Kayyûm-İ Zaman

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kayyûm-İ Zaman




KAYYÛM-İ ZAMAN

Hindistan evliyâsının büyüklerinden Urvet-ül-Vüskâ Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin büyük oğlu, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin de torunudur İsmi Muhammed Sibgatullah'tır Yüksek dedeleri İmâm-ı Rabbânî'nin sağlığında, 1624 (H1033) senesinde Serhend şehrinde dünyâya geldi Kayyûm-i Zaman ismiyle meşhûrdur 1710 (H1122) senesi Rebî'ul-âhir ayının dokuzunda Cumâ günü vefât etti

Muhammed Sibgatullah doğduğu sırada, İmâm-ı Rabbânî, vaktin sultânı ile birlikte Hindistan'ın büyük şehirlerinden olanEcmîr'de bulunuyordu İmâm-ı Ma'sûm da babalarını ziyâret maksadıylaEcmîr'e gitmişti İmâm-ı Rabbânî ve İmâm-ı Ma'sûm, Ecmîr'den dönerken yolda bu oğullarının doğum haberi geldi Her ikisi de bu habere çok sevindiler Çünkü husûsî hâllerinin vârisi olacak cevher dünyâya gelmiş bulunuyordu

Beyit:

Senin gelişinden gül gibi açtım,
Her tarafa bahar kokusu saçtım

İmâm-ı Rabbânî ve İmâm-ı Ma'sûm Serhend'e geldiklerinde hemen bu çocuklarını görmek istediler İmâm-ı Rabbânî hazretleri onu görür görmez; "Esselâmü aleyküm Molla Sibgatullah" buyurdu Sonra mübârek yüzünü, o çocuğun kulağına yaklaştırıp, kimsenin duymadığı gizli gizli bir şeyler söyledi Husûsî sırları, kendilerine mahsus ilim ve mârifetleri müjdeledi Ne büyük bir saâdettir ki, dili süt emmeye henüz alışmadan, kulağı Müceddid'in yâni İmâm-ı Rabbânî'nin bereketli iltifatlarına, gizli esrârına kavuşmuş oluyordu

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, oğlu İmâm-ı Ma'sûm'a hitâben; "Senin bu oğlunda asâletten bir sıfat buldum" buyurdu Zîrâ İmâm-ı Rabbânî'ye göre asâlet olmayınca, kayyûmluk, kutbluk bulunması çok zordu Bu çocukta asâletten pay görünce, mânevî firâset ile, onun velîlik yolunda yüksek derece sâhibi olacağını veKayyûm-i Zaman olacağını anladılar Bu, Allahü teâlânın çok büyük bir ihsânıdır Dilediğine nasîb eder

Mısrâ:

"Gül bahçemi gör de bahârımı anla"

Muhammed Sibgatullah, daha beş-altı aylıkken şiddetli bir hastalığa yakalandı Hekimler çâre bulmaktan âciz kalıp, ölecek zannettiler Nihâyet nabzının atması bile hissedilemez oldu Babası ve annesi techiz ve tekfîn işine; cenâze hazırlıklarına, başladılar Bu durum İmâm-ı Rabbânî'nin mübârek kulağına ulaşınca, hemen bu hasta torununun yanına geldi Çocuğun o güzel yüzünden örtüyü kaldırıp mübârek eliyle temiz yüzüne dokundu ve tebessüm ederek; "Bâbâ! Annene-babana yaptığın bu nâz yetişir Onları üzdüğün yeter Haydi artık kalk Onlar da sıkıntıdan kurtulup rahat bir yemek yesinler ve huzûrla uyusunlar" buyurdu Bu söz üzerine, ölüm derecesinde hasta olmasına rağmen, çocuk gözünü açtı Ağlayarak hareket etmeye başladı ve tamâmen iyileşti Sanki hiç hasta olmamış gibiydi Sonra,Müceddîd-i Elf-i Sânî İmâm-ı Rabbânî, oğlu Urvet-ül-Vüskâ Muhammed Ma'sûm'a dönerek; "İnsanlar bu çocuğun yaşamasından ümîdi kesmişler Ben ise bu evlâdımı, iyileşmiş uzun ömür sürmüş, yetişip kemâle gelmiş, sakalları beyazlamış, büyük bir velî olmuş, huzûrunda binlerce insan oturmuş, herkesi nûrundan istifâde ediyor görüyorum" buyurdular

İmâm-ı Ma'sûm'un huzûrunda yetişti Zâhirî ve bâtınî ilimlerin ve kalbe âit ince mârifetlerin tamâmını ondan öğrendi İmâm-ı Ma'sûm hazretleri, bu yüksek oğluna, diğer talebeleri ve hattâ diğer oğulları arasında farklı iltifât eder, onda bulunan yüksekliği bildiği için, daha çok severdi Bu hâli bildirmek için bir gün bu oğluna şöyle buyurdu: "Siz benim oğullarım arasında Eshâb-ı kirâma benzersiniz Yâni siz, babam Müceddîd-i Elf-i Sânî'yi görmüş, zamânında bulunmuşsunuz Diğerleri böyle değildir Bu farkı az görmemelisiniz Eshâb-ı kirâmdan (aleyhimürrıdvân) biri, Peygamber efendimizin sohbetinde bir defâ bulunmakla öyle yüksek derecelere kavuşmuştur ki, Eshâb-ı kirâmdan olmayan en büyük velî bile onların en aşağısının derecesine kavuşamadı Bu velî zât ister Üveys-i Karnî olsun, ister Ömer-i Mervânî olsun (kuddise sirruhümâ)" Çünkü Müceddîd-i Elf-i Sânî'nin Peygamber efendimize olan bağlılığı son derece olduğundan, onun sohbeti, Resûl aleyhisselâmın yüksek sohbetinden pay almıştı O'na benziyordu Nitekim tam uyanın, uyduğu kimsenin bütün kemâlâtından nasîbi vardır

Muhammed Sibgatullah hazretleri zâhirî ve bâtınî ilimlerdeki tahsîlini ve velîlik yolundaki derecelerini tamamlayarak yetiştikten sonra, yüksek babasının emir ve işâretiyle talebe yetiştirmeye başladı En küçük kardeşleri olan Muhammed Sıddîk, babalarının şöyle buyurduğunu nakleder: "Oğlum MuhammedSibgatullah'ın talebeleri ile kendi talebelerim arasında hiç fark görmüyorum Diğer oğullarım böyle değildir Vâsıtalı veyâ vâsıtasız bir fark vardır"

Hâce Muhammed Sıddîk-ı Peşâverî, Urvet-ül-Vüskâ İmâm-ı Muhammed Ma'sûm hazretlerinin en yüksek halîfelerindendi Bu zât şöyle anlatır:

Bir defâsında mübârek hocamı ziyârete gitmiştim Bu esnâda hocamın bütün oğullarının takvâ ve verâda anlatılamayacak kadar ileride olduklarını, her birinin dînimizin emirlerine uygun amel etmekte, tasavvuf yolunda başkalarını yetiştirip mânevî terbiyede, ilim ve edeb âşıklarına rehberlik etmekte çok yüksek derecede bulunduklarını gördüm Hepsinin Allahü teâlâya yakınlıklarının aynı olduğunu düşündüm Bu esnâda kalbime; "Acabâ aralarında hiç fark var mıdır? Varsa hangisi daha yüksektir?" düşüncesi geldi Çok uğraşmama rağmen, bu düşünceden kurtulamadım Hiç aklımdan çıkaramıyordum Bu hâli hocama bildirmeyi düşündüm ve sonunda arzettim Tebessüm eyledi ve; "Hâce! Bu mânânın halli, siz Peşâver'e vardıktan bir gece sonra olacaktır" buyurdu

Bu fakîr birkaç gün sonra Serhend'den ayrılıp Peşâver yoluna koyuldum Peşâver'e geldiğimde gâyet sevinçli ve neşeliydim Zîrâ, o gece, yüksek üstâdımın bereketi ile uzun zamandır süregelen ve beni rahatsız edip, kalbimi meşgûl eden bir suâlim cevaplandırılacaktı Akşam oldu Karanlık bastırdıBen heyecanla bekliyordum Yatsı namazından sonra uyumuşum Rüyâmda Peygamber efendimizi ziyâretle şereflendim Dört halîfesi ile birlikte yanıma geldiler Urvet-ül-Vüskâ'yı da oğullarıyla birlikte, Resûl aleyhisselâm efendimizin huzurlarında, büyük bir hürmet ve edeble ellerini bağlamış olarak beklediklerini gördüm Bu esnâda Resûlullah efendimiz, bu hizmetçisine hitâb ederek buyurdular ki: "Urvet-ül-Vüskâ'nın oğullarının kendine nisbeti (bağlılığı), dört halîfenin bana olan nisbeti gibidir" İşâret parmaklarını halîfelerine doğru uzattılar ve sonra hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'ı göstererek; "Büyüğü büyüktür!" buyurdular

Hazret-i Kayyûm-i Zaman Muhammed Sibgatullah, Urvet-ül-Vüskâ'nın oğullarının en büyüğüydü Böyle olunca talebelerinin ve halîfelerinin de en büyüğüydü Ben bunu bizzat Resûlullah efendimizin işâret ve bildirmeleri ile anladım Böylece kalbimi meşgûl eden o düşünce ve suâlim cevaplanmış oldu

Urvet-ül-Vüskâ hazretleri, vefâtına yakın zamanda da Kayyûm-i Zaman'ın hâlini şöyle medhetmiştir: "Sizin emsâlsiz hâliniz, dâimâ makbûlümüz ve mahbûbumuzdur Yâni kabûlümüz ve sevdiğimizdir Gevşeme ve değişme, bu emsâlsiz hâlinize yol bulamaz"

Kayyûm-i Zaman hâllerini çok gizlerdiEvliyâlık yolunda üstün makamlara, çok yüksek derecelere ulaşmış olduğu hâlde, bunları açığa çıkarmayı istemezdi Hattâ talebelerinden bâzıları; "Efendimiz! Bu kadar sırlar ve vâridât yâni mânevî hâller içerisinde bulunduğunuz hâlde, bunları bu kadar örtüp, gizlemenizdeki sebep nedir?" diye arz ettiler Cevâbında; "Söylenmesi ve yazılması doğru ve lâzım olanlar, hazret-i Müceddîd-i elf-i sânî ve Urvet-ül-vüskâ (yüksek dedem ve babam) tarafından söylenmiş ve yazılmışlardır Bu zamanda onların söyleyip yazdıklarından daha iyi söz söyleyecek kimse yoktur" buyurdu

Hazret-i Kayyûm-i Zaman'ın gündüz ve gecedeki bütün amelleri tamâmen sünnete, yâni dînimizin her emrine tam uygundu Bir sünneti yerine getirememek endişesi, gözünde gönlünde dağ gibi görünürdü Yemekte, içmekte, oturmakta, kalkmakta, yolculuk ve ikâmet hâlinde, giyinmede, her zaman okunması îcâbeden duâlarda ve diğer duâlarda, dil ve kalb ile yapılan zikrlerde, oruç, namaz, hac, umre, zekât, güzel ahlâk, ihsân, tevekkül, hilm (yumuşaklık), ilim, cömertlik, iyilik yapmak, sabır, tahammül ve diğer güzel huylarda pek ilerideydi Bu güzel huyların îcâblarını yerine getirmekte o kadar dikkatliydi ki kıl ucu kadar gevşeklik ve ayrılık görülmezdi Gündüz ve gece yaptıklarından, inceden inceye kendini hesâba çekerdi İhlâs ve ibâdette ve her edebe riâyet etmekte pek ilerideydi Bununla berâber niyet ve amellerini, kâmil olmaktan uzak, ayıp ve kusurlu görürdü Bunun için pişmân olur, istigfâr ederdi Bu sebepten dâimâ mahzûn ve üzüntülü dururdu "Amel ve istigfâr et!" kelâmını kendine düstur edinmişti Dînimizin emirlerine uygun görünmeyen keşf ve kerâmetlere kıymet vermez, îtibâr etmezdi

Mübârek yüzünde öyle bir nûr vardı ki, güzel yüzünü bir kat daha güzelleştiriyor ve yüzüne bakanlara, lisân-ı hâl ile; "Bu görünen, insanlar gibi insan değil, bir güzel melektir" dedirtiyordu

Kayyûm-i Zaman hazretleri, ömrünün sonlarına doğru Kur'ân-ı kerîmi çok yavaş sesle okurdu Kendisine çok bağlı talebelerinden biri, müsâit bir vakitte; "Böyle düşük sesle okumanızın hikmeti nedir?" diye arz etti Bir müddet sustu ve sonra; "Hazret-i Urvet-ül-Vüskâ (yâni babam) ömrünün sonuna doğru böyle okurdu" buyurdu Başka bir defâsında talebelerinden birisi yine bu husûsun sebebini suâl ettiğinde cevâben; "Okurken bütün mevcûdât berâber okuyorlar ve bu fakîri yüksek sesle okumaya bırakmıyorlar" buyurdu

Kayyûm-i Zaman'ın yakın talebelerinden Mirzâ MuhammedKâbilî'nin hanımı vefât etmiştiKayyûm-i Zaman, tâziye (başsağlığı) için Mirzâ'nın evine gitti Mirzâ Muhammed, hanımının Kayyûm-i Zaman'a olan muhabbet ve bağlılığının fazlalığından bahsetti ve; "Eğer kabûl buyurursanız ve zahmet olmazsa, kabri hemen şuracıktadır Beraber gitsek çok memnûn olurdum" diye arz etti O da kabûl edip kabri ziyâret ettiler Kayyûm-i Zaman o hanımın mağfiret olunması için duâ etti Sonra murâkabeye daldı Duâ ve murâkabe esnâsında yüzünde bir ferahlık ve neşe göründü Ziyâretten sonra berâberce dönerlerken, Mirzâ; "Efendim, duâ ve murâkabe esnâsında mübârek yüzünüzde neşe ve sevinç alâmetleri gördüm Acaba hikmeti neydi?" diye suâl etti Kayyûm-i Zaman hazretleri buna cevap olarak buyurdu ki: "O esnâda bana ilhâm olundu ve hattâ söyleyen sesi duydum Şöyle buyruluyordu: "Seni ve kıyâmete kadar vâsıtalı ve vâsıtasız olarak seni tevessül edenleri(seni vâsıta ederek bana yalvaranları) mağfiret eyledim Bu hanım da onlardandır" Allahü teâlânın nihâyetsiz inâyetinin (ihsânının) bu fakîre geldiğini gördüm ve bu hanımın, umûmun yanında husûsî olarak zikredildiğini duydum Bunun için Allahü teâlâya çok şükreyledim Yüzümdeki neşe ve sevinç alâmeti bu yüzdendi"

Muhammed Sibgatullah hazretleri, bir sefere çıktığında yolda hastalandı, geçirdiği kaza neticesinde bir eli kırıldı Yol üzerinde bir eve misâfir oldu O evin avlusunda hurma ağaçları vardı ve o ağaçların altında oturuluyordu Kayyûm-i Zaman sandalyede değil yerde oturdu Herkes istirahate çekildikten sonra o, rahatsızlığından ve kolunun kırık olmasından bütün gece uyumadı Yere düşen hurmaları ve hurma yapraklarını hürmetle alıp edeple yüksekçe bir yere koydu Sabah olunca ev sâhibi onun uyumadığını, yere düşen hurma ve hurma yapraklarını toplamakla ve yüksek bir yere koymakla meşgûl olduğunu, görünce bu hâlinin sebebini sordu Ona cevâben buyurdu ki: Hadîs-i şerîfte; "Halanız olan hurmaya saygı gösteriniz Çünkü bu ağaç Âdem aleyhisselâmın çamurundan kalan artıktan yaratılmıştır" buyruldu Emre uyarak hurmayı azîz tutmak, ona saygılı olmak îcâb ediyor

