuk olduğu için, nefsi güneş doğduktan, hava ısındıktan sonra gusletmesini istiyerek gevşek davrandı Nefsinin ona yaptığını görünce hemen kalkıp, buzu kırdı ve nefsine cezâ olarak, hırka ile berâber gusletti Gusülden sonra da, hırkasını çıkarmadı Hırka buz bağlamıştı Sonra; "Ey Nefsim! Tenbelliğinin cezâsı işte budur " dedi
Bâyezîd-i Bistâmî, buyurdu ki: "On iki sene nefsimin ıslahı için çalıştım Nefsimi riyâzet, nefsin arzularını yapmamak körüğünde, mücâhede, nefsin istemediği şeyleri yapmak ateşiyle kızdırdım Nefsi, yerme, kötüleme örsünde, kınama, ayıplama çekici ile dövdüm Böyle uğraşa uğraşa kendi benliğimden bir ayna yapıp beş sene kendimin aynası oldum Yapabildiğim ibâdet ve tâatlarla bu aynayı cilâlayıp parlattım Bir sene ibret nazarı ile bu aynaya baktım Netîcede bu aynada gördüm ki, belimde, gurur, riyâ, ibâdete güvenip amelini beğenmek gibi kalp hastalıklarından meydana gelen bir zünnâr bulunuyor Bu zünnârı kesip atabilmek için beş sene daha uğraştım Yeniden hakîki müslüman oldum
Ömrüm boyunca, Allahü teâlâya lâyıkıyla ibâdet edebilmeyi, namazımı lâyıkıyla kılabilmeyi arzu ettim Bu arzu ile, belki güzel namaz kılarım diye sabaha kadar namaz kıldım Fakat kıldığım bütün namazları O'na lâyık olarak bulmuyordum Nihâyet, Allahü teâlâya şöyle yalvardım: "Yâ Rabbî! Sana lâyık şekilde tam ve kusursuz olarak hiç namaz kılamadım Kıldığım bütün namazlar hep Bâyezîd'e yakışır şekilde oldu Beni ve ibâdetlerimi kusurlarımla birlikte kabûl eyle "
Bir zaman; "Artık ben, zamânın en büyük evliyâsıyım " düşüncesi kalbime geldi Hemen buna pişman olup gönlüm hüzünle doldu Şaşkınlık içerisinde Horasan yolunu tuttum Bir müddet gittikten sonra; "Allahü teâlâ beni, kendime getirecek birini bana gönderinceye kadar buradan ayrılmayacağım " diye niyet ettim ve orada üç gün bekledim Dördüncü gün dişi bir devenin üzerinde bir gözü görmeyen biri geldi "Nereden geliyorsun?" dedim "Sen niyet ettiğin zaman üç bin fersah uzakta idim Oradan geliyorum Kalbini koru "Zamânın en büyüğü benim " gibi düşünceleri hatırına getirme!" dedi ve kayboldu
Uzun seneler nefsimi terbiye etmekle uğraşıp çile çektikten sonra, bir gece, Allahü teâlâya yalvardım "Şu testi ve aba sende oldukça, sana ruhsat yoktur " diye ilhâm olundu Bunun üzerine yanımda bulunan testi ve abayı terk ettim Bundan sonra bana; "Ey Bâyezîd, nefsin hevâ ve hevesi için tuzaktaki tâne misâli olan dünyâ mallarına gönül bağlayıp, sonra da Allahü teâlâya kavuşmak için yol istiyen kimselere; "Bâyezîd, nefsin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapmak sûretiyle kırk yıl uğraştığı hâlde, yanında bulunan kırık bir testiyi ve eski bir abayı terk etmedikçe izin alamadı Siz, bu hâlinizle size izin verileceğini mi zannediyorsunuz Aslâ izin alamazsınız " diye bildirildi
