|  | Tevekkül mü, Çalışmak mı? Mesnevi |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Tevekkül mü, Çalışmak mı? Mesnevi  TEVEKKÜL MÜ? - ÇALIŞMAK MI? Güzel bir derede av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap içindeydiler  Çünkü aslan, daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı  O otlak bu yüzden hepsine fena geliyordu  Hileye baş vurdular; aslanın huzuruna geldiler: “Biz sana gündelikle yiyecek verip doyuralım  Bundan sonra hiçbir av peşine düşme ki bu otlak bize zehrolmasın  ”dediler  Aslan dedi ki: “Hileye uğramasam, vefa görecek olsam dediğiniz doğru  Ben şundan bundan çok hileler görmüşümdür  İnsanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden helak olmuşum; o yılanlar, o akrepler tarafından çok ısırılmışım  İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir  Benim kulağım “mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü işitti; Peygamberin sözünü canla gönülle kabul etti  ” Hepsi dediler ki: “Ey halden haberdar hakim! Çekinmeyi bırak; çekinme, insanı kaderin hükümlerinden kurtaramaz  Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük vardır, yürü, tevekkül et ki tevekkül, hepsinden iyidir  Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da seninle kavgaya tutuşmasın  Tanyerini ağartan Tanrı’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karşı ölü gibi olması lazımdır  ” Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir  Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla” dedi  “Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir” işaretini dinle; tevekkülden dolayı esbaba teşebbüs hususunda tembel olma” dedi  Hayvanlar ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır  Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur  Esasen Hak’ka teslim olmadan daha sevgili ne var? Çokları beladan belaya; yılandan ejderhaya sıçrarlar  İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu    can sandığı, içici bir düşman kesildi! Kapıyı kapadı, halbuki düşman evinin içindeydi  Firavun’un hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı  O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığı ise evinin içinde idi  Madem ki bizim gözümüzde bir çok illet var; yürü kendi görüşünü dostun görüşünde yok et! Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır  Bütün maksatları onun görüşünde bulursun  Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omuzuna biner  Halkın canları; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu  Vakta ki”İniniz” emriyle hapis olundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler  Biz Hak’kın hayali ve süt isteyen yavrularıyız  (Peygamber) “Halk Tanrı hayalidir” dedi  Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye de kadirdir” dediler  Aslan dedi ki: “Evet ama Kulların Tanrı’sı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu  Dama doğru basamak basamak çıkmalı burada cebri olmak ham tamahtır  Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var niye pençeni saklarsın? Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malum olur  Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir  Sonu düşünmek hassası da onun ibarelerindendir  Tanrı’nın işaretlerini canına nakş ederek ve o işarete vefakarlık ederek can verirsen  Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder  Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bidirir    Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder  Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin  Şimdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vasıl olursun  Tanrı’ını nimetlerine şükretmeye çalışmak kudrettir  Senin cebriliğin ise o nimeti inkardır  Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini arttırır  Cebir ise nimeti elinden çıkarır  Senin cebriliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergahı görmedikçe uykuya dalma! Ki rüzgar her anda dalları silkip başına çerez ve azık döksün  Cebre inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavidir  Vakitsiz öten kuş nasıl olur da kurtulur? Eğer onun işaretlerine burun büküyorsan kendini erkek mi sanıyorsun! Sendeki bu kadarcık akıl da zayi olur, aklı uçan başsa buyruk kesilir! Zira şükür etmemek uğursuz ve ayıp bir şeydir; o hal, şükretmeyeni, ta ateşin dibine kadar çeker götürür  Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra Tanrı’ya dayan!” Hepsi ona bağırarak dediler ki: “Sebep tohumlarını eken o harisler    ” Kadın, erkek nice yüz binlerce kişi, neden oldu da zamanın menfaatlerinden mahrum kaldılar? Dünyanın başlangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha gibi ağız açmışlar;O bilgili, idrakli kavimle hileler düzmüşler, tedbirlerde bulunmuşlardır  Öyle tedbirler ki o tedbirlerle dağ bile ta dibinden kopar, yerinden ayrılırdı  Tanrı, onların hile ve tedbirini “o tedbirler yüzünden dağların tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu” diye övdü  (Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından ezelde verilen kısmetten başka bir şey yüz göstermedi    Hepsi tedbirlerden de aciz kaldılar, çalışmadan da; ortada Tanrı’nın işi ve hükümleri kaldı  Adı sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey bilme; ey kurnaz ve hilekar adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey sanma  ” Saf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti  Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı  Süleyman ona “Efendi ne oldu?” dedi  O “Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki    ” dedi  Süleyman “Peki şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi  O dedi ki: “Ey canları koruyan rüzgara emret; Beni ta Hindistan’a götürsün; belki kullunuz oraya gidince canını kurtarır  ” İşte halk fakirlikten böyle korkar  Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar  Fakirlikten korkmak tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer  Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et! Süleyman rüzgara emretti; rüzgar da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü  Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki: “O müslümana ne sebeple hışımla baktın? Ey Tanrı elçisi, bana anlat  Acaba bu işi o adamın hanümanından avare etmek için mi yaptın? Azrail, cevaben dedi ki: “Ey cihanın zevalsiz padişahı! O ters anladı; ona hayal göründü  Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım  Çünkü Hak bana “Haydi bugün var onun canını Hindistan’da al” buyurdu  Taacüple “yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim  İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç ta gör! Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet  Aslan dedi ki: “Doğru ama Peygamberlerin, müminlerin çalışmalarını da gör  Cefadan, kahırdan ne gördülerse mükafata nail oldular; Tanrı onların mücadelesini zayi etmedi  Onların baş vurdukları çareler her hususta latif oldu  Çünkü zariften ne gelirse zariftir  Tuzakları felek kuşunu tuttu; noksanları tamamen sayıldı  Ey ulu kişi! Nebilerin ve velilerin yolunda çalış  Kaza ve kaderle pençeleşmek mücadele sayılmaz  Çünkü bizi pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir  Bir kimsenin iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kafirim! Başın yarılmamış, şu başını bağlama  Birkaç gün çalış da ondan sonra gül! Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı  Ukbayı arayansa kendine iyi bir hal aramış oldu  Dünya kazancı için çarelere baş vurmak soğuk bir şeydir  Dünyayı terk etmek için çarelere baş vurmak ise caizdir, emredilmiştir  Hile ve çare diye bir zindanı delip çıkmaya derler  Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş, soğuk ve ters bir iştir  Bu dünya zindanıdır, biz de zindandaki mahkumlarız  Zindanı del kendini kurtar! Dünya nedir? Tanrı’dan gafil olmaktır  Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve kadın; dünya değildir  Din yolunda sarf etmek üzere kazandığı mala, Peygamber “ne güzel mal” demiştir  Suyun gemi içinde olması geminin batmasıdır  Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır  Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı  Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su üstünde yüzüp gitti  İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur  Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir  Şu halde kalbini Min Ledün ululuğunun havası ile doldur, ağzını da bağla mühürle! Çalışma da haktır, deva da haktır, dert de hak  Münkir kimse çalışmayı inkar da ısrar eder durur  ” Aslan bu yolda bir çok delililer getirdi  O cebriler aslanın cevabına kandılar  Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebre inanışı ve dedikoduyu bıraktılar  Bu biatte ziyana düşmemek için kükremiş aslanla ahitlerde bulundular    Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın başka bir teşebbüse ihtiyacı kalmayacaktı  Kura kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi koşar, teslim olurdu  Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan haykırdı: “ Niceye dek bu zulüm?” Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır ahdimize biz vefa ederek can feda ettik  Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebep olma, aslan da incinmesin  Yürü, yürü : çabuk, çabuk!” Tavşan, “Dostlar, bana mühlet verin de hilemle sizde beladan kurtulun  Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile çocuklarımıza miras kalsın  Her peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet etti  Peygamberler, halk nazarında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi  Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, gözbebeğinin manen büyüklüğünü kimse anlayamadı  ” Hayvanlar ona: “Ey eşek, kulak ver! Kendini tavşan kadrince tut, haddini aşma! Bu ne laftır ki senden daha iyiler, dünyada onu hatırına bile getirmezler  Ya gururlandın, yahut da kaza, bizim izimizde  Yoksa bu laf, senin gibisine nereden yaraşacak? Dediler  Tavşan, “Dostlar, Hak bana ilham etti  Hakikaten zayıf birisi, kuvvetli bir rey ve tedbire nail oldu  Hak’kın arıya öğrettiğini, aslan ve ejderha bilemez  Arı, terütaze balla dolu petekler yapar  Tanrı ona o ilimden kapı açtı  Hak’kın ipekböceğine öğrettiğini hiçbir fil bilir mi? Toprağa mensup insan Hak’tan ilim öğrendi ve o bilgi ile yedinci kat göğe kadar bütün alemi aydınlattı; Tanrı’ya şüphe eden kişinin körlüğüne rağmen meleklerin adını, sanını unutturdu; altı yüz bin yıllık o zahidin, o buzağının ağzını bağladı  Bu suretle din bilgisi sütünü emmesine, o yüce ve sağlam köşkün etrafında dönüp dolaşmasına mani oldu  Duygu