Mirza Muhammed Efdal Kâbilî şöyle anlatır: "Kayyûm-i Zaman Muhammed Sibgatullah, Kâbil'de bulunduğu günlerin birinde, oğullarına haber vermesi için bir hizmetçiyi Serhend'e gönderdi Gidecek hizmetçi, kendisinden yol parası istedi O sırada Muhammed Sibgatullah'ın elinde bir kerpiç vardı Kerpici hizmetçiye verdi Kerpiç bir anda altın oluverdi Orada bulunan; Mîr Zarîf, Mîr Gulâm Hüseyin, Mirza Muhammed Mes'ûd ve daha birçok zât bu hâdiseye şâhid olduk Hizmetçi, elinde bulunan altını paraya çevirmek istiyordu Oradakiler bu altını satın almakta tereddüd ettiler Fakat, Mîr Gulâm Hüseyin hepimizden atik davrandı ve altını hizmetçiden satın alıp, teberrüken sakladı"

Hazret-i Kayyûm-i Zaman'ın hizmetçilerinden biri yolculuğa çıkmıştı Yolculuk esnâsında arkadaşlarını kaybetti Yolunu şaşırıp bir dağ başına geldi Burası hiç bilmediği, tanımadığı bir yerdi Her taraf öyle yeşil, öyle güzeldi ki, sanki hazan rüzgârları bu yapraklara hiç dokunmamıştı Burada dört mevsim birleşmiş, hepsi bahar gibi olmuştu Rengârenk güller, boy boy sünbüller, deste deste, demet demet açmış, her taraf güzelliklerle donanmış, boş bir yer kalmamıştı Talebe buranın, uzun zaman Cennet bahçesi misâli gönül açıcı güzelliklerinin seyrine daldı Bir müddet sonra, yolunu kaybettiğini, buraya yanlışlıkla geldiğini hatırladı Üstelik etrafta hiç insan görünmüyordu Bir insan ile karşılaşır konuşurum ümidiyle dolaşmaya başladı İnsan bulunduğuna dâir bir işâret yoktu Üstelik hep vahşî hayvanlar ve yırtıcı kuşlar ile karşılaşıyordu Vücûdunda bir ürperti meydana geldi Korkmaya başladı Her tarafı iyice aradı Ama kimseyi bulamayınca, ümîdi iyice azaldı ve korkusu şiddetlendi Artık o güzel bahçeyi, canını almak isteyen bir belâ gibi görüyordu Bu sırada gönüllerin sultânı olan hocası Kayyûm-i Zaman'ı hatırladı Kalbi ile ondan yardım ve imdâd istedi O anda hocasını karşısında buldu Kayyûm-i Zaman orada, bu talebesine; "Gözlerini yum!" diye emretti Yumunca kulağına kâfile arkadaşlarının sesleri gelmeye başladı Gözlerini açtığında kâfilenin yanındaydı Fakat hocası ortada yoktu Allahü teâlânın izni ve hocasının kerâmeti ile bir anda oraya geldiğini anladı

Kayyûm-i Zaman, Emk beldesinde, o memleketin kâdısının evinde misâfir bulunuyordu O sırada kâdı evde yoktu Ramazân-ı şerîf ayı idi Terâvih namazı kılınıyordu Âniden şehirde bir gürültü ve büyük bir karışıklık meydana geldi Bu karışıklık ve kavga sesleri, şehrin kâdısının evine yâni Kayyûm-i Zaman'ın bulunduğu yere doğru yaklaşıyordu Bin kişi kadar olduğu tahmin edilen kalabalığın, kadının evini yağmaya geldikleri anlaşıldı Kâdının âilesi ve yakınları bu hâli haber alınca, çok korkup üzüldüler ve ağlamaya başladılar Bu kalabalık eve yaklaşınca durakladı ve geri çekilmeye başladı Sonra birbirine girdiler Birçoğunun başının kesildiği görüldü O memleketi terk edip gidinceye kadar karışık hâlleri devâm etti Ortalık yatışınca onlara bu gerilemelerinin ve hezîmetlerinin sebebi sorulduğunda, dediler ki: "Kâdının evine yaklaştığımızda, beyaz sakallı, heybetli bir zât gördük Elinde öyle bir kılıç vardı ki, kime sallasa başını gövdesinden ayırıyordu Bu hâli görünce can korkusundan geri çekildik Çoğumuz da o keskin kılıçtan kurtulamayıp telef oldu Kılıç sallayan zâtı iyice târif ettiklerinde, Kayyûm-i Zaman'ı gördükleri anlaşıldıHâlbuki, kendisi o sırada, bütün düşüncelerden arınmış olarak namaz kılıyordu



Alıntı Yaparak Cevapla

Kayyûm-İ Zaman

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kayyûm-İ Zaman




Sûfî Abdüllatîf isminde bir zât şöyle anlatır: Kayyûm-i Zaman hazretleri Kâbil'i teşrif etmişti Huştî Köprüsünün yanında, Mirzâ Muhammed Âdil ismindeki bir zâtın evinde kalıyordu Ayaklarında nikris denilen rahatsızlık vardı Bu sebeble doktorlar soğuk su içmesini yasaklamışlardı Bu yüzden yanında bulunanlar kendisine buzlu su getirmezlerdi Kayyûm-i Zaman bir gün bu fakîre; "Bâzı pınarlar vardır ki, suyu kardan daha soğuk olur Bu yakınlarda böyle bir pınar biliyor musun?" buyurdu "Buralarda öyle bir pınar yoktur efendim" deyince; "Görmeden cevap vermeyin, kalkın, arayın" buyurdu Bu yakınlarda böyle bir pınarın bulunmadığı bilindiği hâlde emirlerine uyarak talebelerinden bir kısmı ile çıktık Kapıdan çıkar çıkmaz bir pınar göründü Duvarın dibinde su kaynıyordu Oraya yaklaşınca, bir su gördüm ki, hakkında; "Sütten daha beyaz, baldan daha tatlı ve kardan daha soğuk" sözü söylenebilirdi Bu duruma oradan gelip geçenler de şaşırdı Önce o sudan ben içtim Sonra kabı doldurup huzûruna getirdim Buralarda böyle bir suyun bulunmadığını, bu hâlin, kendilerinin tasarruf ve himmetleriyle olduğunu arz ettim Sevindi ve Allahü teâlâya şükreyledi O pınara, "Nûr pınarı" ismini verdi O pınar, o güzel hâliyle epey müddet aktı"

Bir zamanlar Hindistan'da büyük bir kıtlık vâki oldu ve uzun zaman devam etti Aynı zamanda vebâ salgını da başgösterdi Birçok kimse duâ etmesi için huzûruna gelip; "Bu belâ ne zaman geçecektir Bu kıtlık ve bu vebâ salgınından insanlar ne zaman kurtulacaktır?" diye arz ettiler "Sabrediniz!" buyurdu Her ne zaman gökte bir bulut görülse, insanlar Kayyûm-i Zaman'ın huzûruna gelirler; "Havada bir başkalık var Acabâ yağmur yağacak mı?" derler, ondan bir cevap beklerlerdi Cevap olarak bâzan; "Bu bulut yağmur vermeden geçer" der, bâzan da; "Bu bulutta yağmur yok" derdi Bir gün buyurdu ki: "Bakınız! Gökyüzünde bir bulut görülüyor," Oradakiler baktılar ve önceki bulutlara göre bunda da yağmur yok zannettiler Buyurdu ki: "Bu, her tarafı yağmur ile dolduracak bir buluttur" Böyle derdemez o bulut büyüdü, büyüdü, her tarafa yayıldı Gök gürültüsünün ardından rüzgâr ile birlikte şimşek çakmaya ve gâyet şiddetli yağmur yağmaya başladı Üç gün üç gece öyle devâm etti Yağmur, Hindistan'ın her tarafına aynı şekilde yağdı Allahü teâlânın ihsânı ve bu yağmur sebebi ile, kıtlık ve vebâ kalmadıSanki Hindistan yeni baştan tâzelenmiş gibi oldu

Kayyûm-i Zaman hazretlerinin kıymetli oğlu Meyan Şeyh Ehlullah, sıtma hastalığına yakalanmıştı Bir sene geçtiği hâlde, iyileşmedi Doktorlar âciz kaldıklarını söylediler Bu hastalık devâm ederken, birgün Kayyûm-i Zaman talebelerine buyurdu ki: "Oğlum Şeyh Ehlullah'ın hastalığı çok uzadı Çok zayıf düştü Üstelik gittikçe ağırlaşıyor Hastalığı kendime çekmem ve bundan sonraki ağrılarını benim yüklenmem îcâb ediyor" Bunu söyler söylemez oğlu tam sıhhate kavuştu Kendisi ise iki sene kadar hasta yattı Sonra iyileşti

Kayyûm-i zaman Muhammed Sibgatullah hazretleri zamânında,Hüsrev Bek isminde hırsızlık ve dolandırıcılıkta meşhûr biri vardı Bu, güçlü kuvvetli olup, çok cesur ve yiğitti Hırsızlık ve yankesicilikte zamânın meşhûru idi Bulunduğu yerin civârındaki köylerde eziyet ve cefâsından kurtulmuş tek bir ev yoktu Belâ kesilmediği ve ulaşmadığı yer yoktu Bir ara Kayyûm-i Zaman hazretleri Meyve Hâtun isimli bir köye gitmişti Bu meşhûr Hüsrev Bek de oradaydı Her nasılsa Kayyûm-i Zaman'ın ziyâretine gitti Birkaç gün sohbette bulundu Geceleri, arkadaşları ile berâber Yâkûb Türkmân köyünde kalırdı O günlerde köyün yakınındaki kervansaraya büyük bir kervan gelmişti Kervanda, Belh şehrinin büyük tüccârları vardı Bu meşhûr hırsız, kervanın kervansaraya geldiğini haber alıp, bilhassa kervandaki tüccârların mallarının çokluğunu ve bu arada çok kıymetli bir atın da bulunduğunu öğrenince, gece arkadaşları ile beraber kervansaraya doğru yola çıktıKervansaray gâyet muhâfazalı ve sağlamdı Hırsızların reîsi olan Hüsrev Bek kimseye sezdirmeden kervansaraya girdi Arkadaşlarını da dışarıda bıraktı ve doğruca o çok kıymetli atın bulunduğu yere gitti Atı çözecekken at kişnedi Kişnemeyi duyan atın sâhibi kalkıp atın yanına geldi Hırsız da yakalanmamak için, görünmeyecek şekilde kendini yere attı O kuytu yerde gizlenirken atın dizgininin daha sağlam olması için sâhibi bir çivi daha çaktı Çaktığı çivi hırsızın eline geldi Hırsız bütün ızdırâbına rağmen yakalanmamak için sesini çıkarmadıBöylece eli duvara mıhlanmış olan hırsız için, artık kaçıp kurtulmak ihtimâli de kalmamıştı Orada sabaha kadar çok büyük sıkıntılar çekti Buna rağmen, bağırmıyor, soğukkanlılığını muhafaza etmeye çalışıyordu Fakat çok daralmıştı Yaptığı işin kötülüğünü anladı Âdetâ, kendi kendinden nefret etmeye başladı "Bu belâdan kurtulursam ertesi gün Kayyûm-i Zaman'ın huzûruna gideceğim Tövbe edip talebelerinden olacağım" diye düşündü Tam bir âcizlik içinde ve büyük bir samîmiyetle böyle düşündüğü için, o anda Kayyûm-i Zaman'ı yanında gördü Kayyûm-i Zaman o çiviyi çıkardı "Hadi git Seni kurtardık" deyip gözden kayboldu Hüsrev Bek büyük bir ferahlık hissetti ve kervansaraya girdiği yerden dışarı çıktı Arkadaşları ise hâlâ onu bekliyorlardı Arkadaşlarına başından geçenleri anlatanHüsrev Bek; "Ben Kayyûm-i Zaman'ın huzûruna gidip hırsızlıktan tövbe edeceğim ve kabûl buyurursa talebeleri arasına gireceğim" dedi Arkadaşları da; "Hırsızlıkta bizim reîsimiz olduğun gibi, tövbede de reîsimiz olursun" diyerek tövbe ettiklerini bildirdiler Böylece hırsız başı olan Hüsrev Bek ve bütün arkadaşlarıKayyûm-i Zaman'ın huzûruna gelip tövbe ettiler Onun muhlis talebelerinden oldular O ana kadar çaldıkları malları mümkün olduğu kadar yerlerine sâhiplerine ulaştırdılar, yâhut helâllaştılar

Bundan sonra bu büyükler yolunda ilerlemeye başlayıp, kısa zamanda yüksek dereceler, kemâl mertebeler elde eden Hüsrev Bek, hocası Kayyûm-i Zaman hazretlerinden hilâfet ve icâzet aldı Hocası ona; "Fakîrullah" ismini verdi Çok gayret gösterdi Birçok kimse onun vesîlesiyle bu büyükler yoluna girdi O diyarda bulunan insanlar, zamânımıza kadar onun menkıbe ve fazîletlerini anlatmaktadırlar Nitekim hadîs-i şerîfte; "Câhiliye zamanında seçkin olanlarınız, İslâmda da seçkinleriniz olur" buyrulmuştur

Kayyûm-i Zaman hazretlerinin muhlis talebelerinden olan Gülendâm isimli bir zât şöyle anlatır: Şeytan bana çok musallat olur, lüzumsuz hayal ve düşüncelerle beni meşgûl eder, kötü işler yapmam için yol gösterirdi Bir gece bu düşüncelere dalmışken, kalbime; "Sen Kayyûm-i Zaman'ın yüksek kapısına ulaşanlardansın Ne için hâlini o dergâhta hizmet görenlere açmıyorsun Açarsan bu belâdan kurtulursun" diye bir ses geldi Bir gece teheccüd namazı vaktinde hocamı yalnız bulup, hâlimi arz eyledim "Şeytan, sizden ümîdini kesti" buyurdu O günden bu güne kadar seneler geçti de bir daha bana musallat olmadı Hiçbir şekilde, hiçbir işime karışmadı Hattâ o zamandan beri ihtilâm bile olmadım"

Bir gün bir talebenin hanımı şiddetli bir hastalığa tutuldu Ölmek üzereydi Talebe, Kayyûm-i Zaman'ın huzûruna gelip, bu hastanın şifâ bulması için duâ buyurmasını arz etti Kayyûm-i Zaman; "Hiç üzülme! Hastalığı geçecek, sıhhate kavuşacaktır" buyurdu Talebe sevinip hastasının yanına döndü Fakat bir müddet sonra hastanın durumu ağırlaştı Artık ümîd kesilmişti Bir gece can vermek üzereydi Rûhunu can alıcı meleğe teslim edip, gözleri, elleri ve ayakları ölülerdeki gibi oldu Bu hali gören o talebe üzülerek, ağlayarak hocasının huzûruna geldi ve hastanın Hakk'ın rahmetine kavuştuğunu söyleyip; "Mağfireti için duâ buyurunuz efendim" dedi O sıradaKayyûm-i Zaman hazretleri teheccüd namazı için kalkmıştı Bu talebesine buyurdu ki: "O hasta ölmemiştir" Talebe; "Efendim Elleri ve ayakları düz ve hareketsiz duruyor Gözleri de kapandı Vefât ettiğini iyice anladıktan sonra huzûrunuza geldim" dedi Kayyûm-i Zaman yine; "Mümkün değil ölmemiştir" dedi ve yiyecek bir şeyler verip; "Gidin Ne yapıp yapın Ağzını açın ve bu yemeği ağzına koyun Yaşadığından hiç şüphe etmeyin" buyurdu Talebe şaşkın bir vaziyette bildirileni yapmak üzere geri döndü Hastanın yanına geldi Ağzını zorla açtı Hocasından getirdiği yiyecek şeylerden ağzına koydu Daha ağzına koyar koymaz, yemek o hanımın ağzında oynamaya, hareket etmeye başladı Yemeği yuttu ve o ölü hâli geçip yaşama emâreleri görülmeye başladı Birden tam sıhhate kavuştu ve aç olduğunu bildirip çorba istedi

Kayyûm-i Zaman'ın talebelerinden birisi huzûruna gelip; "Efendim! Bizim bahçede bir ağaç var Meyve vermiyor" diye arz etti O talebeye buyurdu ki: "Asâmı (bastonumu) al O ağacın gövdesine dokundur İnşâallahü teâlâ meyve vereceğini ümîd ediyorum Hem de çok lezzetli meyveler verecektir" O talebe diyor ki: "Asâyı alıp ağaca dokundurdum Allahü teâlâ, hocamın o asâsının bereketiyle ağacı meyve ile donattı ve bu hal bütün şehirde darb-ı mesel oldu Herkes ondan bahsederdi

Kayyûm-i Zaman'ın halîfelerinden Sûfî Abdüllatîf-i Kâbilî şöyle anlatır: Üstâdım Kayyûm-i Zaman MuhammedSibgatullah hazretlerini çok görmek istiyordum Bir gün bu arzum şiddetlendiKalbim yanıyor, yerimde duramıyordum Ben Kâbil'de, o ise, irşâd diyârı olan mübârek Serhend şehrindeydi Yüksek babasıUrvet-ül-Vüskâ, Hâce Muhammed Hanîf-i Kâbilî'nin dâveti üzerine bir anda Serhend'den Kâbil'e gelip, yine bir anda geri dönmüştü Birden aklıma bu hâdise geldi Hocam Muhammed Sibgatullah ki her hususta babasına uymuştu ve onun kemâlâtına kavuşmuştu O hâlde Allahü teâlânın izni ile o da bir anda gelebilirdi Bu zavallı âşığı mübârek yüzü ile şereflendirir ve bu arzu ateşime bir çâre bulurdu Bu lütuf onun kerîmliğinden, iyilik ve ihsânından beklenir, ümîd olunur diye düşündüm Bu düşünceler içinde çarşıya doğru gidiyordum Âniden, karşımdan bana doğru yaklaştığını ve yüz yüze geldiğimizi gördüm Hemen ellerine kapandım Bir müddet berâber kaldık Sonra gözümden kayboluverdi

Berekat-ı Ma'sûmî kitabının yazarı olanSefer Ahmed şöyle anlatır: "Bir gün bu fakîr, Kayyûm-i Zaman'ın huzûrundaydım Kendisine hizmet etmekle şerefleniyordum O esnâda çok müşâhede ve hâllere kavuştum Dekken beldesine gidince gönlüme; "Acabâ bir daha hocamın yüksek huzûrunda bulunabilecek miyim?" Sohbet ve hizmetle şereflenebilecek miyim? Yoksa bir daha göremeyecek miyim?" gibi düşünceler geldi O anda hocamı karşımda gördüm Bana; "Ebû Saîd Ebü'l-Hayr buyuruyor ki" diye başlayıp o yüksek velînin şu meâldeki beytini okudu:

Bir kuş ki düşmüş idi, şu varlık tuzağına,
Uçup gitti, tuzaktan başka bir şey kalmadı

Fakîr, bu şiirden vefâtının yaklaşmış olduğunu anladım Çünkü, sırları, gizli hâlleri, rumûz ve işâretlerle anlatmak, bildirmek âdetiydi"

Serhendliler ile kâfirler arasında bir harb olmuştu Kayyûm-i Zaman cihâda gitmek istedi ise de yaşı çok ilerlemiş olduğundan gelmemesini ricâ ettiler Muhârebenin her iki tarafta da şiddetlendiği, kılıçların, okların, silâhların ölüm saçtığı bir geceydi Kayyûm-i Zaman merak edip durumu öğrenmek için muhârebenin yapıldığı yere doğru gitmişti Bir ara ayakları kayıp yere düştü Hizmetçiler yetişip kendisini kaldırdıkları zaman vücûdunda kılıç yarsına benzer bir yara gördüler Anlaşıldı ki harbeden müslümanlar arasına gitmiş ve orada yaralanmıştı Daha sonra, böyle mi olduğu kendisine suâl edilmiş, o ise ses çıkarmamıştıYaptığı güzel ve faydalı bir işi hiç söylemezdi Bu yarayı muhârebe meydanında aldığı anlaşıldı Kâfirlerin pek kalabalık oldukları bu harpte, müslümanların imdâdına yetişmiş ve kâfirlerin yenilmesine yardımcı olmuştu

Kayyûm-i Zaman Muhammed Sibgatullah hazretleri, bu yarayla altı ay yattı Acı ve ızdıraplar çekti Sonra şehîdlik mertebesi ileAllahü teâlâya kavuştu Bundan sonra şehirdeki cemiyet, hattâ dünyâdaki cemiyet bozuldu Yâni o öyle yüksek, öyle üstün idi ki, vefâtı ile meydana gelen boşluk, duyulan hüzün her tarafta anlaşılır, hissedilir oldu 1710 (H1122) senesinde Rebî'ul-âhir ayının dokuzunda bir Cumâ günü ikindi vaktinde vefât etti Vefâtında seksen dokuz yaşındaydı Onu çok sevenler, vefât târihini bildirmek için ebced hesâbı ile 1122'yi gösteren çok şiirler ve mısralar söylemişler, yazmışlardır

Kayyûm-i Zaman hazretleri vefât ettiği gün ikindi namazını kılmış, namazdan sonra Resûlullah efendimize yüz salevât-ı şerîfe okumuştu Bundan sonra rûhunu teslim etti

Seksen yaşına yaklaştığında; "Allahü teâlâ, seksen yaşındakileri Cehennem'den âzâd eyler" buyurdu Seksen yaşını geçtikten sonra Allahü teâlânın rahmetinden daha fazla ümitlendi Dâimâ hamd eder ve şehîd olarak ölmeyi taleb ederdi Bunun için Allahü teâlâ ona şehîdlik mertebesini ihsân ettiCenâze namazında çok büyük kalabalık vardı Yüksek babası İmâm-ı Ma'sûm'un türbesinde medfûndur

Kayyûm-i Zaman'ın; Şeyh Ebü'l-Kâsım, Muhammed İsmâil, Şeyhullah ve Rahmetullah isimlerinde dört oğlu olup, oğullarının herbiri babalarından icâzet ve hilâfet almış, olgun ve yüksek velî idiler Kayyûm-i Zaman'ın oğullarından başka birçok halîfeleri de vardı Bâzılarının isimleri şöyledir: 1) Ma'den-i Cevâhir ve Berekât-ı Ma'sûmî kitaplarının müellifi Meyân Sefer Ahmed, 2) Şeyh Zeynel'âbidîn: Meyân Fakîrullah Burhânpûrî ismi ile meşhûrdur 3) Mîr Azîz, 4) Mîr Muhammed Ganî, 5) Ebû Nasr Sultanpûrî, 6) Muhammed Refî'ı Kâbilî, 7) Abdüllatîf-i Kâbilî, 8) Şeyh Fakîrullah: Yâkûb Türkman köyünden olup, önceki adı Hüsrev Bek idi 9) Hâfız Muhammed Nizâm Kâbilî, 10) Sûfî Elif-i Belhî, 11) Sûfî Muhammed Kâbilî

ODUN KÂFİ GELMEDİ

Daha yaşı çok gençken, babası İmâm-ı Ma'sûm hacca gidiyorduYanlarında talebelerinden bir kısmı ile Muhammed Sibgatullah da vardı Muhammed Sibgatullah'ın yaşı çok genç olduğu için, kâfilede bulunanların ekmek ve su ihtiyaçlarını temin etmek vazifesi ona verilmişti Bir gün diğer hizmetçilerin başı, Muhammed Sibgatullah'a gelerek; "Etrafta çalı, çırpı, odun görünmüyor Hamur hazır, fakat ateş olmadığı için pişirip ekmek yapamıyoruz Hamur olduğu gibi duruyor Arkadaşların ise yemek zamânı yaklaşıyor Bu duruma bir çâre bulunuz" diye arz etti Bu söz üzerine Muhammed Sibgatullah; "Hamuru buraya getirin" buyurdu Hamuru getirdiler Hamuru eline aldı "Kimse gelmesin Ben şu tümseğin arkasında pişirip getireyim" dedi ve gitti Hemen başını açtı Bir parça hamur alıp başına koyduÇabucak pişiverdi Böylece bütün hamuru ekmek yapmaya başladı Arkadaşlarından biri, gideyim bakayım, ekmeği neyle pişiriyor deyip, yanına geldi Vaziyeti gördü O da başını kapadı ve hâlini örtmek istedi Az bir hamur kalmıştı Ekmeklerle ve az hamurla babasının yanına gelip; "Odun kâfi gelmedi, hepsini pişiremedim efendim!" deyince, kerâmetler hazînesi yüksek babası tebessüm ederek; "Şu arkadaş gelmeseydi, odun yetişecekti değil mi?" buyurdu

ŞİFÂ OLAN YEMEK

Kayyûm-i Zaman hazretlerini sevenlerden bir zât ağır bir hastalığa yakalanmıştı Bir akşam şifâya kavuşabilmek niyetiyle duâ istemek üzere, yüksek huzûruna geldiKayyûm-i Zaman o sırada yemek yiyordu Hasta içeri girdiği zaman daha bir şey söylemeden, Kayyûm-i Zaman ona; "Bu yemeklerin hangisinden yemek istersin?" dedi O da; "Hepsinden yemek isterim Hepsini seviyorum Ama ne yapayım ki, perhiz ediyorum" dedi Hastayı muâyene edip, ilâç veren doktor da Kayyûm-i Zaman'ın sevdiklerindendi ve o sırada orada bulunuyordu Kayyûm-i Zaman, doktora dönerek; "Bu yemekler ona zarar verir mi?" dedi Doktor; "Efendim, tıb bilgimize göre, bu yemekler bu hastaya zehir gibi gelir ve öldürür" diye arz etti Bunun üzerine hastaya dönüp; "Bu yemeklerden yeyiniz Sizin şifânız bunlardadır" buyurdu Hasta da tam bir iştah ile ve hocasının sözüne sığınarak o çeşit çeşit yemeklerden doyuncaya kadar yedi ve Allahü teâlânın izniyle hemen sıhhate kavuştu

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c1, s204
2) Umdet-ül-Makâmât; s342
3) Hadâik-ul-Verdiyye; s197
4) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c17, s107

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.