Bâyezîd-i Bistâmî vefât ederken, kendisini sevenlerden Ebû Mûsa ismindeki zât yanında bulunamamıştı Fakat o gece rüyâda; "Arşı, başı üzerine alıp taşıyordu" Bu rüyâya çok hayret edip, hikmetini anlıyamadı ve bunu Bâyezîd-i Bistâmî'ye sormak için yola düştü Yolda, Bâyezîd-i Bistâmî'nin vefât ettiğini haber aldı Bistâm'a geldiğinde cenâze merâsimi için, hesabı mümkün olmayan fevkalâde bir kalabalık gördü Tabutunu taşımakla şereflenmek için yanaşmaya çalıştı Fakat yanaşıp da tabutu taşımak mümkün olmuyordu Diyor ki, "Gördüğüm rüyâyı unutmuş vaziyette, hazret-i Bâyezîd'in tabutunu taşımakla şereflenmek istiyordum Bu mümkün olmayınca tabutu taşıyanlar arasından meşakkatle, sıkıntı ile geçip tabutun altına girdim ve başımı tabuta dayayıp öylece gidiyordum Birden tabutun içinden bana şöyle hitâb ettiğini duydum: "Ey Ebû Mûsâ! İşte şu bulunduğun hal akşamki gördüğün rüyânın tâbiridir "
Bâyezîd-i Bistâmî devamlı; "Allah! Allah! " derdi Vefâtı ânında da yine; "Allah! Allah! " diyordu Bir ara şöyle duâ etti: "Yâ Rabbî! Senin için yaptığım bütün ibâdet, tâat ve zikirleri hep gaflet ile yaptım Şimdi can veriyorum Gaflet hâli devâm ediyor Allah'ım! Bana huzûr ve zikir hâlini ihsân eyle " Bundan sonra, zikir ve huzûr hâli içinde rûhunu teslim etti Vefâtı 875 (H 261) senesinde Mayıs ayına rastlar Kabri, Bistâm şehrindedir
Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî vefât ettikten sonra, büyüklerden biri kendisini rüyâda görüp; "Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi " diye sordu Buyurdu ki: "Beni toprağa koydukları zaman bir ses duydum ki; "Ey Bâyezîd! Bizim için ne getirdin?" diyordu "Yâ Rabbî! Sana lâyık hiç bir iyi amel yapamadım Huzûruna lâyık hiçbir şey getiremedim, ama şirk de getirmedim " dedim
Hazret-i Bâyezîd, vefât ettikten sonra, büyük zâtlardan birisi kendisini rüyâda görüp sordu "Münker ve Nekir sana nasıl muâmele eyledi?" Cevâbında; "O iki mübârek melek gelip; "Rabbin kimdir?" diye sorunca, onlara dedim ki: "Bunu sormakla sizin maksadınız hâsıl olmaz Siz bana O'nu soracağınıza, beni O'na sorun Eğer O, beni, kulu olarak kabûl ederse ne âlâ Mâzallah O, beni kulu olarak kabûl etmezse, ben, yüz defâ; "O, benim Rabbimdir " desem ne faydası olur?" buyurdu
Bâyezîd-i Bistâmî vefât ettikten sonra, onun sâdık talebelerinden olan bir hanımefendi şöyle anlattı: Kâbe-i muazzamayı tavâf etikten sonra bir saat kadar tefekkür ettim Bu sırada uykum geldi ve birazcık uyudum Rüyâmda beni göğe çıkardılar Allahü teâlânın izni ve lütfu ile, Arş-ı âlânın altını gördüm Çok güzel kokusu vardı Nurdan yazılmış bir yazı gördüm -Bayezîd Veliyyullah- yazılı idi ve yazının eni ve boyu da görünmüyordu
Velîler tâifesinin efendisi Cüneyd-i Bağdâdî buyuruyor ki: "Velîler arasında Bâyezîd-i Bistâmî'nin yeri, melekler arasında Cebrâil'in yeri gibidir "
Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin tasavvufta derecesi çok yüksek idi Tasavvuf ilminde sekr, ilâhî aşk ile kendinden geçme hâli denilen bir hâlin kendisini kapladığı bir an, içinde bulunduğu durumu, müşâhede ettikleri şeyleri anlatmak için "Sübhânî" demiştir Bu sözü bâzı kimseler anlayamamış, Bâyezîd hazretlerinin şânına uygun olmayan sözler sarfetmişlerdir Halbuki bu sözü büyük âlim İmâm-ı Rabbânî hazretleri, birinci cild 43'üncü mektubunda şöyle açıklamaktadır: "Hallâc-ı Mensûr'un "Enelhak" ve Bâyezîd-i Bistâmî'nin "Sübhânî" sözünü tevhîd-i şühûdî bilmemiz lâzımdır Bu sûretle dîne uygun olurlar Bu büyükler o hâl içinde, Allahü teâlâdan başka, hiçbir şey göremeyince, bu sözleri söylemiş, Allahü teâlâdan başka bir şey yoktur demek istemişlerdir "Sübhânî" sözü, Hak teâlâyı tenzihtir Kendini tenzih değildir Çünkü kendi varlığını bilmemektedir Birşeye hüküm veremez "
Talebelerine sık sık şöyle nasîhat ederdi: "Müslüman kardeşinize saygılı olmanızdan daha kolay ne vardır? Onlara hürmet etmek, haklarını korumak ne güzel haslettir! Müslüman kardeşlerimize kin beslemek, onlara karşı saygısız olmak ne zararlı şeydir! Bu yol hiç kimseye fazîlet kapısını açmamış, hiç kimseyi başarıya ulaştırmamıştır  "
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri buyuruyor ki:
"Dilini, Allahü teâlânın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan koru Nefsini hesâba çek İlme yapış ve edebi muhâfaza et Hak ve hukûka riâyet et İbâdetten ayrılma Güzel ahlâklı, merhamet sâhibi ve yumuşak ol Allahü teâlâyı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma
"Otuz sene mücâhede eyledim, nefsimin istediklerini yapmadım İlimden ve ilme uymakdan daha zor bir şey bulamadım "
"Gözlerini harama bakmaktan ve başkalarının ayıplarını görmekten koru "
"Bir gece karanlığında odamda otururken ayaklarımı uzatmıştım Hemen bir ses duydum Sultanla oturan edebini gözetmelidir diyordu Hemen toparlandım "
"Allahü teâlânın kendileri sebebiyle nefsimi cezâlandırdığı bütün şeyler üzerinde düşündüm Onların en şiddetlisi olarak gafleti buldum Allahü teâlâdan bir an gâfil olmak (bir an O'nu unutmak) Cehennem ateşinden daha şiddetlidir "
"Ey Allah'ım! Ey kusurlardan uzak olan sonsuz kudret sâhibi Rabbim Sen ne dilersen yaparsın Benim vücûdumu öyle büyült, öyle büyült ki, Cehennem'i ağzına kadar doldursun Böylece başka kullarına yer kalmasın Onların yerine ben yanayım " Hazret-i Ebû Bekir de böyle duâ ederlerdi
"Siz havada uçan birisini gördüğünüz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerâmet sâhibi birisi olduğuna hüküm vermeyin Hatâ edebilirsiniz O kimsenin hakîkaten fazîlet ve kerâmet sâhibi olduğunu anlamak için, İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağ-
lılığına bakın Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sâhibidir Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâmet sâhibidir, demek mümkün olmaz "
"Yâ Rabbî! Sana kavuşmak nasıl mümkün olur?" diye duâ ettim Bir nidâ geldi, "Nefsini üç talakla boşa" diyordu "
"Bu kadar zahmet ve meşakkatlere, sıkıntılara katlanarak aradığımı, annemin rızâsını almakta buldum Çok basit gibi gelen anne rızâsını almanın, bütün işlerin evvelinde lâzım olduğunu anladım "