ehlinin, yalnız zahire itibar edenlerin bilgileri, o yüce bilgiden süt emmeleri için ağız bağıdır  Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere; feleklere bile verilmemiştir  Ey surete tapan! Niceye dek süret kaygısı? Senin manasız canın süretten kurtulmadı gitti  Eğer insan, süretle insan olsaydı Ahmet’le Ebucehil müsavi olurdu  Duvar üstüne yapılan insan resmide insana benzer  Bak, süret bakımından nesi eksik? O parlak resmin yalnız canı noksan  Yürü o nadir bulunan cevheri ara; Eshab-ı Kehf’in köpeğine el verilince, dünyadaki bütün aslanların başları alçaldı  Canı, nur denizinde gark olduktan sonra ona, kötü ve çirkin süretin ne ziyanı var? Kalemler süreti övmezler  Kitaplara da adamın süretine ait vasıflar değil, “ alim, adalet sahibi “ gibi zatına ait vasıflar yazılır: Bilgi ve adalet sahibi    Hep manadır, onları önde, artta    bir yerde bulamazsın; zata ait sıfatlar Lamekan elinden cana şule vermektedir; can güneşi, göklere sığamaz” dedi  Bu sözün sonu yoktur  Kulak ver tavşan hikayesini anla! Eşek kulağını sat, başka bir kulak al ki bu sözü eşek kulağı anlayamaz! Yürü, tavşanın tilki gibi kurnazlığına bak, onun düşüncesini ve aslanı mağlup edişini gör! Bilgi Süleyman mülkünün hatemidir; bütün alem cesettir, ilim candır  Bu hüner yüzünden denizlerin, dağların, ovaların mahlukatı, insanoğluna karşı aciz kalmıştır  O yüzden kaplan, aslan; fare gibi korkmaktadır  O yüzden ovada, dağda bütün vahşi hayvanlar gizlenmişlerdir  O yüzden periler, şeytanlar, kenarı boylamışlar, her biri gizli bir yerde mekan tutmuşlardır  İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur  İhtiyata riayet eden kişi akıllıdır  Bizden gizli; güzel, çirkin, nice mahlukat vardır ki onlar daima gönül kapısını çalıp dururlar  Yıkanmak için dereye girince derenin dibindeki diken sana zarar verir; gerçi diken suyun dibinde gizlidir, fakat sana batınca mevcudiyetini anlarsın  Vahiy ve vesveselerin ızdırapları, binlerce kişiden gelir, bir kişiden değil  Şüphe ediyorsan sabret, duyguların değişince onları görürsün, müşkül hallolur; O vakit kimlerin sözlerini ret etmişsin, kimleri kendine ulu eylemişsin görürsün  Ondan sonra dediler ki: “Ey çevik tavşan! Aklındakini meydana çıkar! Ey bir aslanla pençeleşen, kavgaya girişen, düşündüğün şeyi söyle! Danışmak, insana anlayış ve akıl verir; akıllar da akıllara yardım eder  Peygamber “Ey tedbir sahibi, danış ki kendisiyle danışılan kişi emindir” dedi  Tavşan, “Her sır söylenemez, gah çift dersin, tek olur; gah tek dersin, çift çıkar! Aynanın berraklığını, yüzüne karşı översen nefesinden ayna çabucak buğulanır, bulanır, bizi göstermez olur  Şu üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de mezhebin  Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur  Düşman bildi mi, sana pusu kurar  Bir iki kimseye söyledin mi, artık sırra veda et  İki kişiyi aşan bir başkasına da söylenen her sır, yayılır  İki üç kuşu birbirine bağlasan elem içinde yerde hapis kalırlar  Üstü örtülü güzel bir tarzda, kurtulmak için konuşur, danışırlar  Danışmaları, görenleri yanıltacak şekilde kinayelerledir  Peygamber, kapalı bir tarzda meşveret ederdi  Eshap cevap verir, düşman haberdar olmazdı  Düşman, baştan ayağı bilmesin, bir şeyi sezmesin diye reyini kapalı misalle söylerdi  Bu misalle muradını anlatmış olurdu  Ağyar sorusundan bir koku bile duymaz, hiçbir şey anlamazdı” dedi  Tavşan, aslana gitmede biraz gecikti, sonra pençesi kuvvetli aslanın yanına gitti  Aslan tavşan gecikti diye pençesi ile toprağı kazmakta, kükremekteydi: “Ben, o alçakların ahdi hamdır, ham ahitleri kötüdür, sözlerinde durmazlar demiştim  Onların gürültüleri beni yaya bıraktı  Bu felek beni ne vakte kadar aldatacak, ne vakte kadar? Tedbirsiz emir adamakıllı aciz kalır  Çünkü ahmaklığından dolayı ne önünü görür, ne ardını!” dedi  Yol düzgün ama altında tuzaklar var  Yazının tarzı hoş ama içinde mana kıt  Sözler, yazılar, tuzaklara benzer  Tatlı sözler bizim ömrümüzün kumudur  İçinde su kaynayan kum pek az bulunur; yürü, onu ara! Ey oğul ! O kum, Tanrı eridir  O er kendinden ayrılmış Hak’a ulaşmıştır  Ondan dinin tatlı suyu kaynayıp durmaktadır  İstekliler o sudan hayat bulurlar, gelişirler, yetişirler  Tanrı erinden başkasını kuru kumsal bil ki o kumsal, her zaman senin ömür suyunu içer, mahveder  Hakim olan erden hikmet iste ki onunla görücü, bilici olasın  Hikmet arayan hikmet kaynağı olur, tahsilden ve sebeplere teşebbüsten kurtulur  Bilgileri hıfzeden levh, bir Levh-i Mahfuz olur; aklı ruhtan nasiplenir, feyz alır  Önce aklı hoca iken, sonra akıl ona şakirt olur  Akıl; Cebrail gibi “Ey Ahmed, bir adım daha atarsam yanarım! Sen beni bırak, budan sonra sen ileri yürü  Ey can sultanı benim haddim bu karardır” der  Tembellik yüzünden şükür ve sabırla kalan, ancak şunu bilir: Ayağını “cebir” tutmuştur  (Bana bunu Tanrı vermiş demektedir)  Cebir iddia eden, hasta değilken kendisini hasta göstermiştir  Nihayette hastalık o kimseyi sıhhatten ayırmıştır  Peygamber, “Şakacıktan hastalanış gerçekten hastalık getirir ve o adam nihayet mum gibi söner gider” dedi  Cebir ne demektir? Kırık sarmak, yahut kopmuş damarı bağlamak  Madem ki bu yolda ayağını kırmadın; kiminle alay ediyorsun, ayağını niye sardın? Çalışma yolunda ayağı kırılana derhal Burak geldi ona bindi  Din emirlerini yüklenmişti, şimdi kendi bindi    Ferman kabul ediciydi, makbul oldu  Şimdiye kadar Padişahın fermanını kabul eder, o fermana uyardı, bundan sonra askere ferman verir! Şimdiye kadar talih yıldızı ona tesir ederken bundan sonra o zat yıldızı üzerine emredici olur  Eğer sen bundan şüphelenirsen o halde “Şakk-ı Kamer” den de şüphelisin  Ey gizlice heva ve hevesini tazeleyen kimse! İmanını tazele ama yalnız dille olmasın  Heva ve heves tazelenip durdukça iman taze değildir  Çünkü heva iman kapısının kilididir  Bakir sözü tevil etmişsin; sen kendini tevil et, Kur’anı değil  İsteğine göre Kur’anı tevil ediyorsun  Yüce mana, senin tevilinden aşağılandı, aykırı bir şekle girdi!!! Senin ahvalin bir sineğe benzer ki o kendini bir adam sanırdı  İçmeden kendi kendine sarhoş olmuş, zerresini güneş görmüş  Doğan kuşlarının övüldüğünü işitmiş; “ Şüphe yok ki ben vaktin Anka'sıyım” demişti  O sinek eşek sidiği birikintisindeki saman çöpünün üstünde gemi kaptanı gibi baş kaldırıp  “ Ben, deniz ve gemi hikayesini okumuş, bir zaman bunu düşünmüştüm  İşte şu deniz, şu gemi, ben de ehliyetli, rey ve tedbir sahibi bir kaptanım” dedi  Deniz üstünde salınıp durmaktaydı  O kadarcık bir su ona haddinden fazla göründü  O sidik sineğe göre hudutsuzdu  Sinekte onu olduğu gibi görecek göz nerede? Onun alemi kendi görüşüne göre olur  Gözü bu kadardır, denizi de ona göre! Batıl tevilci, sinek gibidir  Vehmi eşek sidiği, tevil ve tasavvuru saman çöpüdür  Eğer sinek kendi reyiyle sağlandığı tevilden geçse, baht o sineği hüma yapar  Bu ibret gözüne sahip olan sinek olmaz; ruhu, sürete layık olmayacak derecede yüksek bir zat olur  Aslanla pençeleşen o tavşan gibi  Onun ruhu, nasıl olur da küçücük cüssesine layık olur? Aslan hiddetle: “ Düşman aldatıcı sözlerle gözümü kapattı  Cebrilerin hileleri beni bağladı, tahta kılıçları vucudumu yordu  Bundan sonra ben artık o gürültüyü dinlemem  Onlar hep şeytanların, gulyabanilerin sesleri! Ey gönül; durma, onları parçala, derilerini yüz  Zaten onlar deriden başka bir şey değildir! diyordu  Deriden maksat nedir? Renk renk laflar    su üstündeki, durmalarına imkan olmayan menevişler gibi  Bu söz deri gibidir, mana onun içi; bu söz, ceset gibidir, mana, can  Kötü iç’in ayıbını deri örter; iyi iç’i de gayret dolayısı ile Gayb alemi  Kalemin rüzgardan, kağıdın sudan olursa ne yazarsan derhal yok olur  Manasız söz su üstüne yazılan yazıdır  Ondan vefa umarsan iki elini ısırarak dönersin (pişman olur)  Rüzgar, insandaki heva ve arzudur  Heva ve hevesten geçersen Tanrı’nın haberi kalır, ondan haber alırsın  Tanrı’nın haberleri çok hoştu; çünkü baştan sona kadar ebedidir  Peygamberlerin ululuğundan ve hutbelerinden gayrı padişahların hutbeleri, ululukları, adları, sanları değişir baki kalmaz  Çünkü padişahların kuvvetleri hevadandır  Peygamberlerin icazetnameleri ise ululuk sahibi Tanrı’dandır  Paralardan padişahların adlarını kazırlar; Ahmed’in adını ise kıyamete kadar hakkederler  Ahmed’in adı, bütün peygamberlerin adıdır  Yüz elimizde olunca doksan da bizde demektir  Tavşan aslana gitmede epeyce gecikti  Yapacağı hileyi kendisince kararlaştırdı  Bir hayli geciktikten sonra aslanın kulağına bir iki sır söylemek üzere yola düştü  Akıl diyarında nice alimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar engindir  Bizim şu şeklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kaseler gibi yüzer  İçi dolu olmadıkça kap, suyun yüzündedir  Dolunca denize batar  Akıl gizlidir ortada bir alem görünüp durur  Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından yahut ıslaklığından ibarettir  Süret o denize ulaşmak için neyi vesile ederse etsin, deniz; süreti, o vesile yüzünden daha uzağa atar  Gönül, kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe  Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur! O yiğit atını kaybolmuş sanır  At ise onu yel gibi koşturmuştur! O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar sorar: “Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi, şu uyluğunun altındaki mahluk ne? Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel! Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez  İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir  Kırmızı, yeşil ve sarı    bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün? Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nuru görmene perde olur  Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın  Harici nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir  İçteki hayal rengi de böyledir  Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür  İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür  Gözünün nurunun nuru da gönül nurudur  Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir  Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Tanrı nurudur  Geceleyin nur yoktu, renkleri görmedin  Nurun zıddıyla sana sabit oldu ki, önce nur görünür, sonra renk  Bunu da nurun zıddıyla tereddütsüz olarak bilirsin  Tanrı; bu zıddıyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı  Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyetle ortaya çıkar  Hak’kın zıddı olmadığından gizlidir  Evvela nura bakılır, sonra renge  Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt olduğu için meydana çıkar  Sen nuru zıddıyla bildin  Zıt, zıddı meydana çıkarır gösterir  Varlık aleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin  Hulasa gözlerimiz onu idrak edemez; o, bizi görür, idrak eder  Sen bunu, Musa ile Tur kısasında gör! Süretle manayı; aslanla orman, yahut ses ve sözle düşünce gibi bil  Bu söz, bu ses, düşünceden meydana geldi  Fakat düşünce denizi nerede? Onu bilemezsin  Ama latif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacağını anlarsın  Bilgiden düşünce dalgası zuhura gelince mana, söz ve sesten bir süret düzdü  Sözden bir şekil doğdu, yine öldü  Dalga kendini yine denize iletti  Süret süretsizlikten çıktı, yine süretsizliğe döndü  Zira biz yine Tanrı’ya döneceğiz  Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun  Mustafa “dünya bir andan ibarettir” buyurdu  Bizim fikrimiz havada bir oktur  Havada nasıl durur? Tanrı’ya gelir  Her nefeste dünya yinelenir  Fakat biz, dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz  Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider  Fakat cesette bir daimilik gösterir  Elinde hızlı hızlı oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ateş hattı gibi görünürse de pek çabuk akıp geçtiğinden daimi bir şekilde görünür  Ateşli çöpü sallasan ateş gözüne upuzun görünür  Bu ömür uzunluğu da Tanrı’nın tez tez halk etmesindendir  Tanrı’nın yeniden yeniye ve süratle halk etmesi ömrü öyle uzun ve daimi gösterir  Bu sırrı bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir alim olsa bile kendiliğinden bilemez, ona de ki: işte Hüsamettin buracıktadır  O ,yüce bir kitaptır  (ondan öğren) Aslanın kızgınlığı arttı, titizlendi  Baktı ki tavşan uzaktan geliyor  Korkusuz ve çalımlı bir tavırla hiddetli, titiz, kızgın, suratı asık bir halde koşmakta, çünkü müteessir ve zebun bir halde gelişten suçluluk anlaşılır  Ama cesurluk her türlü şüpheyi giderir  Aslanın hizasına yaklaşıp ilerleyince aslan bağırdı: “Bire adam evladı olmayan! Ben ki filleri parça parça etmişim; ben ki erkek aslanların kulağını burmuşum; bir tavşan parçası kim oluyor ki böyle benim emrimi ayak altına atsın! Tavşan uykusunu ve gafletini bırak; ey eşek, bu aslanın kükreyişini dinle!” Tavşan dedi ki: “Eğer efendimiz affederlerse aman dileyeceğim, mazeretim var  ” Aslan “Ey ahmaklardan arda kalan, bu ne biçim özür? Padişahlar huzuruna bu zaman mı gelinir? Sen vakitsiz öten horozsun, başını kesmeli  Ahmağın mazereti dinlenmez  Ahmağın özrü kabahatinden beter olur  Cahilin özrü her ilmin zehridir  Ey tavşan! Senin özründe bilgi yok  Ben tavşan değilim ki kulağıma sokasın” dedi  Tavşan “Padişahım, adam olmayanı da adam sırasına koy; zulüm görenin mazeretine kulak ver! Hele mevkiinin sadakası olarak yolunu şaşıranı kendi yolundan sürme! Bütün ırmaklara su veren deniz bile her çöpü başının üstünde taşır  Deniz bu kereminden dolayı eksilmez; ihsanı yüzünden aşağılanmaz” dedi  Aslan dedi ki: “Ben yerinde ve layık olana kerem ve ihsanda bulunurum; herkesin elbisesini boyuna göre biçerim  ” Tavşan “Dinle, eğer lütfa layık değilsem kahır ejderhasının önüne baş koydum, ne yaparsan yap! Ben kuşluk vakti yola düştüm, arkadaşımla padişahıma geliyordum  Arkadaşlarım, senin için başka bir tavşanı da bana yoldaş etmişler  Bir erkek aslan, kulunuzun kanına kastetti  Yolda, bu iki yoldaşa da sataştı  Ben ona “Biz padişahlar padişahının kuluyuz, o kapının iki küçük kapı yoldaşıyız” dedim  Dedi ki: “Utan be! Padişahlar padişahı dediğin kim oluyor? Benim huzurumda öyle her adam olmayanın adını anma! Eğer huzurumdan iki adım ileri atarsan seni de, padişahını da paramparça ederim  ” “Beni bırak, bir kerecik daha padişahımın yüzünü görüp seni haber vereyim” dedim  Dedi ki: “Yoldaşını huzurumda rehin bırak; yoksa sen benim kanunumca kurbansın  ” Ona çok yalvardık, hiç fayda etmedi  Yoldaşımı alıp beni yalnız bıraktı  Arkadaşım hem şişmanlık ve letafetçe, hem de güzelli ve irilik bakımından benim üç mislimdi  Bundan böyle o aslan tarafından bu yol kapanmıştır, böyle bir düşman yüzünden,Padişahım, yol bağlıdır  Bundan sonra tahsisattan ümidini kes  Ben doğru söylüyorum, doğru söz acıdır  Sana tahsisat lazımsa yolu temizle  Haydi gel, o pervasızı oradan kaldır!” dedi  Aslan dedi ki: “Bismillah, haydi gel bakalım, nerede o? Doğru söylüyorsan düş önüme! Onun da cezasını vereyim, onun gibi yüz tanesinin de  Fakat bu sözün yalansa seni cezalandırırım  ” Tavşan; onu, kurduğu dolaba düşürmek için kılavuz gibi öne düştü  Nişan koyduğu bir kuyuya doğru yola çıktılar  Aslana derin bir kuyuyu tuzak yapmıştı  Her ikisi de kuyunun bulunduğu yere yaklaştılar  İşte sana hilebaz, saman altından su yürüten bir tavşan! Su bir saman çöpünü ovaya götürür ama bir dağı nasıl sürükler acaba? Onun hile tuzağı aslana kemenetti  Ne tuhaf tavşan ki bir aslanı avlıyor! Bir Musa, Firavun’u askeriyle, başındaki kalabalıkla Nil nehrinde öldürür; Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervasızca başın beynini yarar  Düşman sözü dinleyenin hali budur  Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör! Haman’ı dinleyen Firavun’un, Şeytan’ı dinleyen Nemrud’un hali budur  Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil! Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lütufta bulunursa onu kahır bil! Kaza gelince kabuktan başka bir şey göremez, düşmanları dostlardan ayıramazsın  Böyle olunca yalvarmaya başla, ağlayıp inlemeye, tesbihe, oruca devam et! “Rabbim, sen gaipleri bilirsin  Günahtan dolayı bizden intikam alma” diye yalvar, yakar! “Ey aslanları yaratan! Eğer biz bir köpeklik etmişsek bu pusudan bizim üstümüze aslanı saldırma! Güzel suya ateş şeklini, ateşe de su letafetini verme!” diye niyaz et! Yarabbi, sen kahır şarabıyla insanı sarhoş edersen yok olan şeylere varlık suretini verir, onları var gibi gösterirsin  Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görecek derecede gözün bağlanması, görmemesidir  Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacı göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir! Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna geldiler  Onu kendi dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, başla bir bir koştular  Bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle konuşmasından daha fasih bir surette Süleyman’la konuşmaya başlamışlardı  Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır  İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer  Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler  Nice iki Türk de vardır kibirbirlerine yabancı gibidirler  Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir  Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir  Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder  Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işaretlerine ait şeyleri  Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için öğünüyorlardı  Bu öğünmek kibirden, varlıktan dolayı değildi  Her kuş, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye öğünüyordu  Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arz eder  Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sağır, çolak ve topal gösterir  Hüthüdün hünerini arz etme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini bildirme nöbeti erişti  Dedi ki; “Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arz edeyim  Kısa söylemek daha iyidir  ” Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir?” dedi  Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtuğum zaman, havadan bakınca yerin ta dibindeki suyu görürüm  O su nerededir, derinliği ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, taştan mı? Hepsini görür, bilirim  Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tayin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi  Süleyman da “Ey iyi yoldaş! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadaş ol; bu suretle su bulur, seferde yoldaşlara saka olursun” dedi  Karga, bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi  Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır  Hele yalan ve olmayacak söz olursa  Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı nasıl görmezdi? Nasıl olur da tuzağa tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi?” dedi  Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle bulunman layık mı, akla sığar mı? Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhoş gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun?” Hüthüt dedi ki: “ Padişahım, Allah aşkına bu çıplak yoksul hakkında düaAşmanın söylediği sözü dinleme! Eğer ettiğim dava yalansa işte başımı koydum, boynumu vur! Kaza hükmünü inkar eden karga, binlerce aklı olsa yine kafirdir  Sende “kafirler” sözünden “ “ harfi, küfür sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi şehvet yerisin, pis pis kokarsın  Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm  Fakat kaza gelince bilgi, uykuya dalar, ay kararır gün tutulur  Kazanın bu çeşit hilesi nadir midir ki? Kaza ve kaderi inkar edenin inkarı bile bil ki kaza ve kaderdendir”  “Allemelesma” ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim bulunan insanlar atası, her şeyin adını, nasılsa öylece bilmiş sonunda ne olacaksa sonuna kadar da agah olmuştu  O, eşyaya ne lakap verdiyse değişmemiştir; çevik dediği tembel çıkmıştır  Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kafir olacak adamda ona belli oldu  Her şeyin adını bilenden işit; “Allemelesma” remzinin sırrını duy! Bize göre her şeyin adı, görünüşe tabidir; nasıl görünüyorsa biz, ona öyle deriz  Fakat Tanrı’ya göre iç yüzüne hakikatine tabidir  Musa’ya göre sopasının adı asa; Yaratan yanında ise ejderha idi  Bu alemde Ömer’in adı puta tapan idi, halbuki “Elest” te onun ismi mümindi  Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu benlikle zahir olan süretti  Bu meni yokluk aleminde vardı; eksiksiz, artısız aynen Tanrı’nın ilminde mevcuttu  Hasılı Tanrı indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur  Tanrı insana akıbetine göre bir ad koyar  Halkın taktığı ödünç ada göre değil! Adem’in gözü Tanrı’nın pak nuru ile gördüğünden adların hakikati ve iç yüzü ona ayan olur  Melekler onda Hak nurunu görünce hepsi ona yüzüstü secdeye vardılar  Adını andığım şu Adem’i kıyamete kadar övsem, vasıflarını saysam yine övmekten acizim! Adem bunların hepsini bildi  Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düştü  Acaba bu nehiy, haram olduğundan mıdır, yoksa korkutmak için mi? Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayrette iken tabiatı, buğdaya doğru koştu  Bahçıvanın ayağına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını çalıp kaçtı  Adem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız eşyayı iş yerinden götürmüş! “Rabbena İnna zalemna” deyip ah etmeye başladı  Yani “karanlık bastı yol kayboldu” dedi  Bu kaza, güneşi örten bir buluttur  Aslan ve ejderha bile ondan feryat ve figan etmektedir  “Kaza ve kader zuhur edince bir tuzağı bile görmüyorsam bu yolda cahil olan yalnız ben değilim ya!” Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kişi ne kutlu kişidir; o, iyi bir işe sarılmıştır  Eğer kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur  Yüz kere canına kastederse yine sana can veren, derdine derman olan kazadır  Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar  Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil! Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı  Sen tavşanla aslan hikayesini dinle  Kuyu yanına gelince aslan, tavşanın geri kaldığını gördü  Dedi ki: “Niçin ayağını geri çektin  Ayağını geri çekme ileri gel!” Tavşan “Ayağım nerede? Elim ayağım kesildi  Canım tir tir titriyor,yüreğim yerinden oynadı  Yüzümün rengini görmüyor musun? Altın sarısı gibi  Rengim, ne halde olduğumu bildiriyor  Tanrı yüze “bildirici” demiştir  Onun için ariflerin gözü, yüze dalmış kalmıştır  Renk ve koku, can gibi haber verir; atın kişnemesi atın mevcudiyetini bildirir  Eşeğin sesini kapının sesinden fark edesin diye her şeyin sesi, o şeyi haber verir  Peygamber insanları ayırt etmek hususunda “insan sözünde gizlidir” dedi  Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır  Bana acı sevgimi kalbinde tut! Kırmızı yüz sahibinin, refah ve saadetine delalet eder, sarı yüz, meşakkat ve bela içinde olduğunu bildirir  Elimi, ayağımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene, çehremi bozana uğradım  Önüne geleni kırana, ağaçları kökünden, dibinden söküp çıkarana sataştım  Adamları, hayvanları, cemadat ve nebadatı mat edene rastladım  Bunlar cüziyattır, küllüyatın da onun yüzünden renkleri sararmış, kokuları bozulmuştur  Cihan; gah sabredip gah şükrettikçe bağlar, bahçeler gah giyinir, gah çırılçıplak kalır  Güneş ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş aşağı batar; göklerde parıldayan yıldızlar; zaman zaman ihtirake uğrarlar  Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince ağrıya tutulup hilal olur  Çok sakin ve edepli olan bir yeri de sarsıntı sıtmaya düşürür  Nice dağlar, bu ansızın gelen felaketten dolayı yeryüzüne kumlar gibi dağılıvermiştir! Ruhla eş olan hava bile kaza baş gösterince veba kesilir, ufunetlenir: Ruhun kız kardeşi olan latif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir; azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir! Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla, akılının değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil! Tanrı rızasını arayıp duran başı dönmüş feleğin hali de oğullarının hali gibidir: Gah en altta, gah ortada, gah en tepede  Onda da bölük bölük kutlu ve yomsuz zamanlar var! Ey külliyat ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et! Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca onların cüzilerinin yüzü nasıl sararmaz? Hele birbirine zıt olan şeylerden; su, toprak, ateş ve yelden meydana gelmiş cüzü    Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey bu koyunun kurda gönül vermesidir! Sağlık zıtların sulhüdür; aralarında savaşın başlamasını da ölüm bil! Tanrı’nın lütfu, bu aslanla yaban eşeğine, bu iki zıtta, vefakarlık hususunda bir ülfet vermiştir  Dünya hasta ve mahpus olunca, hastanın fani olmasına şaşılır mı?” Tavşan aslana bu çeşit nasihatler verip “Ben bu sebepler yüzünden geriledim” dedi  Aslan dedi ki: “Sen bu sebepleri bırak ta şu geriye çekilmenin sebebini söyle, benim maksadın o  ” Tavşan, O “aslan bu kuyunun içinde oturuyor; bu kalenin içinde bütün afetlerden emin” dedi  Aklı olan kimse oturmak için kuyu dibini seçmiştir  Çünkü gönül, sefaları halvetler  Kuyunun karanlığı, halkın verdiği karanlıklardan daha iyidir  Halkın ayağını tutan, halkla karışıp görüşen; başını kurtaramamış, selamete erişememiştir  Aslan “İleri yürü  Benim açacağım yara, onu kahreder, bir bak , o aslan orada mı?” dedi  Tavşan “Ben o ateşten bir kere yanmışım  Sen beni kucağına alırsan, ey kerem madeni, ancak o vakit yardımınla gözümü açar, kuyuya bakabilirim” dedi  Aslan onu kucağına aldı  O da aslanın himayesinde kuyuya kadar vardı  Kuyunun içine, suya bakınca aslanın ve onun aksi parıldadı  Aslan su içinde parıldayan aksiiini gördü  Suda bir aslan şekliyle kucağında şişman bir tavşan şekli gördü  Su içinde düşmanını görünce tavşanı bırakıp kuyu içine sıçradı  Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü  Çünkü yaptığı zulüm kendi başına geldi  Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur; bütün alimler böyle dediler: Daha ziyade zalim olanın kuyusu, daha korkunçtur  Adalet “daha kötüye daha kötü ceza verilir” buyurmuştur  Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun  İpek böceği giiibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bari kararlıca kaz! Zayıfları sen yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’andan “İza cae nasrullah”ı oku  Sen filsen, düşmanın senden ürkmüşse sana ceza olarak işte ebabil kuşu gelip çattı  Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar  Sen birisini dişinle ısırıp da kan içinde bırakırsan diş ağrısına tutulunca ne yaparsın? Aslan, kuyuda kendisini görünce hiddetinden o anda kendini düşmanından ayırt edemedi  Kendi aksini kendi düşmanı sandı, hulasa kendine kılıç çekti  Ey Adam! İnsanlarda gördüğün bir çok zulümler, senin huyundur; sen kendi huyunu onlarda görüyorsun  Senin varlığın, nifakın, zulmün, gafletin onlara aksetmiştir  Sen o sun, sen kendini yaralamaktasın  O anda lanet ipliğini kendine kendin dokuyorsun! O kötülüğü sen kendinde açıkça görmüyorsun  Görsen kendine kendin candan düşman olurdun  Ey ahmak kendine saldıran o aslan gibi sen de kendine saldırıyorsun  Ahlakının künhüne erişir, hakikatini anlarsan o adam olmamazlığın senden olduğunu bilirsin  Aslan; başka bir aslan gibi görünen şeklin, kendi aksinden ,ibaret olduğu kuyu dibinde zahir oldu  Bir zayıfın dişini söken, o ters gören aslanın işini işlemektedir  Ey başkasının yüzünde kötü bir ben gören! Gördüğün kendi beninin aksidir, ondan nefret etme! “Müminler birbirinin aynasıdır”  Bu haberi Peygamberden rivayet etmediler mi? Gözünün önüne gök renkli bir cam koymuşsun, o sebepten alem sana gök görünüyor  Kör değilsen bu körlüğü kendinden bil  Kendine kötü de başkasına deme! Eğer mümin Tanrı nur ile bakmamış olsaydı; gaip mümine bütün çıplaklığı ile nasıl görünürdü? Fakat sen Tanrı nuru ile değil Tanrı ateşi ile baktığından kötülükte kaldın iyilikten gafil oldun  İyiliği kötülükten ayırt edemedin, kötülükten de gafil oldun; iyilikten de  Ey gama kedere dalmış adam! Azar azar ateşe nur serp ki ateşin nura dönsün  Ya Rabbi, sen de o tertemiz suyu serp de alemin şu ateşi tamamıyla nur olsun  Denizin suyu hep ferman altındadır; ya Rabbi su da senindir, ateş de  Sen istersen ateş, latif su olur; dilemezsen su bile ateş kesilir  Bizim şu niyazımızı da yine sen ilham etmektesin  Zulümden kurtulmamız, senin ihsanındır  Sen bize bu isteği, biz istemeksizin verdin, hadsiz, hesapsız ihsanlar da bulundun  Tavşan kurtulduğuna sevinerek ovaya, av hayvanlarına koştu  Aslanın kuyuda öldüğünü görünce çayıra doğru güle oynıya gitmekte idi  Ölümün pençesinden kurtulduğundan ayağı yerden kesilmiş, sevinmiş; el çırpmakta, dallar, yapraklar gibi yeşermiş neşelenmiş, oynamaktaydı  Dallar, yapraklar toprak hapsinden kurtulunca başlarını yükseltir, rüzgarın eşi arkadaşı olurlar  Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca ağacın ta üstüne çıkarlar  Her meyve ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Tanrı’nın şükrünü terennüm eder  Bizim aslımızı ihsan sahibi Tanrı yetiştirdi, nihayet ağaç kalınlaştı, doğrulup yükseldi de  Su çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde  Tanrı aşkının havasında raks ederler; ayın on dördü gibi noksansız ve tam bir hale gelirler  Tenleri oynayıp durur, ya canları ne haldedir? Sorma! Tamamı ile can olanlara gelince; onları hiç sorma (anlatmaya imkan yok!) Tavşan aslanı zindana soktu, aslan için ne ayıp şey; bir tavşancıktan geri kaldı! Böyle bir ayıba sahip olduğu halde şaşılacak şey şurasıdır ki bir de kendisine Fahrettin lakabını takmalarını ister! Ey kişi! Sen bu dünya kuyusunun dibinde mahpus kalan bir aslansın  Tavşan gibi olan nefsin seni nasıl kahretti? Senin tavşan nefsin sahrada yiyip içmekte, zevk ve sefa etmekte  Sen ise şu dedikodu, bahis ve münakaşa kuyusunun dibindesin! O aslan avcısı tavşan, av hayvanlarının bulunduğu yere koşup “birbirinizi muştulayın  Size müjdeci geldi  Müjde ey zevki sefaya dalmış olanlar! Müjde ki o cehennem köpeği, geldiği cehenneme gitti  Müjde! Tanrı, o can düşmanının dişlerini söktü  Pençesiyle nice başlar ezen düşmanı, ölüm süpürgesi çerçöp gibi süpürdü gitti” dedi  O zaman bütün hayvanlar, sevinçli bir halde gülüp oynayarak, onun yüzünü öptüler  Etrafına halka oldular  O çırağ gibi ortalarındaydı  Bütün sahradakiler ona secde ettiler  “Sen gökten inen bir melek misin, yoksa peri misin? Hayır ne meleksin ne peri! Sen, erkek aslanların azrailisin! Ne olursan ol; canımız sana kurban olsun! Ona galip geldin, elin kolun sağ olsun! Tanrı bu suyu senin arkından akıttı; eline koluna aferin  Bir daha söyle! Onu hile ile nasıl inandırdın; o zalimi düzenle nasıl kahrettin? Bir daha söyle ki hikayen dertlere derman, canlara merhem olsun! Bir daha söyle ki o sitemkarın zulmünden canlarımızda yüz binlerce yaralar var” dediler  Tavşan dedi ki: “Ey ulular! Tanrı yardım etti, yoksa dünyada bir tavşan kim oluyor ki? Koluma kuvvet, kalbime kudret verdi, cenneti, huriyi kucağıma attı  Üstünlükler Hak’tan gelir, hallerin değişmesi de ondandır  Hak; bu kuvvet kudreti zan ve yakin ehline nöbetleşe göstermektedir  Ey ikbal nöbetine erişen! Kendine gel, sevinme! Sen nöbetle mukayyetsin, hürlük taslama! Saltanatı nöbetten üstün olan, ikbali ebedi bulunan nöbet davulunu yedi yıldızdan üstün bir yerde çalarlar  Nöbetten üstün olanlar, baki padişahlardır; onlar daima ruhlara sakidir  Bir iki gün su içmeyi terk edersen ağzını ebediyet şarabına daldırır, o hakikat şarabını içersin   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |