Kâzerûnî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kâzerûnî




KÂZERÛNÎ

Çin, Hindistan, İran ve Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî İsmi İbrâhim bin Şehriyâr'dır Annesinin ismi Bânuveyh bin Mehdî'dir Ebû İshak künyesiyle ve Kâzerûnî nisbesiyle meşhûr olmuştur 963 (H352) senesi Ramazân-ı şerîf ayında Şîrâz civârındaki Kâzerûn kasabasında doğdu 1034 (H 426) senesinde Kâzerûn'da vefât ettiKabri oradadır

Mecûsî bir âileye mensûb olan Ebû İshak Kâzerûnî'nin babası sonradan hidâyete kavuşup müslüman olmakla şereflendi Müslüman bir anne babadan dünyâya gelen Kâzerûnî'nin doğumundan îtibâren üstün halleri görülmeye başladı Onun dünyâya geldiği gece doğduğu evden göğe doğru yükselen bir nûr görüldü Bu nûr sütununun dalları etrâfı aydınlatıyorduAnnesi onu emzirmek istedi Fakat Ramazan-ı şerîf ayı olduğu için emmedi Bu hâli Ramazan ayı boyunca devâm etti Gündüzleri annesini emmiyor, geceleri emiyordu Ayrıca kardeşi emip karnını doyurmadan emmiyordu Bu da onun büyük bir zât olacağının ilk işâretleriydi

Ebû İshâk Kâzerûnî'nin, babası müslüman olduğu halde dedesiMecûsî yâni ateşperest idi Babası onun ilk olarak Kur'ân-ı kerîm öğrenmesini isteyince, dedesi; "Ona bir sanat öğretmek daha iyi olur" diyerek mâni olmaya çalıştı Küçük İbrâhim ise Kur'ân-ı kerîm okumak istiyordu Anne, baba ve dedesiyle meseleyi konuştuktan sonra, dedesini râzı etti Çünkü ilim tahsiline karşı şiddetli bir arzu duyuyordu Çocuk yaşında ilim tahsiline başlayıp, Kur'ân-ı kerîm okumayı öğrendi Okumaya gittiği sırada diğer çocuklardan daha gayretli olup derste hepsinden erken hazır bulunuyordu

Kur'ân-ı kerîm okumayı ve temel dînî bilgileri öğrenip, diğer ilimleri tahsîl etmeye başlayacağı sırada büyük bir âlim bulup ondan ilim ve feyz almayı arzu etti

Bunun için Ebû AbdullahHafif'in derslerine devâm etti Zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsîl etti Ayrıca Ebû Ali bin Hüseyin Fîrûzâbâdî el-Akkar, Ebü'l-Hasan Ali bin Cehdim Hemedânî ve başka âlimlerden çeşitli ilimleri tahsil etti Hadîs âlimlerinden birçoğu ile görüştü Şîraz, Basra, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevveredeki âlimlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti, velîlerin sohbetlerinde bulundu Zâhirî ilimlerde derin âlim, bâtın (kalp) ilimlerinde de yüksek bir velî oldu

Haram ve şüphelilerden sakınmakta, ince din bilgilerini çözmekte ve büyük âlimlerin eserlerini anlayıp îzah etmekte emsalsiz hâle geldi

Nefsin isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyle Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya çalıştı Şefkat, merhamet, güzel ahlâk ve cömertlikte yüksek dereceye ulaştı Zamânın sultanları onu çok sevip saydılar ve onun nasihatleriyle hareket etmeye çalıştılar İlimdeki ve mârifetteki yüksek derecesi sebebiyle "Sultân-ül-Evliyâ" ve "Kutb-ül-Aktâb" ünvanlarıyla meşhûr oldu

Kendisine hakâret edenlere, inkârcılık yapanlara elinden geldiğince hep tatlı söz, güler yüz gösterip hepsine hayır duâda bulundu İyi-kötü herkese, güneş gibi ışıklarını yaydı İyilik ve ihsânlarını kimseden esirgemezdi Zayıf, güçsüz, yetim ve fakirlere elinden geldiğince yardım eder ve sığınak olur, görüp gözetirdi Mübârek nefeslerinin bereketi bütün âlemi kuşattığından, Mekke-i mükerremeden Kirman'a kadar pekçok garip, seyyid ve derviş dergahına koşmuştu Ebû İshakKâzerûnî hazretleri her hâliyle örnek bir müslümandı Derdi, üzüntüsü olanlar onu görünce neşeyle dolar, gam ve kederleri silinir, zâlimler zulmünü terk ederdi Günahkârların pekçoğu onu bir defâ görmekle tövbe-i nasûh ederlerdi Gâyet sâde giyinir, halk içinde hep Hak teâlâ ile olurdu

Cömert ve kerem sâhibi olan Kâzerûnî hazretleri, çok misâfirperverdi Maddî yönden zayıf olduğunu bilen babası ona; "Sen fakirsin, gelen misâfirleri ağırlama gücüne sâhip değilsin, sonra bu işte acz içine düşmeyesin" deyince, Kâzerûnî hazretleri cevap vermedi Derken Ramazân-ı şerîf ayında bir misâfir topluluk geldiKâzerûnî'nin evinde bir şey yoktu Akşam yaklaşmıştı O anda biri içeri girdi Ekmek, muz ve incir bulunan büyük bir çantayı bırakıp: "Bunu dervişlere ve misâfirlere ikrâm et" dedi Bu hâli gören babası oğluna dönerek; "Gücün yettiği kadar insanlara hizmet et Zîrâ Hak teâlâ seni yalnız bırakmayacaktır" dedi

