Sırlarıyla Ayasofya…

Eski 07-13-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sırlarıyla Ayasofya…




İstanbul’un dünyaca tanınan simgelerinden biri olan Ayasofya, yaklaşık 15 asırdır ayakta Ayasofya, büyüklük yönünden dünyada dördüncü, kubbe yüksekliği yönünden ise beşinci sırada bulunuyor 921 yıl kilise, 481 yıl ise cami olarak kullanan bu dev yapı hakkında onlarca garip öykü bulunur İşte yüzyıllardır anlatılan o öykülerden bazıları…

Eski Yunanca’da “bilgelik” anlamına gelen sophos sözcüğünden gelen sofya sözcüğünün “kutsal” anlamındaki aya sözcüğüyle birleşmesiyle ortaya çıkan Ayasofya, “kutsal bilgelik” anlamına geliyor
Ayasofya birçok kereler yapıldı ve yıkıldı En son yıkılışı da Bizans tarihinde geçen Nika isyanı sırasında oldu MS 532 yılındaki bu isyan sırasında Bizans İmparatoru Justinyanus kiliseyi yeniden yaptırmaya karar verdi Ancak yapacak mimarı bir türlü bulamadı O günlerde çok ilginç bir olay oldu Bir dini ayin sırasında elindeki kutsal ekmekçiği bir arı kapıp kaçtı İmparator arının saklandığı peteği bulup getirene ödüller vaat etti Sonunda birisi bulup getirdi Hayretle gördüler ki, petek mabet maketi şeklindeydi Mabedin mihrap yerinde de kutsal ekmek duruyordu
Sonra yapım başladı Sıra kubbeye geldiğinde para bitmişti ve durmak zorunda kaldılar İşte tam bu sırada, beyazlar giymiş bir delikanlı ortaya çıktı Beraberinde çuvallarla yüklü katırlar da getirmişti Delikanlıyı, İmparator Justinyanus’un huzuruna çıkardılar İmparator çuvalların içindeki altını görünce, şaşkınlığını gizleyemedi Justinyanus buna çok sevindi Olayı yakınlarına anlattı fakat tılsım bozuldu Beyazlı delikanlı bir daha görünmedi…
Duvarlar kubbe seviyesine gelince bu defa, mimarbaşı ortadan yok oldu Roma’ya kaçtığını öğrendiler 7 yıl sonra mimar, Roma’daki işini de yarım bırakıp tekrar İstanbul’a döndü İmparator, mimarbaşını görünce çok kızdı Fakat mimarbaşı ona şöyle dedi:
“Bu koca yapının temelinin çok sağlam olması gerekir, eğer kalsaydım acele ettirecektiniz ve yapının sağlamlığı tehlikeye düşecekti
Ayasofya’nın yapımı, 40 yıl sürdü Büyük kubbenin üzerine altın bir haç takıldı Bu haç o zamanlar öyle parlaktı ki, güneş vurunca, ışığı Alemdağ’dan hatta Istranca Dağlarından dahi görülüyordu
Justinyanus’un karısı İmparatoriçe Thedora, güzelliğinden başka bir şey düşünmeyen çok günahkâr bir kadındı Ölünce yılanların kendisini yiyeceklerinden çok korkuyordu Bu nedenle kurşun bir lahit yaptırdı ve kilisenin büyük kapısı üzerine gömülmesini emretti Ancak efsaneye göre iki yılan, lahitte delikler açarak içeri girdiler ve cesedi yediler Şimdi Ayasofya’nın giriş kapısı üzerinde görülen delikler yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir
Ayasofya’nın kıble tarafındaki kapılarından soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun var Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması Bu yüzden bu sütuna “terleyen direk” deniyor Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plakalarla kaplı Efsaneye göre, sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor Önce iki rekât namaz kılınıyor, sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da yüzüne sürüyor Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor…
Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş…
Yine diğer bir efsaneye göre, Ayasofya’nın büyük bir kubbesi bir depremde yıkılınca, 300 rahip Mekke’ye gitmişler ve orada zemzem suyundan almışlar, bunu Mekke toprağı ile karıştırıp bu sütunun altına harç olarak koymuşlar Sütunun bu yüzden terlediğine inanılıyor Bir başka inanca göre de Hızır Peygamber, parmağını Ayasofya’daki deliğe sokmuş ve binayı Mekke’ye yöneltmiş Yani terleyen direğin ya da diğer adıyla ağlayan direğin öyküsü, görüldüğü kadarıyla Osmanlı döneminde ortaya çıkmış, İslam inançlarıyla beslenmiş Sütunun yapısının gözenekli olduğu ve kılcal damarlar yoluyla temeldeki suyu emdiği ve bu yüzden terlediği, en geçerli bilimsel açıklamalardan biri Ama acaba neden sadece bu direği gözenekli taştan yapmışlar? Bu soru cevapsız kalıyor…
Ayasofya’nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi Bunlar üç cumartesi ardarda aç karnına buraya gelir, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var, 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve mineralli
Bu suyun ne tür bir bileşim taşıdığının incelenmesi gerekir Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz
Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş Demek ki, bu madde, beyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor Ayasofya’ daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın!
Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor Yalnız bir tehlike var, “Bu tabuta sakın dokunmayın” deniyor Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş Kubbenin dört tarafında bulunan melek resimlerinin Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail’i temsil ettiği biliniyor Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail düşman saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar… Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış
Ayasofya’nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var Buna “açılmaz kapı” deniyor Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış Her paskalyada bu kapının önünde” kırmızı yumurta kabukları” ortaya çıkarmış… Bir de “Kapanmaz Kapı” miti var Fetih günü, Fatih’in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış…

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.