|  | Divan Edebiyatı Tanımı Tarıhçesi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Divan Edebiyatı Tanımı TarıhçesiMilletlerin kendi özgeçmişleriyle,kültür yapılarıyla doğru orantılı edebiyatları vardır  Türk milleti olarak bizim edebiyatımız ve onun bir bölümü her ne kadar zaman zaman inkar edilmiş,anlaşılamamış,yok sayılmış olsa bile dünyanın sayılı edebiyatlarındandır  Türk milletinin varoluşundan bu yana yaşadıkları,hayat tecrübesi,sanat anlayışı, medeniyeti edebiyatına yansımıştır  Edebi eserler,yüzyıllardan bu güne kadar her dönemin toplumsal ve kültürel özelliklerini,insanlığı ve insani değerlerini farklı açılardan ele almış,anlatmıştır   Bir milletin geçmişteki düşünce yapısını,hayat tarzını,kültür ve medeniyet birikimini, dünya görüşünü gelecek nesillere aktaran en önemli araç edebi eserlerdir  Dolayısıyla eserlerin incelenmesi,yazılış maceraları bize geçmişteki bilmediğimiz dünyaların kapısını açacaktır  Hayat şartlarının ve düşünce sisteminin değişmesi,Osmanlıya ait herşeye iyi-kötü ayırdetmeden karşı tavır koyan bir sözde aydın kitlesi sayesinde insanımız yıllardır eski edebiyatımızı tanıyamamış veya yanlış tanımıştır  Ancak son yıllarda yapılan objektif çalışmalar bize atalarımızı anlatan geçmişle bağımızı tekrar kurmamızı sağlayabilecek bir adım niteliğindedir   Milletleri en güzel bir şeklide tanıyabilmenin yolu onların edebiyatlarını öğrenmekten geçer  Edebiyatımız da toplumun duygu , düşünce , kültür ve medeniyet değişimine ayak uydurmuş , zaman içinde farklı özellikler göstermiştir   Divan Edebiyatı Türklerin 11  yüzyılda Islam dinini kabul etmesiyle Maveraünnehir’de başlamış , 13  yüzyıldan itibaren gelişmesini Anadolu’da sürdürmüştür  Bu edebiyat Islam kültürüne dayalı olarak Arap ve Fars edebiyatlarının tesiri altında meydana geldiğinden “ Islami Türk Edebiyatı “ diye de anılır  Belirli bir kültür seviyesine ulaşmış ,eğitimli kişilere hitab etmesi sebebiyle “ Yüksek Zümre Edebiyatı “ da denilmektedir  Divan Edebiyatı, Islam dininin tesiri ile ortaya çıkmış olsa da , Iran ve Arap edebiyatlarının ve onların medeniyetlerinin izleri görülse de, zamanla bu tesirden kurtulmuş , kendine has bir takım özellikler kazanarak millileşmiştir  Türk kimliğini bulmuş ,bağlı olduğu medeniyet ve kültür dünyasının zevkini , estetiğini , sanat anlayışını aksettirmiştir  Yine aynı şiirlerde halkın örf ve adetleri , hayat bakışı , kılık-kıyafet , düğün ,sünnet eğlenceleri , devletin işleyişi ,bazı aksaklıklar dile getirilmiştir  Divan Edebiyatı’nın halktan ve günlük hayattan kopuk olduğu iddiasının ne kadar boş olduğu verilecek örneklerde görülecektir  Şu inkar edilemez bir gerçektir ki Divan şiiri , bir hayaller dünyasıdır  Stilize edilmiş bir tabiat anlayışı hakimdir  Tabiat tasvirleri , hayvan , bahar,yaz ,kış ,yaz mevsimlerini tasvirleri şairlerin hayal gücü ile süslenmiş , kalıplaşmış motifler halindedir  Bu bir gelenektir ve daha sonra gelen şairler aynı hayalleri daha güzel söylemek için yarışırlar  Aşk bu edebiyatın vazgeçilmez konusudur  Aşık daima bahtsız ,sevgili ise vefasız ve zalimdir  Acı çektirir  Bu, platonik bir aşktır  Bu şiir anlayışında ideal insan , maddeye değer vermemeli, dünya nimetlerine itibar etmemelidir  “ Rind “ adı verilen , malda mülkte gözü olmayan , insanların ilgisinden rahatsız olan , hoşgörülü bu insan tipi, hep itibar görmüştür  Şair de kendisini böyle gösterir   Divan Edebiyatı , şiir ağırlıklı bir edebiyattır  Nesirden çok nazma değer verilmiş, bu alanda söz ustalığı yapmak gayretine düşülmüştür  Divan şiiri beyitlerle kurulur  Beyit sayısına , kafiye düzenine ve konularına göre isimler alan şiir şekilleri ; gazel ,kaside , mesnevi, musammat , terkib-i bent , terci-i bent , rubai ,kıta , mürfed    dir  Divan Edebiyatı’nın bir imparatorluk edebiyatı olduğu unutulmamalıdır  Çok geniş bir sahaya yayılmış bir bahçede elbette değişik renkler , değişik tad ve kokular bulunacaktır  Burada güzeller hep selvi boylu , kirpikleri ok, kaşları yay, gözleri ahu ,saçları sümbül ,ağızları gonca ,yanakları gül olsa da , öyle hayal edilse de bizim insanımız bizim dilimizle anlatılır   Agah Sırrı Levend, Divan Edebiyatı’nı başlı başına bir alem olarak nitelendiriyor ve şöyle diyor : “Her gün biraz daha kesifleşen bir sis tabakası altında örtülüp giden bu alemin karanlık köşelerini aydınlatmak , bu suretle artık tarihe mal olmuş bulunan bu fikir , his ve hayal dünyasını tespite çalışmak en büyük emelimizdir  ” Divan Edebiyatı üç beş eserden müteşekkil değildir  Bu dönemin dili hakkında bir kaç esere bakarak hüküm vermek yanlış olur  Süleyman Çelebi’nin Mevlid ‘i , Nabi’nin Hayriyye’si gibi dili sade, yazıldıkları zaman ve sonrasında halk tarafından çok okunan eserler mevcuttur  Bu edebiyatın içinde meydana getirilmiş olan Kuran tefsirleri , Hadis tercümeleri , mevlidler, siyerler, miraciyeler ,dini-destani halk hikayeleri, seyahatnameler, o gün halkın, dilini kolayca anlayabildiği eserlerdir  Divanların içindeki şiirlerin hemen hepsi yazıldıkları dönemde insanımızın anlayabildiği ve zevk alarak okuyabildiği sadeliktedir  Divan şiirinde bize yabancı gelen kelimeler, bugün kullanılmadığı için anlaşılamamaktadır  Halbuki çağında bu eserler halkın ekseriyeti tarafından okunup anlaşılıyordu  Biz bu çalışmamızda Divan şiirlerinden bir olaya dayalı olanları, hikayeleri ile birlikte vermeye çalıştık  Anlatılanların çoğu elbette rivayetlerdir  Kayda geçmiş olanları olduğu gibi , söylenti halinde yayılmış , bu arada değişmiş , bir kaç şekilde anlatılan hadiseler de vardır   | 