Ebû İshak Kâzerûnî, Kâzerûn'da dîn-i İslâma hizmet yolunda ve Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasında pekçok gayret sarf etti O devirde Kâzerûn ve civârı, putperest ve ateşperest sapık müşriklerle doluydu Müslümanlar azınlıktaydılar Onun irşâd faâliyetleri netîcesinde Kâzerûn ve etrâf memleketlerde îmân nûru parlayıp müslümanlar çoğaldı Her tarafta birçok vakıf müesseseleri kuruldu Kâzerûnî'nin sohbetinde yetişen talebeleri, İslâm dîninin güzel ahlâkını yaymak için seferber oldular Cihâd niyetiyle civâr beldelere dağıldılar Kâzerûnî, talebelerinden ve sevdiklerinden bir ordu hazırladı Kendisi de birçok gazâlara katılıp, ilâ-yı kelîmetullah, Allahü teâlânın dîninin yayılması yolunda, insanları küfür karanlıkları ve ebedî Cehennem azâbından kurtarmak için, ilim ve kılıçla cihâd etti Az zaman sonra hidâyet nûruna kavuşanlar çoğaldı Binlerce putperest, grup grup Kâzerûnî'nin huzûrunda îmâna geldi Kendisi de Cumâ günleri toplanan orduya vâz ve nasîhatlerde bulunurdu Onlara cihâd ve gazânın fazîletini anlatıp cihâda teşvik ederdi Mücâhidler, bu vâzları sâyesinde aşka gelip, ihlâs ile kâfirler üzerine yürüyüp zaferler kazandılar Bir çok ganîmet elde ettiler

Kâzerûnî her yıl mücâhidleri bizzat teftiş ederek onların silâhlandırılması, giyim-kuşamı ile yakından meşgûl olurdu Ordusu sefere gittiğinde kendisi mânevî başkumandan olarak devamlı duâ ederdi Mücâhid ordusu, Hindistan ve Çin'e kadar gitti Bir kısmı da Anadolu'ya gelerek Rumlarla cihâd etti BöyleceAnadolu'da İslâmiyetin yayılmasına çalıştılar Mücâhidler bir defâsında Rumlarla yapılan bir harpte zor durumda kalmışlardı Hemen hocaları Şeyh Ebû İshâk Kâzerûnî'nin rûhâniyetinden yardım istediler O sırada Kâzerûnî mescidde idi Âniden kalkıp asâsını eline alarak dışarı çıktı Askerin gittiği tarafa yönelip kayboldu Tam bu esnâda mücâhidler, heybetli bir süvârinin düşman saflarını darmadağın ettiğini gördüler Bu hâl, müslümanların kalblerine kuvvet verdi Nihâyet hocalarının yardımıyla düşman kuşatmasından kurtuldular

Kâzerûnî tekrar mescide döndüğünde, mescidde bulunanlar; "Efendim bu hâl nedir? Bir an mescidden çıkıp kayboldunuz" diye sordular "O saatteİslâm ordusu Rum diyârında esir düşmek üzereydi Yardım istediler, yardıma gittim" buyurduMescidde bulunanlar bu vak'anın olduğu gün ve saati kaydettiler Daha sonra İslâm ordusu kâfirlerle cihâddan dönünce bu hâli sordular Onlar da; "Kâfirlerle savaşa başladığımızda biz az, düşman çok kalabalıktı Çok kahramanlık ve cengâverlik göstermemize rağmen, bir yiğide yüz kâfir düşüyordu Bir anda topluca hücûma geçip bizi çepeçevre kuşattılar O anda hâtırımıza hocamız geldi ve yardım istedik Hemen heybetli bir süvârinin düşman saflarını darmadağın ettiğini gördük Kâfir ordusu kırılarak hezîmete uğradı Böylece gâlib geldik Ondan sonra o süvâri geldiği gibi kayboldu dediler Söyledikleri saat Kâzerûnî'nin kaybolduğu saatti

Ebû İshâk Kâzerûnî'nin tâlim ve terbiyesinde yetişip cihâd için her tarafa dağılan mücâhidler, gittikleri yerlerde, limanlarda, dergâhlar ve ilim yuvaları inşâ ettiler Bu faâliyet ve gayret, "Kâzerûniyye yolu" adı ile anılıp meşhûr oldu Ebû İshâk Kâzerûnî ve talebeleri bilhassa vakfiyelerin inşâ ve inkişâfında (yapılıp yayılmasında) rehber oldular

Kâzerûnî hazretlerinin birçok olgun talebeleri ve halifeleri vardı Bunlar; Ebü'l-Hasan Ali bin Fadl, Ebü'l-Abbâs bin Fadl, Muhammed bin İbrâhim, Ebû Abdullah Muhammed bin Dehzûr Mayinî, Ebû Abdullah Muhammed bin Cüzeyn, Hüseyin Sagîr, Ebû Ali Hüseyin Kebir, Hasan bin Ali, Hasan bin Ferhan Kâzerûnî, Ebü'l-Kâsım Kefşen Kâzerûnî, Hasan bin Merdsad, Ahmet bin Firûz gibi âlim, faziletli, ârif ve velî-yi kâmil zatlardı Bu talebeleri Hindistan, İran ve Anadolu'nun doğu bölgelerinin îmân ve hidâyet nûrlarıyla aydınlanmasına sebeb oldular

Ebû İshâk Kâzerûnî, zengin müslümanları hayra teşvik edip, vakıfların yapılmasını sağladı Çeşitli beldelerde yüzlerce dergâh, ribât, hânekâh yaptırdı Buralarda muhtaçlara yemekler dağıtıldı Bu ribât ve vakfiyelerde ilim ve edeb öğretildi, cihad rûhu aşılandı Gerek sağlığında gerekse vefâtından sonra Müslüman hükümdârlar, Kâzerûniyye yolunu teşvik edip, çeşitli vakıflar yaptılar Bilhassa; Bursa, Konya,Erzurum ve Şam gibi beldelerde zâviyeler çoğaldı Sultan Yıldırım Bâyezîd Han da, Bursa'da Kalealtı (yâhut Tahtakale) denilen yer arkasında Ebû İshâk alemdârlarına mahsûs bir Zâviye-i âlî tahsîs etti Vakfiyesinde; "Bunu Şeyh Ebû İshâk Kâzerûnî eshâbına âdet olduğu vechile, gelen misâfirlerin, mukîmlerin mümkün olduğu derecede îzâz ve ikrâmları hizmetlerinin îfâsı için vakfetti" denilmektedir

Gerek seferde gerek sulh zamânında insanlara vâz ve nasîhat ederek onların dünyâda ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermesi için çalışan Kâzerûnî hazretleri talebelerine nasîhat ederek buyurdu ki:

"Ey kardeşlerim! Size dört nasîhatım vardır Mutlaka tutunuz Yerime kimi vekil kıldı isem ona hürmetkâr olup, itâat ediniz Kur'ân-ı kerîm öğrenip, okumaya devâm ederek emir ve yasaklarını gözetiniz Bir misâfir geldiğinde evinizde ağırlayıp, hemen ne var ise hazırlayıp ikrâm ve hizmet ediniz Birbirinizle dost olunuz Birbirinizle muhabbetli olunuz Sakın düşmanlık edip nifâka sürüklenmeyiniz Birbirinizden uzak düşer parçalanırsınız"

"Bu iki parmağımın yanyana durması gibi îmân ve muhabbet birliktedir Allahü teâlânın rızâsı için her ikisi de mutlaka lâzımdır Muhabbetin şartlarına son derece dikkat ediniz Din kardeşlerinizi seviniz Yakındayken de, gıyâbında da seviniz, sevişiniz"

"Alahü teâlânın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmayı ganîmet biliniz"

"Şu üç grup insan aslâ iflâh olmaz, salâh ve seâdete kavuşamaz: Allahü teâlânın kendisine bahşettiği nîmetleri onun lâyık kullarından esirgeyip cimrilik yapanlar Hak teâlâya ibâdet edip de sonra bundan şikâyet edenler Bunlar; "Eğer benim ibâdetimin Hak teâlâ indinde değeri olsaydı ve kabûl görseydi, ben bu dünyâda berhüdâr olur, murâdıma ererdim" diye düşünüp üzülenler ve bu yüzden mahrum kalanlardır Üçüncüsü ise, tembellik ve gevşeklikleri yüzünden ibâdet, hizmet ve tâatten zevk alamazlar, bu sebeble bunları tam yapamaz, yerine getiremezler"

"Her kim nefis kuşunun etini severse, yâni nefsine düşkün olursa, onun gönlü gayb âlemi fezâlarına aslâ yükselemez ve yüce alemlerde uçmaktan mahrûm kalır"

"Faydalı veya zararlı olan altın veya gümüş değil, bunların kullanış ve sarf ediliş şekilleridir Helâl kazanıp helâl yere sarfediniz"

"İki lirayı gözlerinize koyun, gözleriniz dışarıyı göremez olur Peki ya binlerce lira ve parayı kalbine koyan, bunlara muhabbet edenin hâli nice olur"

Ebû İshak Kâzerûnî hazretleri gençliğinde hep oruç tutar, sâdece ekmekle iftâr ederdiNefsinin isteklerine karşı çıkardı Önceleri arasıra et yerdiSonra et yemeyi terk etti Buna sebep şu hâdise oldu:

Kâzerûnî hazretleri hac yolculuğu sırasında Basra'ya geldi Orada tasavvuf ehlinden bir toplulukla karşılaştı Onların toplantısına katıldı Ziyâfet verildi Bu arada sofraya et getirildiSofrada bulunanlar eti yediği halde Kâzerûnî hazretleri yemedi Hac ibâdetini edâ edip geri memleketine döndükten sonra bir gün canı et yemek istedi Bir parça pişmiş eti alıp tam yiyeceği sırada kendi kendine "Ey nefsim! Ey İbrâhim! O zaman insanlar arasında ziyâfette et yemedin ve onlara gösteriş yapmış oldun Şimdi onların arasında değil de yalnız başınasın ve et yemeye hazırlanıyorsun Açıktan yapmadığın bir şeyi gizlice yapıyorsun Sana yazıklar olsun" dedi Elini hemen etten çekti Allahü teâlâya artık et yemeyeceğim diye söz verdi O günden sonra ağzına et koymadı

Kâzerûnî hazretleri insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattıktan ve Allah yolunda cihâd ettikten sonraki zamanlarını insanlardan uzak olarak ibâdet ve tâatla geçirirdi Bu hususta da şöyle buyururdu: "Çok zarûrî bir işiniz olmadıkça, evinizden dışarı çıkmayınız Yoldan, çarşıdan, kalabalıktan ve dünyâ erbâbı olan kimselerin yakınından geçmeyiniz Onları görünce, kalbiniz belki meyledip, Allahü teâlâyı anmaktan mahrum kalır"