"Günahlara bir defâ, tâatlere ise bin defâ tövbe etmek lâzımdır Yâni yaptığı ibâdet ve tâatlere bakıp kendini beğenmek, o ibâdeti hiç yapmamak günahından bin kat daha fenâdır "
"İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim Bunun, gaflet olduğunu anladım Gafletin insana yaptığı zararı, Cehennem ateşi yapmaz Yâ Rabbî! Bizleri gaflet uykusundan uyandır Lütuf ve keremin ile bu duâyı kabûl eyle "
"Bütün âlemin yerine beni Cehennem'de yaksalar ve ben de sabretsem, Allahü teâlâya muhabbeti dâvâ edinmiş birisi olarak yine bir şey yapmış olmam Allahü teâlâ da benim ve bütün âlemin günahını affetse, rahmetinden ve ihsânından bir şey eksilmiş olmaz "
"Bir kimsenin, Allahü teâlâya olan muhabbetinin hakîkî olup olmadığının alâmeti; kendisinde deniz misâli cömertlik, güneş misâli şefkat ve toprak misâli tevâzu gibi üç hasletin bulunmasıdır "
"Allahü teâlânın nîmetleri, her an herkese gelmektedir O halde her zaman O'na şükretmek lâzımdır "
"Bizim sözlerimiz Kitap ve sünnettendir Bu iki kaynaktan gücünü ve mânâsını almayan bir sözde değer yoktur "
"Ârifin alâmeti nedir?" diye sorulduğunda; "Allahü teâlâyı anmakta gevşeklik göstermemektir " buyurdu
ANNEYE HİZMET
Bâyezîd-i Bistâmî, çocuk iken kendisi,
İlim için mektebe, göndermişti, annesi,
Hocasını büyük bir dikkatle dinliyordu,
Öğrendiği şeyleri, hemen ezberliyordu
Bir gün normal vaktinden, erken geldi evine,
Annesi merak edip, sorduğunda kendine,
Dedi ki: "Anneciğim, bugün birşey öğrendim,
Duânı almak için, erkenden eve geldim
Hak teâlâ Kur'ânda, buyuruyor ki bana,
İtâat eyleyeyim, kendisine ve sana
Duâ et de yapayım, Rabbime çok ibâdet,
Sana da lâyıkıyla, yapayım iyi hizmet "
O günden itibâren, sarıldı ibâdete,
Koyuldu annesine, gece gündüz hizmete
Karlı ve dondurucu, soğuk bir kış gecesi,
Yatağından seslenip, su istedi annesi
Fırladı annesinin, emri için yerinden,
Lâkin testi boş idi, çeşmeye koştu hemen
Testisini doldurup, döndüğünde evine,
Gördü ki vâlidesi, uykuya dalmış yine
Onu uyandırmağa, gönlü râzı gelmedi,
Buzla kaplı testiyle, başucunda bekledi
Biraz sonra annesi, uyandı "Su, su" diye,
Gördü ki oğlu bekler, elinde testi ile
Dedi ki: "Ey evlâdım, niçin oturmuyorsun?
Başucumda, ayakta, öylece bekliyorsun?"
Dedi ki: "Anneciğim, beklerim şu sebepten,
Hemen verebileyim suyu geciktirmeden "
Vâlidesi silerek, yaşaran gözlerini,
Oğluna duâ için, kaldırdı ellerini:
"Yâ Rabbî, ben oğlumdan râzıyım sonsuz kere,
Sen de ondan râzı ol, kavuştur nimetlere "
Bâyezîd-i Bistâmî, hürmetine ilâhî,
Anne duâsı almak, nasîb et bize dahî
AYAKKABININ ÇAMURU
Bâyezîd-i Bistâmî yağmurlu bir havada Cumâ namazına gitmek için evinden çıktı Sağnak hâlde yağan yağmur, yolu çamur hâline getirmişti Yağmur bitinceye kadar bir evin ihâta duvarına dayandı Çamurlu ayakkabılarını duvarın taşlarına sürerek temizledi Yağmur yavaşlayınca câmiye doğru yürüdü Bu sırada aklına bir mecûsînin duvarını kirlettiği geldi ve üzülerek; "Onunla helâlleşmeden nasıl Cumâ namazı kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Allahü teâlânın huzûrunda durursun?" diye düşündü ve geri dönüp o mecûsînin kapısını çaldı Kapıyı açan mecûsî; "Buyrun bir arzunuz mu var?" diye sorunca; "Sizden özür dilemeye geldim " dedi Mecûsî hayretle; "Ne özrü?" diye sordu O da; "Biraz önce duvarınızı elimde olmadan çamurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim Bu doğru bir hareket değil Yağmurun şiddeti bu inceliği unutturdu " deyince, Mecûsî hayretle; "Peki ama ne zararı var? Zâten duvarlarımız çamur içinde Sizin ayağınızdan oraya sürülen çamur bir çirkinlik veya kabalık meydana getirmez " dedi Bâyezîd-i Bistâmî; "Doğru ama, bu bir haktır ve sâhibinin rızâsını almak lâzımdır " dedi Mecûsî; "Size bu inceliği ve insan haklarına bu derece saygılı olmayı dîniniz mi öğretti?" diye sorunca; "Evet dînimiz ve bu dînin peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm öğretti " dedi Mecûsî; "O hâlde biz niçin bu dîne girmiyoruz?" diyerek kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu
KURTLARIN VAZÎFESİ
Bir gün Yûsuf-i Bahirânî isminde bir zât kendi kendine; "Bâyezîd-i Bistâmî'nin yanına gideyim Eğer, açıktan bir kerâmet gösterirse velî olduğunu kabûl edeyim Böylece onu imtihân etmiş olayım " diye düşündü Bu düşünce ile, Bâyezîd-i Bistâmî'nin bulunduğu yere geldi Bâyezîd-i Bistâmî onu görünce buyurdu ki; "Biz kerâmetlerimizi, talebelerimizden Ebû Saîd Râî'ye havâle ettik Sen ona git " Bu kimse gidip, Ebû Saîd Râî'yi sahrada buldu Kendisi namaz kılıyor, koyunlarına da, kurtlar bekçilik ediyordu Namaz bitince, gelen kimse kendisinden tâze üzüm istedi Oralarda üzüm bulunmazdı ve zamânı da değildi Ebû Saîd Râî, asâsını ikiye bölüp, bir parçasını gelen kimsenin tarafına, diğer kısmını da kendi tarafına dikti Allahü teâlânın izni ile, hemen o parçalar asma oldu ve tâze üzüm verdi Fakat, Ebû Saîd tarafında bulunan üzümler beyaz, gelen kimsenin tarafında bulunan üzümler siyah idi O kimse, üzümlerin renklerinin farklı olmasının sebebini sordu Ebû Saîd Râî; "Ben, Allahü teâlâdan, yakîn yolu ile istedim Sen ise imtihan yolu ile istedin Dolayısıyle, renkleri de niyetlerimize uygun olarak meydana geldi " buyurdu ve o kimseye bir kilim hediye edip, kaybetmemesini tenbih etti O kimse kilimi alıp, hacca gitti Fakat, kilimi, Arafat'da kaybetti Çok aradı ise de bulamadı Hac dönüşünde, Bistâm'a, Bâyezîd hazretlerinin yanına uğradı Baktı ki kaybettiği kilim, Bâyezîd-i Bistâmî'nin önünde duruyor Bu hâdiselere şâhid olduktan sonra, böyle yüce bir zâttan, kerâmet istediğine çok pişmân oldu Tövbe ve istigfâr edip, Bâyezîd-i Bistâmî'nin talebeleri arasına katıldı
ON ŞEY
Bâyezîd-i Bistâmî buyurdu ki: "Şu on şey beden üzerine farzdır:
1) Farzları noksansız yerine getirmek, 2) Haram kılınan şeylerden kaçınmak, 3) Allah için mütevâzî olmak, 4) Müslüman kardeşlerine eziyet etmekten sakınmak, 5) İyi ve kötü herkes için hayır isteyen olmak, 6) Allahü teâlânın mağfiretini arzulamak, 7) Her işte ve her hâlükârda Allah rızâsını gözetmek, 8) Öfkeyi, gurur ve taşkınlığı, zulüm ve haksızlığı, üzücü ölçüde mücâdeleyi terketmek, 9) Kendi kendine nasîhatçı olmak, nefsi terbiyeye çalışmak, 10) Ölüme bilerek hazırlanmak "
Şu on şey bedeni korur:
1) Gözleri haramdan ve lüzumsuz şeylerden korumak, 2) Dili zikre alıştırmak ve bunu îtiyâd hâline getirmek, 3) Nefis muhâsebesi yapmak, günlük hayâtı bu ölçü içinde sürdürmek, 4) İlim öğrenmek ve öğrenilen ilmi faydalı olacak şekilde kullanmak, 5) Edeb ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhâfaza etmek, 6) Bedeni, dünyânın faydasız işlerinden kurtarıp, dünyâ ve âhiret için faydalı işlerde kullanmak, 7) İnsanlarla haşır-neşir olmamak, kalbi geliştirmek, düşünceyi berraklaştırmak, zekâyı işletmek için uzlete çekilmek, 8) Nefis ile kıyasıya mücâdele etmek, 9) Çokça ibâdet etmek, 10) Peygamber efendimizin sünnetine uymak
Şu on şey bedenin şerefidir:
1) Tevâzu içinde yumuşak huyluluk, 2) Hayâ ve edep, 3) İlim, 4) Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak, gönül rahatlığı içerisinde ibâdetleri hatâsız yapmaya çalışmak, dünyâ şatafatına değer vermemek, 5) Her işte, atılan her adımda Allahü teâlâdan korkmak, 6) Güzel ahlâk, 7) Başa gelen belâ ve musîbetleri yüklenmek, sabrı dayanak yapmak, 8) Halk ile iyi geçinme yollarını, idâre etmek çârelerini bilip yürütmek, 9) Öfkeye mâni olmak, 10) Dilenmeyi terketmek
Şu on şey insanın maddî ve mânevî yapısını tahrib eder:
1) Dînine önem vermeyen kimseyle arkadaşlık etmek, 2) Hayırlı ve yararlı kişilerden ayrılmak, onlarla dostluk kurmamak, 3) Nefsin isteklerine boyun eğip onun peşine takılmak, 4) İslâmiyetten uzaklaşmak, 5) Dinden olmayan şeyleri din adına uydurup dîne sokan kimselerle oturup kalkmak, 6) Dünyâ ve âhiret için yararlı olmayan şeylerle uğraşmak ve bu tür şeyleri arzulamak, 7) Halkı kötü zan altında tutmak, 8) Üstünlük taslamak, 9) Dünyâlıktan yana üzüntüye kapılmak, 10) Âhireti düşünmemek
On şey insan varlığını öldürür:
1) Terbiye azlığı, 2) Cehâlet çokluğu, 3) Halktan nîmet beklemek, 4) Şehvet azgınlığı, nefis kudurganlığı, 5) Baş olma sevdası, 6) Dünyâya lüzumundan fazla meyletmek, 7) Allahü teâlâ katında nefis ile dostluk kurmak, 8) Çok yemek, 9) Çok uyumak, 10) Kalabalığa uymak
On şey insanı aşağılık yapar:
1) Öfke ve hiddet, 2) Kin ve nefret, 3) Büyüklenme, 4) Zulüm ve haksızlık, 5) İnat yollu mücâdele, 6) Cimrilik, 7) Başkasına ezâ ve cefâ etmek, 8) Mümin kardeşine saygısızlık, 9) Kötü huy ve fenâ ahlâk, 10) İnsaf ölçülerini aşmak
NASÎHATLERİN ÖZÜ
Bâyezîd-i Bistâmî'nin yakınlarından biri seyâhate çıkarken, huzûra gelip; "Bana tavsiyede bulunur musunuz?" dedi O da; "Üç şey ile sana tavsiyede bulunurum: Yolculukta kötü huylunun biri sana arkadaşlık ederse, onun kötülüğünü kendi güzel ahlâk potana sok da şekillendirmeye çalış Böylece işin ve yolculuğun selâmetle netîcelensin Biri sana iyilikte bulunursa, devamlı sûrette Allahü teâlâya şükret Çünkü o adamın kalbini sana çeviren cenâb-ı Hak'tır Bir belâ sana dokunacak olursa, o belânın üzerinden kalkması için süratle Allahü teâlâya dön ve netîceyi sabırla bekle Ümidin kırılmasın, îtimâdın sarsılmasın Çünkü gelen belânın altında ne gibi hayırların yattığını o anda idrak edemezsin " dedi
Talebesi Ebû Mûsâ'ya şöyle nasîhatta bulundu: "Sana yaşadığın sürece tamâmen Allahü teâlâya yönelmeni, yüzünü hiçbir vakit O'ndan çevirmemeni tavsiye ederim Şüphe yok ki O'na kavuşacak ve O'nun yüce huzûrunda duracaksınız Ve sen bütün işlediklerinden sorumlu tutulacaksın Sakın gâfil olma Gaflet uykusundan bir an önce kendini kurtar Hiç kimseyi O'na tercih etme Sana gelen belâlara sabret Allahü teâlânın hükmüne ve kazâsına rızâ göster Allahü teâlânın verdiğine kanâat et Allahü teâlâya güven, vâdettiklerinin mutlaka yerine geleceğine inan Hiç ölmeyecek ve hep diri olan Rabbine tevekkül eyle Her işinde O'nun inayetini iste O'nun emirlerine riâyet et Hayatta olduğun müddetçe bu dediklerimi yapmaya çalış Halkı bırakıp, Hakk'a yönel İşini O'na ısmarla! "
KÖTÜLÜĞE İYİLİK
Müslüman, kardeşine, güler yüzlü olmalı,
Din ve dünyâ işine, yardımda bulunmalı
Bir köylü, Medîne'de, sordu efendimize,
Dedi: "Yâ Resûlallah, din nedir, öğret bize?"
Buyurdu ki: "Allah'ın, emrine itâattir,
Onun mahlûklarına, merhametli olmaktır "
Güzel ahlâk hakkında, suâl eden birine,
Buyurdu ki: "İhsân et, senden yüz çevirene!"
Çok defa Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri,
Kabristanın içinde, gezerdi geceleri
Yine dolaşır iken, bir gece kabristanda,
Onu gece bekçisi, farketti karanlıkda
Ve lâkin tanımadı, vurdu asâsı ile,
Bâyezîd-i Bistâmî çıkarmadı çıt bile
Devâm etti vurmaya, bitsin diye cezâsı,
Sonra kırılıverdi, birden bire, asâsı
Bâyezîd hazretleri, gelince hânesine,
Asânın fiyatını, sordu talebesine
O miktarda parayı, koydu kese içine,
Gönderdi tatlı ile, o gece bekçisine
Bir de mektup yazmıştı, kendisine şöyle ki,
"Sayın Bekçi Efendi, bu gece, dövdün beni
Evet suç bende idi, kabâhatin yok senin,
Dövmezdin tabî ki, ben orada gezmeseydim
Senin asân kırıldı, benim sebebim ile,
Bu parayla asâ al, hakkını helâl eyle
Ye âfiyet üzere, gönderdiğim tatlıdan,
Korusun Hak teâlâ, seni her sıkıntıdan "
Okuyunca o bekçi, bu mektup geldiğinde,
Huzûruna gelerek, tövbe etti o günde
Ve hattâ bu sâyede, geldi bir çok bekçiler,
Onun ile birlikte, hak yoluna girdiler
İTÂAT BÖYLE OLUR
Allah adamlarından, "Bâyezîd-i Bistâmî",
Dîne hizmet uğrunda, bir hayli çoktu azmi
Üstâdından aldığı, feyiz ve ilhâm ile,
Hizmete adamıştı, kendini tamâmiyle
Gâye, bir kişi olsun, kurtarmaktı Ateş'ten,
Daha mühim iş yoktu, ona göre bu işten
Buyurdu: "Kardeşlerim, verenler olur azîz,
Zîrâ veren kulları, çok seviyor Rabbimiz
Almak istemeyin ki, bu, hiç makbûl şey değil,
Hep almak düşünenler, olurlar hor ve zelîl
İnsanlar arasında, olan her türlü kavga,
Hepsi almak yüzünden, vukû bulur mutlaka
Fakat "vermek" yüzünden, çekişme olmaz zinhâr,
Görülmüş mü vermekten, kavga etsin insanlar?"
