Ermeni Sorunu İle İlgili Makaleler |
11-13-2006 | #1 |
mate
|
Ermeni Sorunu İle İlgili MakalelerTÜRK – AMERİKAN İLİŞKİLERİNDE ERMENİ DİASPORASININ ROLÜ Kemal Çiçek* Bu tebliğimizde Ermeni diasporasının Türk-Amerikan ilişkilerinde etkisini ve Emeni sorununa katkısını birkaç örnek olaydan yola çıkarak değerlendirmeye çalışacağız Ermeni Sorunun Türkiye için bir dış tehdit haline gelmesi ve uluslar arası ilişkilerimiz olumsuz olarak etkilemesi 19 yüzyılın sonlarından başlamaktadır Bu sürecin başlamasında kuşkusuz Türkiye’den Amerika’ya göç eden Ermenilerin rolü bugüne Türkiye’de çok üzerinde durulmasam da büyük olmuştur Çünkü henüz 1880 yıllarda sayıları 2000 civarında olmalarına rağmen diaspora Ermenileri Amerika Birleşik Devletlerinde örgütlenmeye, dernekleşmeye ve Türkiye aleyhine yoğun bir kulise başlamışlardır(1) Hınçak ve Taşnak gibi gizli örgütlerinde bilindiği gibi Amerika’da şubeleri kurulmuştur(2) Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki ilk isyancı Ermeniler de bunlar arasından çıkmıştır Dolaysıyla Türkiye’nin dış güvenliğine yönelik faaliyetleri tartıştığımız bu sempozyum da, bu konunun tartışılması uygun olacaktır Bir tebliğin dar sınırları içerisinde Ermeni diasporasının Türkiye’nin dış dünya ile ilişkilerini bozmaya yönelik faaliyetlerini inceleyecek değiliz Bu nedenle burada özellikle Ermeni diasporasının en etkili olduğu yerlerden olan ABD’de Türkiye aleyhindeki faaliyetleri ve bunların Amerika ile ilişkilerimiz üzerine etkilerini ele almaya çalışacağız Dönem olarak da kısıtlama yapmak mecburiyeti vardır ve biz 1880-1930 yılları arasındaki gelişmelerle yetineceğiz Aslında o dönemde Osmanlı ile başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti ile devam eden sorunlar, günümüze de ışık tutmaktadır, çünkü diaspora Ermenilerinin Osmanlı hükümetinin önüne koyduğu problemler egemenliğinin kullanımı ile ilişkilidir Avrupa Birliğine katılmaya çalıştığımız bu dönemde de insan hakları ve evrensel hukuk kurallarının iç hukuku üstün tutulması gerekliği konusundaki baskılar büyük ölçüde geçmişte yaşanan tecrübelerle örtüşmektedir Bu yüzden Osmanlı hükümetlerinin diaspora Ermenilerinin tutumlarından ve kapitülasyonlar çerçevesinde değerlendirilen eylemleri bugünü anlamak için de iyi izlenmelidir Bilindiği gibi, 19 yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ama özellikle 1900 yıllarda ABD’ye Ermeni göçü artırmış, resmi girişlere göre sadece 1899-1914arasında giriş yapanların sayısı 51,950’ye ulaşmıştır(3) Bu göçlerle beraber Türk-Amerikan ilişkileri de yoğunlaşmıştır Türkiye’den göç edenler ve çoğunluğu Ermeni olan bu insanlar, Türkiye’den tamamen kopmamışlardır, geçimlerini sağladıktan sonra geride kalan birikimlerini memleketlerindeki yakınlarına aktarmayı sorumluluk addetmişlerdir Sayıları gittikçe artan ve örgütlenen Ermeniler ile Amerika arasında bir köprü kurulmasına yol açmışlardır Yaşadıkları yerlerde Türkiye ve Türkiye’deki sorunlara ilgisini kaybetmeyen diaspora Ermenileri, özellikle 1880-1890’lı yıllarda Osmanlı devletine karşı bağımsızlık savaşı veren akrabalarıyla dirsek temasında kalmışlardır Hatta isyanların başlamasıyla birlikte Türkiye’deki örgütlenmeyi ve direnişi her şekilde desteklemişlerdir Kısa zaman sonra da diaspora Ermenilerinin önderliğinde ve güdümündeki eylemler üzerinden Osmanlı hükümeti ile Ermeniler ve tabii ki Amerika Birleşik Devletleri karşı karşıya gelmişlerdir(4) Çünkü göç eden ve ABD’de milliyetçi derneklerde faaliyetlere başlayan Ermeniler sık sık Türkiye’ye gelerek ( ya da gönderilerek ) eylemlere karışmışlar, hatta Osmanlı elebaşlığını yapmışlardır(5) Bu Durum Osmanlı yöneticilerinin dikkatlerinden kaçmamıştır Soruna çözüm bulmak ve diaspora Ermenilerini eylemlerden alıkoymak için bazı önlemler alınması yoluna gidilmiştir Öncelikle diaspora Ermenilerinin Türkiye’ye girişi önlemeye çalışılmış, Ermenilerin çıkışı, çıkarsa girişi yasaklanmıştır İşte bu politika ya da iç güvenlik önlemi Türkiye ile ABD’yi tabiiyet sorunu ile karşı karşıya bırakmıştır(6) Zira Türkiye’den ABD’ye göç eden Ermeniler, burada kolaylıkla vatandaşlık hakkı alıyor ve Türkiye’ye dönüyorlardı Türkiye’de ise genellikle Osmanlı tebaasından kaynaklanan haklarını kaybetmemek için bunu gizliyor ta bir suç işleyinceye kadar ortaya çıkarmıyorlardı Bu öyle ara sıra görülen nadir bir durumda değildi Tahminlere göre 70,000 civarında Amerikan vatandaşlığına geçen Osmanlı Ermenisi 1900-1914 yılları arasında Türkiye’ye giriş yapmıştı(7) 1830 tarihli Osmanlı ABD antlaşmasının 4 maddesine göre-ki bu kapitülasyonlardan Amerika’yı da yararlandıran bir antlaşmadır Amerikan vatandaşlığına geçen bir Ermeni Türkiye’ye döndüğünde Amerikanın himayesinde (protege) konumunda oluyordu Yani Osmanlı kanunlarından muaf oluyordu En azından ABD’nin antlaşmasının ilgili maddesini yorumu bu şekildeydi Çünkü antlaşma metninin Türkçe orijinali ve İngilizce tercümesi arasında önemli farklar bulunmaktaydı Bundan dolayı Osmanlı Devleti maddeyi yorumu çok farklıydı Buna göre, göç eden, Ermeni döndüğünde hala Osmanlı Devletinin maddeyi yorumu çok farklıydı Buna göre, göç eden Ermeni döndüğünde hala Osmanlı vatandaşı statüsündeydi ve mali, idari, hukuki uygulamalara tabiiydi Antlaşmanın 4 maddesi ticari davaların işleyişini belirliyordu Osmanlı Devletinin bu yorumu muhtelif kanun ve mevzuat hükümlerine dayandırılıyordu ama bu hükümlerin hiçbirisi ABD ile bir mutabakat şeklinde ele alınmadığından Amerika tarafından tanınmıyordu(8) Bu hukuki anlaşmazlık doğrusu Ermeniler tarafından çok iyi kullanılıyordu Amerika da Amerikan vatandaşı, Türkiye’de tebaa gibi yaşıyor, ancak hukukla başları belaya girdiğinde protege statüsünde olduklarını iddia ediyorlardı Hatta Amerikan vatandaşı olmayan Ermeniler bile protege belgesi alabiliyorlardı Osmanlı Devleti adeta isyan başlatan, cinayet işleyen, suikasta katılan Ermenileri yargı önüne çıkartamaz olmuştu Bu duruma son bir son vermek için 1860 yılında Osmanlı Devleti bütün himaye sahiplerinin 3 ay içerisinde ülkeyi terk etmelerini, bunu uymayanların Osmanlı tebaası olarak görüleceğini ilan etti Bu yeni kanun hükmüne göre başka bir ülkenin vatandaşlığına giren bir Osmanlı tebaası hukukuna tabii olmaktan kurtulmuyordu Böylece Osmanlı Devleti protege hakkının beslediği bataklığı kurutmayı ümit ediyordu Halbuki, Osmanlı gayrimüslimleri aleyhlerine olan bu durumdan kurtulmak için başka ülkenin vatandaşlığına geçtiler ve kapitülasyonlardan yararlanarak Osmanlı topraklarında yaşamlarını sürdürdüler Bu yöntem o kadar yaygınlaştı ki, kısa zaman “ülkedeki başka ülkelerin vatandaşları” “gerçek yabancıları” geçti(9) Buna karşı 1869 yılında Osmanlı Devleti irade-i seniye olmadan başka ülkede vatandaşlığa geçmeyi yasakladı İzin almadan vatandaşlıktan çıkanların ülkeye girdikleri zaman Osmanlı vatandaşı olarak muamele göreceklerini açıkladı(10) Bu durum Osmanlı Ermenilerinin en çok vatandaşlığa geçtikleri ülke olan ABD-Türkiye arasında hukuk anlayışından kaynaklanan sorunlara yol açtı Çünkü ABD hukuku jus soli, Osmanlı hukuku ise juis sanguinin prensibine dayalı bir yoruma olanak veriyordu Üstelik Osmanlı Ermenilerinin büyük bir kısmı ABD’ye vergiden harçtan, suçlardan veya askeri yükümlülüklerden kaçmak için geçiyordu Aslında göç etmek isteyenlere 1890’li yılların sonlarında kadar her türlü kolaylığı sağlayan Osmanlı Devleti, bu tarihten sonra diasporanın yarattığı sorunlar yüzünden çıkışları izne bağladı Özellikle daha önce suç işlemiş olanların çıkışına engel olamaya çalıştı Bir süre sonra Ermeniler kaçak yollardan Amerika’ya göç etmeye başladılar ve irade talep etmediler Böylece göç etseler bile Osmanlı hukukuna göre Osmanlı tebaasıydılar Bu durumda bütün yükümlülükleri devam ediyordu Halbuki Osmanlı Ermenileri aslında bu yükümlülüklerden kaçmak için göç ediyorlardı ve üstelikte iradeye gerek duymadan ABD vatandaşlığına geçebiliyorlardı Çünkü bu uygulama ABD ile bir mutabakat sonucu başlatılmadığı için Amerikan kanunlarına göre geçersizdi Dolaysıyla ABD pasaport dağıtmaya devam etti Kolay vatandaşlık ve güçlü bir ülkeyi aralarına almak Ermenileri adeta celp ediyordu İşte bu Ermeniler Osmanlı topraklarına döndüklerine iki ülkeyi karşı karşıya getiriyorlardı Bir kısmı Taşnak, Hınçak veya adi suçlu olan bazı Ermeniler suç işlediklerinde gizledikleri ABD pasaportlarını gösteriyor ve konsolosların himayesini talep ediyorlardı Osmanlı Devleti göre bunlar Osmanlı Tebaası, Amerika’ya göre Amerikan vatandaşı idiler Amerika onları korumak, Osmanlı geri döndüklerinde yükümlülüklerini hatırlatmak istiyordu Üstelik Ermeniler Amerika kanunlarına göre yakınlarını da ABD vatandaşlık haklarından yararlandırmak istiyorlardı(11) Bazı Ermeniler sırf vatandaş olma için özellikle de örgüt mensupları ABD’ye gidiyordu Misyonerler de Osmanlı Ermenilerinin Amerikan vatandaşlığına geçmelerine destek oluyorlardı Çünkü, misyonerlerin sadece eğitim vermek yada Ermenileri kendi mezheplerine geçmeye ikna etmek gibi bir misyonla değil, aynı zamanda “Hıristiyanları Türk yönetiminden kurtaracak kahramanlar” da yetiştiriyordu Bu niyetlerini gizli ve açık olarak defalarca yazdıkları raporlarda dile getirdikleri biliniyordu Ancak teslim etmek gerekir ki, Amerikan hükümeti misyonerlerin bu politikasını açıkça desteklemiyor, hatta Ermenilerin artan oranlarda vatandaşlık elde etmesinden duyduğu rahatsızlığını ifade etmekten kaçınmıyordu(12) Zira, müfettişlerin yaptıkları soruşturmalar ortaya koymaktaydı ki, yakayı ele veren Ermenilerin büyük bir çoğunluğu ABD’ye dönme niyetinde değildi Gerçekte bunlar Amerikan vatandaşlığını sadece araç olarak kullanıyorlardı Pek çoğu Türkiye’de harçsız, vergisiz mülk sahibi olabilmek için Amerikan pasaportu alıyordu Bazıları sırf tüccarlık gayesiyle, ama en tehlikelisi bazıları anarşist olarak işledikleri suçlardan kaçmak için Amerikan vatandaşı oluyordu Durum çetin bir hal aldı Öyle ki daha 1893 yılında başkan Başkan Cleveland yaptığı yıllık konuşmasında Osmanlı hükümetinin bu tip Ermeni vatandaşlarından şikayetini haklı bulduğunu söyledi Çünkü o sıralarda New York’ta yayınlanan bazı Ermeni gazetelerinde açıkça Osmanlı Ermenilerini silahlı mücadeleye çağıran bildiriler yayınlıyordu İşin ilginç yanı Amerika ile Osmanlı Devletinin 1830 antlaşmasının ilgili maddesinin farklı yorumlarından kaynaklanan duruma çağıran bildiriler yayınlıyordu İşin ilginç yanı Amerika ile Osmanlı Devletinin suç işleyenleri mahkeme etme hakkını da saygı duyduğunu ilan ediyordu Bu açıklama Ermenileri tedirgin etti ve yoğun bir propaganda faaliyetine girmelerine sebebiyet verdi 1892 yılında Osmanlı hükümeti ABD elçisini 18 Ocak 1869 yılında çıkarılan Osmanlı Vatandaşlık Kanunu kabul etmeye çağırdı(13) Bu kanunun beşinci maddesi daha önce de ifade ettiğimiz gibi, hiçbir Osmanlı vatandaşının, izinsiz başka bir ülkenin vatandaşlığına geçemeyeceğini hükme bağlıyordu Orta-elçi Hirsch ise vatandaşlığa sahip olanları himaye etmeyi sürdüreceğini bildirdi(14) 1898 yılında bir kez daha taraflar karşı karlıya geldiler ABD, Osmanlı otoritelerinden izin almadan vatandaşlığa geçmenin kendileri açısından bir sakıncası olmadığını iddia etti Hatırlatalım ki, İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya, Almanya, Rusya başta olmak üzere dönemin büyük Avrupa güçleri Osmanlı devletinin 1869 tarihli kanunu tanımışlar ve ona göre hareket etmekteydiler Yani, Ermenilere Türkiye’de suç işledikleri takdirde himaye edilmeyeceklerini bildirdi Bu ülkelerden Fransa, Hollanda, Belçika irade-i seniye olamadan vatandaşlık başvurusu yapanların taleplerini reddettiler Dolaysıyla hukuksal ikilem ABD ile Türkiye arasında sorun olmaya devam etti 1892 yılında Osmanlı hükümeti yeni bir karar aldı ve isteyenlerin bir daha geri dönmemek kaydıyla ülkeden ayrılabileceğini ve başka ülkelerin vatandaşlığına geçebileceğini bildirdi Halbuki bu yanlış bir karardı, çünkü daha öncede belirttiğimiz gibi ABD ile pürüz çözülmemişti Nitekim pek çok Osmanlı Ermenisi bu şartla ülkeden ayrıldı, ama pasaportla gizli ve açık yollardan geri döndü ABD hükümeti, Osmanlı hükümetinin şartını hiçbir zaman tanımadığı için himaye siyasetini sürdürdü Örneğin JJ Arakelyan, 1892 yılında alınan karardan yararlanarak ABD’ye gitmiş ve aldığı vatandaşlıkla Türkiye’ye dönmüştü Osmanlı kanunlarına göre geri döndüğü için hala Osmanlı tebaası idi Bu yüzden Amerika bulunduğu sırada ödemediği vergiler kendisine tahakkuk ettirildi Amerika’nın himaye etmesine ve ısrarla verginin adaletsiz olduğunu yetkililere bildirmesine rağmen vergi tahsil edildi(15) Daha da önemlisi terörist Ermenilerdi Örneğin Guedjian Ocak 1895 tarihinde Halep’te bir Hınçak mensubu olarak son derece gizli belgelerle ve örgüt dokümanlarıyla ele geçirmişti Mahkeme kendisine 101 yıl ceza verdi ABD konsolosuna başvuran Guedjian kendisinin Amerikan vatandaşı olduğunu iddia ederek himaye talep etti Halep Valisi(16) himayeye izin vermeyince konu merkeze intikal ettirildi ve sonuçta İstanbul’da konsolos huzurunda yargılanması kabul edildi(17) Bu tür durumların iki ülke ilişkilerini kötü etkilemesi üzerine taraflara 1874 yılında aralarında yapılan görüşmeler sonunda kabul edilen fakat senatonun onaylamadığı madde üzerinde görüşmelere tekrar başladılar Ancak 1899 yılında yapılan görüşmelerde bizzat II Abdülhamit “Ermenilere himaye sağlayacak bir maddeyi asla onaylamayacağını” elçi Straus’a bildirince bir sonuç alınamadı(18) 1900 yılında Amerika, Ermenilere ABD vatandaşlığı ile Türkiye’de himaye görmekte sorunlar yaşayabileceklerini bildirdi ve bunu pasaportlarına eklediği bir duyuru ile bildirmek zorunda kaldı 1907 yılında Ermenilere Türkiye’ye döndükleri ve 2 yıldan fazla kaldıkları takdirde vatandaş olarak korunmaya sahip olamayacaklarını duyurdu Eğer ilgili kişiler eskiden Türk tebaası statüsünde idiyse, bu süreni 5 yıl olduğu bildirildi Bu uygulama diaspora Ermenilerinin tepkilerine ve protesto eylemlerine yol açtı Ama ABD-Türkiye ile ilişkilerine önemli bir tehdit olan bir uygulamaya da son vermiş oldu(19) Bu vatandaşlık ve himaye sorunu 1923 yılında Lozan Barış görüşmeleri sırasında da Türk-Amerikan heyetleri arasında görüşüldü ama bir sonuç alınamadı Türk tarafının kapitülasyonları kaldırma konusundaki ısrarı Amerika’nın istediği tarzda bir uzlaşmaya olanak vermiyordu Ama iki ülke arasında Lozan’da yapılan dostluk ve ticaret antlaşmasının imzalanmasına bu madde engel olmadı Bununla birlikte, Ermeni diasporasının faaliyetleri imzalanan antlaşmanın Kongrede onaylanmasının engellemeyi başardı Lozanda’da Ermeni dernekleri Türkiye ile Avrupa ve özellikle Amerika arasında bir anlaşmaya varılmaması için propaganda yürüttüler Lozan’da gözlemci olarak bulunan Amerikan delegasyonu 6 Ağustos 1923 günü Türkiye ile bir dostluk antlaşması imzaladılar Bu antlaşmanın Türkiye’nin yararına olması Amerikan Ermeni derneklerini aleyhte örgütlenmeye yöneltti(20) Yapılan antlaşma 3 Mayıs 1924 tarihine kadar Senatoya sunulmadı Ermeni lobileri antlaşmayı reddeden ve kabulünde yayar görenler olarak ikiye bölündü Genelde misyoner kuruluşları, yardım dernekleri ve Armenia Amerika Society antlaşmasının onanmasından Yana tavırlarını koydular(21) Buna karşılık Gerard-Cardashian ikilisinin başını çektiği Committee for the Independence of Armenia reddi için saldırgan bir propaganda yürüttü(22) Ermenistan kurulmasını tek amaç olarak gören bu grup American Committee Opposed to the Lausanne Treaty adıyla örgütleşti(23) Antlaşmanın imzasından her hangi bir yarar ummadıklarından muhalefeti çok sertti Nihayet senatoyu etkilemek için bu iki grubun mücadelesini maalesef red cephesi kazandı Ama bu mücadele esnasında Türk milletini ve yeni Cumhuriyeti rencide eden sayısız makale, kitap, haber Amerika’da yayınlandı Amerika’da yaygın olan “Korkunç Türk” imajı, aleyhteki derneklerin ekmeklerine yağ sürdü(24) Karşı grubun siyaset ve kamuoyundaki etkisi o kadar büyük oldu ki, 1924 Başkanlık seçimlerine Türkiye ile yapılan antlaşma damgasını vurdu Antlaşmayı onaylamanın Ermenileri satmak, onlara ihanet ile eşit olduğu propagandası zemin kazandı Kiliseler, özellikle the Protestant Episcopal Church 110 bishobun imzaladığı bir bildiri ile Türkiye’yi ve Amerika’daki destekçilerini kınadı Bu çıkışlar senatörleri ikilemede bıraktı 18 Ocak 1927 yılında, Lozan’dan 4 yıl sonra ancak oylanabilen Lozan Antlaşmasının onayı geçerli çoğunluğu elde edemedi Oylamada 34 ret 50 kabul çıktı ama bu yeterli yeterli çoğunluk olmadığı için ret demekti Türk Amerikan ilişkileri Ermeni Diaspora faaliyetleri yüzünden bir yara daha aldı Ama bizzat Başkan Türkiye’yi gücendirmemek için antlaşmasının onaylanmasını dilediğini bildiri ve sanki kabul edilmiş gibi ilişkilerin sürdürülmesini önerdi Dışişleri bakanlığının girişimi sayesinde 17 Şubat 1927 tarihinde Türkiye ile düzenli diplomatik ilişki kuruldu Onaylanmayan Lozan Antlaşması sanki onaylanmış gibi ilişkilerin temeline oturdu (Öte yandan antlaşmaya taraf olan grup, başta Near East Relief olmak üzere savaş sırasında Türkiye’ye yönelik Ermeni propagandalarıyla ilgili çok enteresan gizli bilgileri açığa vurdular Mesela NER, para toplayabilmek için Ermenilerin sürgünü ve katliamı konularında yanlış veya önyargılı raporlar ve haberler yayınladığını, dolayısıyla bu yüzden Türklere karşı cephe alınmasının haksız olduğunu duyurdu) Bu arada 28 Mayıs 1928 yılında Türkiye’nin çıkardığı vatandaşlık kanunu ki ülke arasında tabiiyet sorununu içinden çıkılmaz hale getirdi Yeni kanun vatandaşlıktan çıkmayı izne bağlamakla kalmıyor, Türkiye’de doğanları şartsız vatandaş kabul ediyordu Bu son uygulamaya karşı yoğun bir tepki ve muhalefet olması üzerine 9 Nisan 1929 yılında kanun değişikliği yapıldı ve Türkiye’de doğanların vatandaşlığı kişilerin isteğine ve meclisin onayına bırakıldı Ancak Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinde 62 yıl süren sorun çözüme kavuşmadı(25) SUNUÇ Bugün de Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren Ermeni dernek, enstitü ve kurumları bulundukları ülkelerin Türkiye’ye yönelik politikalarının tespitinde önemli rol oynamaktadırlar Önemli bir oy potansiyeline sahip oldukları ülkelerde Türkiye’yi hedef alan politikalar izleyerek adayları desteklemektedirler Bu sayede her yıl gerek Avrupa’da gerekse Amerika’da sözde “soykırımın” tanınmasına yönelik girişimleri ile Türkiye’nin Ortadoğu ve Avrupa politikalarını etkisiz veya bağımlı hale getirmeye çalışmaktadırlar Bugün Amerika’da 24’ün üzerinde eyalet kendi parlamentolarında sözde soykırımı tanımış ve buna müfredatında yer vermiştir Demek ki Ermeni sorununu çözülmesi ve Türkiye için bir dış tehdit olmaktan çıkarılması için diaspora Ermenilerinin faaliyetlerinin de analiz edilmesi gerekir Ancak bazılarının önerdiği gibi diaspora Ermenileri ile diyalog yoluyla çözüm bulmak iddia edildiği gibi kolay değildir Bu bildire taraflar arasında diyalogun asgari şartları tahkik edilmeye çalışılacaktır Öte yandan geçmişe Amerikanın himayesine girenlerin Osmanlı devletine yönelik tehditleri bugün de başka uluslar arası güçlerin himayesinde Türkiye Cumhuriyetine karşı sürmektedir -------------------------------------------------------------------------------- * Prof Dr Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Trabzon 1 Ermenilerin Amerika’daki ilk faaliyetleri ve örgütlenmeleri hakkında bkz Çağrı Erhan, Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Kitabevi, Ankara, 2001, s306-18 2 Bu örgütlerin kuruluşu hakkında bkz Kamuran Gürün, Armenian File, London, 1983, s120-26 3 Robert Mirak, “Armenian Emigration to the United States to 1915”, Journal of Armenian Studies, I/1 (1975), s5-39, burada özellikle s21 vd 4 Erhan, age, s 313NARA T-815, Jan 16, 1894 ve NARA M-99/96, Apr11, 1894 numaralı fikrofilimler tarafımızdan da incelenmiştir 5 Bu dönem literatürünün ve Ermeni eylemlerinin en son değerlendirilmesi için bkz Jeremy Salt, “The Narrative Gap in Ottoman Armenian History”, Middle Eastern Studies 39/1 (January 2003), s19-36 6 Tabiiyet sorunun ortaya çıkışı ve gelişimi için bkz Leland J Gordon, “The Turkish American Controversy over Nationality”, American Journal of İnternational Law, 25/4 (October 1931), s 658-668 Ayrıca Erhan age, s 226-34 7 Robert Mirak, Tarafından Göçmen ve İstatistik dairesi arşivlerinde yapılan çalışmalara göre bu yıllarda göç eden Ermeni Osmanlı vatandaşların sayısı 44165’dir Bu sayıya sınır dışı edilenler dahil değildir 8 Antlaşma metinlerinin karşılaştırılması için bkz Erhan age, s205-207 9 Erhan, age, s 228’de belirtildiğine göre 1857-58 yıllarında sadece İstanbul’da yedi eski Osmanlı vatandaşına ve 49 Osmanlı veya başka ülke vatandaşına protege belgesi verilmiştir 10 Gordon, agm 660-61 11 Gordon, agm, 662-64 (Correspondance from Consuls General, Letter from Consul General Heap to Minister Cox, dated aug24,1886) Erhan, age, s211-18’de uygulamadan doğan sorunları somut örneklerle ele almaktadır 12 Erhan age s 228 13 Papers Relating to Foreign relations of the United States, 1893, sX ve aynı eser, 1894, s 728 Krş: Gordon, agm, s662 14 Bu tarihten sonra iki ülke arasında yürütülen görüşmelerin detayları için bkz Erhan age,s 229-33, 15 Gordon, agm s663 16 Bu olayda ihtimali sebebiyle vali görevden alınmıştır Belgesi için bkz Foreign Relations, 1895, Vol 3, 2 1259-62 17 Gordon, agm, s663 18 Foreign Relations, 1899, s770 19 Gordon, agm s666 20 Bu konuda detaylı bir değerlendirme için bkz Kemal Çiçek, “Amerikan Ermeni Derneklerinin Lozan Görüşmeleri Esnasındaki Faaliyetleri”, Lozan Sempozyumu Sunulan Bildiri (Basılacak) 21 National Archives an Research Foundation of America (NARA) 8674016/921 8 Şubat 1923 22 NARA 8674016/817 23 Bildilerinin bir kopyası için bkz NARA m365 R 7 24 Bu dönemin ve Ermenilerin izlediği bu politikaların bir değerlendirilmesi için bkz Robert L Daniel, “The Armenian Question and American-Turkish Relations, 1914-1927”, Mississippi Valley Historical Review, 46/2 (September, 1959), s252-275 25 Gordon, agm, 668 vd Not: Bu makale Elazığ’da Fırat Üniversitesi’nde 16-17 Ekim 2003 tarihinde yapılan IV Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu Bildiriler kitabından alınmıştır ************************************************** ******* Türkiye-Ermenistan Sınırları Açılmalı Mı? Araz ASLANLI Son dönemlerde Türkiye-Ermenistan sınır kapısı meselesine ilişkin bazı olumsuz gelişmeler yaşanacağının ipuçları ortaya konmaktadır Kapıların açılacağına ilişkin haberler Azerbaycan’da hem kamuoyu, hem medya, hem de siyasiler tarafından tepki ile karşılanmakta, devlet yetkilileri ise Türkiye’nin böyle bir adım atmasını beklemediklerini ifade etmektedirler Türkiye’de Kıbrıs meselesinin daha yoğun olarak gündemde olması nedeniyle, bu konu fazla konuşulmamaktadır Fakat, bilindiği üzere, Türkiye’de konuya altyapı oluşturmak amacıyla zaman-zaman konuya ilişkin propaganda bombardımanı yaşanabilmektedir Güncellik ve sürekli çıkarlar açısından önem arz eden bu konuyu bazı boyutlarıyla değerlendirmeye çalışacağız Teorik olarak, her bir devlet diğer devletler ile, özellikle de komşularıyla iyi ilişkilere sahip olmayı önemsemektedir Çünkü diğer devletlerle, özellikle de komşularıyla ne kadar az/çok sorun yaşanırsa, eldeki kaynaklar o kadar verimli/verimsiz alanlarda kullanılabilir Ama, diğer devletlerle, özellikle de komşularla iyi ilişki tek başına hedef ya da değer değildir Sadece, bir ara amaçtır Devletlerin bunun ötesinde ve öncesinde varlık amaçları ve varlıklarına yönelik tehditler vardır Temel hedef, varlık amaçlarına, buna göre belirlenmiş uzun vadeli stratejilere uygun davranmaktır Bu doğrultuda, mümkün olduğunca daha fazla devlet ile, bu arada komşularla iyi ilişki hedeflenmektedir Ama, ne olursa olsun, tüm komşularla iyi ilişki halinde olunacak diye bir kural da yoktur Bir devletin, varlık amaçları gerektirdiği zaman, ya da uzun veya kısa vadeli stratejilerine uygun olduğu zaman başka bir devlet ile, bu devlet komşusu dahi olsa, iyi ilişkiler içerisinde olmaması, hatta yoğun bir gerginlik yaşaması da mümkündür Devletlerin komşularıyla, hatta çok uzağında bulunan başka devletlerle, çıkarları nedeniyle savaşa girmelerinin yakın tarihimizde çok örneği bulunmaktadır Biz, kuşkusuz ki, savaşı insanlık dramı olarak görmekte ve dış politikada bu tür araçların kullanılmasını savunmamaktayız Ama, “her şeye rağmen hiçbir zaman kimseye karşı tavır koymayız anlayışı” sadece devletlerarası ilişkilerde değil, şirketlerarası ve kişilerarası ilişkilerde de kabul görmeyen “saf” bir anlayıştır Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve iki ülke arasındaki sınır kapısı meselesi, her nedense yukarıda ifade edilenler bir kenara bırakılarak tek başına bir değermiş gibi sunulmaya çalışılmaktadır Olayın çeşitli boyutları sürekli olarak bir kenara bırakılmakta, sadece “komşuluk”, “ticarî ilişki”, “Batı’nın istekleri” ve benzeri kavramlar ön plana çıkarılarak Türkiye’nin bir an önce Ermenistan ile iyi ilişkiler kurması gerektiği vurgulanmaktadır Bu çalışmada, iki ülke arasındaki ilişkilerin kısa tarihçesine paralel olarak, ilişkilerdeki sorunların boyutları, ikili ticaretin potansiyeli ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geleceği üzerine değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır Türkiye-Ermenistan İlişkileri Sınırın Kapanması Süreci ve Sonrasında Yaşananlar 1980’lerin ikinci yarısında SSCB içerisindeki gelişmeler, onun dağılması sonrasında ortaya çıkan cumhuriyetlerin kaderlerinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır Uzun zamandan beri Ermenistan toplumunda yerleştirilegelen Türkiye ve Türk düşmanlığının yanı sıra, bu süreçte Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik toprak talepleri paralelinde gelişen bağımsızlık hareketi başarıya ulaşmış, aynı zamanda Azerbaycan’a yönelik işgal faaliyetleri, hem bu ülkenin içerisindeki gelişmelerin, hem de dış politikasının belirleyici etkeni olmuştur Kuşkusuz, Türkiye de bu süreçten nasibini almıştır Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin ilk dönemlerine baktığımız zaman, Ermenistan’ın olumsuz tavırlarına rağmen Türkiye’nin ilişkileri geliştirmeye yönelik politikalarını gözlemlemekteyiz Ermenistan Parlamentosu’nun 23 Ağustos 1990’da kabul ettiği Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11 maddesinde, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi için “Batı Ermenistan” ifadesine yer verilmiş, aynı zamanda sözde “Ermeni Soykırımı”nın uluslararası alanda tanınması çabaları vurgulanmıştır (1) Ermenistan Anayasası’nın 13 Maddesinin 2 paragrafında, Devlet Arması’nda Ağrı Dağı’nın da bulunduğu kayıtlıdır (2) Ermenistan, çeşitli dönemlerde ortaya attığı, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen 1921 tarihli Kars ve 1920 tarihli Gümrü antlaşmalarının yürürlükte olmadığı iddiasını halen savunmaktadır Ermenistan’ın, Azerbaycan’a yönelik işgalci politikasının yanı sıra, daha bağımsızlık mücadelesi sırasında Türkiye’ye karşı açıkça saldırgan bir tavır içerisine girmesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti, Eylül 1991’de incelemelerde bulunmak üzere Kafkasya ve Türkistan (Orta Asya) ülkelerine heyetler yollarken, Ermenistan’ı da ihmal etmemiştir (3) 16 Aralık 1991 tarihinde Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan Türkiye, bağımsızlığının ardından ekonomik güçlüklerle karşılaşan Ermenistan’a insanî yardımda bulunmuştur Türkiye, ayrıca, toprakları üzerinden Ermenistan’a insanî yardım malzemesi gönderilmesine imkan tanımıştır Ermenistan, Türkiye tarafından, 25 Haziran 1992’de kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne kurucu üye olarak davet edilmiştir Ancak, Ermenistan’ın ısrarla sürdürdüğü çatışmacı tutum nedeniyle, Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması mümkün olamamıştır (4) Bu dönemlerde zaman zaman sözde “soykırım” iddialarını bir kenara bırakmanın ve Türkiye ile ilişki geliştirmenin gerekliliğinden bahsedenler olmuşsa da, Ermenistan genelde saldırgan siyasetini sürdürmeye devam etmiştir Bardağı taşıran damla ise, Ermenistan’ın Türkiye’den en çok yardım aldığı dönemde (örneğin, işgalin hemen öncesinde Türkiye yetkilileri, yoğun muhalefete rağmen Ermenistan’a 100 bin ton buğday yardımında bulunmuştur) Azerbaycan’ın Kelbecer rayonunu (rayon- ilden küçük, ilçeden büyük yerel idari birim) işgal etmesi olmuştur Türkiye, Nisan 1993 başlarında Azerbaycan’a yönelik işgal girişimlerini sürdüren Ermenistan’ı, saldırılarını durdurması konusunda uyararak, aksi taktirde ilişkilerde doğabilecek olumsuz gelişmelerden sorumlu olmayacağını açıklamıştır (5) 3 Nisan 1993’te Kelbecer’in Ermenistan tarafından tamamen işgal edilmesinden sonra Türkiye yine Ermenistan’a yönelik, işgalden vazgeçme çağrılarını sürdürmüş, bu arada ilişkileri de kademeli olarak sınırlandırmaya başlamıştır Ermenistan’ın işgalci tavrını sürdürmesi üzerine Türkiye, Ermenistan ile olan sınırını kapatmış, 5 Nisan 1993’te dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile birlikte Türkistan Cumhuriyetleri gezisine katılan Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, basına yaptığı açıklamada, “Ermenistan’ın Azerbaycan’a son saldırılarından sonra Türkiye üzerinden geçmekte olan tüm insanî yardım uçuşlarının da durdurulduğunu, hiçbir uçuşa izin verilmeyeceğini, buna rağmen geçmek isteyen uçakların gerektiğinde ateş açılarak indirileceğini” bildirmiştir (6) Bu arada, 6 Nisan 1993’te Ermenistan Savunma Bakan Vekili Vazgen Manukyan’ın, TASS ajansına yaptığı açıklamada, Erivan yönetiminin, sınırların değişmezliği ilkesini kabul etmediğini, bu ilkenin iki dünya savaşı sonucunda oluşmuş olan Batı ve özellikle Avrupa sınırları için geçerli olduğunu, “eski Sovyet Cumhuriyetlerinin rastgele kalem darbeleriyle çizilmiş olan sınırlarının ise aynı ilkeler çerçevesinde tanınamayacağını” iddia etmesi, Türkiye yetkilileri tarafından, Ermenistan yönetiminin “Büyük Ermenistan” hayalinin peşinde olduğunun göstergesi olarak kabul edilmiştir (7) Bu süreçte, Cumhurbaşkanı Özal ve tüm önemli muhalefet partileri, dönemin hükümetini Ermenistan’ın yayılmacı politikaları karşısında pasif kalmakla suçlamış, buna karşın Başbakan Süleyman Demirel 13 Nisan 1993’te yaptığı açıklamada Türkiye’nin soğukkanlı tutumunun dünya tarafından yanlış anlaşılmaması gerektiğini vurgulamıştır (8) Özal’ın cenaze töreni için Ankara’da bulunan Azerbaycan ve Ermenistan Devlet Başkanları Ebulfez Elçibey ve Levon Ter Petrosyan 21 Nisan 1993’te ilk kez bir araya gelmiş, fakat görüşme sonrasında Ermenistan işgalden vazgeçmeye yönelik herhangi bir adım atmamıştır Sonraki süreçte Türkiye, defalarca Ermenistan ile ilişkileri normalleştirmek için girişimlerde bulunmuş, ama olumlu sonuç alamamıştır Örneğin, 1995’te Ermenistan’dan olumlu bir cevap gelir umuduyla, İstanbul-Erivan arasında uçak seferlerine imkan veren H-50 hava koridorunun açılmasına izin verilmiştir ve bu hava koridoru hala açıktır (9) Ermenistan’ın buna karşılık attığı adımlar Türkiye’ye yönelik daha sert tepkiler şeklinde olmuştur Ermenistan hem uluslararası kuruluşlar ve yabancı devletler nezdinde Türkiye’yi suçlamaya devam etmiş, hem de PKK terör örgütüne destek vermiştir Örneğin, Türkiye’nin terörle mücadele ile uğraştığı bu dönem, Ermenistan’ın PKK’ya en yoğun askeri destek verdiği dönem olmuştur Nitekim, Mayıs 1997’de Kuzey Irak’ta PKK’nın füzeyle bir Türk helikopterini düşürmesinin ardından 6 Haziran 1997’de Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan basın toplantısında Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Erol Özkasnak tarafından yapılan açıklamada, Ermenistan’ın PKK’ya füze temin eden ve gerekli eğitimi veren devletlerden birisi olduğu kesin istihbarat kaynaklarına dayanılarak ifade edilmiştir (10) Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan 6-8 Eylül 2000 tarihleri arasında New York'ta gerçekleştirilen BM Binyıl Zirvesi'nde (Milenyum Zirvesi) yaptığı konuşmasını Türkiye’yi sözde “soykırım” yapmakla ve bunu kabul etmemekle suçlamak üzerine kurmuştur (11) Eylül 2000’de gerçekleşen 55 dönem BM Genel Kurulu’nun genel görüşmelere ayrılan son oturumu, Türkiye ile Ermenistan arasında söz düellosuna sahne olmuştur İlk söz alan Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan’ın Türkiye’yi sözde “soykırımı” inkar etmekle suçlamasına Türkiye adına cevap veren Altay Cengizer, “Ermenistan sorunu tarafsız bir gözle incelemeli Tarih, ülkeler arasında düşmanlık yaratmak amacıyla kullanılmamalı” demiştir Daha sonra söz alarak Cengizer’e cevap vermeye çalışan Oskanyan bilinen Ermeni iddialarını tekrar dile getirerek Hitler ve Lord Curzon'a da atıfta bulunmuştur (12) Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan Gazeteci Mehmet Ali Birand’a verdiği mülakatında “Türkiye ile dolaylı değil, doğrudan görüşme istediği”ni ve sanki az bir şeymiş gibi “sözde Ermeni soykırımının tanınmasının yeterliği olacağı”nı açıklamıştır (13) Sınırın Açılmasına Yönelik Girişimler Paralelinde Türkiye’de ve Azerbaycan’da Konuya Bakış Geçen süre içerisinde sınırın açılmasına ve Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmesine yönelik çabalar süregelmiştir Bu konuda hem Türkiye içerisinde görüşler ortaya atılmış, hem de ABD ve Avrupa Birliği (AB) başta olmak üzere dış talepler ifade edilmiştir ABD yetkililerinin Türkiye ve Ermenistan yetkilileri ile yaptıkları görüşmelerde, basına yaptıkları değerlendirmelerde, AB’nin çeşitli kurumlarının yayımladıkları raporlarda konuya ilişkin istekler açıkça dile getirilmiş, sınırı kapalı tuttuğu için Türkiye tarafı yer yer eleştirilmiştir Bu görüşü savunanlar, Türkiye’nin atacağı adımların kendisine ekonomik açıdan büyük yarar getireceğini, aynı zamanda Ermenistan’ın siyasî eğilimini değiştireceğini ifade etmektedirler Ama, durumun aslında böyle olmadığı bölgeyi ve Ermenistan’ı iyi bilenler tarafından net olarak bilinmektedir Ekonomik bakımdan bakıldığında, Türkiye şirketlerinin sınırın açılması sonrasında gelirinin 50 milyon doları aşmayacağı görülmektedir Neden mi? Çünkü, Ermenistan’ın toplam dış ticaret hacmi yaklaşık 15 milyar dolardır (14) Ermenistan’da Türkiye’ye karşı olan etnik nefret ve bundan kaynaklanacak olan protestoları, Türkiye’nin potansiyelini, Ermenistan’ın dış ticaretteki alternatiflerini, Ermenistan’ın ihtiyacı olan dış ürünleri de dikkate alırsak, Türkiye’nin Ermenistan’ın dış ticaretinde en iyi ihtimalle %10’luk (150 milyon dolarlık) pay sahibi olacağı söylenebilir Zira, Türkiye ile Gürcistan arasında sınır kapılarının açılmasından günümüze kadar olan sürede en büyük yıllık ticaret hacmi, 2000 yılında 287 milyon Dolar olmuştur (15) Gürcistan açısından; Türkiye dışında ciddi ekonomisi bulunan bir komşusunun