Ebû İshak Kâzerûnî hazretleri bir gün talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki: "Siz kendi evinizde ve arkadaşlarınızın evinde bulunduğunuz zaman önünüze yemek veya yiyecek bir şey getirilirse yalnız yemeyiniz" Orada bulunanlardan birisi şöyle anlattı: "Ben her Cumâ günü namazdan sonra hocamın hizmetini görür, sonra izin alır, annemin yanına giderdim Bir Cuma günü yine aynı şekilde yaptım Cumâ namazından sonra hocamdan izin alıp annemi ziyârete gittim Eve varıp hürmetle annemin ellerini öptüm, duâsını alıp oturdum Annem gidip biraz hurma getirdi ve önüme koydu Yememi söyledi Ben yemedim Annem çok ısrar etti"

"Şunu senin için saklamıştım" dedi Annemin bu ısrarı üzerine hocamın bize olan nasîhatlerini anlattım Annem; "Oğlum Benim hatırım için şu birkaç hurmayı yiyiver Senin hocan bunu nereden bilecek" dedi Annemin ısrarına dayanamayıp bir tâne hurma yedim Fakat kalbime bir sıkıntı çöktü Bir müddet sonra annemden izin alıp hocamın huzûruna döndüm Selâm verdim Hocam Kâzerûnî selâmımı aldıktan sonra; "Annenin yanında bulunduğun sırada neler yaptın ve ne yedin?" diye sordu Ben sessiz kaldım Hocam devam ederek yüzüme baktı ve; "Orada bir hurma yedin" buyurdu Hocamın bu sözü üzerine içimi öyle bir heybet ve korku kapladı ki, târif edemem O günden sonra hiçbir hâlimin, işimin ve sözümün hocama gizli olmadığına ve her şeyimizi ânında görmekte olduklarına olan yakînim arttı O hatâmdan dolayı tövbe ve istiğfâr ettim O andan îtibâren arkadaşlarımdan ayrı hiçbir şey yemedim

Ebû İshak Kâzerûnî hazretlerinin zamânındaBasra'da Yahyâ bin Hasan adında, bir mescid imâmı vardı Şeyh Kâzerûnî hazretlerinin oturduğu beldeye geldiSabah namazı vaktiydi Kâzerûnî hazretlerinin mescidine girdi Kâzerûnî hazretleri imâm olmuş namaz kıldırıyordu Yahyâ bin Hasan da ona uyarak namaza durdu Kâzerûnî, okuduğu uzun bir sûrede bir âyeti unutarak okumadı Bunu fark eden Yahyâ bin Hasan kendi kendine; "Yazıklar olsun bana Buraya kadar boşuna yorulmuşum Tâ Basra'dan buraya bu adamı ziyârete geldim Halbuki o namazda okuduğu sûreyi yanlış okuyor Kur'ân-ı kerîmi doğru okuyamayan kimsenin ne fazileti olabilir? Buraya geldiğime pişman oldum" diye düşündü Şeyh Kâzerûnî hazretleri namazdan ve duâdan sonra o kimseyi yanına çağırdı ve buyurdu ki: "Gördüğünüz gibi bizler hatâ işleyip duruyoruz Âdemoğluyuz Âdemoğlu unutkanlıktan kurtulamaz" buyurdu Yahya bin Hasan ismindeki kimse Kâzerûnî hazretlerinin kerâmet olarak, namazda iken kendi kalbinden geçenleri bildiğini anladı Düşündüklerine tövbe edip özür diledi

Zamânın devlet adamlarından Ebü'l-Fadl Büveyh-i Deylemî bir gün Ebû İshak Kâzerûnî hazretlerini ziyârete gitti Görüşme esnâsında Şeyh hazretleri ona dönüp; "Şarabı içmekten vazgeçip tövbe et" diye nasîhat ettiEbü'l-Fadl; "İmkânı yok efendim Ben şarab içmeyi bırakamam Çünkü ben, hükümdârımız Fahrü'l-Mülk'ün en yakını, nedîmiyim Onunla iyi görüşürüm Oturup beraber şarab içeriz Benim şarabı bırakmama vezirler râzı olmazlar Buna gücüm yetmez" dedi Kâzerûnî hazretleri buyurdu ki: "Sen şarab içmekten vazgeçip, benim yanımda tövbe et Hükümdarın ve vezirlerin yanına vardığın zaman, ziyâfette içki verdiklerinde hemen bizi hatırla"Ebü'l-Fadl, Şeyh hazretlerinin sözünü dinleyip içki içmekten vaz geçti ve geçmişteki günahlarına da onun huzûrunda tövbe etti



Alıntı Yaparak Cevapla

Kâzerûnî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kâzerûnî




Aradan bir müddet geçtikten sonra hükümdar Fahrü'l-Mülk ziyâfet tertipletip devlet ileri gelenleriyle birlikte Ebü'l-Fadl'ı da dâvet etti Ziyafette şarap dağıtılacak, çalgılar çalınıp eğlence yapılacaktı Ebü'l-Fadl olacakları ve fitneden nasıl kurtulacağını düşündü Ziyâfet için gerekli hazırlıklar yapıldı, eğlence ve ziyâfet başladı Vezirlerden birisi Ebü'l-Fadl'a da şarab getirdi ve içmesi için zorladı Ebü'l-Fadl o anda Kâzerûnî hazretlerinin sözlerini hatırladı Onun rûhâniyetine sığınıp; "Efendim himmet buyurup beni bu fitneden kurtarın" diye yalvardı Ebü'l-Fadl büyük bir endişe içinde beklediği sırada içeriye büyük bir kedi atıldı Sürâhi ve bardakların ortasından sıçrayıp bir çırpıda hepsini devirip, yıktı Sürâhi ve bardaklarda bulunan şarap yere döküldüSofradaki yiyecekler de döküldü Oradakilerden kimse kediye mâni olamadılar ve şaşkın şaşkın bakakaldılar