|   | 
|  | 
|  | Divan Edebiyatı Tanımı Tarıhçesi |  | 
|  06-24-2012 | #2 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Divan Edebiyatı Tanımı TarıhçesiÖNERİLER 1  Divan Edebiyatı hakkındaki önyargılı, küçümseyici ve karalayıcı tavrı ile anlayışı değiştirmek gerekir  Bu edebiyatı, günümüz anlayışı ve ölçütleriyle değil de kendi döneminin tarihî, toplumsal ve kültürel koşulları içinde kendine özgü sanat anlayışıyla kabullenmek, bin yıllık bir medeniyetin kültür varlığı olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır   2  Geleneksel öğretimde olduğu üzere, metinleri, kronolojik sıra gözeterek vermek, giderek terk edilen bir yaklaşımdır  Her yüzyıldan,Divan Edebiyatının özellikle nazım türlerinde -gazel, kaside, mesnevî, rubaî, terkib-i bend, terci-i bend, şarkı- önemli eserler vermiş büyük şairler veya nesir üstatları çıkmayabilir ve öğrencinin ilgi alanına girmeyebilir  Artık, yeni yaklaşımda öğretim programlarında şairden değil de eserden hareket edilmektedir  Eser merkezli yaklaşım giderek kabul görmektedir  Öğrenci düzeyine uygun, onu, duygu, düşünce ve hayal yönüyle geliştiren, sanat değeri taşıyan eserler, onun hem zevk almasını sağlayacak hem de, kitap okuma alışkanlığı kazanıp kültürü, eski-yeni ayrımı yapmadan bir bütün olarak görüp tanımasına olanak sağlayacaktır   3  Zamanın,Divan Edebiyatı üzerindeki aşındırıcı ve yıpratıcı etkisi dikkate alınarak öğrenciyi bu edebiyatın metinlerini anlamaya düşünsel ve ruhsal açıdan hazırlamak yararlı olur   4  Öğretim programlarına, öğrencilerin ilgi, ihtiyaç, zevk ve beklentilerine cevap verebilecek, dili ve anlatımı yalın, estetik ve didaktik değer taşıyan metinlerin seçilmesine özen gösterilmelidir   5  Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerinin Divan Edebiyatıyla ilgili birikimleri, öğretme yöntemleri ve bu edebiyata yaklaşımları, öğrencilere bu edebiyatın metinlerini sevdirip öğretmede büyük önem taşır  Öğretmen “Metinler eski, dilleri anlaşılmaz” zihniyetiyle konuları geçiştirerek veya tek başına özetleyerek vermek yerine okutacağı metni döneminin veya yüzyılının kültürünü, zevkini, anlayış ve duyuşunu, dil ve anlatım özelliklerini, kısacası, bir sanat olayı olarak tanıtmayı amaçlamalıdır  Metni, soru-cevap tekniğiyle -eğer bağdaşıyorsa- günümüz yaşamıyla bağlantı kurarak öğrenciyle birlikte işlemesi etkin ve yararlı bir yoldur   6  Özellikle aruz kalıplarını öğretmede izlenen ezber yöntemi terk edilmelidir  Öğrenci, aruz kalıbı ezberlemekle korkutulmamalı, önemli sayılan ve çok yaygın kullanılan aruz kalıpları, en güzel beyit ve dizelerde uygulamalı olarak verilmelidir  Bugün bazıları şarkı formunda okunan bazı beyitler, bellekte kalıcılığı açısından öncelikle tercih edilmelidir   7  Sınavlarda, dili ağır, anlatımı mecazlı ve sanatlı, fikir dokusu karışık metinlerden sorular sorarak bu edebiyatı, öğrencinin başarısızlığına neden olabilecek bir malzeme yapmamalıdır   8  Divan Edebiyatının en güzel beyitlerinden oluşan, öğrencinin anlama-kavrama kapasitesine uygun, dili yalın örneklerden oluşan, çevirisi sağlıklı, Millî Eğitim Bakanlığı tavsiyeli bir antoloji oluşturarak öğrencinin yararına sunulabilir   | 
|   | 
|  | 
|  | Divan Edebiyatı Tanımı Tarıhçesi |  | 
|  06-24-2012 | #3 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Divan Edebiyatı Tanımı TarıhçesiDİVAN EDEBİYATI AYRINTILI BİLGİ Osmanlı ülkesinde, özellikle medreseden yetişen aydın kimselerin Arap ve Fars edebiyatlarını örnek alarak oluşturdukları yazılı edebiyata, "divan edebiyatı" adı verilir  XIII  yy'dan XIX  yy'ın ortalarına kadar süren divan edebiyatı, adını, şairlerin şiirlerini topladıkları "divan" denilen kitaptan almıştır  Divan edebiyatının tarihsel gelişmesi dört dönemde incelenebilir: Kuruluş dönemi: Geçiş dönemi; olgunluk dönemi; çöküş dönemi  KURULUŞ DÖNEMİ (XIII  yy  -XV  yy'ın ilk yarısı) Bu dönemde Sadi, Feridettin Attar, Nizami gibi İranlı şairlerin yapıtları Türkçe'ye (Osmanlıca'ya) çevrildi  Bu çeviriler, biçim ve öz bakımından yeni bir edebiyat geleneğinin kurulmasına ön ayak oldu  Gülşehri, Hoca Dehhani, Nesimi, Ahmet Dai, Kadı Burhanettin, Şeyhi gibi şairler, bazen din dışı konuları, çoğunlukla da, çeviri yapıtların etkisiyle, tasavvuf konularını işlediler  GEÇİŞ DÖNEMİ (XV  yy'ın ikinci yanst-XVI  yy'ın başlan): Saray ve çevresinde oluşan divan edebiyatı, bu dönemde özellikle belirli bir sınıfın (saray ve çevresi) edebiyatı olma niteliği aldı  Seçtikleri konular, genel eğilimleri, dilleri ve dünya görüşleri, şairleri bu sınıfın hizmetine soktu  Saray ve çevresinden yakın ilgi ve destek gören, ama topluma