Buyurdu: "Peki deyin, kaçının îtirazdan,
Zîrâ peki demeyip, kovuldu la'in şeytan
Eshâb, Resûlullah'a, tam itâat ederdi,
O'nun her bir emrine, hemen "peki" derlerdi
Mübârek huzûrunda, edepliydiler gâyet,
Sessizce oturur ve etmezlerdi hareket
Hattâ ağaç zannedip, kuşlar o kimseleri,
Gelip üzerlerine, konarlardı ekserî
Bir kabahat işledi, eshâbdan biri, bir gün,
Mübârek kulağına, gitti bu da Resûl'ün
Resûl'e erişince, vukû bulan hâdise,
Buyurdu ki: "Onu ben, hapsettim öyle ise "
Bu haberi o zâta, gidip dediklerinde,
Bir "mıh gibi" çakılıp, kala kaldı yerinde
Bu emri aldığında, nasılsa vaziyyeti,
Öylece dondu kaldı, aslâ değiştirmedi
Allah'ın Resûlünün, emrine muhâlefet
Olur diye, bir milim, eylemedi hareket
Hattâ bir ayağını, öbürünün yanına,
Bile getirmedi ki, îtiraz olur O'na
Resûl'e bu derece, itâat ederlerdi,
"O'nun için canımız, fedâ olsun " derlerdi "
Bir gün de buyurdu ki: "Kardeşlerim, bu nefis,
Öyle bir canavar ki, aman dikkat ediniz!
Bir ahtapot misâli, insanın vücûdunu,
Kollarıyla sarmıştır, böyle düşünün onu
Başı, tam alındadır, sanki bu canavarın,
İşi, mâni olmaktır, secdesine insanın
Haram ile beslenir, nefis denen canavar,
Serpilir, kuvvetlenir, işlendikçe haramlar
Sâdece tek gâyesi, vardır ki işbu nefsin
Sâhibini ebedî, azâba sürüklesin!
Siz düşman aramayın, sizin hâricinizde,
En büyük düşmanınız, nefistir içinizde,
Onu öldürmek için, iki yol vardır ancak,
Birisi, gıdâsını, kesmektir tam olarak
Yâni, işlenmez ise, en küçük günah bile,
O, gıdâsız kalarak, zayıflar tamamiyle
Öbürü, kelime-i tevhîdi söylemektir
Bu kelime, nefs için, en te'sîrli kötektir "
Bu sohbet sâhibinin, hürmetine İlâhî
Nefsimizin şerrinden, hıfz eyle bizi dahî
1) Tabakât-us-Sûfiyye; s 67
2) Hilyet-ül-Evliyâ; c 10, s 33
3) Tabakât-ül-Kübrâ; c 1, s 89
4) Risâle-i Kuşeyrî; s 17
5) Vefeyât-ül-A'yân; c 2, s 531
6) Sıfat-us-Safve; c 4, s 89
7) Mîzân-ül-İ'tidâl; c 1, s 481
8) Şezerât-üz-Zeheb; c 2, s 143
9) Mir'at-ül-Cinân; c 2, s 173
10) Nefehât-ül-Üns; s 109
11) Tezkiret-ül-Evliyâ; s 86
12) Tabakât-ı Ensârî; s 87
13) Tabakât-ı Evliyâ; s 388
14) Ebû Yezîd Bistâmî (Dr Abdülhalîm Mahmûd, Kâhire-1979)
15) Reşehât; s 14
16) Keşf-ül-Mahcûb; s 204
17) GAS (Fuad Sezgin); c 1, s 645
18) Nevâdir-ül-Âlem; s 29
19) Hadâik-ul-Verdiyye; s 7
20) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 3, s 105
21) Seâdet-i Ebediyye (48 Baskı); s 1042
22) Eshâb-ı Kirâm (7 Baskı); s 319
23) Rehber Ansiklopedisi; c 2, s 285
|