Sırlı Emanetler

Eski 07-12-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sırlı Emanetler



Sırlı Emanetler


Gecenin bir vakti Babüssaade’nin büyük demir tokmakları vurulur Burası Osmanlı’nın
idare merkezi Topkapı Sarayı’nın orta kapısıdır ve bu kapıdan içeride padişahla
yakın adamları yaşamaktadırKapıağası Hasan Ağa, nöbet yerinden kalkar, Babüssaade’nin
demir kanatlarını aralar Kalabalık halde gelenler Arap elbiseli, Arap sîmâlı
nûranî şahıslardır Silah kuşanmışlar, ellerine bayrak almışlardır Kapının
yanında da dört nûranî kimse durmaktadır Bunların ellerinde de birer sancak
vardır Kapıyı vuran şahsın elinde ise padişahın ak sancağı bulunmaktadır Rüyasında
Hasan Ağa’ya der ki: “Bu gördüğün Resul’ün (sas) ashabıdır Bizi Resul (sas)
gönderip selam etti ve buyurdu ki; ‘Kalkıp gelsin! Haremeyn hizmeti ona verildi
Bu gördüğün dört kimseden bu Ebu Bekr-i Sıddîk, bu Ömerü’l-Faruk, bu Osman-ı
Zinnureyn’dir Seninle konuşan ben ise Ali bin Ebu Talib’im Var Selim Han’a
selam söyle

Birkaç saat sonra yanına geldiklerinde Hasan Ağa’yı gördüğü rüyanın ağırlığından
şaşkın halde bulurlar Önce hastalandığını sanırlar Terden sırıksıklam olmuş
elbiselerini değiştirirler Bu durumun gördüğü rüyanın ağırlığından olduğunu
anladıklarında bunu bir iş için oraya gelen padişahın nedimi Hasan Can’a da
anlatmasını isterler

Zaten Yavuz Sultan Selim de sabahtan beri Hasan Can’ı gördüğü rüyayı anlatması
için sıkıştırmaktadır Hasan Can, padişahın yanına döner; “Sultanım” der, “Sabahtan
beri sorduğunuz rüyayı bu Hasan değil, bir başka Hasan, Kapı Ağası Hasan kulunuz
görmüş!” der

Rüyayı dinledikçe Yavuz’un gözleri yaşarır, yüzü kızarır “Biz dememiş miydik
ecdadımız memur olmadıkça bir yere sefer etmezlerdi diye Onların her biri evliyalıktan
nasipdar idi Biz onlara benzemedik!” der
Bu hadiseden sonra hazırlıklar tamamlanır, Mısır seferine çıkılır Artık Mısır
ve Hicaz Osmanlı padişahlarının idaresindedir Bunun ilk tescili de 20 Şubat
1517 Cuma günü gerçekleşir Kahire’deki Melik Müeyyed Camii’nde hutbe Yavuz
Sultan Selim adına okunur Hatib, hutbede yeni halifenin adını söylerken o zamana
kadar âdet olduğu üzere “Hâkimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” sıfatını kullandığında
Yavuz seslenerek “Hadimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” demesini ister Yani Mekke
ve Medine’nin hakimi değil hadimi, hizmetçisi olarak görmektedir kendini

Sefer dönüşü halkın tezahüratından kaçındığı için Üsküdar’dan bindiği bir kayıkla
gece yarısı gizlice sarayına giren Yavuz Sultan Selim, beraberinde Peygamber
Efendimiz’e ve mukaddes mekanlara ait bir kısım emanetleri de getirir Topkapı
Sarayı’nda kendi yaşadığı ve Has Oda denilen taht odasına, başucuna yerleştirir
Kendisiyle birlikte yaşayan en yakın kırk adamını muhafazasına tayin eder Has
Odalılar devlet ve padişah hizmetlerinin yanı sıra Hırka-i Saadet’i muhafaza
edecekler, gereken hürmeti gösterecekler, yirmi dört saat yanında Kur’an-ı Kerim
okuyup nöbet tutacaklardır Beş asırlık bu nöbet halen devam ediyor

Günümüzde Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’nde bulunan emanetlerin hepsi
Yavuz Sultan Selim’le birlikte gelmiş değil Sahabilerin Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü
vesselâm Efendimiz’den hatıra olarak saklayıp rahmet-i ilahîye vesile bildikleri
emanetler kendilerinden sonra nesilden nesile taşınmıştı Ailelerin ve resmi
kurumların elindeki bu emanetlerin önemli kısmı zaman içinde padişahlar nezdinde
toplandı Kâbe ve Peygamber Efendimiz’in (sas) kabrinin tamirinden çıkan parçalar
ile geçmiş peygamberlere, Sahabilere ve İslâm büyüklerine ait hatıraların da
ilavesiyle 20’inci asra gelindiğinde Topkapı Sarayı’nda maddi ve manevi açıdan
değer biçilemeyecek bir hazine meydana gelmişti

Emânât-ı Mübâreke, Osmanlı Sarayı’nda devamlı imtiyazlı bir mevkide bulunduruldu
Hepsi kıymetli kumaşlardan som sırma işlemeli bohçalara sarılıp altından, gümüşten,
sedef kakmalı ahşaptan sandıklara konulurdu Sandıklar padişahın mührüyle mühürlenir,
altın/gümüş anahtarları padişah namına silahdar ağada bulunurdu Padişahlar
Rida-i Cenab-ı Peygamberî’nin (Hırka-i Saadet’in) muhafızı olmakla iftihar ederler,
gece gündüz tazim ve hürmette kusur etmezlerdi Sarayda yanıbaşlarında bulundurdukları
gibi gittikleri seferlere de beraber götürürlerdi Her yıl Ramazan ayının on
beşinde gerçekleştirilen Hırka-i Saadet ziyareti Osmanlı protokolünün en önemli
törenlerindendi
Peygamber Efendimiz’in (sas) şanlı sancağı, saraydan çıkarılıp sancak alayı
ile harbe gönderilirdi Padişahlar Hırka-i Saadet Dairesi’nde yaşadıkları gibi
vefatları vukuunda cenazeleri de burada yıkanıp kefenlenirdi

İki Cihan Sultanı (sas), çeşitli devlet büyükleriyle birlikte Bizans İmparatoru
Herakliyus’a da bir elçi ile İslam’a davet mektubu göndermişti Herakliyus,
gerçeği bildiği halde adamlarının kendisine inanmayacağından ve saltanatı kaybedebileceğinden
korktuğu için iman etmedi Fakat Resulullah’ın (sas) mektubunu altın bir mahfazanın
içine yerleştirip sakladı Peygamber Efendimiz (sas) Herakliyus’un inanmamakla
kendisine yazık ettiğini söyleyip, mektubunu muhafaza ettikleri müddetçe evlatlarının
saltanatının devam edeceğini bildirmişti Tarihçiler hicretten 7 asır sonra
bile aynı ailenin bu mektuba gösterdikleri saygı sebebiyle saltanatta bulunduklarını
kaydeder Ecdadımız da Allah’ın Habibi’nin (sas) izinde, gül kokusunu taşıyan
hatıralarının gölgesinde iken rahmet-i ilahiyyenin rüzgarından istifade edecekleri
itikadında idiler


İngilizler, emanetler konusunu Lozan’da masaya getirmek istediler Filizlenmekte
olan yeni Türk devleti böyle bir konuyu hiçbir şekilde tartışmaya açmadıMukaddes
Emanetlerin, milletimize tevdi edilmiş bir vedia olarak muhafazasına devam edildi
1960’lı yıllarda bir kısmı Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlı olarak ziyaretçilere
açıldı Birçoğu ise eskiden olduğu gibi kıymetli muhafazaları içinde kamuoyundan
gizli kaldı mukaddes Emanetler ilk kez bir kitap ile günyüzüne çıkıyor Topkapı
Sarayı müdür yardımcılarından Hilmi Aydın tarafından yazılan ve Işık Yayınları’nca
basılan “Hırka-i Saadet Dairesi ve mukaddes Emanetler” isimli kitap mukaddes
Emanetler’i arkalarındaki Asr-ı Saadet’e kadar ulaşan hikayeleriyle birlikte
anlatıyor Hazırlanışında araştırmacı Ahmet Doğru’nun da önemli katkısı olduğu
belirtilen eserde emanetlerin birçoğunun ilk kez çekilmiş fotoğraları da yer
alıyor

Birinci Dünya Savaşı’nda Medine’nin teslimi söz konusu olunca şanlı Medine
Müdafii Fahreddin Paşa, Mescid-i Nebevi’de bulunan bir kısım emanetler ile,
yüzyıllar boyunca hükümdarlar tarafından buraya vakfedilen ve Resûlullah’ın
(sas) komşuluğunu yapan kıymetli eşyaları zayi olmaması için trene yükledi ve
İstanbul’a gönderdi İhtiyat mülazımlarından İdris Sabih Bey’in Medine Müdafaası
sırasında Hazreti Peygamberimiz’e (sas) hitaben yazıp, Fahreddin Paşa’ya ithaf
ettiği şiir, o günlerde yaşanan duygular kadar Emanât-ı Mübâreke’yi muhafaza
edenlerin gönül dünyasını yansıtması bakımından da kayda değer özellikler taşımaktadır:



Dünya ve âhiret EFENDİMİZ’sin


Bir ulü’l emr idin emrine girdik;

Ezelden bey’atli hakanımızsın

Az idik, sâyende murada erdik,

Dünya ve âhiret sultanımızsın
Unuttuk İlhan’ı, Kara Oğuz’u;

İşledik seni gözbebeğimize,

Bağışla ey şefî’ kusurumuzu

Bin küsûr senelik emeğimize
Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur,

Şımardık müjde-i sahabetinle

Gönlümüz ganîdir, gözümüz toktur,

Doyarız bir lokma şefaatinle
Nedense kimseler dinlemez, eyvâh!

O kadar sâf olan dileğimizi

Bir ümmî isen de Yâ Resûlallah,

Ancak sen okursun yüreğimizi

Suları tükendi gülâbdanların,

Dinmedi gözümüz yaşı, merhamet

Külleri soğudu buhurdanların,

Aşkınla bağrını yakmada millet
Gelmemiş Türkçe’de Lebid, Hassân’ın,

Yok bizde ne Bürde, ne Muallaka

Yolunda baş veren Âl-i Osman’ın,

Lâl ile yazdığı tarihten başka
Ne kanlar akıttık hep senin için,

O ulu Kitâb’ın hakkıçün aziz

Gücümüz erişsin ve erişmesin,

Uğrunda her zaman döğüşeceğiz
Yapamaz Ertuğrul evlâdı sensiz,

Can verir, cânânı veremez Türkler

Ebedi hadim’ül haremeyniniz,

Ölsek de Ravza’nı rûhumuz bekler


HIRKA-İ SAADET DAİRESİ


Hırka-i Saadet


124 cm boyunda, siyah yünlü kumaştan hırkanın içi daha kaba şekilde dokunmuş
krem renk yünlü kumaşla kaplanmıştır Yer yer yıpranmış durumdadır Resulullah
(sas) tarafından Züheyr oğlu Ka’b’a verilen hırkadır
Hırka-i Saadet Dairesi, adını Peygamber Efendimiz’in (sas) şair Ka’b bin Züheyr’e
huzur-ı saadetlerinde Müslüman olduğunda hediye ettiği hırkadan alıyor Arapların
meşhur şairlerinden olan Ka’b, İslamiyet aleyhindeki şiirlerinden ve sözlerinden
dolayı Peygaberimiz’in (sas) nerede görülürse öldürülmesi emrine muhatap oldu
Daha önce Müslüman olan kardeşinin ikazı üzerine, hakkındaki ölüm emrine aldırmadan
Medine’ye geldi, Mescid-i Nebevi’ye girdi Peygamber Efendimiz’e Müslüman olan
bir kimsenin geçmiş hatalarının bağışlanıp bağışlanmayacağını sordu Müspet
cevap alınca “Bu, Ka’b olsa da mı?” diye ilave etti Allah Resûlü bu soruya
da olumlu cevap verdi Ka’b (ra) kimliğini açıklayıp Kaside-i Bürde ismiyle
tarihe geçen eserini okumaya başladı “Muhammed Aleyhisselâm kınından çıkmış
bir kılıçtır / Cihan onun nurundan feyz alır” mısraına gelince Efendimiz (sas)
sırtındaki hırkasını çıkardı, şairin sırtına bıraktı Ka’b, Hazreti Peygamber’in
(sas) gül kokusunu taşıyan bu hırkayı ömrü boyunca muhafaza etti, çok yüksek
fiyat teklif edilmesine rağmen bir ipliğini feda etmedi Muaviye tarafından
varislerinden alınıp halifelere geçen hırka, Yavuz’la birlikte İstanbul’a geldi



Hırka-i Saadet sırma işlemeli yeşil atlastan bohçalara sarılıp altın bir çekmeceye
konulur Bu çekmece de aynı şekilde bohçalara sarılıp büyük altın bir sandığa
yerleştirilir


Sancak-ı Şerif

Peygamber Efendimiz’in (sas) zamanında yapılan harplerde ashaptan her birlik
ayrı bir sancak taşırdı Bizzat Peygamber Efendimiz’e (as) mahsus olan Sancak-ı
Şerif ise Ukab ismini taşır Hazreti Aişe’ye ait siyah yünlü bir kumaştan yapılmıştır
Sancak-ı Şerif, Cenab-ı Peygamber’in (sas) âlem-i cemâli teşriflerinden sonra
sıra ile dört halifenin emanetinde olarak harplerde ordunun önünde taşındı
Daha sonra da Emevi ve Abbasi halifelerine intikal etti Bağdat’ın Moğollar
tarafından işgali üzerine Mısır’a kaçan Abbasi halifesi, Sancak-ı Şerif’i de
diğer emanetler ile birlikte Mısır’a götürdü Mısır’ın Yavuz Sultan Selim Han
Cennetmekân tarafından alınması üzerine Osmanlılara geçti Ukab, zamanla yıpranıp
adeta toz haline geldiği için Osmanlılar yeşil atlastan yenisini diktirip üzerine
aslından parçalar eklediler Harpler sırasında Sancak-ı Şerif, Sancak Alayı
denilen bir törenle saraydan çıkarılır, orduyla birlikte sefere giderdi Bu
sırada seyyidlerden oluşan bir cemaat tarafından yanı başında gece gündüz Fetih
Sûresi okunurdu


Mühr-i Saadet

Hz Muhammed (sas) yabancı devlet reislerine İslam’a davet mektupları yazdırırken
taşı akikten, halkası gümüşten yüzük şeklinde bir mühür yaptırmıştı Bu mühür
sıra ile Hz Ebubekir’e, Hz Ömer’e ve Hz Osman’a geçmiş, ancak Hz Osman tarafından
Eris isimli kuyuya düşürülmüş ve günlerce aranmasına rağmen bulunamamıştır
Tarihçiler bu mührün kaybolmasından sonra Müslümanlar arasındaki birliğin bozulduğuna,
devam edip gelen fitnelerin o zaman ortaya çıktığına dikkat çekerler Hz Osman
bunun üzerine aynı yazıyı taşıyan başka bir mühür yaptırarak kullanmıştırmukaddes
Emânetler arasında bulunan ve Bağdat’ta ele geçirilerek İstanbul’a getirilen
mührün bu mühür olduğu tahmin edilmektedir 1 cm uzunluğunda olup, kırmızı
akik taşından yapılmıştır Üzerinde kûfî hatla “Muhammed Resulullah” yazan bu
mühür hakkedilmiştir



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.