açılmayan divan edebiyatı, resmi bir edebiyat, daha doğrusu bürokratik bir edebiyat kimliğine büründü  Ahmet Paşa, Necati şiir alanında, Mercimek Ahmet, Âşıkpaşazade ve Sinan Paşa düzyazı alanında başarılı yapıtlar ortaya koydular  OLGUNLUK DÖNEMİ (XVI  yy'ın başları-XVIII  yy'ın ikinci yarısı): Bu dönem, Fars edebiyatı etkilerinin en aza indiği, divan şairlerinin ve yazarlarının kendi kişiliklerini, yaratıcılıklarını en iyi biçimde gösterdikleri dönem olarak kabul edilebilir  Divan şair ve yazarları bu dönemde, etkilenme ve esinlenme yerine, özgün yapıya yöneldiler; biçim ve içerikte bazı yerli öğeler oluşturdular  Şairlerin bazıları (özellikle Şeyh Galip), "Sebk-i Hindi" akımını tanıttılar ve bu akıma uygun şiirler yazdılar  Sabit ve Nabi'nin başlattığı "yerlileşme"yse, Nedim'de ve onu izleyenlerde belirli bir bütünlük kazandı  Bu dönemin şairleri arasında Fuzuli, Hayali, Baki, Bağdatlı Ruhi, Taşlıcalı Yahya, Naili, Nabi, Nef'i, Nedim, Şeyh Galip, Koca Ragıp Paşa, yazarları arasındaysa Sehi Bey, Âşık Çelebi, EvliyaÇelebi, Kâtip Çelebi, Peçcvi, Naima, Koçi Bey, Veysi, Nergisi, Yirmisekiz Mehmet Çelebi, vb  sayılabilir  ÇÖKÜŞ DÖNEMİ (XVIII  yy'ın ikinci yarısı- XIX  yy'ın ilk yarısı):Osmanlı toplumunda görülen yenileşme akımları ve girişimleri, Batı dünyasıyla çeşitli alanlarda kurulan yakın ilişkiler, gazete ve dergilerin Osmanlı ülkesinde de yayınlanmaya başlanması, bazı Osmanlı aydınlarının Batı ülkelerinde öğrenim görmeleri, Batı toplumlarını ve uygarlığını yakından tanımaları, edebiyat dünyasında da belirli bir etki uyandırdı  Diliyle, dünya görüşüyle toplumdan kopuk olan dîvan edebiyatı, yeni Osmanlı aydınları tarafından eleştirilmeye başlandı  Böylece, divan edebiyatının kendi çerçevesi içinde en güzeli yapılandırma, en güzel deyişe varma anlayışı değişmeye, edebiyatı toplumun eğitilmesinde, ahlâkının düzeltilmesinde, çevresini tanımasında ve değiştirmeye yönelmesinde etkin bir araç olarak görme eğilimi yaygınlaşmaya başladı  Divan edebiyatı, ilk sivil gazetenin çıkış tarihi olan 1860 yıllarında sona ermiş kabul edilmektedir  Edebiyat eğitiminde ve öğretim programlarında “Divan Edebiyatı” adıyla geçen ve XII ve XIX  yüzyıllar arasındaki sürecin ürünleri olan eski edebiyat metinleri, altı yüzyıllık Osmanlı kültür ve uygarlığının verileridir  Her ne kadar son yıllarda adı üzerinde klâsik şair, yazar ve eserler esas alınarak veya beslendiği kültür ve felsefî kaynaklar ölçüt alınarak tartışmalar yapılmış,“Klâsik Edebiyat”,“Klâsik Türk Edebiyatı”, “İslâmî Edebiyat”, “İslâmî Devir Türk Edebiyatı” (1), gibi adlandırmalarla sınıflandırılmışsa da bizim amacımız, adla ilgili tartışmaları, alan uzmanı bilim adamlarına bırakarak, Divan Edebiyatını hangi metinlerle ne ölçüde öğretme olup işi, eğitim açısından ele almaktır  Bu nedenle, şimdilik yaygın kullanımı olan Divan Edebiyatı adını tercih ettik   XVI  yüzyılın sonunda, önce duraklayan sonra da hızla çöküş dönemine giren Osmanlı Devleti’nin çöküşüne paralel olarak edebiyat da çöker  Vefasızlığından yakınılan, uğrunda acı çekilip göz yaşı dökülen hayalî sevgili tipi, mecaz, mezmun ve istiarelere dayalı kuralcı anlatımı, güncel ve gerçek yaşamdan uzak, yapay ve abartmalı kurgusuyla Divan Edebiyatı,Batıya yönelmeyi hedefleyen yeni edebiyat anlayışına ve esaslarına ters düşer  Nitekim, toplumun eğitimini ve medenileşmesini esas alan, halkın gerçeklerine dayanan somut eserler vermeyi amaçlayan Tanzimat Döneminin büyük şairleri Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Ai Suavi eski edebiyat yerine yeni edebiyat tarzını benimserler   Yeni kurulacak edebiyatın esaslarını “Lisân-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” adlı uzun makalesinde açıklayanNamıkKemal, edebiyatın tanımını yaparak“Fikrin gelişmesine ve toplumun eğitilmesine olan büyük hizmetinden” söz eder  Divan Edebiyatının “realite ile ilgisizliğine, sunî’liğine ve boşluğuna”(2) değinir   1868’de Hürriyet gazetesinde çıkan Şiir ve İnşa makalesinde, Divan Edebiyatını millî olmamakla suçlayan Ziya Paşa, “gerçek Türk edebiyatının halk edebiyatı olduğunu” (3)söyler  Altı yıl sonra yayımladığı üç ciltlik Harâbât antolojisinde ani bir dönüşle övdüğü Divan Edebiyatının propagandasını yaptığı gerekçesiyle de Namık Kemal’in Tahrib-i Harâbat ve Takip adlı eserlerinde ağır eleştirilere hedef olur   Peki ama, günümüzde artık yaşamayan, Yahya Kemal’in deyişiyle “nadir insanların anlayıp zevkine vardığı bir tarihî çağrışım vasıtası” olan eski edebiyatımızdan geride kalan kalıcı değerler, güzellikler yok mu?Biz bunları genç kuşaklara nasıl aktarabiliriz  Onlara özellikle eski şiirimizi nasıl sevdirebiliriz? Kuşkusuz, fikir ve sanat dokusu; teşbih, istiare ve mazmunlarla örülmüş, yaratıcılığı ses ve estetik üzerine kurulu, özgün şiir diliyle yazılan eserleri inceleyip yorumlamak uzmanlık işidir  Ancak, kültür ve uygarlık değişimine koşut olarak değişen zevk ve anlayışa, dil tasfiyesine rağmen, sanat ve söyleyiş mükemmelliğiyle kendisini kabul ettiren bu edebiyatı öğrencilere tanıtıp sevdirmek de edebiyat öğretiminin amaçları arasındadır  Peki ama, bu konuda niçin zorlanıyoruz?Önce, bunu irdeleyelim: 1  DİL FAKTÖRÜ Divan Edebiyatının büyük şairlerinin eserlerini,Arapça ve Farsça sözcüklerin yoğunlukla kullanıldığı bir dille yazmaları, bu dili kültür ve sanat dili olarak yüzlerce yıl işlemeleri, sanat kaygısıyla Türkçe’ye gereken önemi vermemeleridir  Tanzimat döneminde, Maarif-i Umûmiye Nizamnamesiyle (1869) Türkçe öğretim dili kabul edilip bağımsız ders olarak öğretim programlarına girmiş, Cumhuriyet döneminde yapılan harf ve dil devrimiyle değer görmeye başlamışsa da daha önceki yüzyılların ürünü olan Arapça ve Farsça sözcüklerin yoğun olarak yer aldığı metinlerle günümüz öğrencisi doğal olarak bağ kuramamıştır   Bu metinlerin anlaşılmasını güçleştiren başlıca etken, açık olmayan şiirsel anlatımın Arapça, Farsça kelime ve kelime gruplarında iyice örtünmüş olmasıdır  ”(4) Kendi çağında anlaşılır bir şehirli Türkçesi kullanılmasına rağmen,Bâki’nin, liselerde de okutulan Kanunî Mersiyesinde yer alan, Ey pây-bend-i dâmgeh-i kayd-ı nâm ü neng Ta key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bidireng beytinde tek Türkçe sözcük bulunmazken veya Nefî’nin,Sultan I  Osman’a yazdığı kasidedeki Aftâb-ı bahr ü ber sâhip-kırân-ı şark ü garb Şehsüvar-ı nâm-ver râyet-güşâ-yı safderi beytinde gene tek Türkçe sözcük yer almazken, öğrencilerin bu ve benzeri metinlere ilgi duyup sevmeleri beklenemez   Sorun, sadece Arapça ve Farsça’dan alınan sözcükler değildir  Çünkü, kültür etkileşimi sonucu, aşağı yukarı tüm dünya dillerinde yabancı sözcükler vardır, olması bir ölçüde de doğaldır  Ancak, Türkçe’ye sözü edilen dillerden sözcük alınmakla kalınmamış, dil kuralları da olduğu gibi alınmıştır   Osmanlıca’nın sakatlığı yalnız üç dilin kelimelerinden toplanmış olmasından değil, bu dillerin kurallarının da olduğu gibi Türk diline aktarılmış bulunmasındadır  Bunun da adı “kavâid-i Osmaniye”dir (5)   Medrese dili olan Arapça, Tanzimat döneminde rüşdiyeler açılınca bu okullara da “kavâid-i Osmaniye” adıyla girmiş; Emsile, Bina, Maksûd,Türkçe’ye çevrilerek okutulmuşsa da ağırlık gene Arapça’da olmuş, Türkçe gene ikinci plânda kalmıştır   Böylelikle, “kavâid-i Osmaniye” dedikleri Türkçe dil bilgisinin ağırlık merkezi Arapça’nın kuralları olmuş, Farsça’nın kuralları da buna katılmış, Türkçe’nin kuralları ise, önemsiz bir bölüm olarak bunlara eklenmiştir”(6)   Kur’an dili diye kutsal sayılan ve söz varlığı açısından zengin bir dil olan Arapça’nın tüm bâbları (kalıpları) alınmış, kamus ve ferhenglerden (Arapça ve Farsça sözlüklerden) sanat ve hüner amacıyla yığın yığın sözcük aktarılmıştır   Canlı bir organizma olan dilin gerçek yaşamla bağlantısını dikkate almayan, onun toplumla iletişimini, millî birlik ve bütünlüğü sağlamadaki işlevini hesaba katmaya Divan şairleri, bunun bedelini unutulmakla ödemişlerdir   “Dil üzerinde düşünmeyiş, dil ile edebiyat, dil ile hayat arasındaki derin münasebet hakkında sağlam bir görüşe sahip olmayış bize çok pahalıya mal olmuştur  Arapça ve Farsça ile Türkçe arasındaki farkı hesaba katmayan Divan şairleri, bu gafletlerinin cezasını unutulmakla, yani ölümle ödemişlerdir  Dil, sıkı sıkıya millî varlığa, hayata ve cemiyete bağlıdır  Bu basit hakikati Türk edebiyatçıları çok geç, yirminci yüzyılın başında öğrenmişlerdir”(7)   2  KÜLTÜREL DEĞİŞİM FAKTÖRÜ Eski metinlerin genç kuşaklar tarafından anlaşılmasını engelleyen veya zorlayan önemli bir neden kültür değişimidir   Bilindiği üzere,Türklerin, müslümanlığı kabul edişlerinden sonra İran etkisiyle gelişen Divan Edebiyatı, “ümmet kültürüne” dayanmaktadır  Beslendiği toplumsal ve felsefî kaynaklar; Kur’ân ayetleri, hadisler, peygamber ve evliya kıssaları, tasavvuf ve tasavvufî motifler, İran ve Arap hikâyeleri, yerli ögeler, günlük yaşamdan sahneler, yer yer hurafelerle karışmış bilgilerdir   Osmanlı kültür ve uygarlığının bir yansıması olan bu edebiyat, toplumun geçirdiği kültür ve uygarlık değişimine koşut olarakCumhuriyetin lâik ve millî kültür kaynağından yetişen günümüz kuşaklarına hitap edememektedir  Çünkü, artık eskiyen, ona yabancılaşan sadece Divan Edebiyatı değil, onu biçimlendirip ortaya çıkaran Osmanlı kültür kaynakları ve verileridir   Günümüz kuşakları, genel olarak, söz konusu bu kültüre, bu arada doğallıkla divan şiirine yabancı düşmüştür  Çünkü onlar bu eski kültürle değil, yeni, değişik bir kültür kaynağından beslenmişlerdir  Divan şiirinin yukarıda belirttiğimiz temel kaynakları, onlara tanımadıkları bir dünyadan ses verir  Onlar, tarikatın da şeriatın da yabancısıdırlar  Oysa, bu şiire yaklaşabilmek için daha bu türden kavramlara gelmeden, söz konusu kültürün en ilkel verilerini bilmek gerekir  ”(8) Ayrıca, bu edebiyatı, kültür zenginliği ve yüksek zevki nedeniyle de anlayıp yorumlamak zordur   “Evet, bu edebiyatı anlamak güçtür  Büyük bir kültür zenginliğine muhtaçtır  Bu kültürü elde edip bu sanat mahsullerini avucu içine almak, yüksek tefekkürün verdiği yüksek zevke erişmek demektir  Bu büyük nimetin külfeti de büyüktür  ”(9) Dünya görüşü, yaşam felsefesi, sanat anlayışı, konuların