olmaması, nüfusunun Ermenistan’dan yaklaşık %60 daha fazla olması, toplam ticaret hacminin yaklaşık 90 milyon dolarının Gürcistan üzerinden Ermenistan ve Azerbaycan ile yapılan ticareti kapsaması gibi faktörler düşünülürse, 150 milyon dolar rakamının çok abartılı olduğu da söylenebilir Bu rakamın yaklaşık %60’ını (90 milyon ABD Doları) Türkiye’nin Ermenistan’a ithalatı oluşturacaktır (Ermenistan dış ticaret dengesinde de % 60’lık pay ithalata aittir ve bu Türkiye ile ticarette de büyük ölçüde devam edecektir) Burada da en iyi ihtimalle yaklaşık % 50’lik kâr elde edileceği düşünülürse, 45 milyon dolar rakamı ortaya çıkmaktadır Şimdi de Türkiye ve Azerbaycan’ın konuya günümüzdeki bakışına değinelim Sınırın kapanmasından sonraki dönemde konu gündeme geldiğinde Türkiye, sürekli olarak Ermenistan’ın, işgal ettiği Azerbaycan topraklarını terk etmediği sürece sınırın açılmasının söz konusu olmayacağını vurgulamıştır Özellikle, 2000 yılından itibaren Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkiler konusunda sistematik istekler içerisine girdiği görülmektedir Kars Kent Kurultayı sırasında yaşanan bir gerginlik sonrasında Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili Türkiye–Ermenistan ilişkilerinin normale dönmesi konusunun üç parametreye dayandığını belirterek, bu parametreleri, “Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sinin işgal altında olması, Ermenistan’ın sözde “Ermeni soykırımı” iddialarını sürekli gündemde tutması ve Ermenistan Anayasası’nda yer alan Türkiye’den toprak talebi” olarak sıralamıştır (16) Daha sonra Başbakan Bülent Ecevit, önce ABD Savunma Bakanı Rumsfeld ile 2001’deki görüşmesi sırasında Ermenistan ile ilişkiler için üç şart ileri sürmüş, ardından Ocak 2002’de ABD ziyareti sırasında Başkan Bush’a Türkiye’nin Ermenistan’la iyi ilişkiye hazır olduğunu, ancak dört önemli şartın kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir (17): 1 Soykırım saplantısı kalksın; 2 Ermenistan tarafından işgal edilmiş Azerbaycan toprakları geri verilsin; 3 Nahçıvan’a koridor açılsın; 4 Kaçkınlar evlerine dönsün Bu arada yapılan farklı değerlendirmelerde, dört şart, ‘kaçkınlar’ konusunun yerine ‘Ermenistan Türkiye’ye yönelik toprak talebinden vazgeçsin’ şartı konarak da sıralanmıştır En son olarak bugünkü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 27 Haziran 2003’te Kars ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, Türkiye-Ermenistan sınırının açılması için Ermenistan’ın Türkiye’ye yönelik toprak taleplerinden vazgeçmesi ve sözde ‘soykırım’ iddialarını sürdürmemesi gerektiği şeklinde iki şart ileri sürmüştür (18) Azerbaycan tarafının görüşlerine baktığımızda, konu ne zaman gündeme gelse yapılan açıklama aynıdır: “Ermenistan, işgal ettiği Azerbaycan topraklarını bırakıncaya kadar Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmeyecektir Biz bundan eminiz” Bazı dönemlerde Azerbaycan’a rağmen Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri geliştireceği ya da Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri geliştirmek isteğine Azerbaycan’ın olumlu yanıt verdiği ifade edilmişse de bu, Azerbaycan ve Türkiye yetkilileri tarafından yalanlanmıştır Azerbaycan yetkilileri Türkiye’nin kendisinin de Ermenistan ile sorunları bulunduğunu ifade etmektedirler Örneğin, Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev, Ocak 2000’de BDT Zirve toplantısına katılmak üzere Moskova'ya hareket etmeden önce basına yaptığı açıklamada Türkiye-Ermenistan arasındaki sınırın açılacağı yolundaki haberlerin asılsız dedikodulardan ibaret olduğunu ifade etmiş, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın açılması yolunda şu ana kadar Türk hükümetinin herhangi bir girişiminin olmadığını vurgulayarak, “Başta Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmak üzere tüm Türk halkı bu duruma asla izin vermez” demiştir Bu tür iddiaların düzmece bir senaryonun ürünü olduğunu belirten Aliyev, “Ermenistan-Türkiye sınır kapısının anahtarı bizde değil Anahtar Azerbaycan ve Türkiye halklarının elindedir” ifadelerini kullanmıştır (19) Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Vilayet Guliyev ile 11 Eylül 2003’te Ankara’daki görüşmesi sonrasında basına yaptığı açıklamada, Ermenistan Savunma Bakanı Serj Sarkisyan’ın, yakın dönemde Türkiye-Ermenistan sınırının açılacağına ilişkin değerlendirmesinin gerçeklikle alakası olmadığını ifade etmiştir (20) Türkiye-Ermenistan sınırlarına ilişkin son gelişmeler ise Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in Nisan 2004’te gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti öncesinde ve ziyaret sırasında yaşanmıştır Ziyaret öncesinde Azerbaycan basınında Türkiye’nin Ermenistan ile sınırları açabileceği haberleri yer almış, hatta Azerbaycan medya temsilcilerinden oluşan bir heyet bunu protesto etmek amacıyla Türkiye’de gösteri ve görüşmeler gerçekleştirmişlerdir Bu arada bazı Türk gazetelerinde “Azerbaycan’daki Ermenistan paranoyaklığına dayanarak sınırları kapalı tutmanın mantıksızlığı” üzerine değerlendirmeler yapılmıştır İlham Aliyev’in Türkiye ziyareti sırasında kendisine Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgali meselesi çözülmedikçe Türkiye-Ermenistan sınırlarının açılmayacağı konusunda güvence verilmiştir Nitekim, ziyaretin hemen sonrasında konuya ilişkin açıklama yapan Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, aynı görüşü tekrarlamıştır (21) Sonuç Girişte de ifade ettiğimiz üzere, sınırın açık olup olmaması, ikili ilişkiler başlı başına bir değer değildir Sınırın açılıp açılmaması konusundaki kararlar uzun vadeli stratejilerin ve dış politikanın çizgisine göre verilmektedir Türkiye’nin stratejik hedeflerine ve dış politika çizgisine baktığımızda, genelde barış ortamı içerisinde komşularla iyi ilişkilerin sağlanması, ekonomik ve siyasî çıkarların ülke dışında da korunması gibi hedeflerin bulunduğu görülmektedir Bölge özelinde baktığımızda, “Kafkasya, Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan doğal kapısı konumundadır Türkiye’nin, ayrıca, Kafkasya bölgesindeki halklarla siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel bağları vardır Bölgede barış, istikrar ve işbirliğinin korunması Türkiye için büyük önem taşımaktadır” (22) Türkiye’nin toprak bütünlüğünü halen tanımayan, sınır anlaşması imzalamayan, olanak bulduğu tüm platformlarda Türkiye aleyhinde kampanyalarını sürdüren ve bu doğrultuda her türlü aracını kullanan bir komşu ile, ayrıca, Kafkasya’daki bölgesel barış ve güvenliği tehdit eden, komşularından birisi olan Azerbaycan’ın % 20’sini işgal altında tutan, diğer tüm komşularına ve hatta doğrudan sınırı olmamasına rağmen Rusya’ya yönelik (Krosnador) bile toprak talepleri bulunan, Türkiye’nin Türkistan’a ulaşımı konusunda en büyük engeli oluşturan bir devlet ile işbirliği için Türkiye’nin her türlü fedakarlığı yapmasının istenmesi kabul edilir bir durum değildir Türkiye-Ermenistan sınırlarının açılması noktasında şu iki konu günümüzde özel önem arz etmektedir: A) Ermenistan’ın Tavırları Her ne kadar, sonradan Ermenistan’ın darboğazdan kurtulmasının yolunun Türkiye ile iyi ilişkilerden geçtiğini savunmuşsa da, Ter-Petrosyan yönetimi de uzun süre yayılmacı ideolojiye dayanarak, Türkiye’ye karşı saldırgan unsurlar içeren politika izlemiştir (23) 1990’ların başlarında Ermenistan’ın Türkiye’ye karşıtı yürüttüğü politika yeterli değilmiş gibi Koçaryan göreve gelir gelmez, Türkiye ile ilişkileri geliştirmek için Türkiye’nin sözde ‘soykırım’ı tanımasını şart koşmuş ve Türkiye ile sınır sorunları olduğunu vurgulamıştır (24) Genel kanaate göre, bu şartlar altında Türkiye-Ermenistan sınırının açılması hem Koçaryan yönetimine ekonomik destek sağlayacak, hem diasporadaki sertlik yanlılarının ve Koçaryan yönetiminin Türkiye karşıtı politikalarında başarılı olduklarını düşünmelerini sağlayacak, hem de Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine zarar verecektir (25) Ayrıca, Türkiye tarafı sınırı açmak istese bile Ermenistan’ın aynı kararı almaması ihtimali hiç de düşük değildir (26) Ermenistan’da bazı yetkililerin ve bir çok politikacının sınırları açmak için Türkiye’ye bazı şartlar ileri sürmesi bunun göstergelerindendir Böyle bir durum, Türkiye için önemli prestij kaybı olacaktır Bu arada, sınırların açılmasının daha çok Ermenistan’ı yanına çekme anlamında ABD’ye yarayacağını ve bunu arzulamayacak olan Rusya’nın Ermenistan’daki etkinlik düzeyini de düşünürsek, Türkiye istese bile sınırın açılmasının kolay olmayacağı görülecektir B) Türkiye’nin Dış Politika Çizgisi Yukarıda da ifade edildiği üzere, Türkiye, Ermenistan ile ilişkileri geliştirmek için belli talepler ileri sürmüştür Bu taleplere baktığımızda birisi dışındakilerin nitelik itibarıyla “negatif talepler” olduğunu görmekteyiz Yani Türkiye, bu talepleriyle Ermenistan’dan bir şey yapmasını değil, yapmamasını istemektedir Türkiye, Ermenistan’ın yayılmacılıktan, işgalcilikten, dünya genelinde Türkiye’ye karşı politikalar geliştirmekten ve geliştirilmesine yardımcı olmaktan vazgeçmesini istemektedir Türkiye, Ermenistan’dan kendisine yönelik toprak taleplerinden vazgeçmesini istemektedir Türkiye gibi en azından bölgesel açıdan önemli bir devletin, kendisine karşı sürekli saldırgan davranan ve politikalarının uygulanmasına engel teşkil eden küçük bir komşusuna yönelik ileri sürdüğü “negatif talepler”in bile hiçbirisi gerçekleşmeden ve ciddî bir ekonomik çıkarı yokken, bu devletle ilişki geliştirmesi beklenmemelidir Hatta, bu bağlamda, hava koridorunun açılması ve uçak seferlerinin başlatılması bile karşılıksız tavizler olarak değerlendirilebilir Türkiye, zaten ambargosunun üç boyutundan ikisinden taviz vermiştir Türkiye, hava koridorunu açmış, uçak seferlerini başlatmıştır Buna karşın hiçbir olumlu adım atmayan, tam tersine saldırganlığını artıran Ermenistan ile sınır kapılarını açması olanaksızdır Ayrıca, son dönemlerde de sık-sık görüldüğü üzere, konuyu sürekli olarak Azerbaycan boyutuna indirgeme çabaları, aslında bilimsel temellerden uzak nitelikte olup kamuoyunu yanlış yönlendirmeye hizmet etmektedir Nitekim yukarıda da ifade edildiği gibi, Türkiye’nin Ermenistan ile sınırları açmak için ileri sürdüğü şartlar öncelikle kendisi ile ilgilidir Tüm yukarıda ifade edilenler ışığında, Türkiye’nin mevcut şartlar altında Ermenistan ile sınır kapılarını açması, tamamen mantık ve ihtimal dışı bir durum olarak değerlendirilebilir ---------------------------------------------------- 1) Bağımsızlık Bildirgesi’nin tam metni ve ilgili maddeler için bkz: Ermenistan Dışişleri Bakanlığı resmi sayfası, wwwarmeniaforeignministrycom/htms/doihtml (10 Nisan 2004) 2) Ermenistan Anayasası’nın ilgili maddeleri için bkz: Ermenistan Devlet Başkanlığı resmi sayfası, http://www.president.am/eng/?folder=...tion&chapter=1 (10 Nisan 2004) 3) Nazmi Gül-Gökçen Ekici, ‘Azerbaycan ve Türkiye ile Bitmeyen Kan Davası Ekseninde Ermenistan’ın Dış Politikası’, Avrasya Dosyası, Azerbaycan Özel Sayısı, İlkbahar 2001, Cilt 7, No 1, s 381 4) “Türkiye-Güney Kafkasya İlişkileri”, Türkiye Dışişleri Bakanlığı resmî sayfası, http://wwwmfagovtr/turkce/grupa/kafkasyahtm (8 Mart 2004) 5) Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü resmî sayfası, http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ.../nisan1993.htm (20 Ocak 2004) 6) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ.../nisan1993.htm (25 Şubat 2004) 7) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ.../nisan1993.htm (26 Şubat 2004) 8) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ.../nisan1993.htm (26 Şubat 2004) 9) Bkz, Dönemin TBMM Dışişleri Komisyon Başkanı Kamran İnan’ın 68 Birleşim 2822002 tarihli konuşması, TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 21, Cilt 78, Yasama Yılı 4, http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem.../bas/b068m.htm (4 Nisan 2004) 10) Abdülhamit Bilici, “Tehdit Nerede Biz Neredeyiz”, Aksiyon, http://arsiv.aksiyon.com.tr/arsiv/15...alar/dos9.html (21 Mart 2004) 11) BM Binyıl Zirvesi, http://wwwbelgenetcom/arsiv/binyilzirvehtml (20 Mart 2004) 12) “BM’de Türk-Ermeni Söz Düellosu”, Hürriyet, 23 Eylül 2000 13) Hürriyet, 1 Şubat 2001 14) http://www.cia.gov/cia/publications/...s/am.html#Econ (31 Mart 2004) 15) Hasan Kanbolat, ‘Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan Zirvesi ve Gölgedeki Ortak Ermenistan’, Stratejik Analiz, Cilt 3, Sayı 26, 2002, s 57 16) “Ermenistan’a Tavır”, Zaman, 30 Haziran 2000 17) “Erivan Şartları”, Hürriyet, 20 Ocak 2002 18) http://wwwazgam/startpl?lang=TR&num=2003062801 (20 Ocak 2004) 19) “Aliyev’den Yalanlama”, Türkiye, 25 Ocak 2000 20) “Türkiye Ermenistanla Serhedi Açmayacaq”, http://www525cicom/2003/09/13/readphp?m=2&id=14 (31 Ocak 2004) 21) “Sırada Karabağ Var”, Türkiye, 16 Nisan 2004 22) http://wwwmfagovtr/turkce/grupa/kafkasyahtm (8 Mart 2004) 23) Azg, 1 Mayıs 2002 24) Şirin Payzın, ‘Kocharian: Lets Make Up But Remember Past’, Diplomacy Papers, No 1, Haziran 1998, s 32 25) Svante Cornel, ‘Ermenistan’la Sınır Kapısının Açılması Türkiye’ye Zarar Verir’, Zaman, 26 Haziran 2003 26) Ermenistan’da da “Türkiye, soykırımı tanımazsa onunla ilişki kurmayalım” görüşünü savunanlar vardır ************************************************** ****** Ermeni Sorunu ve Türk Arşivleri *DoçDr Yusuf SARINAY Devlet Arşivleri Genel Müdürü Bazı ülkelerde tarihçilere bırakılması gereken geçmiş olaylar siyasî alana taşınmakta ve maalesef bilimin objektif sınırları içinde değerlendirilmesi gereken tarihî olaylar, siyasî çıkarların ve ideolojik tutumların katı önyargılarına kurban edilmektedir Örneğin bazı ülkelerde böyle bir yaklaşımla ele alınan Ermeni sorununun, tarihin asıl kaynaklarına inilerek değerlendirilmesi gerekir Bu konuda karar vermeden önce başta Türk arşivleri olmak üzere diğer ülke arşivlerinde mutlaka araştırma yapılarak objektif bir yaklaşım sergilenmelidir Aksi hâlde objektif kaynaklara dayanmayan kanaatler ile sübjektif yaklaşımlar uluslar arasında küllenmiş düşmanlıkları yeniden canlandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır Tarihin yanlış yorumlanmasına ve siyasal amaçla kullanılmasına karşı objektif belgeleri sunmak biz arşivcilerin en önemli görevleri olmalıdır Halbuki Ermeni soy kırım iddiaları bugüne kadar doğruluğu ispatlanmamış olan hatırat türü sübjektif bazı yayınlara dayanmaktadır Bunların başında, Aram Andonian isimli bir Ermeni tarafından 1920 yılında yazılan "Naim Bey'in Anıları; Ermeni Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmî Türk Belgeleri" adlı kitap gelmektedir Bu kitapta yer alan ve Talat Paşaya atfedilen telgrafların, bir soy kırım suçlusu yaratmak amacıyla üretilmiş sahte belgeler olduğu, Osmanlı Arşivi'nde yapılan incelemeler sonucu ispatlanmıştır Bir başka kitap Amerikan Büyükelçisi olarak 1913-1916 yılları arasında 26 ay İstanbul'da görev yapmış olan Henry Morgenthau'nun Hatıratı'dır Heath W Lowry, H Morgenthau'nun bu kitabı yazma amacının savaş karşıtı Amerikan kamuoyunu etkilemeye yönelik olduğunu belirtmekte ve bu kitapta yer alan Ermeni soy kırım iddiasını bilimsel metotlarla çürütmektedir Kitabın hazırlanmasında önemli rol oynayan Morgenthau'nun tercümanı Schmavonian ve katibi Agop S Andonian'ın Avrupa'da bulunan Ermeni örgütleri ile iş birliği içinde Osmanlı Devleti aleyhine casusluk yapan kişiler olduklarına dair Osmanlı Arşivlerinde önemli belgeler bulunmaktadır Diğer bir kitap ise Arnold Toynbee tarafından yazılan "1915-1916 Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere Yapılan Muamele" olarak bilinen ve 1916 yılında yayınlanan "Mavi Kitap"tır İngiliz Hükümeti tarafından hazırlattırılan bu kitap savaş propagandası amacıyla kaleme alınmıştır Ermeni iddialarına dayanak olan ve sık sık dile getirilen diğer bir kaynak ise I Dünya Savaşı sonrası kurulan Osmanlı Divan-ı Harb Mahkemeleri'dir Bu mahkemeler İstanbul'u ve Osmanlı topraklarını işgal etmiş olan İtilaf devletlerinin ortak düşmanı olan İttihat ve Terakki mensuplarını mahkum etme çabası sonucunda kurulmuşlardır Bu mahkemelerde ispatlanmamış tek taraflı suçlamalar yer almaktadır Yukarıda bahsedilen sübjektif eserlerin dışında, Ermenilerin asılsız soy kırım iddialarını delillendirebilecekleri kayda değer bir belge bulunmamaktadır Nitekim işgal döneminde İngilizler İstanbul'da ve Malta'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi için Osmanlı arşivlerinde konu ile ilgili araştırma yapmışlardır Araştırma sonucunda tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir delili mahkemeye sunamamışlardır İngiliz hükümeti kendi arşivlerinde ve ABD'nin (Washingtondaki) arşivlerindeki raporlar üzerinde de araştırmalar yapmış, ancak yine hiçbir sonuca ulaşamamıştır Bu nedenle arşivlere inilme zorunluluğu vardır ve arşivlere dayalı bilimsel çalışmalar önyargı ve yanlı bilgilendirilmeden kaynaklanan taraflı siyasî yaklaşımları ortadan kaldıracaktır Başta Ermeni sorunu olmak üzere Türk arşivlerinde araştırma yapmadan yazılacak bir bölge ve dünya tarihinin eksik kalacağının bilinciyle, modern arşivciliğin ana ilkesi olan "açıklık prensibini temel dayanak kabul eden Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, araştırmacılara sunulan hizmetlerde çağın gereklerine uygun yeni düzenlemeler yapmıştır Bu çerçevede; Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü başta Ermeni sorunu olmak üzere birçok konuda tasnif çalışmalarını hızlandırarak, tamamlamış ve araştırma hizmetine sunmuştur Türkiye'ye yasal yollardan girmiş yabancılar ve bunların vekilleri araştırma yapacakları arşivlere veya arşivlerin bağlı bulunduğu idareye bizzat veya posta ile müracaat edebileceklerdir Müracaat eden kişilere aynı gün araştırma izni verilmektedir Müracaatlar, yurt dışından T C büyükelçilik've başkonsoloslukları aracılığıyla da yapılabilecektir Tasnif edilmiş ve son işlem tarihi üzerinden otuz (30) yıl geçmiş arşiv malzemesi hiçbir kısıtlama olmadan araştırma ve incelemeye açılmaktadır Araştırmacılara bir iş günü içerisinde verilen belge, defter veya dosya sayısı artırılmıştır Araştırmacılar, araştırma ve incelemeleri esnasında arşiv yönetiminin uygun göreceği mahallerde portatif yazı makinesi veya bilgisayar kullanabilecektir Yine dünya bilim çevrelerine ve bilim adamlarına kolaylık sağlamak, bilginin paylaşılmasını ve öğrenmenin önündeki engelleri azaltmak maksadıyla internette bir web sayfası açılmış ve bilgisayar ortamında belge kataloglarımız yayınlanmıştır Bu konudaki talep, istek vb "http://wwwdevletarsivlerigovtr" adresinden temin edilebilir Osmanlı dönemi arşiv belgelerinin mikrofilme alınması ve elektronik ortama aktarılması çalışmaları 2001 yılında başlatılmış olup, araştırma hizmetlerinin elektronik ortamda verilmesi hedeflenmiştir Bu düzenlemelerle, Türk arşivlerini çağın gereklerine uymasını sağlayarak kolay ulaşılabilir bir arşiv haline getirmek amaçlanmıştır f Türk arşivlerinin temel ilke olarak kabul ettiği "açıklık prensibi" doğrultusunda Ermenistan, Rusya ve Ermeni Patrikhanesi ve bağlı kiliselerdeki arşivlerinde bulunan konuyla ilgili belgelerin de açılması ve meydana gelen olayların tarihçiler tarafından objektif bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir Osmanlı Arşivlerinde genel olarak Ermeni sorunu ve tehcir uygulaması ile ilgili Sadaret Evrakı, Zaptiye Nezareti, Yıldız Sarayı Evrakı, Meclis-i Vükela Mazbataları, Şurayı Devlet, Dahiliye Nezareti ve bağlı kuruluşları (Emniyet-i Umumiye ve Şifre Kalemi vb) ile Hariciye Nezareti'ne ait fonlarda yüzbinlerce belge , bulunmaktadır Nitekim Osmanlı arşiv belgeleri objektif bir şekilde değerlendirildiğinde, Osmanlı Devleti'nin son elli yılına damgasını vuran Ermeni sorununda dönemin büyük devletlerin desteği ile Ermeni Komitacılarının 1890'lı yıllarda başlattıkları terör olaylarının Birind Dünya Savaşı içinde silâhlı isyana kadar vardığı görülecektir Osmanlı hükümeti sevk ve iskân uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmış, keyfî bir uygulamaya gitmemiştir Öncelikle İçişleri Bakanlığı 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komite merkezlerini kapatarak, komite ele başlarının tutuklanması için emir vermiş, İstanbul'da 2345 Ermeni komitacı tutuklanmıştır Ancak olayların giderek tırmanması ve Van olayları üzerine, 27 Mayıs 1915 tarihinde "Vakt-i Seferde İcraat-ı hükümete karşı gelenler için cihet-i askeriyyece ittihaz olunacak tedbir hakkında kanun" kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur Osmanlı hükümeti bu yasayı çıkararak halkın güvenliği ve cephe gerisinin emniyeti bakımından gerekli görülen yerlerdeki halkı, savaş alanından uzaklaştırma ve güvenlikli bölgelere sevk etme kararı almıştır Bu kanunla askerî yetkililere; asayişi bozan silâhlı saldırgan ve direnişçileri, casusluk ve vatana ihanet eden köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu hâlde başka yerlere sevk ve iskân etme yetkisi veriliyordu Dört maddelik olan bu kanun tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı yetki kanunudur En önemli özelliği ise, kanun metninde herhangi bir etnik veya dinî grubun belirtilmemiş olmasıdır Ayrıca kanunda tehcir kelimesi geçmemekte sadece "diğer mahallere sevk ve iskân" ibaresi kullanılmaktadır Diğer taraftan çıkarılan sevk ve iskân kanununun uygulanması, idarecilerin yorum ve kabiliyetlerine bırakılmamış, uygulamada idarecilerin neyi nasıl yapacaklarına dair kararlar alınmıştır' Bu amaçla çıkarılan kanun ve talimatnamelerle sevk ve iskânın nasıl yapılacağı ayrıntılarıyla hükme bağlanmıştır Buna göre: göçe tâbi tutulan ahali, kendilerine tahsis edilen bölgelere rahat bir şekilde, can ve mal emniyetleri sağlanarak nakledilecektir Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri göçmenler ödeneğinden karşılanacaktır Eski malî ve iktisadî durumları göz önünde tutularak kendilerine emlâk ve arazi verilecek, muhtaç olanlara hükümetçe mesken inşa edilecek, çiftçi ve zenaat erbabına tohumluk ve alet temin edilecektir Geride bıraktıkları taşınabilir mal ve kıymetler kendilerine uygun şekilde ulaştırılacaktır Ermenilerin boşalttıkları şehir ve köylerdeki gayrimenkulleri tespit ve kıymetleri takdir edildikten sonra bu köylere yerleştirilecek muhacirlere tevzi edilecektir Muhacirlerin zeytinlik, dutluk, bağ, dükkân, fabrika, depo gibi gelir getiren yerleri müzayede ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir Ayrıca Osmanlı hükümeti göçün düzenli ve güvenli bir şekilde uygulanması ve sevk edilen Ermenilerin can ve mallarının korunması amacıyla mümkün olan önlemleri almak için büyük çaba harcamıştır Ermenilerin sevki esnasında meydana gelen suistimalleri incelemek üzere, Temyiz Mahkemesi ile Şuray-ı Devlet üyelerinden ve ceza mahkemeleri başkanlarından Eylül 1915 tarihinde soruşturma komisyonları oluşturup Anadolu'ya gönderilmiştirHükümet özellikle can ve mal emniyetinin üzerinde önemle durmuş ve gerekli tedbirlerin alınması için devamlı talimatlar vermiştirBu konularda suç işleyenler veya ihmali görülenler sıkıyönetim mahkemelerine sevk edilmişlerdir Suçlu bulunarak mahkemeye verilen 1397 kişi çeşitli cezalara çarptırılmıştır Tehcir sırasında İstanbul'dan Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından taşra yöneticilerine gönderilen talimatlar ve hükümet tarafından alınan kararlar oldukça dikkat çekicidir Bu talimatlarda; 1- Sevk edilen Ermenilerin canlarının korunması ve iaşelerinin sağlanması, suistimali görülen görevlilerin görevlerinden alınmaları ve Divanı Harbe teslim edilmeleri, 2- Katolik, Protestan ve hasta Ermenilerin sevk edilmemesi, 3- Devlete ihanet etmeyen ve Komitelerle ilişkisi olmayan Ermenilerin sevk edilmemesi, 4- Kimsesiz ve muhtaç Ermenilerin iaşesinin temin edilmesi, 5- Sevk edilen Ermenilerin mallarının muhafaza edilmesi ve geri dönüşlerinde mallarının kendilerine nasıl iade edileceğine dair nizamname (1915), 6- Ermenilerin sevkleri sırasında iaşelerinin temini ve güvenlikleri için muhacirin tahsisatından para tahsisi yapılması, 7- Kullanılmakta olan emlâkin Ermeniler geldikçe boşaltılarak sahiplerine iadesi, 8- Ermenilerin geri dönüşlerinde kolaylık gösterilmesi ve ihtiyaçlarının sağlanması, 9- Gayrimüslim çocukların akrabalarına veya cemaatlerine teslim edilmesi, 10- Ermenilerin geri dönüşlerinde uygulanacak esaslarla ilgili nizamname ve talimatlar konularında binlerce belge bulunmaktadır Belgelerden de anlaşılacağı gibi yapılan sevk ve iskân plânlı ve siyasî amaçlı değil, askerî ve güvenlik nedeniyledir Zaten Mayıs 1915 yılında başlatılan tehcir, 25 Kasım 1915 tarihinde geçici olarak, 24 Ekim 1916 tarihinde de tamamen durdurulmuştur Osmanlı Devleti'nin aldığı kararlara baktığımızda bu tedbiri geçici olarak aldığını görmekteyiz Katliam yapmak amacında olan bir yönetimin iaşe, can güvenliği, malların muhafazası ve iadesi, ihmali görülen ve suç işleyen görevlilerin görevlerinden alınmaları, cezalandırılmaları vb konularda bu kadar hassas davranması mümkün müdür? Ayrıca, Ermeni olaylarının arttığı ve tehcirin yapıldığı dönemlerde dahi Ermenilerden Osmanlı merkezi yönetiminde üst düzey görevlerde bulunan pek çok kişi bulunmaktadır Katliâm uygulama niyeti ve kararlılığında olan bir devletin merkez yönetiminde bu kadar görevliyi çalıştırması mümkün müdür? Böyle bir anlayış ve hareket tarzı içinde bulunan bir devletin 1500000 Ermeniyi soy kırıma tâbi tuttuğu gibi bir iddia, bilimsel dayanaktan ve tarihî gerçeklerden uzaktır Zira Osmanlı Devleti'nin resmî nüfus sayımlarında 1500000 Ermeninin yaşamadığı bilinmektedir Nitekim 1893 yılında yapılan nüfus sayımında Osmanlı devletinde 10014139 1914 nüfus istatistiklerinde ise 11161169 Ermeni yaşamaktadır 1897 yılında Fransız hükümeti tarafından yayınlanan sarı kitapta Osmanlı devletinde yaşayan Ermenilerin miktarı 1475000 olarak gösterilmektedir Ayrıca Osmanlı Hükümeti Ermeni iddialarının araştırılması için Birinci Dünya Savaşı'nda taraf olmayan İspanya, Hollanda Danimarka ve İsveç'e gönderdiği notalarla bu ülkelerden ikişer hukukçu gönderilmesini istemiştir Bu notalarda tarafsız hukukçuların oluşturacağı komisyonun Ermeni iddialarını tahkik etmesi istenmiştir Sadrazam Salih Paşa da 17 Mart 1920 tarihinde Fransa, İtalya ve İngiltere Yüksek Komiserliklerine verdiği notada, bu olaylar hakkında karma bir komisyon oluşturularak, soruşturma açılması teklifini tekrarlamıştır Ne yazık ki bu girişimler İngilizlerin müdahalesi üzerine sonuçsuz kalmış, ilgili ülkeler temsilci göndermeyi reddetmiş, dolayısıyla konunun soruşturulması engellenmiştir Osmanlı devletinin bu girişimi, gerçekleştirmiş olduğu sevk ve iskan işlemlerinde, uluslar arası hukuk çerçevesinde yanlış bir şeyin bulunmadığını ortaya koyan, kendisine olan özgüvenin önemli bir göstergesidir Eğer bu komisyon kurulsa idi günümüzde Türk ulusuna yönetilen asılsız ithamlar gerçek muhatabını bulacak, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik bu gerçek dışı iddialar da o zaman tarihin derinliklerine gömülebilecekti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan "Ermeniler Tarafından Yapılan Katliâm Belgeleri (1914-1921) adlı iki ciltlik kitap Ermeni komitelerinin 518105 Türk'ü öldürdüklerini belgelerle ortaya koymaktadır Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün özdeyişiyle "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir Tarih yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, maalesef, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet almaktadır" ************************************************** ***** 1915'te Sevk ve İskan Edilmeyen Ermeniler *YardDoçDrDavut KILIÇ *Fırat Üniİlahiyat FakÖğretim Üyesi Giriş Osmanlı Devleti topyekün bir savaşa hazırlanırken Rus Çarının desteğiyle hareket eden Komitacı Ermeniler Büyük Ermenistan'ı kurma hayaliyle, bütün güçlerini Rusya'nın emrine vermişlerdi Bunların bir kısmı Rus ordularının önünde, bir kısmı da cephe gerisinde sivil, asker demeden Doğu Anadolu'da herkese saldırıyordu Osmanlı Hükümeti, Komitacı Ermenilerin saldırılarına karşı yaklaşık dokuz ay boyunca, bir takım tedbirler alarak olayların önüne geçmeyi denedi Sonuç alamayınca Ermeni toplumunu Patrik nezdinde uyardı Ancak, bundan da bir sonuç çıkmayınca özel tedbirler almak zorunda kaldı Sevk kararının ilk işareti sayılan 2 Mayıs 1915 tarihli Başkumandan Vekili Enver Paşadan, Dahiliye Nazırı Talat Paşaya yazılan yazıda, özetle Enver Paşa; Ermenilerin isyan çıkarmayacak şekilde dağıtılmaları gerektiğini, isyancı Ermenilerin, küçük guruplar halinde çeşitli yerleşim yerlerine dağıtılacak olursa, isyan etme imkanlarının kalmayacağını belirtmektedir Nitekim uygulama da bu yönde olmuştur 29 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Bursa, Ankara, Konya, İzmit, Adana, Maraş, Halep, Zor, Sivas, Kütahya, Karesi, Niğde, Elazığ, Diyarbakır, Balıkesir, Erzurum ve Kayseri'ye gönderilen telgrafta, Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere yerleştirilmelerinin sebebini şöyle açıklamaktadır: bu unsurun (Ermeni Komitecilerin) hükümet aleyhine teşebbüs ve faaliyette bulunmamaları ve bir Ermenistan hükümeti kurmaları yönündeki faaliyetlerini önlemek olduğu, bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi sevkiyat esnasında kafilelere, taarruz ve gasp edenlerin bunlara ön ayak olanlara görevlerinden el çektirerek divan-ı harbe teslimi ve isimlerinin Dahiliye Nezaretine bildirilmesi ve bu olaylara tekrarında vilayet veya liva'nın mesul tutulacağı açık bir şekilde beyan olunmuştur Aynı belgede Osmanlı hükümeti, anarşi ve teröre karışmamış şevke tâbi olmayan Ermenilerin yerlerinden çıkarılmamaları, asker aileleriyle birlikte sanatkar, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevk olunmaması gerektiğini de vurgulamıştır Bunlan altı başlık altında toplamak mümkündür Çeşitli Vilayetlerde Tehcire Tabi Tutulmayan Ermeniler Bugün Ermeni sevk ve iskânı denildiğinde hiçbir fark gözetmeden bütün Ermenilerin böyle bir muameleye tâbi tutulduğu iddia edilmektedir Halbuki tehcir kararının uygulanması çok sınırlı olmuş, anarşi ve teröre bulaşmamış, belirli özelliklere sahip olanlar istisna tutulmuştur Başka bir ifadeyle sırf Ermeni olduğu için insanların sevk edildiği düşüncesi yanlıştır Nitekim 17 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Antalya Mutasarrıflığına çekilen telgrafta, nüfuslarının azlığı sebebiyle Antalya'daki Ermenilerin şimdilik ihracına lüzum görülmediği ifade edilmektedir Yine, Urfa'dan dışarı Ermeni sevkıyatının yapılmadığı, yalnız merkeze bağlı yerlerden birkaç hanenin sevk edildiğine dair, bilgiler mevcuttur Ayrıca 23 Ekim 1915 tarihli Dahilive Nezaretinden Kastamonu vilayetine yazılan telgrafta, Kastamonu vilayetindeki Ermenilerin ihracına lüzum olmadığı belirtilmiştir 13 Mart 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karesi Mutasarrıflığına gönderilen yazıda, Karesi'den sevk edilen yirmi yedi Ermeni ailenin sevk edilme sebebinin bildirilmesine ve bunların derhal yerlerine iade edilmesine, ancak komitelerle münasebet ve alakası olan ihanetleri belli Ermenilerin sevk edilmelerinin gerektiği bildirilmiştir Ayrıca 30 Nisan 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karahisar-ı Sahib (Balıkesir) mutasarrıflığına gönderilen telgrafta, Balıkesir Ermenilerinin liva dahilinde münasip köylere dağıtılmaları istenmiştir Bu dönemde Doğu Anadolu bölgesinin dışında kalan şehirlerdeki teröre bulaşmamış Ermenilerin bir tehlike, olarak görülmediği belgelerden açıkça anlaşılmaktadır Arşiv belgelerinin yanı sıra Gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın hatıralarında, tehcir zamanında sevk yeri olarak Kütahya'ya gittiğini orada Mutasarrıf olan, Faik Ali Bey'in tehcir emrini kağıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur içinde yaşamaya devam ettiklerini Dabağyan nakleder Ayrıca bu dönemde İstanbul Ermenileri ile Kütahya sancağı ve Aydın vilâyetindeki Ermenilerin de göç ettirilmediği bilinmektedir Katolik ve Protestan Ermeniler 17 Haziran 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Erzurum Vilayetine gönderilen telgrafta, Ermeni Katolik misyonerlerle sörlerin şimdilik sevk edilmemeleri istenmektedir Bundan 48 gün sonra 4 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Halep, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Elazığ, Van vilayetleriyle Urfa, Canik, Maraş mutasarrıflıklarına gönderilen yazıda da, adı geçen 13 Vilayet ve Mutasarrıflıkta kalan Katolik Ermenilerin sevk edilmeyerek nüfuslarının bildirilmesi istenmiştir Katolik Ermenilerin şevkinin durdurulmasından 11 gün sonra, Protestan Ermenilerin de sevk edilmemeleri yönünde bir hüküm çıkarılmıştır 15 Ağustos 1915 tarihli bu hükümde, Dahiliye Nezaretinden Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Halep, Hüdavendigar, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Konya, Elazığ ve Van vilayetleriyle Urfa, İzmit, Canik, Karesi, Karahisar-ı Sahib livaları, Maraş, Niğde, Eskişehir, mutasarrıflıklarını kapsayan yazıda, Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerden sevk olunmayanların şevkinden sarf-ı nazar olunması ve vilayet dahilindeki nüfusları, ile bu nüfustan kalan ve sevk olunanların miktarının bildirilmesi istenmiştir Buna cevap olarak Kayseri'den 18 Eylül 1915 tarihli Dahiliye Nezaretine gönderilen yazıda, şevke tâbi tutulan Ermenilerin dışında 4911 asker ailesi ve Protestan ile Katoliklerden oluşan bir gurubun kaldığı belirtilmektedir Yine Niğde vilayetinden Dahiliye Nezaretine gönderilen 18 Eylül 1915 tarihli belgede de, liva dahilinde Katolik ve Protestan Ermenilerden 221 nüfus kaldığı bildirilmektedir Dahiliye Nezaretinden Konya vilayetine gönderilen 4 Kasım 1915 tarihli telgrafta, Konya'da bulunan 2000 Ermeni'nin şimdilik sevk olunmayarak muhafazada bulundurulması, asker aileleriyle Katolik ve Protestan olanların da vilayet dahilinde uygun mevkilerde iskan edilmeleri istenmektedir Yine aynı vilayete gönderilen 10 Temmuz 1916 tarihli yazıda zararlı ve çeteci Ermenilerin Zor'a sevk edilmeleri istenirken, Protestan ve Katoliklerin bundan istisna tutulması istenmiştir Bu arada, Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşaya gönderilen 26 Nisan 1916 tarihli belgenin içeriğinde ise Maraş'da sevk olunmamış 3845 erkek 5000 küsur kız ve kadın bulunduğu, bunların 3500 kadarının Gregoryen, diğerlerinin Katolik ve Protestan olduğu bildirilmektedir Buna göre Maraş'da Gregoryen Ermenilerin dışında yaklaşık 5345 Katolik ve Protestan Ermeni'nin yerinde kaldığı anlaşılmaktadır Devlet Kademelerinde Görev Yapan Ermeniler Osmanlı Devletinin çeşitli kademelerinde görevli komitacılarla iş birliği yapmayan, devletine bağlı memurlar da tehcirden istisna edilmişlerdir Dahiliye Nezaretinden 12 Vilayet, 9 Mutasarrıflığa gönderilen 15 Ağustos 1915 tarihli yazıda, Ermeni mebus ve ailelerinin ihraç edilmemeleri istenmiştir Yine aynı tarihli başka bir belgede ise asker, zabit ve sıhhiye zabitlerinin ailesinden olan Ermenilerin sevk edilmeyerek yerlerinde bırakılması belirtilmiştir Dahiliye Nezaretinden çeşitli vilayet ve mutasarrıflıklara gönderilen 17 Ağustos 1915 tarihli yazıda, Ellerinde belgeleri bulunan şimendifer memurları, ameleler ve müstahdemlerin aileleriyle birlikte şimdilik sevklerinden vazgeçilmesi ve bunların miktarının bildirilmesi istenmiştir Bu arada 28 Haziran 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Trabzon Vilayetine gönderilen yazıda ise Düyun-ı Umumiyedeki Ermeni memurların yerlerinde kalmaları emredilmektedir Çeşitli Valilik ve Mutasarrıflıklara gönderilen başka bir belgede de, tahliye edilen yerlerdeki Düyun-ı Umumiye ve Reji idaresinde sevkten istisna edilen Ermeni memurlarla yeniden tayin edilen Ermenilerin isimlerinin, tayin tarihlerinin ve nereli olduklarının bildirilmesi istenmiştir Ticaret ve Benzeri İşlerle Uğraşan Ermeniler Ticaretle uğraşan Ermenilerin arasında da Osmanlı hükümeti aynı hassasiyeti göstererek komitacılarla ilgisi olmayan tüccarları şevke dahil etmemiştir Dahiliye Nezaretinden Maraş Mutasarnflığına gönderilen 8 Haziran 1915 tarihli telgrafta, göç ettirilen yerlerde, ticaret ve sair suretle ikamet eden Ermenilerin yerlerinde bırakılmaları istenmektedir Dahiliye Nezaretinden Trabzon, Sivas, Diyarbakır, Elazığ valiliklerine ve Canik mutasarrıflığına gönderilen 4 Temmuz 1915 tarihli başka bir belgede ise Hükümetçe muzır tanınmış Ermenilerin, aileleriyle birlikte uzaklaştırılması ve kendi işleriyle meşgul tüccar ve esnafın yerlerinin değiştirilerek alıkonulması belirtilmiştir Bazı Özel Şahısların Sevk Edilmemelerine Dair Yollanan Emirler Dahiliye Nezaretinden, Bursa vilayetine gönderilen 15 Ağustos 1915 tarihli telgrafta, İstanbul Bulgar Hastanesi doktorlarından Nikolo'nun kayınpederi Ermeni milletinden fotoğrafçı Papazyanın ikinci bir emre kadar sevkinin ertelenmesi belirtilmektedir Yine 27 Ekim 1915 tarihli bir yazıda, Tekfurdağlı sabık mebus Agop Boyacıyan Efendinin yeğeni Tekfurdağlı Bogos'un Konya'da kalması istenmektedir Dahiliye Nezaretinden Halep vilayetine gönderilen 23 Ekim 1915 tarihli belgede de, Adana Osmanlı Bankası memurlarından Halep'te bulunan Edvar Simkiyan, Manok Sarrafyan ve Agop Gagayan ile Tarsus şubesi memurlarından Serkis Kişiyan'ın Halep şubesinde çalışabilecekleri bildirilmiştir Ayrıca 15 Mart 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden bazı vilayet ve mutasarrıflıklara gönderilen telgrafta, bundan böyle idari ve askeri maslahat gereği ne sebeple olursa olsun hiçbir Ermeni'nin sevk edilmemesi istenerek sevk ve iskânın durdurulduğu belirtilmiştir 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde yerlerinde bırakılan Ermenilerle ilgili olarak Osmanlı Arşivi tasniflerindeki belgelerden Yusuf Halaçoğlu'nun derlediği bilgilere göre; Adana: 16000 civarı, Ankara: 733, Karahisarı Sahip: 2222, Kayseri: 4911, Elazığ: 4000, Maraş: 8845, Sivas: 6055 olmak üzere toplam 42766 Ermeni yerlerinde kalmıştır Bunların dışında yukarıda ifade ettiğimiz belgelerden anlaşılacağı üzere; Karesi Mutasarrıflığı, Kastamonu, Balıkesir, Antalya, İstanbul, Urfa, Kütahya, Aydın vilayetlerindeki Ermeniler de sevk edilmemiştir Katolik ve Protestan Ermenilerin ilk anda tehcire tâbi oldukları, Alman ve Amerikan büyükelçiliklerinin baskılar neticesinde Katolik ve Protestan Ermenilerin sevkinin durdurulduğu belgelerden anlaşılmaktadır Bunun haricinde Gregoryen Ermenilerin tamamı da sürülmemiştir Meclis-i Vükela'nın çıkarmış olduğu sevk ve iskân kararına bakıldığında sevk ve iskân edilecek Ermeniler "düşmanla işbirliği yapan, masum halkı katleden ve isyan çıkaran Ermeniler şeklinde tarif edilmektedir" Başka bir belgede ise Ermenilerin hükümet aleyhinde çalışmalarına engel olunmak için sevk edildikleri, bir Ermenistan hükümeti kurmaları yönündeki faaliyetlerini önlemek olduğu, belirlenenler dışındakilerinin sevk edilmemeleri, istenmektedir Yine bir belgede, Hükümet Ermenilerin bulundukları yerden alınarak fesat çıkarmasına imkan bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sevk işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını istemektedir Osmanlı Devletinden Valiliklere ve Mutasarrıflıklara gönderilen telgrafların genelinde bu ifadeler özellikle vurgulanmıştır Bu da Gregoryen Ermeniler içerisinde de masum olanların kaldığını göstermektedir Yukarıda incelenen belgelerden ve verilen rakamlardan da bu sonuç çıkmaktadır 2 Mayıs 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Halep vilayetine gönderilen şifre telgrafta, Halep'te bulunan Maraş Katoliklerinin sevk olunmamaları kararlaştırılmıştı Bunların sevklerine başlandığı haber veriliyor Niçin sevk edildiklerinin bildirilmesiyle beraber sevk olunanların da geriye getirilmeleri istenmiştir Bundan 11 gün sonra 13 Mayıs 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Halep vilayetine ve Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşaya gönderilen telgrafta, Halep'teki Katolik ve Protestanların dışındaki yabancı Ermenilerin başka yerlere şevklerine ve çete teşkilatıyla ilgisi olanların bilgisine müracaat etmek için tevkifine dair telgraf, bu olayların hiçte böyle gelişmediğini göstermektedir Ayrıca Osmanlı Hükümeti, Halep sevkiyatı sırasında devlet hizmetinde bulunan ve devlete karşı kötü niyet beslemeyenlerin daha iyi şartlara sahip olmaları maksadıyla başka yerlere iskan edilmelerini istemiştir Osmanlı sınırları içerisinde yukarıda saydığımız özelliklere haiz olan Ermenilerin, çoğunlukla bulunduğu bölgelerde kalmaları sağlanmış veya belirli bölgelere toplanarak güvenlikleri temin edildikten sonra hayatlarını sürdürmüşlerdir Yanlışlıkla şevke tâbi tutulan Katolik ve Protestan Ermeniler ise araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir Ancak konunun başından bu yana ifade ettiğimiz gibi zararlı faaliyetlere karışan Katolik ve Protestan Ermeniler yeni iskan sahalarına sevk edilmişlerdir J McCarthy'nin yaptığı hesaplamalara göre; 1922 yılında savaşın sona ermesinin hemen ardından Türkiye Cumhuriyetinde yaklaşık 140000 Ermeni kalmış bulunuyordu 1927 Türkiye nüfus sayımı yazımlarına göre 77433 Gregoryen, 6658 Protestan, 34000 Katolik'tir Yine McCarthy'nin ifadesine göre, bu nüfus sayımı Ermeni Protestan Kilisesinin yaptığı hesaplamalara da uygundur Sonuç olarak, Ermeni asıllı Türk vatandaşı Dabağyan'ın ifadesiyle; "Bu karmaşık mücadeleden Ermeniler pek zararlı çıkmışlar ise hesabını kaderlerini teslim etmiş oldukları Hınçak ve Taşnak gibi maceracı Komitelerden ve tam bir basiretsizlik içinde, gözü kapalı bağlandıkları o Hristiyan devletlerinden sormalıdır Ne var ki, öyle yapmamış tam aksi, uşaklıklarını devam ettirmiş ve de ettirmektedirler Sevk hareketi Kafkas Ermenilerinden kurulu çetelerin Anadolu'da icra ettikleri dehşet verici katliamların tezahüründen kaynaklanmış pek uğursuz bir vakadır ************************************************** ***** 1915 Ermeni Tehcirine Giden Yolda Gözden Kaçan İki Nokta: Projeler ve Müfettişlikler *Ali KARACA Giriş Günümüzde Türk-Ermeni İlişkileri söz konusu edildiğinde sergilenen genel yaklaşım, 1915 zorunlu iskânını, tehciri sorgulamak şeklindedir Günümüzde ileri sürülen tez ve antitezler, genellikle bu tehcir esnasında yaşanılanlara dayandırılmakta, bu ise tehcirin arka plânının gözden kaçmasına sebep olmaktadır Bu tür yaklaşımların ana nedeni Ermeni -Türk ilişkilerinin tarihî süreçten kopuk olarak ele alınmasıdır Hâlbuki söz konusu ilişkiler için, projektörleri tarihin derinliklerine yöneltmek, konuya yaklaşım metodu açısından oldukça önemlidir Osmanlı Devleti'nin, Ermeniler de dahil yönetimi altında bulunan gayrimüslimlerle olan ilişkilerinin hukukî zeminini Zımmî statüsü oluşturmaktaydı 1821 Mora Rum isyanı, devletin Ermeniler için yeni bir yaklaşıma zemin hazırlarken, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası yeni oluşumların tohumu atılmıştı Esasında Hristiyan unsurlar için idarî-yapısal temel düzenlemeler Tanzimat (1839), Islahat (1856) ve Kanunıesâsi/Anayasa (1886) dönemlerinde yapılarak, Ermenileri de kapsayan kanun ve tüzükler yürürlüğe sokulmuştu Bu arada devlet, Sırbistan ve Cebeli Lübnan olayları sonrası, yerel taleplere bir çözüm olarak yaptığı yeni bir temel düzenlemeyle yerel meclislerin oluşumuna izin vermişti Bu yaklaşım çerçevesinde Millet-i Ermeniyân Nizamnâmesi'ni de yürürlüğe koymuştu (1862) Daha sonra uygulama alanı bulmuş olan Anadolu Reform programı da (1895) bu kabildendir Zira Hükümetin ilgililere verdiği direktiflerde, çalışmalar esnasında Tanzimat, Islahat ve Kanuniesasî hükümlerinin dikkate alınmasına özellikle vurgu yapması, bahsi geçen düzenlemelerin Ermeni unsurla ilgisini açıkça göstermektedir 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı Sonrası Gelişmeler ve Öne Çıkan İki Öğe Kaynaklara bakıldığında, 1878 sonrası gelişen olaylar bütünü içerisinde Türk-Ermeni-Avrupalı devletler ilişkisinin farklı ve yeni bir safhaya girdiği görülmektedir 1915 zorunlu iskânına kadar devam eden bu süreçte, ortaya çıkan bazı öğeler, tehcirin esas zeminini oluşturacaktır Doğu Sorunu'na Ermeni Meselesi rengini veren 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması (16 madde) ile bu sorunu uluslar arası arenaya taşıyan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması (6lmadde) problemin çözüm şeklini de belirtmekteydi İlgili maddede: " Hükümet halkı Ermeni bulunan eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformu ertelemeksizin yapma ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir ve ara sıra bu konuda düşünülen düzenlemeleri devletlere (İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya ve İtalya) bildireceğinden, adı geçen devletler konu edilen düzenlemelerin (reform) yerine getirilmesini /yürütülmesini gözetleyeceklerdir" denilmekteydi Bu antlaşmalar sonrası süreçte, Avrupalı devletlerce ilgili maddelerden kaynaklanan iki ana öğenin daima ön plâna çıkarıldığı görülecektir Avrupa Patentli Reform Projeleri Bir tür reform programı olan Islahat Fermanı'na esas oluşturan hususların hazırlanmasında, Avrupalı devletlerin sergilediği metodik tavır, 1878 sonrası programları için de geçerliliğini koruyacaktı Buna göre reform programları, taraftar devletlerce hazırlanmakta ancak, uygulayacak olan devletin de (Osmanlı) onayı ve yönetim esasları dikkate alındığı izlenimi verilmekteydi 1878 sonrası projelerinin özelliği, tarif edilmiş belli bölge (Vilâyât-ı Sitte) ve belli unsur (Ermeni) için programlanmış oluşu, uygulama şeklinin ise doğrudan veya dolaylı müdahele esaslarına dayandırılmasıydı: Mesela Salisbury'nin direktifleri doğrultusunda Layard'ın açıkladığı reform programı ve üç maddelik nota (8 Ağustos 1878) ile dokuz maddelik diğer bir projesi (24 Kasım 1879 12 T Sani 1295), yine İngiltere, Fransa ve Rusya'nın müşterek hazırladıkları kırk maddelik reform programı ve on dört maddelik muhtıra (11 Mayıs 1895), ayrıca 1909 tarihli yirmi dokuz maddelik reform projesi ile 23 Mayıs 1914 tarihli yirmi üç maddelik reform programı bu çerçevede değerlendirilebilir Avrupa kaynaklı bu reform projelerinin ana eksenini, uygulanması safhasında Avrupalı uzmanların istihdamı, denetimin başında ise yine bir Avrupalı Genel Müfettiş Komiser'in bulunması şartı oluşturmaktaydı Bilhassa 1895 tarihli projenin hazırlanışı ile getirilen öneriler, uygulama için yapılan düzenleme, yine 1914 tarihli projenin hazırlanışındaki ön gelişmeler doğrultusunda yönelilen hedef, söz konusu uzmanlar ve müfettiş konusunun, Avrupalı devletlerce ne kadar önemsendiğinin göstergesiydi Çünkü bir iyileştirmenin çok ötesine geçen amaçlarının gerçekleşmesi buna bağlı bulunmaktaydı Söz konusu projeler süreli incelendiğinde, reform konusunun Avrupalı devletlerin inisiyatifinde ve onların çıkarlarına göre şekillendirildiği görülmektedir Bu meyanda, Ermeni Sorunu'na siyasî bir biçim verilirken de, zamanı gelip şartlar oluştuğunda, siyasî reformlar sayesinde, sınırları çizilmiş coğrafî bölgede güdümlü muhtar veya bağımsız bir oluşumun şartlarının hazırlandığı anlaşılıyor 1912 yılına gelindiğinde ortaya çıkan siyasî gelişmeler, Rusya'nın yine bu maksatla, doğu vilâyetleri için yeni bir ıslahat/reform programı isteğiyle harekete geçeceğini gösteriyordu İttihat ve Terakki Hükümeti bu durumu kavrayıp, daha önce davranarak bir reform projesi hazırlayıp, reform işini İngiltere'ye havale etmek üzere harekete geçti Hükümetin teklifini önce olumlu karşılayan İngiliz Hükümeti, daha sonra bu yaklaşımından caydıktan başka, reform projesinin hazırlanması işini de Rusya'ya bıraktı (12 Kasım 1912) Bu I Dünya Savaşı'nın arefesinde İngiliz-Rus ittifakının da önemli bir göstergesi oluyordu Önceki projelerde olduğu gibi bu son projede de yine ön plâna çıkan diğer önemli bir unsursa, Reform Müfettişlerinin durumlarıdır Avrupalı Reform Müfettişi Dayatması Müfettişlik konusu irdelendiğinde Avrupalı devletlerin Türk Devleti'nin inisiyatifini elinden almak ve reformların kendi istekleri doğrultusunda yürütülmesi için, bu hususa büyük önem verdikleri görülür Diğer taraftan ise kendi çıkarlarını koruduğunun ve reformu kontrol ettiğinin esaslı bir göstergesi olacağından, söz konusu müfettişlerin seçim ve tayin şekilleri Osmanlı Devleti için de hayatî bir konuydu Bu konuda Osmanlı Devleti'nin 1856 Paris Antlaşması'ndan sonra siyasî baskılara açık hâle geldiği anlaşılmaktadır Zira daha o tarihte Rusya, Paris Antlaşması ve Islahat Fermanı gereği söz konusu olan reformun, yanlızca Türk Devleti'nin inisiyatifine bırakılamayacağı itirazında bulunmaktaydı Yine Rusya'nın, antlaşma ve Islahat Fermanı'nın, Hristiyan halklar lehinde karara bağlanan şartlarının, Osmanlı Devleti'nce uygulanmadığı yönündeki şikâyeti üzerine, Avrupalı devletler nezdinde durumun kontrolü gündeme gelmiş ve bu hususu incelemek için Veziriazam Kıbrıslı Mehmet Paşa görevlendirilmişti Paşanın, İmparatorluğun belli başlı vilâyetlerindeki teftişi üç ay sürmüş ve kendisi yapılan reformlar hakkında raporlar hazırlamıştı 10 Mayıs 1878 senesine gelindiğinde Erzurum, Van, Diyarbekir vilayetleriyle Mamüretülaziz (Elâzığ) mutasarrıflığının teftişi göreviyle Şûrayı Devlet Üyesi Ali Şefik Beyin atanması ise Ayastefanos Antlaşması'nın on altıncı maddesine bağlı görünmektedir Müfettiş'in başlıca görevi, Ermenilere tecavüz ettikleri iddia olunan Kürtlerin, varsa tespiti ve etkili bir biçimde cezalandırılmalarına yöneliktir Berlin Antlaşması'ndan sonra ise İngiltere Hükümetinin, Anadolu'da uygulanması maksadıyla hazırladığı dokuz maddelik reform projesini (24 Kasım 1879) denetlemek için, bir Avrupalı müfettişin atanması talebi üzerine, İngiliz uyruklu General Baker Paşa bu göreve atanmıştı (1880) 1895'te bu defa ortak bir girişimle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın, 1878 antlaşmasının altmış birinci maddesine atfen hazırladıkları, kırk maddelik reform projesinin uygulanması için, yine Avrupalı bir Genel Müfettişin atanmasını şiddetle istedikleri görülüyor Fakat II Abdülhamit'in diplomatik tavrı karşısında bilhassa, ısrarcı olan İngiliz Hükümeti, tutumunu değiştirerek Raif, Hasan Fehmi ya da Ahmet Muhtar Paşalardan birinin atanmasına olumlu bakacağını bildirmekteydi II Abdülhamit ise bu teklifi dikkate almayarak, Yaver-i Ekrem Mareşal Çapanoğlu Ahmet Şakir Paşayı müfettişlik görevine getirmiştir (27 Haziran 1895 ) Bu tayin özellikle İngiliz Hükümet Başkanı Salisbury'nin büyük tepkisine yol açarsa da sonradan durumu kabullenmek zorunda kalır Oldukça geniş yetkilerle donatılmış olan Şakir Paşa ve başkanı olduğu heyet, aynı zamanda Ermenilerle ilgili reform programını yürütmede, beş yıl gibi uzun bir süre görev yapan müfettişlik heyeti olacaktı (24 Ağustos 1895-18 Nisan 1900) Bu tarihten sonra 1909 yılına kadar Avrupa kaynaklı bir reform ve ona uygun Avrupalı müfettiş atanması yönünde herhangi bir teklife şimdilik rastlanamadı Bununla birlikte Dahiliye Nazırı Memduh Paşanın başkanlığını yaptığı ve Anadolu Reformu esnasında ona bağlı olarak İstanbul'da görev yapan Tesrii Muamelât Komisyonu'nun, 2 Ağustos 1900 tarihine gelindiğinde hâlâ çalışmalarını yürütüyor olması ise genelleştirilmiş bir reform programıyla ilgisi bulunmasındandı (26 Ekim 1896-?) II Abdülhamit'in idareden uzaklaştırılmasından hemen sonra Avrupalı devletlerin Vilayât-ı Sitte için yeni bir reformu gündeme getirdikleri anlaşılıyor Bu defa da hükümet, Trabzon, Erzurum, Van, Sivas, Diyarbekir, Mamuratülaziz ve Bitlis vilayetlerine bir reform heyeti gönderecekti Bu Özel Reform Heyeti'ni (Heyet-i Mahsûs-ı islahiye) Galip, Mustafa Zihni Beylerle, Meclis-i Mebusan Üyesi Ermeni Babekyan Efendi ve Erkânıharp Cemâl ile Binbaşı Zeki Beyler oluşturmaktaydı Bununla birlikte hükümetçe, Avrupalı müfettişlerin görevlendirilmesi fikrinin de benimsendiği anlaşılıyor 1912 yılına girilirken yukarıda da değinildiği üzere yönetimdeki İttihat ve Terakki hükümeti, bazı gelişmeler dolayısıyla, bu defa yeni bir reform projesi hazırlama, ve uygulama işinin bir Avrupalı müfettişe havale olabileceği yönünde İngiliz hükümetine müracaat eder Bu teklif üzerine İngiliz hükümeti, müfettişlik için Lord Milner'i seçmişse de sonradan bu kararından vazgeçecektir Aslında 1909 sonrasında reform konusunun Avrupalı devletler, özelikle de İngiltere'nin inisiyatifine bırakılması eğiliminin ağırlık kazandığı gözlenmekteydi Zaten 1913 yılına gelindiğinde yine bu çerçevede, Reform Genel Müfettişliğinden başka, birçok Avrupalı müfettiş bazı önemli bürokratik görevlere atanmıştı Bunlardan bazıları: Mülkiye Müfettişi İngiliz Yüzbaşı Daves, Mülkiye Teftiş Müdürü Gravü, Adliye Bakanlığı Teftiş Heyeti Başkanı İngiliz Hukukçu Clarc ve Maliye Bakanlığı Genel Müdürü Henry Beylerdi Reform İşinin Avrupalı Müfettişlere Teslimi Bu sıralarda Reformun yeniden gündeme gelmesiyle hareketlenen Rusya, İngiltere ve Fransa ile Almanya hükümetlerine başvurarak Vilayât-ı Sitte'de Ermeniler için kararlaştırılan reform işine Avrupalı bir genel vali atanmasını teklif etti Reform kararları şekillendiğinde ise tayinleri artık zorunlu hâle gelen iki Avrupalı Reform Genel Müfettişi bu memuriyete getirildi (2 Temmuz 1914) Bu müfettişler Norveçli Hoff ve Hollandalı Westenen'di Adı geçen iki müfettiş Osmanlı Hükümeti memuru gibi addedilse de gerçekte reform işi ve Ermeni sorunu tamamen Avrupa'nın kontrolüne girmişti Bazı Ermenilerin Sadakattan Teröre Kayışı İşleyen bu süreç zarfında Türk ve Ermenilerin tavrına bakıldığında bazı değişimler göze çarpar 1829'den sonra, bir kırılma noktası oluşturan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşına kadar devletin Ermenilere yaklaşımı, resmî belgelere de yansıdığı gibi " sadık tebaa/gönülden bağlı uyruk " anlayışı üzerine temellendiriliyordu Bu yaklaşım aynı zamanda devletin, Ermeni politikasının güven, takdir ve koruyup-kollama esasına dayandığının bir ifadesiydi Türk Devleti'nin asırlarca süren politikalarının bir sonucu olarak dinî-ırkî, sosyal ve kültürel kimliklerini yaşatıp geliştirme imkânı bulan Ermeniler, devlet bürokrasisinde bakanlık dahil birçok önemli memuriyetlerde bulunurken, özellikle ticarî hayatın en aktif ve çok kazanan kesimi durumuna da yükseldiler Türk Devleti'nin bu yaklaşımı ve sahip oldukları statüye rağmen 1870'li yıllardan itibaren, sadık Ermenileri devlete karşı kışkırtan bazı Ermeni komite ve derneklerinin ortaya çıktığı gözlenmekteydi (İttihat-ı Halâs Cemiyeti/Kurtuluş Dernekleri Birliği gibi) Farklı isimler taşıyan bu güdümlü oluşumlar, 1890'da kuruluşlarını tamamlamış ve belirledikleri hedefe ulaşmak için silâhlı eylemler dahil harekete geçmişlerdi Amaçları, her imkânı değerlendirerek sınırları tarif edilmiş bir bölgeyi birlikte yaşadıkları unsurlardan temizleyip, burayı devletten koparmaktı Kullandıkları metot ise ihtilalci silâhlı terörizmdi (Kendilerine propogant ve terrör adı veren üyelere sahip, Marksist doktrini benimseyen Devrimci Hınçak Partisi ve Ermeni İhtilal Komiteleri Birliği gibi) Bu terörist gruplar ve diğer Ermeni oluşumlarını yönlendirme ve destekleme işini ise başta Rusya olmak üzere İngiltere, Fransa ve Yunanistan gibi Avrupalı devletler üstlenmişti Böylece Ermeni Komiteleri, Mayıs 1915 tarihindeki zorunlu iskân uygulamasına kadar 40 yıl sürecek olan plânlı, bilinçli ve Türklere karşı sürekli silâhlı terörizmle siyasallaşma yoluna girmişlerdi İçişleri Bakanı Talat Paşanın Değerlendirmesi ve Son Tahlilde Tehcirin Esas Gerekçesi Bütün bu gelişmelerden sonra Ermeni Sorunu ve yaşanan tarihi süreci, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Meclis-i Vükela'ya sunduğu arz tezkeresinde şöyle tahlil ediyordu (30 Mayıs 1915): a- "Ermeniler, bölücü ve işgalci emeller taşıyan Avrupalı devletlerin etkisiyle de silâhlı isyanla/terör bölücü davranışlar sergileyerek, devletin işleyişini engellemişlerdir b- Bu tavırları ile diğer sadık halkı (TürkKürtÇerkez) varlığını korumaya zorlamakta, böylece devletin arzu etmediği olaylara sebebiyet vermekteydiler c- Problemleri ortadan kaldırmak için devletin fedakarânece sürdürdüğü uygulama ve reform çalışmalarının olumlu sonuçları görülmekteydi Buna rağmen Ermeniler uzlaşmaz tavırlarını devam ettirmekteydiler d- Bu tutumları, sırf bir iç mesele olan bölgenin reformu işinin, dış bir mesele şeklinde devletler arası genel görüşmeler alanına çekilmesine yol açtı e- Bu yolla, Osmanlı ülkesinin bir kısmında yabancı devletlerin nüfuz ve kontrolleri altında bir idari yapılanma ayrıcalığı kazanmaya yöneldiler f- Türk Devleti'nin bütün bu yeni yapılandırma ve reformlarının, Avrupalı devletlerin etki ve baskısıyla, Osmanlı ülkesini bölünme ve parçalanmaya doğru çektiği birçok deneme ve üzücü gelişmelerle ortaya çıkmıştı g- Devletin idarî bağımsızlığı ve bütünlüğü, Avrupalı devletlerin baskısıyla yapılacak benzeri reformlardan, devletin imkânlarının elverdiği ölçüde sakınma ve korunmayı zorunlu kılmaktadır h- Osmanlı Devleti'nin hayatî meseleleri arasında önemli bir yer işgal eden bu baş ağrıtan Ermeni probleminin, kesin bir biçimde ve tamamıyla çözüme kavuşturulması için, reform maksadıyla bir kere daha gerekli düzenlemeler plânlanarak yürürlüğe konulmuştur i- Bütün bunlara rağmen bazı Ermeniler, tehcirden hemen önce (Nisan 1915'te Rusların doğu sınırından saldırmaları üzerine) amaçları doğrultusunda, savaşa girmiş bulunan devletleri aleyhine düşmanlarla fikir ve iş birliği yaparak, silâhlı isyana kalkmış (15 Nisan 1915 Van ve Sivas isyanları gibi), askeri birliklerimize ve korumasız halka silâhla saldırarak, şehir ve kasabalarda katliam, hırsızlık ve yağmalama suçunu işlemişlerdir " Bu tahlilin ışığında altı dikkatle çizilmesi gereken bir husus da, Ermenilerin silâhlı isyan tarihi (15 Nisan 1915) ile soy kırım olarak dünyaya tescil ettirmek için ön plâna çıkarttıkları tarihin (24 Nisan 1915 ) çelişkisidir Bu çelişkiye esas zorunlu göçürme tehcir kararının, 27 Mayıs 1915 tarihli olduğu gerçeğini de eklemek gerekir Ermenilerin iddalarını ortaya koyuş biçimi tehcirin, Ermenilerin hiçbir eylem ve devlet aleyhinde hiçbir tavırlarının olmadığı hâlde ve zamanda tamamen keyfî, onları yok etmeye yönelik olarak uygulanmaya konulduğu tezini işlemektedir Halbuki 30 yıldan fazla sürdürdükleri plânlı silâhlı terör dışında, 15 Nisan tarihindeki tavırları bile bu tezlerini çürütmektedir Bu durumda: Ermenilerin silâhlı isyan ve düşmanla işbirlikleri olan 15 Nisan, sonraki gelişmeleri ateşleyen fitil olmalıdır ************************************************** ****** Atatürk'e Atfedilen Ermeni İddiaları *DrŞenol KANTARCI *Ermeni Araştırmaları Enstitüsü,Ankara ve Atatürk Üniversitesi,Erzurum Giriş Yazar çalışmasında, Ermeniler ve Ermeni yanlısı bir çok kalemin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik olarak ortaya attıkları birtakım iddiaların doğruluğu-yanlışlığı ve bilimsel olup olmadıkları üzerine bir araştırmayı amaçlamıştır Araştırma yöntemi olarak öncelikle Atatürk'e yönelik iddialar tespit edilmiştir Bu aşamadan sonra tespit edilen iddialara karşı tez olabilecek veya bahsi geçen iddiaları destekleyecek materyallerin araştırma safhasına geçilmiştir Yapılan kaynak taramasından sonra konu ile ilgili olabilecek ana materyallerin araştırmasına geçilmiş bunun için arşiv ve kütüphanelerde çalışmalar yapılmıştır Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde konuyla doğrudan ilgili orijinal belgelere ulaşılmıştır Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerideleri ortaya atılan bir takım iddiaların doğru olup olmadıklarını öğrenmek için incelenmiş ve sonuçları bu çalışmada sunulmuştur Araştırmada ortaya çıkan ana bulgularda, Atatürk'e l yönelik bir çok iddia olmasına rağmen bu iddiaların tutarsız olduğudur Atatürk'e Yönelik Birinci İddia Atatürk'e yönelik iddialar, Ermeniler tarafından değişik platformlarda sık sık dile getirilmiş ve bunlar propaganda amacıyla ortaya atılmıştır(-maktadır) Konu hakkındaki ilk hata veya kasıt, Paul du Veou adlı Fransız yazarın 1938 yılında Paris'te yayınladığı "Le Desastre d' Alexandrette, 1934-1938" adlı kitabının 121 ve 122 sayfasının dipnotuna koyduğu ifadeden kaynaklanmıştır Paul du Veou'ya göre Mustafa Kemal 27 Ocak 1920 tarihinde istanbul'da Divan-ı Harb-i Örfi de şahitlik yapmış ve bu şahitliğinde Türklerin Ermenileri katlettiğini söylemiştir Fransız yazar Paul du Veou, bahsi geçen alıntıyı muhtemelen İstanbul'un işgalde bulunduğu yıl olan 1919-1920'de itilaf devletlerinin denetiminde Ermenilerce Fransızca olarak çıkartılan Le Bosphore ve La Renaissance gazetelerinde "Declaration de Mustafa Kemal" ismiyle yayınlanmış olan gerçek dışı haberden etkilenerek ve doğru olup olmadığını tahkik etmeden alarak kitabının dipnotuna koymuştur Paul du Veou'nun kullandığı dipnotu daha sonra Ermeni papazı Jean Naslian da kullanmıştır "Hiçbir zaman ellerini kana bulamamakla iftihar eden Mustafa Kemâl, suçu birkaç kişiye yükleyerek 28 Ocak'ta divan-ı harb'de aşağıdaki itirafta bulunmuştur" diyen Naslian, Mustafa Kemal'i daha sonra kurulacak mahkeme üyesi olan ve gaddarlığından dolayı 'Nemrud Mustafa' ismiyle veya 'Nemrud Mustafa Paşa Divan-ı Harbi' adıyla anılan 'Süleymaniyeli Mustafa Paşa'yla da karıştırmıştır Adı geçen Papaz'ın kitabı basılmadan önce durumu öğrenip söz konusu ifadenin bir hata olduğu kendisine yine bir Ermeni yazarı Guerguerian, tarafından ihtar edilmiş ve kitaptan çıkarılması gerektiği bildirilmişse de bu yapılmamıştır Benzer hatalar, bir yıl farkla yani 27 Şubat 1919 veya 28 Ocak 1920 tarihli olarak daha bir çok Ermeni yazar tarafından tekrarlanmıştır "Yukarıda zikrettiğimiz Guergian'dan sonra yine bir Ermeni yazar, James Tashjian da, yazdığı makalesinde 'Nemrud Mustafa' ile Mustafa Kemal Atatürk'ün Ermeni yazarlarınca karıştırıldığını ve bu hata üzerinde ısrar edildiğini belirtmiştir Yine New York'ta oturan bir Amerikalı Papaz'da 1967'de Beyrut'ta yayınlanmış olan Massis haftalığında bu yanlışlığı düzeltici bir makale yayınlamıştır" İddia edilen İstanbul'daki bu mahkeme şahitliğini çürüten en önemli bir diğer nokta ise, Mustafa Kemal Atatürk'ün 27 Ocak 1920'de Ankara'da olmasıdır Yani teknik açıdan dahi Mustafa Kemal'in İstanbul'da bu mahkemede ifade vermesi imkânsızdırMustafa Kemal'e atfedilen bu iddiayı çürüten bir diğer husus ise Mustafa Kemal'in şahitlik yaptığı iddia edilen 27 Ocak 1920'de adı geçen Divan-ı Harb'in kurulmamış olmasıdır Mustafa Kemal 27 Ocak 1920'de yukarıda da ifade edildiği üzere bir çok kişi ile birlikte Ankara'dadır Atatürk'e Yönelik İkinci İddia Mustafa Kemal'e atfedilen diğer bir husus ise güya 1926 yılında Los Angeles Examiner gazetesine verdiği demeçtir Bu konu Ermeniler tarafından değişik yerlerde, yayınlarında tekrarlanmış hatta Ermeni lobisi tarafından ABD Kongresine taşınmış ve bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır Örneğin 1985 yılında ABD Temsilciler Meclisi'ndeki konuşmasında T M Ü Lehman Atatürk'ün soy kırımın meydana geldiğini kabul ettiğini hatta diğer Türklerce de kabul edilmesi gerektiğini söylediğini belirtmiştir Benzer bir diğer konuşma ise ABD Senatosunda Senatör Levin tarafından 1994 yılında yapılmıştır Oysa adı geçen röportajın tamamıyla düzmece olduğu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof Dr Türkkaya Ataöv tarafından hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde Another Falsification "Statement" (1926) Wrongly Atributed to M Kemal Atatürk (Ankara: Sistem Ofset, 1988) adlı eserde kanıtlanmıştır Prof Dr Ataöv'ün eserinde belirttiği gibi Atatürk böyle bir beyanatı vermemiştir Zira: 1 Atatürk'ün tüm söylev ve demeçleri birden fazla sayıdaki resmi ve yarı-resmi statüdeki yayınlarca kayıt edilmiştir Bunlar arasında adı geçen gazetedeki demeç bulunmamaktadır 2 Atatürk'ün demeç verdiği öne sürülen Hilderband adlı İsviçreli gazetecinin Türkiye'ye geldiğine dair bir kayıt olmadığı gibi, İsviçre resmi makamlarınca verilen belgelerde bu isimde birinin var olduğuna ilişkin herhangi bir ize rastlanmamıştır 3 Atatürk'ün başka yabancı basın kuruluşlarına verdiği demeçler yukarıda anılan gazetenin iddia ettiklerinin tam tersine bilgiler içermektedir 4 Adı geçen yayın bahse konu olan olayla ilgili olarak birçok kişi ve yer isimleriyle tarih hataları içermektedir Atatürk'e Yönelik Üçüncü İddia 8 Ekim 2000 tarihli Yeni Bin Yıl gazetesinde ortaya atılan bir diğer Ermeni iddiasında ise Mustafa Kemal Atatürk'ün 24 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmada, Jön Türk liderlerinin soy kırım politikalarını kınadığını belirtilmiştir TBMM'nin açılışının ertesi yani 24 Nisan 1924 Cumartesi günü Mecliste beş celseli bir oturum yapılmış ve bu oturumda Mustafa Kemal Paşa sadece beşinci celsede konuşma yapmamış, diğer ilk dört celsede kürsüye çıkarak uzun konuşmalar yapmıştır Mustafa Kemal Paşa'nın konuşma yaptığı ilk üç celse açık görüşmeler şeklinde olmuş, dördüncü celse ise gizli olarak yapılmıştır Mustafa Kemal Paşa yaptığı oldukça uzun konuşmalarında Mondros'tan 1920 yılı Nisan ayına kadar gelişen olayların (siyasi, askeri) genel bir değerlendirmesini yapmıştır Bu oturumda yapılan açık ve gizli celselerde, Mustafa Kemal Paşa'nın bütün konuşmaları çok dikkatli bir şekilde tetkik edilmiş ancak, 8 Ekim 2000 tarihli Yeni Bin Yıl gazetesinde bahsedilen şekliyle hiçbir cümleye rastlanmamış, hatta tam aksine Mustafa Kemal Paşa'nın ittihat ve Terakki düşmanlığı yapılmasını doğru görmediğine dair sözler sarfettiği, Ermeniler ve Ermeni sorunu ile ilgili olarak da aşağıda verilen beyanatları açıkladığı görülmüştür Cemal Paşa tarafından kendisine çekilen telgrafı okuduktan sonra bu telgrafa yazdığı cevabı Meclis kürsüsünden okuyan Mustafa Kemal Paşa, İttihatçılık ve İttihatçılar hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir: "Biz anasırı Gayrimüslime ile İtilaf Hükümetinin makasıdı siyasiye tahtında gördükleri alelitlak İttihatçılık düşmanlığını esas itibariyle doğru görmüyoruz Sadece devleti memleketi harabeye çeviren suistimal sahiplerine karşıyız" Zaten 24 Nisan 1920 tarihli Mustafa Kemal Paşa'nın konuşmaları çok sıkı bir şekilde tetkik edildiğinde de iddia edilen konuşmayı yapmadığı, aksine konuyla ilgili dikkat çekici açıklamalar yaptığı tespit edilmiştir Atatürk'e Atfedilen Yeni Bir İddia Avrupa Parlamentosu'nun Dış İlişkiler Komitesi'nin 22 Kasım 2001 tarihinde açıklamış olduğu tasarısında Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği adaylığı ile ilgili olarak şu açıklama yapılmıştır: "Türkiye'nin AB üyeliği adaylığı, birliğe bölgede çatışmalar konusunda Türkiye'nin esnekliğini artırmasını garanti eden özellikle Ermenistan açısından özel fırsatlar ve nedenler sunmaktadır Bu hem sınırın kapanması hem de 1915 soy kırımına bakışı açısından böyledir Ermeni soy kırımının Avrupa Parlamentosu ve bazı üye ülkeler tarafından tanınması ve Türkiye'deki rejimin Birinci Dünya Savaşından sonra soy kırımdan sorumlu olanlardan bazılarını ağır bir şekilde cezalandırması Avrupa Birliği'ne sorunun ele alınması için 1915 Ermeni soy kırımı ile ilgili uluslar arası çok taraflı tarihçilerin bir araya geleceği bir oluşumun kurulması gibi yapıcı önlemler sunmasına imkân tanımaktadır" Avrupa Parlamentosu'nun bahsi geçen "Draff taslağında yukarıda verilen paragrafına ise şöyle bir dipnot düşülmüştür: "Soy kırımın tanınması talebi, çoğunlukla Ermeni politikacılar tarafından yapılmaktadır Bildirildiği üzere Kemal Atatürk 10 Nisan 1921'de TBMM'de yaptığı konuşmada Jön Türkler rejiminin Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenilere karşı soy kırım yaptığını söylemiştir" Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde böyle bir konuşma yapması imkânsızdır 2 IV 1337 (2 Nisan 1921) ile 30 IV 1337 (30 Nisan 1921) tarihleri arasında TBMM'nde on üç (13) oturum yapılmıştır 1921 yılı Nisan ayı içerisinde TBMM'de yapılan bütün oturumlar TBMM Zabıt Ceridelerinden okunmuş ve bu oturumların hiç birisinde-gizli oturumlar da dahil olmak üzere- TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa'nın bulunmadığı tespit edilmiş, dolayısıyla da konuşma yapmadığı görülmüştür Yapılan inceleme sonucunda sadece 21 IV 1337 tarihli 23 İçtima'ın (oturum) 4 Celsesinde Mustafa Kemal Paşa'nın 5/2685 numaralı 3 XI 1336 tarihli "Vilâyatı müstahlasa ahalisine verilmiş olan tohumluk zehairin affı" hakkında kanun lâhiyası gıyabında okunmuş ve yine 28 4 1337 tarihli 26 İçtima'ın 2 celsesinde Mustafa Kemal Paşa'nın 27 IV 1337 tarihli "Âzayi Kiramdan bâzılarına mezuniyet itasına dair Divanı Riyaset Kararı'nın okunduğu tespit edilmiş, Ermeni-Ermenistan konularında herhangi bir beyanatın olmadığı görülmüştür Avrupa Parlamentosunun böyle bir yanlış beyanı araştırıp incelemeden her ne kadar taslak rapor dahi olsa resmi kayıtlarına geçirmesi bir bakıma yadırganacak bir hadise de değildir Aynı durum ABD Parlamentosunda da sık aralıklarla kasıtlı olarak Ermeni Lobisi tarafından yapılmaktadır Örneğin, gazete de çıkmış bir haber, doğruluğu araştırılmadan Kongreye sunulmakta ve ısrarla kayıtlara geçirilmesi istenmektedirSonra ki yıllarda ise kayıtlara geçirilen bu haberler, resmî kongre belgesi olarak Ermeni propagandacıları tarafından "kaynak 'Kongre Zabıtlarıdır!'" diyerek kullanılmıştır (-maktadır) Konuya, Ermeniler tarafından itham altında tutulan Mustafa Kemal Atatürk, kendi imzasıyla yayınladığı Büyük Nutku'nda şöyle cevap vermiştir "Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliâmı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silâhlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür'et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler Maraş'taki feci olay bu yüzden çıkmıştı Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul'daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silâhlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medenî insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi? Atatürk, olayı sadece sözde bırakmamış, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde de fiiliyatıyla söylemlerini pekiştirici faaliyetler yapmıştır Şöyle ki, işgal döneminde İngilizlerin baskısıyla Osmanlı Hükümeti tarafından kurulan Divan-ı Harbi Örfilerde masum oldukları halde idam edilmiş olanların ve Ermeni teröristlerce şehit edilenlerin geride kalan aile fertlerine Atatürk, Cumhurbaşkanlığı sırasında sahip çıkmış, onlara ev vermiş ve maaş bağlatmıştır ************************************************** ***** Mütareke ve Milli Mücadele Dönemi (1919-1922)'nde Mersin ve Tarsus'ta Ermeni Mezalimi *Erdal İLTER *Tarih Doktoru, Atatürk Haberleşme Merkezi Haberleşme Üyesi Mütareke Döneminde Mersin ve Tarsus'ta Ermeni Mezalimi İşgaller ve Ermeni Lejyonu Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kalmıştı Agamemnon zırhlısında yapılan görüşmelere İngiltere ve müttefikleri adına Amiral Arthur Calthrope, Osmanlı Hükümeti adına da Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ve Genelkurmay subaylarından Sadullah Bey katılmışlardı Dört gün süren (27-30 Ekim 1918) ve beş oturumda tespit edilen mütarekenin en önemli maddeleri 7 ve 24 maddelerdi1 Bu maddelerde, "Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkması hâlinde herhangi mühim strateji noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır (7 Madde); Vilâyât-ı Sitte'de karışıklık çıkması hâlinde bu vilâyetlerin herhangi bir kısmını işgal hakkını İtilâf Devletleri muhafaza ederler (24 Madde)" ifadelerine yer verilmekte idi İtilâf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında aralarında yaptıkları gizli antlaşmalarla, Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarını paylaşmışlardı Mütareke'den sonra, mütarekenin ilgili maddelerini bahane ederek, Çukurova'nın boşaltılmasını istediler Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Cevat Paşa tarafından İkinci Ordu Kumandam Nihad Paşa'ya çekilen telgraftaki işgal haberi Çukurova'da bomba tesiri yarattı Buna azınlıklar sevinirlerken, Türkler telâş ve heyecan içindeydiler Bu arada Nihat Paşa, Adana'dan ayrılarak Konya'ya gitmiş, Onikinci Kolordu Kumandanı Albay Fahrettin (Altay) Bey de 15 Aralık 1918 tarihinde karargâhı ile birlikte Adana'dan ayrılmıştı En son birliklerin Adana'dan çekilmesiyle, gelecek karanlık günlerin dehşeti bütün ağırlığı ile halini üzerine çökmüştü Türklerin ilk devresi, Çukurova'nın Türklere ait olduğunu ispata çalışmak olduAdanalı aydınlar bölgenin nüfus çoğunluğu ve tarih bakımından Türklüğünü belirten bildiriler yayınlıyorlardı 16/17 Aralık 1918 gecesi düşman çıkartma gemilerinin Mersin iskelesine yanaşmaya başladıkları öğrenildi İşgal hazırlıklarına başlanmıştı Nihayet sabah saat O9'da, bir İngiliz subayının getirdiği yönetime hitaben yazılan mektupta, "Mütareke'nin 7maddesi uyarınca ve son anlaşmaya göre, asayişi sağlamak amacı ile Kilikya'nın işgaline Mersin'den başlanacağı çıkarmanın istasyon yakınındaki iskeleden yapılacağı, Osmanlı idaresine ve memurlarına karışılmayacağı, işgalin geçici olduğu, halkın heyecana kapılmaması, herhangi bir karşı koyma sorumluluğunun idare amirliğine ait olacağı" bildiriliyor ve "iskele civan meydanlığı, İngiliz fabrikaları, istasyon binası ve Amerikan Koleji'nin işgal edileceği ve gerekli tedbirlerin alınması" isteniyordu 17 Aralık'ta Albay Romieu'nün komutasında bulunan Fransız birliği Mersin'de karaya çıktı 1500 kişilik birlikte, yalnız 150 Fransız askeri vardı Geri kalanlar, Fransızlar tarafından oluşturulan Doğu Lejyonu (Legion d'orient)'na bağlı Ermeni gönüllüler (Kamavorlar) idi Bunlar iskeleye çıkar çıkmaz, küfürler savurarak Gümrük Meydanı'na geldiler ve eski Gümrük Binası'nın kapı ve pencerelerindeki ayyıldızları parçaladılar Tarsus ta, 19 Aralık 1918 tarihinde işgalden kurtulamadı 20 Aralık'ta, Fransa'nın Suriye işgal ordusu komutanı General Hamlin Adana'ya girdi Silâhlandırılmış Ermeni fedaileri (Kamavorlar) ise Adana bölgesine toplanmışlardı Çukurova'ya akın eden sivil Ermeniler de kasaba ve bucaklara yayıldılar Birleşik Ermeni Cemiyeti ve "Tece Faciası" Mersin'e Fransız kuvvetleriyle gelen Ermeniler bölgede oturan Ermeni azınlıkla işbirliğine girişerek teşkilâtlanmışlardı Bunlar, Fransızların istekleri üzerine "Ermeni Cemiyeti Müttehidesi" (Birleşik Ermeni Cemiyeti)'ni kurdular Bu cemiyetin yöneticileri şunlardı: Başkan: Manolyan Başkan Yardımcısı: Mıgırdiç Zelveyan Guvernörlük Mümessili: Kirkor Zelveyan Üyeleri: Mardiros Dellelyan, Hagop Şekerciyan, Muhtar Saatçi Artin Bunlar toplantılarını Ermeni kilisesinde yapıyorlardı Merkezi Kırobası (Mağara)'nda olmak üzere Silifke ve ilçelerinde de şubeler açmışlardı O zamanlar, Silifke, Kırobası ve Mut havalisinde Orta Çağlardan kalma Ermeniler ve Rumlar vardı Bunlar çoğunluk teşkil etmiyorlar, genellikle el sanatlarıyla uğraşıyorlardı Amaçları, Merkezi Haçin (Saimbeyli) olarak tasavvur edilen Ermeni Devleti'nin kurulmasına yardım etmekti Birleşik Ermeni Cemiyeti, Türk köylerine saldırmak için Mersin'de bulunan Ermenilerden Zeytunlu Arsak Çavuş idaresinde 30 kişilik bir Ermeni eşkıya çetesi oluşturarak, bunlara Fransız asker elbiselerini giydirip, silâh ve bombalarla donatıp harekete geçirdi 18/19 Şubat 1919 gecesi Silifke istikametinde yola çıkan Ermeni eşkıyası 20 Şubat'ta Tece'ye geldi Tece'yi saran ve halkını köy meydanında yakılan ateşin etrafında toplayan Ermeni eşkıyası, evlere de girerek buldukları değerli eşyaları yağmaladılar Bununla da yetinmeyen Ermeni eşkıyaları geri çekilirlerken evleri ateşe verdiler ve tepelere çekilerek Tece'yi kurşun yağmuruna tuttular "Tece Faciası" adı verilen bu baskın sonunda birçok masum insan öldürülmüş, yüzden fazla hayvan telef olmuştu Eşkıyanın takibine çıkıldıysa da, takip müfrezesinde bulunan Ermeni ve Hıristiyanlar'ın işi gevşetmeleri ve kasıtlı hareketleri sonunda başarı sağlanamadı Bu Ermeni eşkıyası, 23 Şubat 1919 gecesi, Bahçe Mahallesi Yeniköy mevkiinden Mersin'e girerken yine vahşice katliamlarına devam ettiler Tarsus Olayları Ermeniler, Fransızlar'ın himayesinden destek alarak Tarsus'da da Türkler aleyhine çeşitli olaylar çıkarıyorlardı, işgalden 15 gün kadar sonra Hancı Abdo (Benli), Fransız Cizvit Kız Okulu'nun önünden geçerken Ermeni askerleri ile komitacılarının hücumuna uğradı Süngü ile göğsünden yaralanan Abdo, Fransızlar tarafından kurtarılarak tedavi altına alındı Olay şehre yayılınca gençler silâha sarıldılar ve hükümet konağı önünde toplanarak Ermeniler'in bu hareketlerini protesto ettiler Durumun kötüye gittiğim gören Fransızlar, Türkler tarafından ileri sürülen ve Tarsus Müftüsü Hilmi ile Şuberizâde Hafız Efendi tarafından kaleme alınan istekleri kabul etmek zorunda kaldılar Türklerin bu istekleri şunlardı: 1 Abdo Efendiyi öldürmek kasdıyla yaralayan Ermeni askerinin ve arkadaşlarının cezalandırılması, 2 Tarsus'taki Ermeni askerlerinin çekilerek yerine, Fransız ve Müslüman sömürge askerlerinin getirilmesi, 3 Ermenileri himaye eden ve onları kışkırtan Guvernör'ün değiştirilmesi Bu istekler, Adana'dan gelen Baş Administrateur (Genel Vali) Albay Bremond tarafından kabul edildi Guvernör değiştirildi ve yerine Binbaşı Coustillere getirildi Ermeni askerlerinin yerini Cezayir ve Tunus'lu Müslüman askerler aldı Abdo Efendiyi yaralayan Ermeni ve komitacı arkadaşları da cezalandırılmak üzere mahkemeye verildi Kasım ayı sonunda başlamış olan Ermeni intikam hareketleri, Şubat 1919'da o derece korkunç bir ölçüde çoğalmıştı ki, Fransız askerî komutası Ermeni gönüllülere karşı müdahaleye kendini mecbur görmüştü Tarsus Amerikan Koleji müdürü, bütün olaylarda ilk hareketin Ermenilerden geldiğini ifade etmiştir Millî Mücadele Dönemi'nde Mersin ve Tarsus'ta Ermeni Mezalimi Temmuz 1919'daki Clemenceau ve Lloyd George arasındaki Antlaşması'dan sonra, Suriye ve Kilikya Olağanüstü Komiserliği ve Doğu Orduları Başkumandanlığı'na General Gouraud tayin edildi Mersin İşgal Kuvvetleri Kumandanı ve Guvernörü Binbaşı Anfre tarafından General Gouraud için bir karşılama ve ağırlama programı yapıldı 10 Aralık 1919 tarihinde, General Gouraud ve maiyeti Mersin Gümrük Merkez İskelesi'nde karşılandılar Burada Türkler tarafından soğuk karşılanan Gouraud, Baş Administratör Bremond'a hislerini şöyle açıklamıştır: "Türkler ile iyi münasebet kurunuz, onlara karşı şiddet hareketleri yapmaktan sakınınız" Ertesi günü Mersin'den ayrılan General Gouraud'nun Tarsus ve Adana'da da aynı şekilde Türkler tarafından soğuk bir şekilde karşılandığı, hatta halkın pencerelerini bile kapadığı görülmüştü General Gouraud, Çukurova gezisini tamamladıktan sonra Mersin'den deniz yolu ile ayrıldı O, Ermenilerin, Çukurova'da bir Ermeni Devleti kurulması isteklerine sıcak bakmadı Ermenilerin bütün sahte gösterilerine rağmen Gouraud, Türklerin durumunu yakından görüp öğrendiği için bir daha Çukurova bölgesine gelmek lüzumunu duymadı Fransızlar'ın baskıları ise gün geçtikçe artıyordu Can ve mal güvenliği kalmamıştı Bölge halkı büyük bir ıstırap içinde kıvranırken Anadolu'dan yıldırım hızıyla bir ses yükseldi Mustafa Kemal Paşanın mert ve kahramanca haykırışı, umutsuzluk içinde bulunan Türkler'in iman ve azmini kuvvetlendirmeye kâfi gelmişti Mut, Silifke, Anamur, Gülnar, Ermenek, Mersin ve Tarsus'da Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtlan kuruldu Sivas Kongresi (4-12 Eylül 1919) tarafından seçilen Heyet-i Temsiliye millî kuvvetlerin ne suretle kurulacağına dair gizli bir talimat hazırlamış, bunları ilgili makamlara ve Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtları'na göndermişti Bu talimat henüz elde edilmemiş olmasına rağmen Mersin cephesinde, Fransızlar tarafından silâh aranması bahanesiyle yapılan baskınlar ve Ermeni eşkıya çetelerinin küstahça hareketleri halkı uyarmıştı Türklerin bölgedeki hareketleri ağırlık kazandığı zaman Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol, Mart 1920'de Dışişleri Bakanlığına çektiği bir telgrafta, Türkiye'de durumun son derece ağır olduğunu belirttikten sonra, bunun nedenini Fransızların Çukurova'da yüz kızartıcı davranışlarına bağlamakta, Yunan ve Ermeni propagandasıyla dürüst ve doğru bir millet olan Türklerin insanlık niteliklerinin karanlıklara boğulduğunu ifade etmekte idi Türk kuvvetlerinin baskısı karşısında Fransızlar, Mayıs 1920 başlarında Ankara hükümeti ile temas kurarak mütareke yollarını aradılar Önceleri görüşmelerden bir sonuç alınamadıysa da Mayıs sonunda, General Gouraud adına hareket eden M Robert de Cain başkanlığındaki Fransız heyeti Ankara'ya geldi ve 23 Mayıs 1920 tarihinde 20 günlük bir ateşkes anlaşması (mütareke) yapıldı Mütareke gereğince, Fransızlar'ın Mersin-Adana demiryolu hattının kuzeyinde bulunan bütün birliklerini bu hatın güneyine çekmesi gerekiyordu Ancak Fransızlar, Tarsus'un iki kilometre kuzeybatısındaki "Bağlar" adı verilen tepelerde mevcut silâhlarla donatılmış 400 kişilik birliğini hattın gerisine çekmediği gibi, burasını Kuvay-ı Milli-ye'nin kuzeyden Tarsus'a yapacağı hareketleri de engellemek için tahkim etmişti Millî Kuvvetler'in Tarsus bağlarına yaptıkları askerî hareketin başarıyla sonuçlanması ve düşmanın çok güvendiği ve makinalı tüfeklerle tahkim ettikleri Hacı Talip Çiftliği (Karakolu)'nin ele geçirilmesi, Mersin ve Tarsus'taki Fransızların durumunu çok kötüleştirmişti Fransızlar burayı kurtarmak ve Adana-Mersin arasındaki demiryolu ile şose ulaşımını sağlamak üzere büyük bir kuvvetle 27 Temmuz 1920 sabahı Adana'dan Tarsus istikametinde yola çıktılar Fransızların Adana'dan Mersin'e gidiş ve dönüşlerinde bir hayli kayıp verdikleri anlaşılmaktadır Onların, Mersin'de yedi gün kalmaları ve diğer taraftan, Türklerin de Fransızların Çukurova'dan gidecekleri propagandasını yapmaları bölge Ermenilerini telâşlandırmıştı Bölgede bulunup, sonradan kitap yazan Paul du Veou, "La Passion de la Cilicie" (Kilikya Faciası) adlı eserinde Ermenilerin telâşını şöyle nakletmektedir: "Mersin'e girdiğimizi telsizle haber alan General Dufieux, Albay Grasi'yi tebrik etmek için uçakla oraya geldi Bununla beraber, şehirler kuşatma altında kalmakta devam etti Zırhlı trenlerin işlemesine demiryollarındaki kesiklikler engel oldu Bu nedenle General Dufieux, Karataş'da bir deniz üssü kurdu Laure'nin taburu buradan karaya çıkmıştı Bu çıkıştan sonra çeteler Seyhan ve Ceyhan nehirleri arasındaki Yüreğir Ovası'ndaki köyleri terkettiler Fakat Albay Grasi'nin Mersin'de bir hafta kalmasından Kemalistler faydalandılar Çukurova'dan gideceğimiz propagandasını yaptılar Bunun üzerine Ermeniler'in lideri Dr Mihran Damadyan, Beyrut'taki Ermeni Komitesi Başdelegesi Dr Malezyan'dan durumu bir mektupla sordu Aldığı cevap tatmin edici değildi Bunu öğrenen Kilikya adındaki Ermeni gazetesinin başyazarı Verazdin, birkaç partizanı ile Aptioğlu köyünde yerleşerek, Fransız mandası altında, kuzey sınırı demiryolu, doğu ve batısı Ceyhan ile Seyhan nehri olmak üzere "Kilikya-Mezopotamya Cumhuriyeti"ni ilân etti Verazdin, aldığımız tedbirlerle kovuldu Ancak bundan sonra da ikinci bir Cumhuriyet doğdu Bütün Hristiyanlar'ın temsilcileri bir deklarasyon yayınlayarak "Kilikya Cumhuriyeti"ni kurduklarını bildirdiler Dr Mihran Damadyan, 5 Ağustos 1920 sabahı saat 1000'da Ermeni siyasî şefleri ile vilâyete geldi Cumhuriyet'in geçici hükümet başkanı olduğunu söyleyerek kabinesi ile Hükümet Konağı'na yerleşti Ermeniler, Damadyan'ın bu hareketleri alkışladılar Bremond ise, Damadyan'ın telefonunu kestirdi ve özel sekreteri Teğmen de Perrien'i göndererek vilâyetten ayrılmasını istedi Damadyan ise Ermenilere danışmadan Hükümet Konağı'nı terk etmeyeceği cevabını verdi Bunun üzerine Fransız Avcı Bölüğü'nden erler yollanarak, Bakanları ile birlikte Damadyan oradan atıldı Bu uzaklaştırmadan sonra Ermeniler gösteriler yaptılar Fakat kuvvetlerimiz sükûneti sağladılar Mersin'den çıkış hareketinde 11 ölü ve 5 subay yaralı vermiştik 200 asker de Mersin hastahanesine yatırıldı Dönüşte, bir subayımızı da Hacı Talip'te kaybettik Türkler makineli tüfeklerle bize tepelerden kayıplar verdirmeye çalıştıklarından Albay Grasi'nin kolu seyrekleşmişti Böylece Tarsus'a girdik" Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi Fransızlar'ın, şımarttıkları ve korudukları Ermeni Komitecileri'nin üzerindeki otoriteleri çok sarsılmıştı Fransızlar ile işbirliği yapan Ermeni Komitecileri, savaş ve başka yollarla Mersin ve Tarsus köylerinde katliam ve tahribat yapmışlardı Mersin'in Arpaçsakarlar köyünden 7 ev tamamen, 4 ev kısmen, Mezitli köyü ise hemen tamamen yakılmıştır Yakaköy, Teke, Tece ve Bekirde köyleri kısmen yakılmak suretiyle tahrip edilmiştir Tarsus'un Sarı İbrahimli köyünde 60, Evci köyünde 80 ev; Homurlu köyünde 3, Hacı Talip'de 2, Cincioğlu köyünde 6, Sapandere'de 2 çiftlik; Ali Fakıh köyünde 170, Kara Fakılı'da 70, Kulakta 30, Nacarlı'da 30, Sayköy'de 30, Kadirlik'te 45, Ulaş'ta 150, Sıraköy'de 15, Çeşmekaşı'nda 5 ev yakılmış; Kayadibi, Çamtepe, Dadalı, Bayramlı, Karayayla köyleri tamamen yakılmıştır Ayrıca yine Tarsus'ta Hakkı Bey çiftliği, Ziya Bey çiftliği, Bobuş Ağalar'ın çiftliği, Adil Bey çiftliği, Kargılı'da Duran Efendi çiftliği, Hahdağı çiftliği tamamen tahrip edilmişti Kamberhöyüğü köyünden 100, Yenice köyünden 350,Nemiroğlu'ndan 30, Avadan'dan 90, Arıklı'dan 60 ev kısmen tahrip edilmişti Ankara Antlaşması, Ermenilerin Bölgeden Kaçmaları ve Lozan Türkler'in yenilmez azmi karşısında başarılı olamayacaklarım anlayan Fransızlar, anlaşmayı tercih ettiler 20 Ekim 1921 tarihini taşıyan Ankara Antlaşması ile batılı devletlerden biri, Fransa, Türkiye Büyük Millet Meclisini tanımış oluyordu Fransızlar bu antlaşma ile Çukurova'yı tahliye edeceklerdi Daha 3 Ağustos 1920 tarihinde Pierre Loti, "Kuvvetlerimizin Şark'ta Çöküşü" başlıklı yazısında, "Bu çöküş, ırkımızın tarihinde siyasetimizin ilk lekesi olacaktır Fakat Fransız vicdanı sonunda zaafını anlayacak ve bu yoldan dönecektir Çukurova, hakikî Türk namuskârlığının koparılmaz bir parçasıdır" Türk dostu Pierre Loti'nin ifade ettiği gibi, Fransızlar hatalarını geç de olsa anlamışlardı" Ermeni sempatizanı Arnold J Toynbee de, Güney Cephesi'ndeki Ermeni olayları ile ilgili şu dikkat çekici değerlendirmeyi yapmaktadır: "Fransızlar ordunun yükünü azaltmak için Kilikya'da kurdukları Doğu Lejyonu'na Ermeni gönüllüleri katmakla sorumsuz bir politika izlemişlerdir Fransızlar, Ermenilerin başı bozuk çeteler kurup, silâhlanmalarına imkân sağladılarSonra da acı olaylara seyirci kalan Fransa, Ermenilerden çok daha fazla suçludur" Kuvay-ı Milliye'ye taraftar olmayanlar Fransız kıtaları çekilmeden önce, bölgeden kaçmak için adeta yarış ediyorlardı Mersin'de 10000 göçmenin toplandığı tespit edilmişti Binlerce Ermeninin Mersin çevresine göç etmesiyle bulaşıcı hastalıktan korkulmakta idi Bunun için gerekli tedbirlere önem verilmişti Bölgenin Fransızlar tarafından boşaltılması sırasında 120000'den fazla Ermeni, Mersin'den deniz ve kara yolu ile Suriye'ye kaçmış, 30000 kadarı Kıbrıs'a, Mısır'a ve İstanbul'a gitmişti Onlar Fransızlar ile birlikte geldikleri gibi gitmişler, Türklerden kazandıkları ile refah içinde yaşarlarken, emperyalizmin ve komitecilerin aleti ve kurbanı olmuşlardı Artık İtilâf Devletleri, sözde "Büyük Ermenistan" davasından ümitlerini kesmişler, fakat eski müttefikleri Ermeniler'i Çukurova'da kurulacak ve 500-600 bin Ermeni yerleştirilecek olan "Ocak" veya "Ermeni Yurdu" gibi boş sözler ile avutmak ve Ermeni hâmiliğinden sıyrılmanın çarelerini aramak istemişlerdi Lozan'da da bu yolda gayret göstermişler, ancak netice alamamışlardır Böylece, Millî Mücadele'de dökülen kan ve ter ile, sözde "Ermeni Meselesi", Lozan Antlaşması ile kesin şekilde kapanmıştır Çukurovalıların cesaretleri, kahramanlıkları ile bir destan yarattıkları Millî Mücadele'yi, yine bir Çukurovalı şair Lütfi Oğuzcan, "Kurtuluş Destanı"nda şöyle dile getiriyordu: "Mersin, Tarsus, Bahçe, Ceyhan, Osmaniye, Adana, Saimbeyli şehit ili armağandır vatana, Mut'la Gülnar, Güzel Oluk, Silifke'yle Mağara, Göz açtırmaz İçelliler hiçbir vakit düşmana, Çarpışırlar, şehit olur, gömülürler yan yana" Sonuç Fransızların, Ermenilerin sırtından gerçekleştirmeye çalıştıkları sömürgeci çabaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile suya düşmüştü Ama onlar Ermeniler'in yakasını bırakmadılar Onları önce Hatay'a, Hatay anavatana kavuşunca da Haleb'e ve Lübnan'a taşıdılar Ama bugüne kadar hiçbir Ermeni'nin aklına, Fransa'nın yakasına yapışmak gelmedi Aslında, Fransız generalleri ve subaylarının büyük çoğunluğu Ermeni Lejyonu'ndan bezmişlerdi Fransa'ya çektikleri mesajlarda, bu lejyona mensup Ermenilerin sadece intikam hisleri ile davrandıklarını, Türk köylerini yakıp yıktıklarını, böylece Fransız aleyhtarlığının süratle yayıldığını bildirmişlerdir 1920 Ocak ayının ilk günlerinde Fransız komutanı General Gouraud, Paris'e çektiği telgraflarda, Ermeni Lejyonu'nun dağıtılmasını, bu lejyona sarfedilen paralara ve emeklere yazık olduğunu bildirmiş, ancak 17 Ocak 1920 tarihinde seçimi kaybederek ertesi günü Başbakanlıktan istifa eden Clemanceau'yu ikna edememişti Fransızlar, üç yıl aralıksız, "Sizlere bu bereketli topraklarda yeni bir vatan kuracağız" diye, dünyanın dört bir yanından koparıp getirdikleri Ermenilere, bu defa, Millî Mücadele sonunda, "Türkler geliyor, katliama girişecekler" sözleri ile onları peşlerine takarak sürüklemişlerdir İşte Suriye ve Lübnan'a yerleşen Ermeniler, iki-üç kuşak sonra, 1973 yılında, yine bir hayal uğruna, milletlerarası terörizmin bir temsilcisi olarak yeniden gündeme geliyorlardı ************************************************** ******* Ermeni İddiaları: Tarih mi, Şartlanmışlık mı? Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof Dr Yusuf HALAÇOĞLU ile Söyleşi Soru- Ermeni Sorunu nasıl ortaya çıkmıştır? Halaçoğlu- Tarih insanların hayal ettikleri midir? Yoksa, farklı pencerelerden, yani sağlam kaynaklardan elde edilen bilgilerle varılan sonuç mu? Ermeni soy kırım iddiaları, ciddî anlamda bütün Türkleri rahatsız etmektedir Ancak bu konuda iddialarda bulunanlar, Ermenilerin toplu bir katliama tâbi tutulduğunu açıkça belirten bir kaynağa dayanmadıkları gibiü, özellikle o dönemdeki hükümetin böyle bir emir verdiğine, hatta imada bulunduğuna dair de somut bir belge ortaya koyamamaktadırlar, soy kırım iddiasında bulunanların, o dönemde Fransa, İngiltere ve Rusya'nın tehcirle (mecburî iskân) Osmanlı Devleti'ni paylaşma politikalarının önüne set çekilmiş olduğunu ve bu nedenle böyle bir suçlama içine girerek, bunu bir baskı unsuru olarak ele aldıklarını göz ardı ediyorlar Bunu adı geçen ülkelerin, Osmanlı Devleti ile ilgili politika raporlarında görmek mümkündür Nitekim Rusların Osmanlı nezdindeki büyükelçisi Zinovyev, 26 Kasım 1912'de Rusya'ya gönderdiği raporunda (Rusya Dış Politika Arşivi Siyasî Kısım nr II"7 293) Rusya'nın politikasını açıkça ortaya koymaktadır Zinovyev bu raporunda şunları söylemektedir: "Bu anlatılanlar Ermeni halkının gittikçe Rusya tarafını tutmakta olduğunu göstermektedir ve bu isteğin gerçekten de içten ve samimî olduğu ortadadır Rusya'ya olan sempati Ermeni burjuvası ve aydınları arasında da yaygındır İhtilalci partiler artık gittikçe itibarını kaybediyor ve yerine konservatif (muhafazakâr, tutucu) programıyla yeni partiler kuruluyor Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilâyetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar veya Rusya'nın kontrolü altında reformlar yapılmasını istiyorlar 21 Kasımda Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya'nın protektörlüğünü (hamiliğini, korumacılığını) Ermeni topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır Bana göre, biz bu koruyucu tavrımızı devam ettirmeliyiz Şunu da unutmayalım ki Türkiye'nin Ermeni vilâyetlerinde durum çok istikrarsızdır Her an ayaklanmalar ve düzensizlik ortaya çıkabilir Eğer bir katliam meydana gelirse, bu halkın militanları bizden destek alabileceklerine güvenmezlerse "Üç Devlete" başvuracaklardır Bu durumda biz şansımızı kaybederiz: fırsat Avrupa devletlerine geçecektir" Buna karşılık yine aynı büyükelçi 6 Mart 1909'da "Osmanlı İmparatorluğu'nda Durum" adı altında geçtiği gizli raporda (Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasî Kısım, nr 37 s 252) şunları yazmıştı: ''Bitlis'teki Ermenilerin ne Türklerden, ne de Kürtlerden şikâyetleri varken, Ermeni komitacı dernekleri kurulmakta ve dernekler geniş faaliyetlerde bulunmaktadırlar Dernek üyeleri her pazar günü Bitlis kilisesinde toplantılar ve konuşmalar yapmaktalar, ihtilal fikrinde olan Ermenileri bir araya getirerek yönetime karşı mücadele için kışkırtmaktalar Toplantılar yasaklanınca Ermeniler, bu defa aynı anlamdaki bildirileri her tarafa yapıştırmışlar Şu sırada Ermeniler arasında ihtilalin ihtiyacı için vergi toplanmaktadır Çoğu Ermeninin, bu tür eylemlerin Ermeni lere zarardan başka bir şey getirmeyeceğini ve silâh için para vermeyeceklerini söyledikleri, bunun üzerine Ermeni ihtilal komitelerinin şiddet kullanma ve karşı çıkanlar; kılıçtan geçirme tehdidiyle bu tür grupları sindirdikleri öğrenilmiştir" Esasen, Ermeni konusunda araştırma yapanlar, Fransa, İngiltere ve Rusya'nın ne zamandan beri Osmanlı Ermenileriyie ilgilenmeye başladıklarını ve hangi gayeleri olduğunu göz önüne alacak olurlarsa, Ermenilerin asıl kimler tarafından kullanıldıklarını ve gerek çetelerle Osmanlı güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalarda ve gerekse iki halk arasında çıkan mücadelelerde her iki taraftan ölenlerin, asıl katillerinin kimler olduğunu anlamaları mümkün olacaktır Soru- Ermeni sorununa yaklaşımlar hakkında düşünceleriniz nelerdir? Halaçoğlu- Yüzlerce yıl Türklerle ve Osmanlı ülkesinde huzur içinde yaşayan ve hatta Müslüman unsurla bütünleşen Ermeniler, 800 yıl sonra neden ve nasıl oldu da düşman addedilmek durumunda kaldı Objektif bir tarih araştırıcısı, eğer gerçekleri arıyorsa bu bakış açısını göz ardı etmeyerek bir değerlendirme yapmak durumundadır Birtakım hayalî savlarla ve duygusal değerlendirmelerle, olduğundan başka bir tarih yazan ve tarihi çarpıtan kişinin, sadece belli çevreler adına hareket ettiği sonucu ortaya çıkar Bu kimselerin kime veya neye hizmet ettiklerini anlamak zor olmasa gerektir Fransa parlâmentosunun aldığı kararı (18 Ocak 2001) aslında Fransa'nın yeni bir politikası gibi algılamak safdillik olur Zira Fransa'nın Ermenilerle daha 1850'lerde ilgilendikleri bütün kaynaklarda yer almaktadır Osmanlıların Ruslarla yaptıkları Avastefanos Anlaşması (1878) sonrasında ise Rusların Osmanlı ülkelerine tümüyle sahip olacakları korkusu, Fransa ve İngiltere'yi harekete geçirmitir Bu tarihlerden sonra, Ruslar tarafından daha önce kurdurulan Taşnaksutyun ve HınçaK gibi komitelerin yaptıkları insanlıK dışı faaliyetlere rağmen desteklenmesi de bundandır Keza Osmanlı şehirlerinde Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Doğu Anadolu'daki 6 vilâvette ıslahat yapılması ve burada Fransa, ingiltere ve Rusya'nın (1914'te bu ittifaka Almanya'da dahil olmuştur) önerdiği üç gayri müslim adaydan birinin Osmanlı hükümetince vali tayini isteği, yine Anadolu'nun paylaşılması plânının parçasıdır Böyle bir politikanın takip edildiği Sevr'le kanıtlanmış ve neticede Osmanlı toprakları paylaşılmıştır Bu dönemde Fransa'nın işgal ettiği Adana,Maraş ve Antep'teki askerî varlığının yarısının Ermeni leyonerlerinden oluşması da, Ermenilerin hangi gayeyi desteklendiklerini ortaya koymaktadır (Halil Ayteki Kıbrıs'ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı,TTK yayınları, Ankara 2000) Yine aynı şekilde Rus ordusu içinde de çok sayıda Ermeni yer alması, bunun diğer bir kanıtıdır Nitekim sınırdaki Osmanlı seyyar Jandarma komutanlığının raporunda Rusların sınıra yakın TürK köylerine saldırdıkları,buldukları silahları Ermenilere dağıttıkları ,Ermenilerden asker topladıkları ve Kars bölgesindeki düşman askerinin çoğunun Ermenilerden oluştuğu rapor edilmiştir(Başbakanlık Osmanlı Arşivi,Emniyet-i Umumiye,2 Şube, Dosya 2F/9) Soru- Soy kırım iddialarıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz? Halaçoğlu- Aslında tarafsız olarak düşünüldüğün de, bir soy kırımın yaşanıp yaşanmadığı kolaylıkla anlaşılabilir Bunun için 1915'ten sonra, başta Fransa, Amerika, Rusya, İngiltere, İran, Suriye vb ülkelere ne kadar Ermeninin gittiğinin nüfus kayıtlarından öğrenilmesi ve hâlen bu ülkelerde yaşayan Ermenilerin miktarlarının tespiti, Ermenilerin iddia edildiği gibi öldürülüp öldürülmediklerini ortaya koyacaktır Zaten öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerle ilgili verilen rakamların da tutarsızlığı bunu ispat için kâfidir Son zamanlarda, öldürülenlerle ilgili verilen rakamın 1,5 milyonun üzerinde ifade edilmesi, işin nasıl çığırından çıktığının göstergesidir Kaldı ki öldürüldüğü iddia edilenler nereye gömülmüştür? Toplu mezarlar nerededir? İddiada bulunanlar, bunları açıklamak Türklerin bu türden katliamları yaptıklarını kabul ettirmek için bu toplu mezarları göstermek mecburiyetindedirler Bunun cevabının nasıl verildiğini görür gibiyim Ermeni delegasyonu başkanı Boghos Nubar Paşa, Fransa Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporda (Archives des Affaires Etrangeres de France, Serie Levant, 1918-1928, Sous serie Arnıenie Vol 2, folio 47), Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin ne miktarda hangi ülkelere sürüldüklerini bildirerek, tehcirin bir soy kırım olmadığını bir yerde ispat etmiştir Öte yandan Amerika Büyükelçisi Hanry Morgenthau'ın hatıralarında (Ambassador Morgenthau's Story, Xew York 1918) yer alan Ermeni protestanlarının vekili Zenop Bezciyanin ifadeleri de Boghos Nubar'ı teyit etmektedir Ama asıl şaşırtıcı olanı, bu zatların ifade ettikleri rakamların Osmanlı Arşivindeki tehcir edilenlerle ilgili şehir şehir verilen rakamlarla uyuşmasıdır (Bkz Yusuf Halaçoğlu Ermeni Tehciri ve Gerçekler 1914-1918 TTKYavım, Ankara 2001 s 73-80) Övlevse Ermenile rin öldürüldükleri iddialarını ileriye sürenler neden böyle bir yola başvurdular? Bunu da ProfDrHeath W Lowry'nin Büyükelçi Morgbenthau'un Öyküsünün Perde Arkası(İstanbul 1991) adlı eserinden öğrenebiliriz Burada temel hedefin, "Amerikan halkını, savaşın zaferle sonuçlanması gereğine inandırmak" olduğu açıkça belirtilmektedir Peki hiç Ermeni ölmemiş midir? Şurası tarihî bir gerçektir ki Ermenilerin Osmanlı Devleti'ne karşı dış güçlerin desteğiyle giriştikleri ayaklanma, her devletin tabiî olarak kendisini savunması olarak değerlendirebileceğimiz bir nitelikte birtakım tedbirlerin alınmasına yol açmıştır Bu tedbirlerin başında Ermenilerin bulundukları yerlerden, yine Osmanlı topraklarında, zararlarını ortadan kaldıracak bir coğrafyaya nakledilmeleri gelmektedir Ancak tehcir dediğimiz bu mecburî iskân, doğal olarak meşakkatli geçmiş, pek çok masum sivil Ermeninin mağduriyetine sebep olmuş ve yaklaşık 9-10 bin Ermeni eşkıya saldırıları; 30 bine yakın kişi de hastalıktan ölmüştür Buna rağmen bu büyük yer değiştirme olayının canlı şahitleri, naklin büyük bir düzen içinde gerçekleştirildiğini yazmışlardır Bunların başında Amerika'nın Mersin konsolosu gelmektedir Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te büyükelçi Morgenthau'a gönderdiği raporunda şunları söylüyor: "Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhı Ermenilerle doludur Adana'dan itibaren bilet alarak trenle seyahat etmektedirler Kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete rağmen hükümet bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte, şiddete ve intizamsızlığa yer vermemekte, göçmenlere yeteri kadar bilet sağlanmakta ve muhtaç olanlara yardımda bulunmaktadır" (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye, Emniyet-i Umumiye, 2 Şube, nr 2D/13) Soru- Ermenilerin tehcirinde başka hangi sebepler yatmaktadır? Ermenilerle ilgili olarak tarih kitaplarımızda yeterli bilgiye neden yer verilmemiştir? Halaçoğlu- Ermenilerin tehcir edilmelerinde şurası da gözden uzak tutulmamalıdır I Dünya Savaşı'nın devam ettiği ve müttefik donanmalarının Çanakkale'ye saldırdıkları ve dolayısıyla Türklerin ölüm kalım mücadelesi verdikleri bir sırada, yani Mart 1915'te Ermeniler Van'da Ruslara yardım için büyük hazırlıklara girişmişler, 15 Nisan'da Van vilâyetinde, 17 Nisan'da Çatak'ta, ertesi gün Bitlis'te ve nihayet 20 Nisan'da Van'ın merkezinde ayaklanmışlardır Bu durumda bir devlet ne yapabilirdi? Çanakkale savaşlarının cereyan ettiği bir sırada Ermenilerin başlattıkları ayaklanma bir tesadüf müydü? Van'a giren Rusların en önünde Ermenilerin bulunması yine olağan bir durum muydu? Yoksa, Sevr sonunda binlerce kilometre öteden gelip Anadolu'yu parselleyenler Ermenileri mi kurtarmak düşüncesindeydiler? Evet, bunların Türkiye'de "resmî okullarda" düşmanlıkların sürmemesi düşüncesiyle okutulmaması ve öğretilmemesi bir ideoloji miydi? Eğer birileri bir şekilde terör hareketlerine girişerek, yabancı kuvvetlere destek vererek, içinde yaşadıkları ülkeye karşı savaşarak ihanet etmişlerse, herhalde o ülkenin ihanet edenlere karşı hem hukukî hem de güvenliği sağlamak düşüncesiyle harekete geçmesi meşru değil mi? Buna rağmen Cumhuriyet dönemi, Türk gençliğine tarihî düşmanlık yerine barışı hâkim kılmak felsefesi üzerine inşa etmiştir Yoksa geçmişle olan bağın kopması hiçbir zaman düşünülmemiştir Zaman zaman bazı kimseler tarafından "reddi miras" söz konusu edilerek Osmanlı gerçeği bir tarafa itilmişse de, tarihle hiçbir şekilde bağlar koparılmaya çalışılmamıştır Nitekim bunun en somut örneği, Atatürk tarafından 1931 yılında Türk Tarih Kurumunun kurulması ve fakültelerde Osmanlıca öğretiminin gerçekleştirilmesidir Bugün buna bağlı olarak, yüzlerce-binlerce kişi Osmanlıca dediğimiz yazıyı okuyabilmekte ve Osmanlı belgeleri üzerinde araştırma yapabilmektedirler Soru- Ermeni soy kırım iddasında bulunanlar, bu iddialarını neden belgelememektedirler? Halaçoğlu- Osmanlı Arşivinde Ermeni konusunu araştıran yerli ve yabancı bilim adamları, Ermenilerin şu veya bu ad altında sistemli bir öldürme hareketine maruz kaldıklarını söyleyememektedirler Zira bugüne kadar böyle bir belge tespit etmiş değiller Bundan sonra da bulmaları mümkün değildir Zira soy kırım olarak adlandırılacak böyle bir hadise olmamıştır Buna bağlı olarak Türklerin, gerçek olmayan bir iddiayı kabul etmeleri ise hangi ad altında olursa olsun, beklenmemelidir Bazı kimselerin arzusunun yerine gelmesi için Ermenilerin soy kırıma uğradıklarını kabul etmek lüksünü göstermemiz de mümkün değildir Çok suçlanan İttihat ve Terakki yöneticileri ise Malta'da İngilizlerce tutsak edilip, her türlü imkân ellerindeyken (Osmanlı arşivleri dahil), muhakeme edilmek için, suçlanacak delillerin bulunmaması sebebiyle serbest kalmışlardır (Bilal Şimşir Malta Sürgünleri Ankara 1985) Buna rağmen, ne vazıktır ki, İttihat ve Terak ki'nin ileri gelenleri, Anadolu'daki alışkanlıklarını devam ettiren bir kısım Ermeni militanı tarafından öldürülmüştür Türk İstiklâl Savaşı'nda işgal kuvvetleriyle Osmanlı topraklarına geri dönen Ermeniler -işgal kuvvetlerin Ermeni haklarını ve mallarını korumak düşüncesi bulunmamakla beraber- ne gariptir ki, mallarını fazlasıyla elde etmelerine rağmen, çocuk-kadın ihtiyar demeksizin binlerce Müslümanı katletmişlerdir Ne garip tecelli! Bu hareket onlara 31 Aralık 1918 tarihinde çıkarılan geri dönüş kararnamesiyle sahip oldukları topraklarını ve mülklerini kaybettirmiş, yardım ettikleri işgal kuvvetleriyle birlikte terk-i vatan etmelerine sebep olmuştur Soru- Sonuç olarak neler söylemek istersiniz? Halaçoğlu- Eğer tarihî olayları önyargıya kapılmadan, kendi beyninin beyi olarak zaman, mekân ve siyasi yönleriyle değerlendirdiğiniz takdirde, haksız suçlamalardan ve haksız suçlamaların doğurduğu küçülmekten kurtulmayı sağlayabilirsiniz Tarih acımasızdırTarihi yanlış yorumlayanlar ve yargılayanlar, bir gün kendilerinin de aynı şekilde yargılanacaklarından! hatta mahkûm edileceklerinden kuşku duymamalıdırlar Haçlı seferlerinin neden yapıldığını bilenler, masum Ermenilerin kimler tarafından neye alet edildiklerini ve ne için kandırıldıklarını da bileceklerdir Dünyayı geçmişte sömüren, sömürgeler kuran ve halen sömürenler, sömürgelerinde yüz binlerce, milyon insanı katledenler, "siyah abanoz ticareti" yapanlar, hayrettir ki bugün sözde Ermenileri koruyanlardır Ne garip?! Ne kadar inandırıcı!? Ne kadar insanî! Buna inanılmasını isteyenler ise ne kadar akıllı! |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|