Kâzerûnî hazretlerinin kerâmetini gören Ebü'l-Fadl, olanlar karşısında ağlamaya başladı Fahrü'l-Mülk, Ebü'l-Fadl'a dönüp; "Neden ağlıyorsun?" diye sordu Ebü'l-Fadl olanların iç yüzünü anlattı Kâzerûnî hazretlerinin kendisine tövbe ettirdiğini söyledi Fahrü'l-Mülk ona; "Serbestsin istersen gidebilirsin, tövbeni bozma Bizim hâlimizi bize bırak" dedi Orada bulunanlar da durumu öğrenip Kâzerûnî hazretlerinin kerâmetine şâhid oldular

Ömrünü İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmekle geçiren, ilim, fazîlet ve güzel ahlâk sâhibi bir zât olan Kâzerûnî hazretleri, vefâtından önce şu vasiyette bulundu:

"Kıymetli yavrum! Sana yaptığım bu vasiyete sıkı sarılıp onunla amel edesin Böylece Allah yolunda muvaffak olup saîdlerden ve reşîdlerden olasın

Sana birinci vasiyetim, din ilimlerini, ilmihâlini iyi öğrenip, bunu dâimâ arttırmandır Çünkü tarîkat ve hakîkat ehli olsun kim olursa olsun herkes bu ilme muhtaçtır Tabii din bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinden ve eserlerinden öğrenmek insanın derece ve kıymetini artırır

Tasavvuf ilmini öğrenmek yâni kalbini temizlemek, kötü huylardan kurtulmak içindir Allahü teâlâ Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân-ı kerîmde; "Yâ Rabbî! İlmimi artır" diye duâ buyurmasını emretti Fıkıh ilmini öğrenmeyi ve bu ilmin dünyâ ve âhiret saâdetine vesîle olacağını bildirdi

Fıkıh ilmini ve ilmihâlini öğrendikten sonra bütün işlerini, ibâdetlerini buna uygun yapmalısın İlim ile dünyâlık elde etmekten uzak dur Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her kim âhiret amelleri ile dünyâlık taleb ederse, o kimsenin bu amellerden âhirette hiç nasîbi yoktur, fayda ve bereketini göremez Yüzünün nûru gider, onu saîdler, cennetlikler zümresinden yazmazlar, adını cehennemlikler arasına yazarlar" Übey bin Kâ'b'ın (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Bu ümmetten olup da âhiret işlerini dünyâ işlerine tercih edenlere müjdeler olsun Onlar yüce insanlardır Allahü teâlânın yardımına kavuşmuşlardır Dünyâyı âhirete tercih edenlere ise âhirette hiç nasîb yoktur"

Abdullah bin Mübârek'e; "Selef-i sâlihîn kimdir?" diye sorduklarında; "Dîni için dünyâdan yüz çevirenlerdir" buyurdu İşte bu hâle erdikten sonra, dâimâ takvâ üzere olman Allahü teâlâdan korkman lâzımdır Böylece Allahü teâlânın sevgili kullarından olabilirsin İnsanların yanında azîz ve kıymetli olursun Açık ve gizli iken Allahü teâlâdan korkup, içini ve dışını edeplendiren kimse, Hak teâlânın rızâsını kazanmış olur Evliyâ ve seçilmişler zümresine katılmış olur Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde üstünlüğün ancak takvâ ile, evliyânın da ancak müttakî yâni Allahü teâlâdan korkan kimseler, olduğunu beyân buyurmuştur

Bunu Allahü teâlânın yardım ve inâyeti ile başardıktan sonra, senin için en mühim vazîfe helal kazanç ve helal lokma taleb etmektir Yediğin, içtiğin, kullandığın her şey mutlak helalden olmalıdır Allahü teâlâ peygamberlerine meâlen; "Helâl ve tayyib olanları yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz" buyuruyor Buradan anlaşılıyor ki helâl yemedikçe, sâlih ameller işlenemez Demek ki, helâl yemek, helâl kazanç sâlih amel işlemekten önce gelmektedir Çünkü helâl lokma ve helâl kazanç, sâlih amellerin yapılabilmesi için birinci şarttır

Bunda da başarılı isen, gösterişten ve süslü giyinmekten kaçınman gerekir Hazret-i Ömer; "Benim atımı süslemeyiniz Ona binince gönlüm perdeleniyor" buyurdu Hasan-ı Basrî hazretlerine; "Hangi elbiseyi seversiniz?" diye sordular Cevâbında; "Ey zavallı!Eğer iyilik elbisede, iyi giyinmekle olsaydı, fâsıklar ve günahkârlar Hak teâlâ indinde sâlih kimselerden kıymetli olurdu Sözün doğrusu şudur ki, Allahü teâlâ Cemîl'dir, tâatın ve yaşayışın güzelini yâni İslâmiyete uygun olanını sever, bunlardan râzı olur" buyurdu

Bunda da muvaffak olursan, sana lâzım olan şey kanâatkâr olmaktır Bir günlük azık ile yetinmelisin Çok yemek, şehvetleriyle meşgûl olmak ve her bulduğunu yemek kötülenmiştir Bunlar insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır

Bunda muvaffak olduğun zaman, sana düşen vazîfe, Allah adamlarıya, dervişlerle, sâlih kimselerle sohbet edip doğru kimselerle bulunmaktır Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Ey îmân edenler! Allahü teâlâdan korkunuz ve sâdıklarla bulununuz" buyurdu Çünkü Allahü teâlâya yaklaşmak, O'nun sevgili kullarından olmak, ancak sâlihler ve sâdıklarla sohbet etmekle, onlarla bulunmakla ele geçer Allah adamlarının sohbeti bereketiyle takvâ, zühd, tâat, ibâdet, huzûr ve kalp topluluğu, Allahü teâlâ ile ünsiyet ve yakınlık halleri hâsıl olur Onların sohbetinde bulunarak bu mânevî nîmetlere kavuşanlar, Allah için sâlihler, sâdıklar ve müttakîler ile bulunanlar dünyâda Allahü teâlânın himâyesinde ve âfiyet üzeredirler Yâni günahlardan uzaktırlar Âhirette de oraya mahsus nîmet ve ihsânlara kavuşurlar Âhiretin dehşetli ve korkulu hallerinden korunurlar Peygamber efendimiz; "Kim şeref ve izzet sâhibi olmak istiyorsa, zâhidler ve Allah adamları ile bulunsun, Allah için âlimler ve salihler meclisinde otursun Hakîkî âlimler Allahü teâlâyı âriftirler, onu tanırlar, O'na kulluk vazîfelerini tam olarak yerine getirirler, aslâ nefislerinin isteklerine uymazlar Onlar öyle kıymetlidirler ki, Allahü teâlâ onları insanlar arasından seçip ayırmış, yüceltmiştir"

Büyüklerden birisi buyurdu ki: "Allahü teâlâ bir kuluna iyilik yapmak murâd ederse, onu Allah adamlarıyla karşılaştırır ve onlarla sohbet etmeye muvaffak kılar Böylece saâdet yoluna kavuşup Allahü teâlânın râzı olduğu ahlâk ve hallere kavuşur" Bütün anlatılanlar sebebiyle dâimâ sâlihlerin sohbetinde olmalısın Fakirler ile bulunmalısın Dünyâ ehlinden ve dünyânın arkasından koşanlardan uzak durmalısın Çünkü dünyâ ehli ile bulunmak, onların yaptığı işleri sevmeye sürükler Bu ise âhirette hüsrâna sebeb olur

Zâlimlerden ve bunlara yakın kimselerden uzak dur Her kim bunlara meylederse, âlim ve fazîletli bile olsa, sâlihler ve Allah adamları yanında kıymetli olmaz Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Şu üç şeyi yapanlar cürüm işlemiş olur İki topluluk arasında bozgunculuk yapıp, fitne çıkaranlar; ana-babasına âsî olanlar; zâlimlerle dostluk kurup, onların zulmüne yardımcı olanlar" ve yine; "Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Ben âlemlerin Rabbiyim İzzet ve celâlim hakkı için zâlimlerden intikam alırım Bir kimse bir zâlimin elinde bir mazlûmun zulme uğradığını görse, buna mâni olmaya gücü yetip de, o mazlûma yardım etmezse, ondan intikam alırım" buyurdular

Sultanlar ve devlet adamlarıyla birlikte bulunmaktan sakın Onların adamlarına da yaklaşma ki, yabancı kadınları görmüş olmayasın Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı kerîmde mümin erkeklere ve mümin kadınlara, nâmahreme bakmamalarını, muhakkak gözlerini haramdan korumalarını emir buyurdu Resûlullah efendimiz de sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Yabancı kadınlara bakmak, şeytanın oklarından bir oktur Kim bundan sakınırsa, Allahü teâlâ ona ibâdetin tad ve lezzetini tattırır O da bundan mesûd olur"

Sevgili yavrum! Bid'at sâhiplerinin sohbetinden, onlarla bulunmaktan sakın Onlarla oturup münâkaşa ve mücâdeleye girişme Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîminde bunu yasaklamıştır Resûlullah efendimiz de; "Bir kimse haklı bile olsa, dinde münâkaşa ve husûmeti terk etmedikçe îmânın hakîkatine eremez" buyurdu

Her hâlinde iyi huylu olmaya dikkat et Rıfk ve yumuşaklık tevâzû ve alçak gönüllülük bir de tahammül senin mayan olmalıdır Affedici, kerem sâhibi, cömert, hoşgörülü ol Bunun için de Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yüksek ahlâkı ile ahlâklan

Bir vasiyetim de şudur; Din kardeşlerine kolaylık göster, onlara yardımcı ol Her sabah onlar ile toplanıp Kur'ân-ı kerîm oku Her nerede Kur'ân-ı kerîm okunursa, oraya hayır ve bereket yağar Nitekim Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Herhangi uygun bir yerde Allahü teâlânın kitabı okunursa, melekler oraya gelip, okuyana yardım ederler Oraya Allahü teâlânın rahmeti yağar Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîm okuyanı, melekleri, peygamberleri, şehîdleri ve müminleri ile yâd eder O kuluna rahmet ve mağfiret eder" ve yine; "Benim ümmetimin şereflileri, Kur'ân-ı kerîmi okuyanlar ve gece namazı kılanlardır" buyurdular

Bir vasiyetim de şudur ki, dostlarını ve talebelerini mezarlığa Kur'ân-ı kerîmi para ile okumaları için gönderme Çünkü bu mürüvvete sığmaz Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Her kim insanlardan dünyâlık ele geçirmek için Kur'ân-ı kerîm okursa, kıyâmet gününde, yüzünde sırf kemik olarak yâni yüzü etsiz olarak getirilir"

Din kardeşlerine, arkadaşlarına yedirip içirirken, sakın israfa kaçma Seni muhtaç bırakacak şekilde masrafa girme

Sevgili yavrum! Bir de şu fazîletli ibâdete devâm etmeni vasiyet ederim Bunu, sevgili Peygamberimize Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde emir buyurdu O ibâdet, gece namazı kılmaktır Bunu sakın ihmâl etme Cenâb-ı Hak gece namazı kılanlara târif edilmez ihsân ve nîmetlerini vâd ediyor

Sabah namazını kıldıktan sonra seccadeni toplayıp hemen kalkma Allahü teâlânın zikri ile meşgûl ol Güneş doğuncaya kadar buna devâm et Bundan sonra günün bir parçasını insanlardan uzlet, ayrılık üzere geçirmeyi kendine vazîfe bil İnsanlarla olmakta büyük belâ ve fitneler olduğu gibi, uzlette de birçok hayır ve bereketler vardır Fakat uzlete çekilince şartlarına ve edeplerine dikkat gerekir Yapılanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin fıkıh ve ilmihâl kitaplarında bildirdiklerine uygun olmalıdır Bunu, nefsin ve şeytanın müdâhalesi ile kirletmemelidir

Son vasiyetim ise şudur: Dostlara hizmeti canına minnet bil Çünkü hizmet, peygamberlerin sünnetidir Hizmet et, fakat kendine hizmet ettirme Çünkü Peygamber efendimiz; "Bir kavmin, topluluğun efendisi, o topluluğa hizmet edendir" buyurmuştur Yine; "Müminlere hizmet edenlere hesab yoktur, azâb da yoktur" buyurdular

Bu vasiyetlerimi yerine getir Muvaffakiyet, Allahü teâlâdandır Yâ Rabbî! Bize hizmetinin edeplerini, evliyâna, dostlarına ve takvâ sâhiplerine hizmet etmenin edeplerini öğret Bizi bunlar ile rızıklandır Yâ Erhamerrâhimîn!"

Kendisinden başka Muhammed ve Hasan isminde iki erkek kardeşi ve Meykûr ve Hadîce isminde iki kız kardeşi olan Ebû İshâk Kâzerûnî hazretleri, ömrünü İslâm dînini öğrenmek, öğretmek ve yaymakla geçirdikten sonra, 1034 (H426) senesinde Zilkâde ayında Kâzerûn'da vefât etti Kabr-i şerîfi Kâzerûn'dadır Hint ve Çin denizi gemicileri Ebû İshak Kâzerûnî'nin kabrini özellikle ziyâret edip, onu vesîle ederek duâ ederler ve türbesine komşu fakirler için adaklarda bulunurlardı Bugün de sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir

Şeyh Ebû İshâk Kâzerûnî, her sene kâfirlerle cihâd için ordu gönderirdi Vefâtından sonra Kâzerûn halkı şeyhin yolunu tuttu ve nevbet çalarak her sene gazâya asker gönderdi Yine bir sene ordu düzenleyip kâfir şehirlerinden birine gönderdiler Bağdât halîfesi de ordu düzenleyip göndermişti İki ordu yolda karşılaşıp birleştiler Kâfir şehirlerinden birini muhâsara ettiler Kale surları muhkem olduğundan bir şey yapamadılar Üstelik müslümanlar ne yaparsa kâfirler de aynı şekilde karşılık veriyorlardı Meselâ, mancınık atışı yapsalar mancınıkla cevap veriyorlar, toplu hücûm edince topluca karşı koyuyorlar, hiç açık vermiyorlardı Halîfe bu durumdan üzüntüye ve ümitsizliğe düştü Geri dönmek istedi Hatîb ve Kâzerûnlular ile meşveret etti Hatîb:

"Ne yapmak lâzım geldiğini, bu gece hocam Kâzerûnî'nin rûhâniyetinden sorar öğrenirim Ertesi günü ona göre davranırız" dedi

Hatîb o gece ibâdetle meşgûl oldu ve gönlüne Kâzerûnî'nin rûhâniyeti, ne yapmak lâzım geldiğini bâtınî yoldan öğretti Ertesi gün Hatîb, halîfeye giderek, çâreyi söyledi Buna göre; herkes önüne bir kab alacak ve gürültü yapacak, ses çıkaracaktı Ateş yakılmayacak, yüksek sesle konuşulmayacak, silâhlar yanlarında bulunacak, Kâzerûnlular davul ve def gibi şeylerle ses çıkarınca diğerleri de ses çıkaracak, onlar susunca onlar da susacak ve hep birden hücûm edilecekti Akşam, kararlaştırıldığı gibi, konuşulmadı ve ateş yakılmadı Seher vaktinde Kâzerûnlular ses çıkarmaya, davul, def gibi şeyleri çalmaya başladılar Diğerleri de aynı şekilde davranınca, gök gürültüsü gibi bir ses çıkmaya başladı Sanki kıyâmet kopmuş, dağlar büyük gürültülerle şehrin üzerine düşmüştü Kâfirler bu sesten şaşırmışlar, ne yapacaklarını bilmez bir hâle gelmişlerdi Sonra hücûm eden ordu şehri fethetti Malları, mülkleri, silâhları müslümanların eline geçti Ganîmetler taksim edildi Müslümanlar kalenin fethine çok sevindiler Müjde nevbeti çalarak şehirlerine geri döndüler

Bundan sonra Kâzerûnlular gazâya gittiklerinde ve düşman kale ve şehrine ulaştıklarında "kudûm nevbeti", düşman safları ile karşılaşıp savaştıklarında "sügrâ nevbeti", kafirleri hezîmete uğrattıklarında ise "müjde nevbeti" çalarlardı İşte bu üç nevbet o zamandan kalmadır

Ebû İshâk Kâzerûnî şöyle duâ ederdi: "Allah'ım! Bu toprakları zikrinle, velî ve sâlih kullarınla kıyâmete kadar mâmûr kıl, rızkımızı helâlden ve ummadığımız yerden günlük olarak ver

Allah'ım! Peygamberin Muhammed aleyhisselâm hürmetine bizleri senin uğrunda birbirini seven, sayan ve ziyâret eden kullarından eyle!" (Âmîn)

MİSÂFİRE İKRÂM

Yahûdînin biri gelip kendisine misâfir oldu Yahûdî, mescidde bir sütunun arkasına oturup kendini gizliyordu Ebû İshak hazretleri her gün ona yemek gönderiyordu Bir müddet sonra yahûdî gitmek için müsâade istedi Ona; "Ey yahûdî! Niçin buradan gitmek istiyorsun, yoksa yerinden memnun değil misin?" dedi Yahûdî mahcûb oldu ve; "Mâdem benim yahûdî olduğumu biliyordun Niçin bana bu kadar çok ikrâmda bulundun?" dedi Bu suâle; "Gayr-i müslim de olsa misâfire ikrâm edilir" cevâbını verdi Bunu işiten yahûdî Kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu

YAĞIN SUYA CEVABI

Derin ilim, güzel ahlâk ve yüksek mânevî dereceler sâhibi olan Ebû İshak Kâzerûnî hazretleri birçok kerâmetler gösterdi Bir gün talebeleri ve sevenleriyle sohbet ediyorlardı Bu sohbette âlim biri vardı Kâzerûnî hazretleri pekçok şey anlattı, vâz ve nasîhatte bulundu Sohbet bittikten sonra ayrılacakları sırada âlim zât Ebû İshâk hazretlerinin ellerine, ayaklarına kapandı Ebû İshâk hazretleri adama sordu: "Sana ne oldu da böyle hareket etmek ihtiyâcını duydun?" Âlim anlattı: "Siz mecliste konuşurken benim içimden şöyle bir fikir geçti:

Benim ilmim onunkinden ziyâdedir, buna rağmen ben rızkımı çalışıp çabalayarak kazanıyorum, bir lokmayı zahmet ile elde ediyorum Bu ise bunca nüfûz ve îtibâra sâhip, elinden hadsiz hesapsız mal geçmektedir Acabâ bundaki hikmet nedir, diye düşünüyordum Tam ben böyle düşünüyorken, siz yağ kandiline bakıp şöyle bir îzâhatta bulundunuz

Kandildeki su ile yağ birbiriyle öğünme yarışına girerler (Bilindiği gibi su ile yağ birbiriyle karışmazlar, yağ hafif olduğundan suyun üstünde durur) Su yağa der ki: "Ben senden daha aziz ve daha fazîletliyim Senin ve bütün canlıların hayâtı benim sâyemdedir Hâl böyleyken sen niçin benim üzerimde bulunuyorsun?" Yağ, suya şu cevâbı verir: "Çünkü ben çok eziyet çektim Beni kırdılar, hasad ettiler, dövdüler, saçtılar, cenderelerde sıktılar

Sen böylesine meşakkatlere mâruz kalmış değilsin Bütün bu saydıklarım yetişmemiş gibi bir de yanıyor ve etrâfı aydınlatıyorum Sen ise istediğin yerlerde akıp duruyorsun Üzerine bir şey atacak olsalar feryâdı basıyor ve ortalığı karıştırıyorsun İşte bundan dolayıdır ki tepene çıkıp oturuyorum" Bunu dinleyince kalblerden geçenleri bilen bir zât olduğunuzu anladım"

ŞEHRİN SURLARI

Bir grup müslüman Kâzerûnî hazretlerinin ziyâretine gelip;
"Efendim! Emir buyursanız da şu şehrin etrâfını sur ile çevirseler Böylece şehir, emniyet ve himaye altına alınır" dediler
Kâzerûnî hazretleri cevâben;
"Bu şehrin surları vardır Fakat görünmez Öyle sağlamdır ki, âfet, belâ ve musîbet bu şehre zarar vermez Ahâli de himâyededir" buyurdu
Ziyâretçiler bir şey anlamayıp dönüp gittiler Kâzerûnî'nin kerâmeti vefâtından tam yetmiş iki sene sonra zuhûr etti On iki bin kadar müşrik, kâfir, şehri ele geçirmek için Kâzerûn'a yöneldiler Yaklaştıklarında düşmanlar gözlerini açıp, şehre bakmaya bile güç yetiremeyip büyük bir kargaşalığa düştüler İçlerine korku düşüp, âdetâ hezîmete uğramış bir ordu gibi şaşırmış halde geri çekildiler Allahü teâlâ, Kâzerûnî'nin (rahmetullahi aleyh) hürmetine şehri muhâfaza buyurdu

1) Tezkiretü'l-Evliyâ; c2, s244
2) El-Firdevsü'l-Mürşidiyye fî Esrâr-is-Samediyye (Muhammed bin Osman İstanbul-1943)
3) Bursa'daki İshâkî Zâviyesinin Vakfiyesi (Adnan Erzi, Vakıflar Dergisi, Sayı-2 1974); s423
4) Nefehâtü'l-Üns; s297
5) İbn-i Battûtâ; c2, s89 (Pâris baskısı)
6) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c7, s33

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.