işleniş tarzı, imaj, söz ve ses oyunları, dil ve üslûbuyla tarihe karışan eski edebiyat metinleri, ihmalin dışında, geçirdiği medeniyet değişiminin doğal sonucu olarak zamanın tahribatına da uğramış, genç kuşakların kendisiyle bağlantı kurup anlamasına fırsat vermemiştir   “    yüzyıllarla ifade edilen zaman farklılığının getirdiği tarihî, sosyal ve kültürel kopuklukları saymak gerekir  Eski Türk edebiyatı metinlerini bu engelleri aşabildiğimiz ölçüde anlayabiliriz  ” (10) 3  ÇEVİRİ FAKTÖRÜ Eski metinlerin genç kuşaklara ulaştırılıp sevilmesinde zorluk çekilen bir başka husus da “çeviri” sorunudur  Kendine özgü sözcük ve söz gruplarından oluşan, çeşitli mecaz, istiare ve benzetmelerle anlamlandırılmış, estetik değer taşıyan sanatlı bir anlatımı düz yazıya çevirme, kuşkusuz uzmanlık gerektiren bir alandır   Bilindiği üzere, eski edebiyatta manzum bir metin önce “düz yazıya” çevrilir  Ardından “günümüz Türkçesiyle” açıklanıp içeriği -söz ve anlam sanatlarının çağrıştırdıkları- okuyucuya aktarılır  Ancak, bu çevirilerde şiir, duygu, ahenk hatta anlam kaybına bile uğrayabilmektedir  Dili anlaşılır, günümüz kuşaklarının anlayabileceği kadar yalın metinler bu sorunu bir ölçüde ortadan kaldırabilir  Öğrencinin de şiirden doğrudan zevk almasına yardımcı olur   eski şiiri anlamak için onu düz yazıya çevirip günümüz Türkçesiyle ifade etmek, dile çekilen yabancılıktandır  Ahmet Haşim’in,“şiir nesre kabil-i tahvîl olmayan nazımdır” tanımı elbette çok doğrudur  O yüzden de düz yazıya çevrilerek günümüz Türkçesiyle ifade edilmiş şiir, ahengi ve duygusal yönü kayıplara uğrayarak, şiirsel anlatımdan aldığı derinliği yitirerek okuyucuya ulaştırılmıştır  İşte bu yüzden seçilen metinler günümüz Türkçesine ne kadar yakın olursa, okuyucu şiiri o kadar doğrudan tatma imkânına kavuşacaktır  ”(11) Şairlerin anlatım güçlerini ve ustalıklarını büyük ölçüde yeni ve orijinal söyleyişlere bağladıkları eski şiirde ahenk, anlamdan daha fazla öneme sahiptir  Anlamın pek dikkate alınmadığı, söylenenin değil, söyleyiş tarzının önem taşıdığı bu şiirde “ses” unsuru ön plânda gelir  Bu nedenle şiirin ahengini bozmadan, sözcükler anlam açısından işlenebilir   “Çünkü Divan şiiri yüzde seksen, bir ses edebiyatıdır  Onu elden geldiğince sesi, havası, arkaik dünyasıyla, bazen birkaç sözcük katarak bazen de çıkararak aktarmalıyız”(12)   Özellikle metnin yazıldığı dönemin tarihî, toplumsal ve felsefî temelleri, kültürel dokusu, edebiyat ve dil özellikleri, şairin psikolojisi hakkında yeterli birikim edinmeden sırf yabancı sözcük ve deyimlere karşılıklar bularak yapılan çeviriler, yüzeysel ve basmakalıp olmakta, metnin içeriğini tümüyle öldürmekte, okuyucunun eski şiiri anlayıp sevmesine engel olmaktadır   Günümüzde kimi izahlı veya açıklamalı Divan şiiri antolojileri, el kitapları veya yardımcı kitaplar bu olumsuz örneklerdendir   Bunun dışında, “şerh” denilen metni açımlama vardır ki çoğunlukla, Osmanlı dönemi eğitim kurumlarında ders kitapları gibi okutulmuştur  Önceleri,Arapça ve Farsça eserler için yazılan şerhler, daha sonra Türkçe yazılmış, tasavvufî metinler ile eski edebiyat metinlerini günümüz okurlarına aktarmayı amaçlamıştır   4  ÖĞRETİM FAKTÖRÜ Lise düzeyindeki öğrenciye eski metinleri tanıtma, özellikle düzyazıya çevirip günümüz Türkçesiyle açıklama bir yöntem işi olmakla birlikte büyük ölçüde öğretmenin bu edebiyatı öğrenciye sevdirme yeteneğiyle de ilgilidir   Geleneksel bir yöntem olarak, eski metinlerde geçen Arapça ve Farsça sözcükler ile edebî sanatları ezberletmek, sanki bu edebiyatın öğretimini ezber üzerine kurmak, günümüz öğrencisini daha baştan soğutmakta, onun eski ama güzel metinlerden alması gereken estetik zevki tatmasına izin vermemektedir   “Ölü sözcükleri, gereksiz sanat oyunlarını, bunların adlarını ve tanımlarını ezberletmek, şiirin onlardan oluştuğu kanısını uyandırmak da Divan şiirinden soğutuyor günümüz insanını  Okul kitapları, bu tür uygulamalarla doludur  Dolayısıyla Divan şiirine sevgi ile bakma, ona anlamlı yaklaşım olanağını da kaldırıyor ortadan  Örüler(metinler) birer taşıl gibi sunuluyor  Sevdirme yerine soğutmaya çalışılıyor sanki”(13)   Özellikle de aruz kalıbı ezberletmek, bunu yazılı sınavlarda ölçme aracı yaparak öğrenciyi ürkütmek, onun eski şiirle bağ kurmasını daha baştan engellemektedir   günümüz şartlarında orta öğretim kurumlarında aruz öğretilebileceği konusu umut verici değildir  En başarılı öğretmenlerin en başarılı öğrencileri aruzla yazılmış metinlerin ölçüsünü ezberlemekte, bunu isteyerek değil, öğretmeni istediği için, kendi eğitim açısından bir yararı bulunup bulunmadığını düşünmeden yapmaktadır” (14)   Oysa, aruz kalıbı ezberletmek yerine her biri bir musikî makamı gibi olan vezinleri, metinler üzerinde seslendirerek öğrenciye bizzat uygulama yaptırmak, daha ilgi çekici ve zevk verici olabilir   Öğrenciyi, bu edebiyattan soğutan bir başka önemli sorun da öğretim programları ve ders kitaplarına alınan metinlerle ilgilidir  Şair ve yazarları kronolojik sıraya göre dizip onlardan metin seçmek, her zaman beklenen sonucu vermemektedir  Edebiyat tarihinin temel ölçüt alındığı geleneksel anlayışta metin göz ardı edilebilmektedir  Oysa, eseri anlamak, ondaki sanatı ve vermek istediği iletiyi almak temel amaç olmalıdır   Mazmun, mecaz ve istiarelerden örülü bir dünyası olan Divan şiirinden intikal eden kalıcı güzelliklerin nasıl yaşatılacağı, onlardaki sanat ve estetik zevkin genç kuşaklara nasıl tattırılacağının yanıtı şöyle verilebilir: Bu, her şeyden önce, dil ve söyleyiş tarzı, ses yaratıları, söz oyunları, imaj ve buluşları, biçim özellikleri, sanat ve estetik anlayışıyla kendi koşulları içinde gelişen özgün bir edebiyat olduğunu kabul edip ondan alabileceğimiz güzellikleri almakla mümkündür   “Unutmamalı ki, her devrin beşerî telâkkisi kendisine göredir  Mutlak bir insan tasavvur edemeyeceğimiz gibi, onun her zaman ve mekân için mutlak bir ifadesini de isteyemeyiz  Eski şairlerimiz güzel olmak haysiyetiyle beşerî olan eserler vücuda getirdiler  Bir tarafta olan eksikliklerini öbür taraftaki emsalsiz faikiyetleriyle tamamladılar   Bize düşen şey, umumî mülâhazaları bir tarafa bırakıp, altı asır süren bir tecrübenin bu asil mahsullerinden alabileceğimizi almaktır” (15)   Batı uygarlığına geçişte, Divan Edebiyatı, dili, kültürü ve ürünleriyle çoğu kez hak etmediği kadar suçlanmış, kötülenmiş, hatta “millî değildir” diye inkâra varan sert eleştiri ve karalamalara hedef olmuştur  Özellikle, Tanzimat döneminde yeni edebiyat anlayışını yerleştirmek için bu tavrı koyanlar olmuştur   Bu suçlamada, Divan Edebiyatını bilimsel ölçütle inceleyip değerlendirmeme sorunu yatmaktadır  Önyargılı yaklaşımlardan uzak, bilimsel ve objektif değerlendirme yapıldığında, tek yanlı ve çekişmeli görüşlerden kurtulunacak, ortak paydalar çevresinde birleşilecektir  Bunun için de önce,Divan Edebiyatını günümüz anlayış ve ölçütleriyle değerlendirme yanlışından kurtulup ona, kendi döneminin koşulları ve sanat anlayışıyla bir bütün olarak bakmayı kabul etmemiz gerekecektir   İkincisi, eski metinlerden yola çıkarak günümüz insanının yaşam gerçeğine ve beklentilerine cevap veremeyiz  Ancak, hoşumuza gitse de gitmese de, Arapça ve Farsça tamlamalarla yüklü dil, mezmun ve imajlarla bezenmiş sanatlı anlatımı, gerçekçilikten ve doğallıktan uzak, yapay ve abartmalı tarzı, şekilci ve kuralcı yapısıyla Divan Edebiyatı bizimdir  İslâm felsefesi ve kültür kaynaklarından beslense de Türk insanının ruhunu yansıtır   “Saz şairlerimizin şiirlerini okumalıyız, ama divan şiirini de bırakamayız  Bizim dilimizi asıl onlar öğretecek, tadına asıl onlar erdirecektir  Fuzûlî’nin gazellerini okurken, Bâkî’nin gazellerini okurken o Arapça,Farsça sözlerin altında Türkçe’nin tatlı sesini duymuyor musunuz?Suçu onlarda değil, kendinizde arayın  Karacaoğlan’a bayılırım ama Nedim’i,Galip’i okurken de kelimeleri her zaman anlamasam dahi, gene benim dilim olduğunu seziyorum, gene kendi dilimi duyduğum için yüreğim çarpıyor  Divan şairlerimizin Arapçadan Farsçadan aldıkları sözler, onların dillerini Türkçe olmaktan çıkarmamıştır  O sözler birer yabancıdır ama salınıp gezdikleri bahçenin toprağı buram buram Türkçe kokar, Türk kokar” (16)   Hoca Dehhanî, Âşık Paşa, Ahmedî,Necati,Fuzûlî, Bâkî,Nef’î, Şeyhülislâm Yahya, Nâilî, Neşatî, Nâbî,Nedim, Şeyh Galip gibi Türk şairlerinin mısra mısra, beyit beyit işledikleri şiirler, Türk kültür ürünleri olup edebiyat tarihimizde altı yüzyıl gibi uzun ve görkemli bir geçmişe sahiptirler  Bu ürünleri genç kuşaklara öğretmek, geçmişiyle köprü kurarak geleceklerini daha sağlam kurabilmelerini sağlamak da eğitimin görevidir   Kaldı ki Divan Edebiyatından günümüze kalan pek çok kalıcı değer ve güzellikler vardır  Zirve şahsiyetlerin, “mısra-ı berceste”denilen en seçkin, en güzel mısra ya da beyitlerinden yola çıkarak bu metinleri sevdirip öğretmek mümkündür   “Eski şiirimizin en muteber divanlarını ele almaya gelmez  Yeknesaklıktan Fuzûlî ve Nedim gibi şairler bile gözden düşer  En doğrusu bu büyük ruhların berceste mısralarını veyahut beyitlerini bir antolojide okutmaktır  Çünkü kestirme ve samimi bir hükümle denilebilir ki eski şiirimizde manzume yoktur, terkip yoktur, hasılı eser yoktur, yalnız mısralar ve beyitler vardır”(17)   “İşte eski şiir hakkında hüküm vermek lâzım geldiği zaman asıl düşünülmesi lâzım gelen bu attıklarımız değil, değişen bir zevk ve anlayışı, dildeki bütün bir tasfiye ve tekâmüle rağmen, bize hâlâ kendilerini bir mükemmeliyet örneği gibi kabul ettiren mısralar ve beyitlerdir”(18)   Şairin, “bazen bir mısra veya beyit, hatta bütün bir manzume, havada güneş vurmuş bir gemi küpeştesi gibi hafızamızda birden bire aydınlanır ve biz, bu eski şairlerin yaptıkları işi bir lâhzada görür ve şaşırırız” (19) dediği örnekler, öğrencilerin sevebileceği, onların duygu ve hayal dünyalarına girebilecek kadar lirik ve etkilidir   Aşk derdiyle hoşam el çek ilâcımdan tabib Kılma dermân kim helâkim zehr-i dermânındadır   dizelerinde sevgilinin çektirdiği aşk acılarından hoşnut olan Fuzûlî’nin derman istemeyen ruh hâli, plâtonik aşkın söylemidir   Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı beyti ise, şairin yoğun biçimde yaşadığı yalnızlık duygusunun lirik bir anlatımıdır   Lise ders kitaplarında da yer alan Su Kasidesinde; Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlara su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su Dest bûsî arzûsiyle ölürsem dostlar Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su beyitlerinde gözüne seslenen şair, gönlünde tutuşan ateşlere, göz yaşından su saçmamasını, böylesine tutuşan ateşlere suyun fayda etmeyeceğini belirterek sevgilinin elini öpme arzusuyla ölürse, toprağından yapılan çanakla ona su verilmesini istemesi, ince ve zarif duyguları yansıtan eşsiz bir buluştur   Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan Düştü çemende berk-i draht itibârdan Bâkî çemende hayli perîşân imiş varak Benzer ki bir şikâyeti var rûzgârdan gazelinde Bâkî, giden yazın bıraktığı boşlukta esen sonbahar rüzgârlarının uğultularını, dört yana savurduğu yaprakların hışırtılarını duyurur  Ağaçların tepelerinde mağrur dururken yere düşen yaprakların, kendilerini düşüren rüzgâr ve zamandan (sonbahar mevsimi) şikâyetçi olmalarını -yüksek mevkilerden düşen insanların psikolojisiyle- zengin ve derin bir anlam içinde canlandırır   Ders kitaplarının çoğunda yer alan, şairin renkli ve parıltılı hayal dünyasından ve güçlü duygularından yansıttığı bu gazelinin yanı sıra; Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş beytinde olduğu gibi atasözü hâline gelen hikmetli sözleri eğitici niteliktedir   Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana dizelerinde sevgiliye, imbikten geçmiş nezaketle hitap edenNedim’in, onun gül yanaklarını, şarap rengiyle bir tutma inceliği ve zarafeti; veya, Erişdi nev-bahâr eyyâmı açıldı gül ü gülşen Çerâğân vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen Çemenler döndü rû-yı yâre reng-i lâle vü gülden Çerâğân vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen dizelerinde ilkbaharın gelişiyle neşelenip coşarak gül bahçesinde açan güllerin, sevgilinin yüzüyle bir tutması, lâle bahçesini müjdeleyerek eğlence vaktinin başlayacağına sevinmesi, kısacası coşkulu ve arzulu ruh hâlini, öğrencilere hissettirmek, onları Lâle devri eğlenceleriyle bilgilendirmek hem zevk verici hem de öğretici olabilir   Gazel, kaside, mesnevî ve şarkı şekillerinde unutulmaz şiirleriyle günümüze kadar gelebilen, sanatsal yetenek ve güçleriyle Divan Edebiyatını zenginleştiren Fuzûlî,Bâkî, Nef’î, Nedim ve Galip’i tanımak, bir anlamda da saf şiiri (pure poem) tanımak, şiirin ne olduğunu da anlamak demektir  Divan şiirinin seçkin beyitleri, bu anlayışa uygun en güzel ve en anlamlı örnekler olup bilinmesi gerekir   “    Fuzûlî çok derin ve tesirli lirizmiyle bu edebiyat içinde bir zirve olarak yer alıyor  Bâkî, renkli hayat tablolarıyla gözleri kamaştırıyor  Nef’î muhteşem ahengiyle parlak kahramanlık sahneleri yaşatıyor ve sanatkârın psikolojik âlemini tasvirde dehâya varıyor  Nedim sevimli edası ve ince ruhuyla Divan şiirini neredeyse halka mal edecek derecede millîleştiriyor ve bugünkü saf şiiri telâkkisine uygun mükemmel şiirler veriyor  Galip, modern sembolizmi andıran olgun mısralar işliyor  Bütün bunlar Türk edebiyatı içinde Divan şiirine ihmal edilemeyecek bir zenginlik kazandırıyor  Bu bakımdan Divan şiirinin hiç olmazsa seçilmiş mısralarını tanımak bizim için zaruridir”(20)   Divan Edebiyatının sözü edilen parıltılarını, geçmiş yıllarda, liselerde iyi bir edebiyat kültürü almış, şimdi avukat, mühendis, doktor, banka müdürü gibi toplumda önemli görevlerde bulunan kişiler zevkle okurdu  Bir Su Kasidesini, bir Kanunî Mersiyesini, bir Nedim şarkısını tamamen bilirdi veya en az bir iki beyit ezberinde kalırdı   Ancak, son yıllarda, çeşitli gerekçelerle eğitim sistemindeki ölçme-değerlendirme ölçütlerinin kolaylaştırılması, kimi öğretmenlerin eski edebiyat metinlerini, dili ve konuları sebebiyle gereksiz görüp üzerinde yeterince durmaması, sadece programdaki zorunluluk nedeniyle geçiştirerek vermesi, günümüz öğrencilerinin eski metinlerdeki özellikle şiirdeki sanatlı söyleyişin, ince ve zarif duyguların, orijinal imajların ve estetik değerin farkına varmasını âdeta engellemektedir  Buna, liselerde üç yıl boyunca ağırlıklı ders saatiyle okutulan Edebiyat dersine, üniversite giriş sınavlarında üç beş soru kadar yer verildiği de eklenirse öğrenciyi eski edebiyatı sevmiyor diye suçlamak haksızlık olur   | 
|   | 
|  | 
|  | Divan Edebiyatı Tanımı Tarıhçesi |  | 
|  06-24-2012 | #4 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Divan Edebiyatı Tanımı TarıhçesiDİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM Divan sözcüğünün sözlük bakımından iki anlamı vardır: Belli bir kalıpla yazılan ve besteyle okunan şiir türüne divan denir  Kalıp "fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" şeklindedir  Divan sözcüğü, ikinci olarak, divan tarzında şiir yazan sanatçıların eserlerini topladıkları kitap anlamına gelir  Divan, klasik Türk müziğinde ise en az üçer kıtalık şiirlerden bestelenen şarkıları tanımlar  Bu kıtalar birbirlerinden ara nağmelerle ayrılır  Her kıtanın başında genellikle "ah", "yâr" gibi bir terennüm sözcüğü eklenir  Kıtalardan biri yer yer ritimsiz okunacak şekildedir  Bir diğer kıta da "doğaçlama" görüntüsü vermesi amacıyla tümüyle ritimsiz olarak bestelenir  Divan, aynı zamanda İslam devletlerinde idari yargı, maliye, askerlik ve yönetimle ilgili işleri yürüten kurul ve dairelere verilen addır   Divan şairlerinin eserlerini önceleri serbest, daha sonra belli bir düzen içinde topladıkları kitaplar divanlar, divançeler ve hamselerdir  Divan, divançe ve hamseler, yazarlarının adlarıyla anılırlar  Örneğin Nedîm Divanı, Fuzulî Divanı gibi   Divan Şairlerin şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitaplardır  Bir tür antoloji olarak görülebilir  Zamanla divanlarda şiirler belli bir düzene göre sıralanmaya başladı  Bu elemeye "divan tertibi" bu tür divanlara da "mürettep divan" adı verilir  Tam bir divanda sırasıyla, kaside (tevhid, münacat, na't, medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer alır  En sonda da lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur  Divanda gazeller kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre dizilir  Yani elif’ten başlayıp ye harfine kadar  Her harften en az bir şiir olması şarttır  Ama buna uymayan şairler de olmuştur   Divançe Küçük divan anlamındadır  Düzen ve konuları divanlarla aynıdır  Yine kaside, tarih, musammat, gazel ve kıta sırasını izler  Ama bir divançede bu bölümlerden en az biri eksik olur  Divançe, belli türleri seven şairlerin bilinçli bir seçimi olabildiği gibi, bir şairin divan dolduracak kadar şiir yazamadan ölmesi nedeniyle de oluşabilir  Figânî ve Fâzlı’nin divançeleri bu türdendir   Hamse Bir şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır  Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye bilinir  Türk edebiyatında 16  yüzyılda gelişmeye başladı  İlk hamseyi Çağatay şairi Ali Şir Nevai yazdı  Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de Hamdullah Hamdi’dir  Hamse türüne düzyazının girişi ise 17  yüzyılda gerçekleşti  Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır  Çoğunlukla hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen mesnevilere de yer verilir  Hamse sahibi divan yazarları edebi çevrelerde büyük saygı görürdü   DİVAN EDEBİYATININ TARİHÇESİ Divan debiyatı, Türklerin, 13 ve 19’uncu yüzyıllar arasında Anadolu’da yarattıkları İslam kültürünün ortak özeliklerini yansıtan, geniş ölçüde Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat türüdür  Ancak divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk dönemlerden başlayarak Orta Asya ile Azerbaycan’da ortaya çıkan ve aynı nitelikleri taşıyan divan edebiyatı ile karıştırılmamalıdır  Divan edebiyatı tanımı tümüyle Anadolu'ya özgüdür   Tarihsel süreçte dindışı ve dini tasavvuf olmak üzere iki kolda gelişti  Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13  yüzyıldan kalmıştır   Divan edebiyatında başlangıcından beri şiir, düz yazıdan daha önde gitmiş ve daha gelişmiştir  Bunun belki de en önemli nedeni, şiirin sanatçının yaratıcılığını ortaya koymasına daha uygun olmasıdır  Divan şiiri, söz ve anlatım sanatlarını kullanarak, yeni manzumlar bularak okuyucusunu daha kolay etkiler  Düz yazı dalında ise ağır basan, öne çıkan özellik "öğretici" olmaktır  Bu nedenle anlam gözardı edilir ve belagat önem kazanır   Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar, başta dinsel inançlar, yani İslami inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam tarihinin olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, çağın bilimleri, günlük olaylar, gelenek ve görenekler, terimler, deyimler, atasözleri ile zenginleşen bir dildir   Dünyevi ve tanrısal aşk Divan şiirinde aşk büyük yer tutar  Ama bu aşk hem dünyevi hem de tasavvufidir  Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak güzellik" olan "tanrıyı bulmak"tır  Tanrısal aşk, maddi aşkla başlar  Bir güzele aşık olan şair, duygularını daha sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek tanrıya kavuşmak için çabalar  Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde ise tapınılacak bir varlık olarak kadın önemlidir  Ama bu tür şiirlerde kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan bezdirmektedir   Dil konusunda Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalan divan edebiyatında sözcükler çok büyük önem taşır  Her sözcük tam anlamıyla ve yerli yerinde kullanılmalıdır  Divan edebiyatı, anlatım açısından "belagat kurallarına" sıkı sıkıya bağlıdır  Sanatçılar ustalıklarını sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen gösterirler   Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil, ilham, kinaye, leff ü neşr, tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel, teşhis ü intak gibi söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün şiirler oluşturmaya çalışır  Divan edebiyatında şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman konu ve içerikten öne geçmiştir   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |