|  | Türk Dili Konu Anlatımı |  | 
|  06-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Türk Dili Konu AnlatımıTÜRK DİLİ I  BÖLÜM) DİL - KÜLTÜR / TÜRK DİLİ DİL NEDİR? Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir  Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir vasıta olarak hayatımızın her safhasında mevcuttur  Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz  İnsan konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur  Fakat dil doğuştan bilinmez  İlk aylarda ağlamalar, taklit, birtakım hareketlerle anlaşma sağlamaya çalışır  Çocuk içinde yaşadığı topluluğun dilini, anadilini uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir  Daha sonra kulağına gelen seslerin belli kavramlara, hareketlere, varlıklara karşılık olduğunu anlamaya başlar  Dil insan benliğinin ayrılmaz bir parçasıdır  İnsan zekasının, insanda sınırı çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir  Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe girmiş durumdadır  İnsan dil ile düşünür  Dilin gelişmesi düşünmeyi düşünceye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır  Çeşitli medeniyetlerin meydana getirilmesini sağlayan düşünce, gelişmesini dile borçludur  Dil her şeyden önce sosyal ve millî bir varlıktır  Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir  Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini teşkil eder  Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür  Bağımsızlığın temeli millî şuurdur  Millî şuurun en kuvvetli kaynağı ise dildir  Belli ses öbeklerinin insanlar arasında danışıklı bir değer kazanarak birer kavrama karşılık olmaları dilin oluşmasında esas sayılabilir  Bunun gibi onların çeşitli kullanışları da ortak değerler bağlayarak dilin kurallarını meydana getirmiş olmalıdırlar  bunlar üreyip genişlemiş ve az çok titizlikle korunarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır  Ses kanunlarına uyup zamanla değişmelere uğramış olmaları da tabiidir  Dil ile düşünce organı olan insan beyni destekleşe oluşmuş olmalıdır  Öyle ki sonuçta dil düşünmenin de bir vasıtası olmuştur  Ana dilimizden cümleler kurarak düşünürüz  Bunları dile getirdiğimizde adına konuşma deriz  Dil olmasa düşünce ve duygu da gelişmezdi, insan topluluğu ilerlemez, bir medeniyet oluşturamazdı  Yine insanoğluna bahşedilen din hayatı ile sanat hayatı da dil temeli üzerine kurulmuşlardır  Dil konuşma aygıtının çıkardığı çok çeşitli seslerin son derecede karmaşık bir birleşiminden meydana gelir  Ancak kulağımız da bunları bütün incelikleri ile ayırabilecek yaradılıştadır  Bu sebeple biz onları çözümlemekte güçlük çekmeyiz  Konuşma organlarının belirli bir durum alarak bir an içinde çıkardıkları basit sese bir seslik, yahut sadece ses deriz: a, ü, b, t gibi  Bir soluk hamlesi içinde çıkan birkaç sesin topluluğuna da hece adını veririz: “bu, ka-pı, pen-ce-re” gibi  Bir dilde bir anlamı olan tek veya çok heceli ses öbeklerine kelime deriz:: “kuş, görmek, umutsuz” gibi  Bir dilin bütün kelimeleri o dilin kelime dağarcığını meydana getirir  Kelimelerin bir düşünceyi bir bütün olarak anlatan düzenli topluluğuna cümle adını veririz: “Orhan okula gitmelidir  ” Bir maksadı anlatmak için bir sıra cümleler kullanırız  Buna da söz deriz  Sözlerle anlaşmak konuşmakla olur  İnsanlar sözlerini uzaktakilere ulaştırmak, ya da uzun zaman saklamak ihtiyacı ile onları daha dayanıklı bir işaret sistemine çevirmeyi düşünmüşler, yazıyı icat etmişlerdir  Eski insanlar hakkında bilgilerimizi bıraktıkları yazılı belgelerden alıyoruz  Milletlerin yazıdan önceki yaşayışları hakkında pek az şeyi öğrenebildiğimiz için tarih yazıyla başlar, diyoruz  İnsanlar her kelime için, her hece için, veya her ses için ayrı işaretler kullanan türlü yazı sistemleri yapmışlardır  Bugünkü ileri milletlerin yazılarında her işaret bir ses karşılığıdır  Buna harf deriz  Bir dilin kullandığı harflerin topluluğu o dilin alfabesi olur  Bu türlü yazıya da alfabe yazısı adını veririz  Yazılı bir sözü yeniden seslendirmeye okuma diyoruz  Sessiz okumak da olur  KÜLTÜR NEDİR? Bugüne kadar kültürün pek çok tanımı yapılmıştır  Bu  tanımlardan birkaçını aşağıya alıyoruz: “Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen; zamanın ve ihtiyaçların doğurduğu, şuurlu tercihlerle, manalı ve zengin bir sentez oluşturan; sistemli ve sistemsiz şekilde nesilden nesile aktarılan; bu suretle her insanda mensubiyet duygusu, kimlik şuuru kazanılmasına yol açan; çevreyi ve şartları değiştirme gücü veren; nesillerin yaşadıkları zamana ve geleceğe bakışları sırasında geçmişe ait atıf düşüncesi geliştiren; inanışların, kabullenişlerin, yaşama şekillerinin bütününe KÜLTÜR denir  ” Sadık Kemal TURAL “kültür bir toplumun yaşama tarzıdır  ”  C  WIESLER “Kültür denilince karşımıza bir yığın hadise çıkar  Bir toplum da, tabiatın dışında, insan elinden ve dilinden çıkma her şey kültür kavramı içerisine girer ”Mehmet KAPLAN “Kültür, bir topluluğu, bir milleti millet yapan , onu başka milletlerden ayıran hayat tezahürlerinin bütünüdür  Bu hayat tezahürleri her milletin kendine has olan millî değerleridir  ” M  ERGİN Görülüyor ki bütün tanımlarda millet ve milleti meydana getirme, fertler arasındaki ilişkiler, tabiata hakim olma, tarihi bağ gibi pek çok özellik kültüre ait olarak ifade edilmektedir  Demek ki milleti millet yapan maddî-manevî değerlerin hepsine kültür diyoruz  KÜLTÜR UNSURLARI NELERDİR? 1  Dil: Dil, kültür unsurlarının başında gelir  Çünkü dil olmadan öteki unsurların meydana gelmesi mümkün değildir  Dil bir milletin ses dünyasıdır  Her millet kainatı değişik şekillerde algılamış ve yorumlamıştır  Aynı zamanda dil kültüre ait bütün değerleri bünyesinde barındıran bir kültür hazinesidir  Bir dil, onu kullanan milletin kafa yapısını, nasıl düşündüğünü, zihninin nasıl çalıştığını ve mantığını ortaya koyar  2  Din: Kültür unsurları içerisinde çok önemli bir yere sahiptir  Bilhassa eski devirlerde yüzyıllarca bu kültür unsuru ön planda bulunmuş ve öteki kültür unsurlarını gölgede bırakmıştır  Dinin milletler üzerindeki hakimiyeti, imparatorluklardan millî topluluklara geçinceye kadar devam etmiştir  Milliyetçilik çağında milletler imparatorluklardan kopunca dinin fonksiyonu da azalmıştır  Dinin bir millet içerisindeki kültüre etkisi ve kültürün diğer unsurlarının oluşması ve değişmesindeki rolü ise devam etmektedir  Dini bayramlarımız ve törenlerimiz bunun açık örnekleri olarak dikkati çekmektedir  3  Gelenek ve görenek: Bunlar bir milletin yazılı olmayan veya hepsi yazılı olmayan kanunlarıdır  Yazılı kanunların çoğu gelenek ve göreneklere göre düzenlenmiştir  Kanun, insanın toplum içerisindeki davranışlarını düzenler  İnsanlar bu düzeni asırlar boyunca gelenek ve göreneklerle sağlamışlardır  Fakat günümüzde bile yazılı anayasası bulunmayan ülkeler vardır  Bunlar toplum düzeninin hâlâ gelenek ve göreneklerle sağlamaktadırlar  Aslında kişinin bütün hal ve hareketlerinin yazılı kanunlarla tanzim etmek mümkün değildir  Çünkü yasalar genellikle hakları ve cezaları tayin etmektedir  Oysa insanın toplumda birçok sosyal ilişkileri bulunmaktadır: özür dilemek, selamlaşmak, saygı göstermek, davetlere katılmak, konuşmak, tartışmak, yazmak vs   Bu davranışlarda nasıl bir usulün gerektiğini kanunlar dğil gelenek ve görenekler tayin eder  4  Sanat: Sanat, bir millet diğer milletlerden ayıran, bir millete has duygu ve zevklerin tezahürü ve şekillenmesidir  O milletin güzeli yaratma ve bulma tarzıdır  İnsanoğlu barınır, beslenir, sosyal ve ruhsal ihtiyaçlarını gidermeye çalışır  Bunları yaparken oyalanmak, ruhunu okşamak, güzeli yakalamak, yeni güzellikler ortaya koymak ister  Bunun sonucunda sanat eseri ortaya çıkar  Her milletin sanat eğilimi ayrı bir özellik taşır  Söz, ses , mekan, renk ışık zevk ve anlayışı farklıdır  Demek ki sanat bir milletin ortak zevkinin ifade edilişidir  Bur kültür unsuru edebiyat, resim, mimarı, heykel vb… gibi kollara ayrılır  5  Dünya görüşü: Dünya görüşü bir milletin başka milletlerden farklı olan hayat felsefesidir  Bir milletin fertleri ortak kültür dolayısıyla tutum, zihniyet ve davranış bakımından çeşitli ortak özellikler gösterirler  Sosyal ve ruhî olaylar karşısında fertlerin bu ortak tutum ve davranışları o milletin dünya görüşünü meydana getirir  Bunun için her millette değerler ve değer yargıları farklıdır  Askerlik, kahramanlık, aşk , madde, namus, temizlik, ahlak, ölüm, eğlence vs  Gibi hayat hadiseleri ve kavramları her millette değişik davranışlarla karşılanır  6  Tarih: Milleti, dolayısıyla kültürü meydana getiren unsurlardan birisi olan tarih, bir milletin çağlar içindeki yürüyüş ve görünüşüdür  Tarih mazidir, fakat bu mazi bugünün ve dünün fertlerini millet içerisinde birbirine bağlayarak geleceğe taşır  Fertler arasında kader birliği temin eder  Aynı millete mensup insanlar tarih sayesinde akrabalıklarının farkına varabilirler  Tarih bir milletin nereden gelip nereye gittiğini gösteren kültür unsuru olarak, o milletin hayatında önemli bir yer tutar  KÜLTÜR TAŞIYICI OLARAK DİL Dil, millî hafızanın, millî hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, bütün maddî ve manevî değerlerin, bütün buluş ve yaradışların ortak hazinesidir  Millet denilen insan topluluğunun en önemli sosyal varlığıdır  Kültürün ilk ve temel unsurudur  Kültür, varlığını nesilden nesile intikale borçludur  Kültürün nesilden nesile geçmesi, böylece devamı ve yaşaması kültür taşıyıcı eserler, eğitim ve öğretim yolu ile olur  Onun içindir ki kültür eserleri, eğitim ve öğretim kültürün hayat şartıdır  Dolayısıyla eğitim ve öğretimin esas görevi kültürün intikal ve devamını sağlamaktır  Bir milletin fertleri arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı dille kurulabilmektedir  Bu akım dünden bugüne, bugünden yarına dille aktarılmaktadır  Bundan dolayı dil, aynı zamanda bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır  Bir milletin tarihi, coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır  Gelenek ve görenekler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vb  dil sayesinde nesilden nesile aktarılır  Zaten bütün bu unsurların teşekkül edebilmesi için milletin meydana gelmiş olması lazımdır  Milletin ve öteki kültür unsurlarının oluşmasında en başta gelen dildir  Kültür denilince ilk akla gelen şey dildir  Dil, millet denilen sosyal varlığı birleştirmektedir  Fertler arasında duygu ve düşünce birliği vücuda getirmektedir  Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince daha sağlam bir birlik meydana geliyor  Çünkü yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de mekân içinde yayılıyor  Biz Orhun Yazıtları sayesinde bundan bin iki yüz yıl önce Göktürklerin varlığı, meseleleri, duygu ve düşünceleri hakkında bir fikir ediniyoruz  Türklerin yöneticisi durumunda olan şahısların halkı muhatap alıp, halka hitap ettiklerini, yaptıkları işleri halka anlattıklarını görüyoruz  Bu da milletimizdeki demokrasi anlayışının yüzyıllar öncesine kadar uzandığının bir delilidir  Aynı hitap şeklini yıllar sonra 1071’de Malazgirt’te Alpaslan’da, 20  yüzyılda Atatürk’te görebiliyoruz  Türk edebiyatı en eski çağlardan bugüne kadar, bütün safhaları, devirleri ve sosyal tabakaları ile Türk milletinin hayatını, zevkini, dünya görüşünü, yaratma gücünü gösteren bir duygu, düşünce ve hayal dünyasıdır  Halk edebiyatı halkın yaşayışının, inanç ve değer hükümlerinin bir hazinesidir  Bu edebiyat, beşikten başlayarak insan hayatının bütün safhalarını içine alır  Türk halk edebiyatı aşk, ölüm, hasret, tabiat sevgisi, gurbet, anı, din duygusu, alay, kahramanlık, ahlak gibi bütün duyguları işler  Bunların hepsi de kültürümüze ait unsurlardır ve edebiyat vasıtasıyla taşınmaktadır  Edebiyatın temel malzemesi ise dildir  Bir şair duygu ve düşüncelerini kendi milletinin fertlerine ancak dili ile ulaştırabilir  Bir yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof görüşlerini topluma dil yolu ile yayabilir  Milletimizin dünya görüşü Yunus Emre’nin ilahilerinde, Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda, millî mücadele ruhu Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde ve bu dönemin romanlarında, İstanbul’un güzellikleri, İstanbul halkının gelenek ve görenekleri Yahya Kemal’in eserlerinde, Hüseyin Rahmi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında, Anadolu insanının yaşayışı ve değer ölçüleri Yakup Kadri ‘nin eserlerinde ebedîleşmiştir  Türk milletinin gelenekleri, folkloru, yüzlerce yıllık hayat tecrübelerinin sonuçları veçiz ifadesini atasözlerinde bulmuştur  Destanlar toplum hayatını derinden etkilemiş şahıs ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır  Deyimler Türk mantığının, dil felsefesinin sembolleridir  Kutadgu bilig ile Divanü lügat-it Türk kültür hazinelerimizin en eski olanlarından sadece ikisidir  Bu satırlara sığmayacak nice eserlerimiz mevcuttur  Bunlardan kültürümüzle ilgili pek çok unsuru öğrenebiliyoruz  Kutadgu Bilig ve Divanü Lügat-it Türk’te Türk millî bünyesinin ortaya konulduğunu görüyoruz  Divanü Lügat-it Türk’te bu millî bünyenin dış yapısı üzerinde durulmuştur  Kutadgu Bilig ‘de ise bu bünyenin iç kısmıyla ilgili esaslar yer almaktadır  Bu eserlerden Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşü, gelenek ve görenekleri vb  öğreniyoruz  Bütün bu bilgiler bize dil vasıtasıyla intikal etmiştir  Dil, milletler arasında da kültür taşıyabilmektedir  Zorunlu olmayan kültürün değişmelerinde bunu açıkça görebiliyoruz  Gerçi zorunlu kültür değişmelerinde de dil unsuru mutlaka vardır  İnsanları bir araya getiren dildir  Bir millet başka bir milletle temas etmek suretiyle birtakım kelimeler alabilir  Her kelime kültüre ait bir unsur olduğu için, alındığı şekliyle olmasa bile o milletin kültüründen izler taşıyacaktır  Günümüzde ulaşım ve iletişimin hızla gelişmesi kültür alış verişlerini de hızlandırmıştır  Sonuç olarak diyebiliriz ki kültürün nesilden nesile aktarılması, diğer milletlere tesir etmesi, yaşaması ve gelişmesi dil sayesinde mümkün olabilmektedir  Milleti meydana getiren unsurların başında gelen dil, aynı zamanda kültürün oluşması ve yaşamasında da en büyük görevi üstlenmiş durumdadır  TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ Kaynak bakımından birbirine yakın olan diller bir aile teşkil ederler  Dünya dilleri bu şekilde çeşitli dil ailelerine ayrılırlar  Bir dil ailesi tarihin bilinmeyen devirlerinde bir ana dilden çıkan dillerin oluşturduğu topluluktur  Bu diller arasındaki benzerlikler böyle bir varsayımı kuvvetlendirmektedir  Bir ana dilin yazılı belgeleri olmadığı halde birçok özelliklerini kendisinden türemiş bulunan ailedeki dilleri karşılaştırarak tesbit etmek mümkün olabilmektedir  Dünyadaki başlıca dil aileleri şunlardır: 1  Hint-Avrupa  dilleri ailesi: a  Hint-İran Dilleri: İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Sri Lanka, Nepal dilleri, b  Slav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Lehçe (Polonya), Çekçe, Slovakça, Baltık dilleri, c  Roman Dilleri (Latinceden türetilmiş diller): İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Rumence… ç  Cermen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İsveççe, Norveççe… 2  Hami-Sami dilleri: a  Hami Dilleri: Eski Mısır dili, Kuşi dili, Libya-Berber dili, Çad dili, b  Sami Dilleri: Arapça, İbranice (Kenanca), Habeşçe, Akatça  Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri Arapça ve İbranicedir  3  Bantu dilleri: Bu aileye Afrika’nın büyük bir kısmında konuşulan Bantu dilleri girer  4  Çin-Tibet dilleri: Çince, Tibetçe, Vietnamca ve Kmerce bu gruba dahildir  5  Ural-Altay dilleri: Ural ve Altay dilleri akrabalığı öteden beri tartışma konusu olmuştur  Ne var ki, genel görüşe göre, bu iki kol tek kaynatan çıkmış, ancak zamanla akrabalık bağları çok zayıflamıştır  Ural ve Altay dillerin akrabalığı bugün için aşağıdaki benzerliklere dayanmaktadır: · Her ikisi de eklemeli dildir  Yani her iki kolda da sözcük yapısı aynıdır  · Bu dillerin tümce yapıları da birbirinin aynıdır  · Bu dillerde ünlü uyumu da ortak özellik olarak kendini gösterir  · Räsänen’e göre, ünlü bolluğu ve ünsüz seyrekliğiyle sözcük başında ünsüz yığılışmasının bulunmaması da Ural-Altay dillerinin ortak özelliğidir  · Ural-Altay dillerinde bazı eklerin hem eylemlerde çekim eki hem de sözcük türetmede yapım eki gibi kullanılması da önemli bir benzerliktir  · Bu diller arasında sözcük benzerliklerine ve eşliklerine de rastlanmaktadır: TÜRKÇE FİNCE Ben Min Sen sin Ural-Altay dilleri, adından da anlaşılacağı gibi Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılır: YAPI BAKIMINDAN DÜNYA DİLLERİ Dünya dilleri yapı bakımından üç grupta incelenir: 1  Yalınlayan diller (Ayrımlı diller) (Alm: isolierende sprachen; Fr: langues isolantes; İng: isolating languages): Bu dillerde her kelime tek heceden ibarettir  Kelimelerin çekimli şekilleri yoktur, yani daima kök durumundadır  Cümle çekimsiz kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturulur  Cümlenin anlamı genellikle kelimelerin sıralanışından anlaşılır  Konuşmada ise birbirine çok benzeyen kelimeleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur  Çin ve Tibet dilleri bu gruba girer  Bu diller, aynı zamanda, tek seslemli diller (tek heceli diller) (Alm: wurzelsprachen, einsilbige sprachen; Fr: langues monosyllabique, langues atomiques; İng: monosyllabic languages, radical languages) arasında yer almaktadır  2  Çekimli diller (Bükümlü diller) (Alm: flektierende sprachen; Fr: langues flexionnelles; İng: inflexional languages): Bu dillerde, çekim sırasında ve yeni kelimeler türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hale gelir  Ekler kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir  Bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima açık bir bağ, ilgiyi gösteren bir iz vardır  Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede veya kelime halinde hep aynı kalırlar  Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu gruba girerler  3  Eklemeli diller (Bitişimli diller, bitişken, bağlantılı diller) (Alm: aglutinierende sprachen; Fr: langues agglutinantes; İng: agglutinating languages): Bu dillerde isim ve fiil çekimleri ile yeni kelimelerin teşkilinde kök değişmez  Kökün önüne veya sonuna birtakım ekler getirilerek kelime yapımı veya çekimi gerçekleştirilir  Ural-Altay dilleri bu gruba girer  Türkçemiz sondan eklemeli bir dildir: göz-le-m-ci gel-ecek-ler-miş KONUŞMA DİLİ, YAZI DİLİ Bir dilin iki cephesi vardır: Biri, insanların karşı karşıya geldikleri zaman sesli olarak görüşürken, yani konuşurken kullandıkları “konuşma dili”, öteki yazıda kullanılan dildir  Buna “yazı dili” veya “kültür dili” de denilmektedir  Kültür dili bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim biriminin dilidir  Bir dilin yazısı çoğu zaman lehçelerinden veya ağızlarından birine göre, yazı lehçesine göre şekillenir  Yazılan dil ise din, edebiyat ve ilim adamları tarafından işlenerek zenginleşir ve konuşma dilinden az çok farklılaşır  Bizim yazı lehçemiz Batı Türk Dili’nin Anadolu lehçesidir  Yeni Türkçede ses özellikleri ve çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas sayılır  Bir milletin bütün aydınları yazı dilini bilirler ve yazı lehçesini konuşurlar  Yazı dili lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını önler  Hepsinin zenginliklerinden faydalandığı gibi onları ortak bir kaynaktan zenginleştirir  Dil millî birliğin çimentosudur  Ayni dili konuşan insan toplulukları bir millet sayılırlar ve hemen her zaman ayrı, bağımsız bir devlet kurmuş bulunurlar  Bir dil kendi içerisinde birtakım alt kollara ayrılır  Böylece bir dil sahası içerisinde lehçeler, ağızlar ve argolar meydana gelir  Lehçeler, bir dilin bilinmeyen, çok eski dönemlerinde ayrılmış kollarına denir  Başka bir deyişle, bir dilin birbirinden uzak bölgelerde, çeşitli nedenlerle, ses, söz dizimi ve söz varlığı bakımından değişikliğe uğramış biçimine lehçe (Alm: Dialekt; Fr: dialecte; İng: dialect) denir  Tanımalardan da anlaşılacağı gibi, ‘ağız’da genellikle ses ve söyleyiş farklılığı varken, lehçede ses ve söyleyiş farklılığıyla birlikte, dilin yapısı (söz dizimi) ve söz varlığı da değişmektedir  O kadar ki, bu farklılıklar zamanla lehçelerin birer dil olmasına bile yol açmaktadır  Söz gelimi, Latincenin çeşitli lehçeleri arasındaki farklılık zamanla o kadar büyümüştür ki, sonunda Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rumence gibi diller ortaya çıkmıştır  Adriyatik Denizi’nden Çin Denizi’ne kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkçe de birçok lehçelere ayrılmıştır: Batı Türkçesinin Anadolu, Azerî, Türkmen lehçeleri gibi ve Özbek lehçesi, Kazak lehçesi, Kırgız lehçesi… Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesi olayına Türk dilinde de rastlanmaktadır  Yaşayan Türk lehçelerinden ikisi, bugün artık birer dile dönüşmüştür  Bunlardan biri, Sibirya’da Lena Nehri’nin iki yanında yaşayan Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça diğeri ise, Orta Volga bölgesinde Kama Irmağı’nın Volga’ya kavuştuğu yerde yaşayan Çuvaş Türklerinin dili olan Çuvaşçadır  Bir dilin lehçeleri arasındaki bağı ya da farklılıkları en iyi lehçeler sözlüğü ortaya koyar  Örneğin, W  Radloff’un “Türk Lehçeler Sözlüğü” bu nitelikte bir sözlüktür  Hüseyin Kâzım’ın “Büyük Türk Lugatı” da bu alanda hazırlanmış büyük bir eserdir  Türk lehçeleri hakkında ilk bilgileri veren eserse Kaşgarlı Mahmut’un ölümsüz eseri “Divanü Lugat-it Türk” ’tür  Ağız ise bir dilin en yeni zamanda ayrılmış küçük bölge kollarıdır  Başka bir tanımla, bir dilde ya da bu dilin bir lehçesinde yazı diline oranla ortaya çıkan farklı söyleyiş biçimine ağız (Alm: Mundart, lokalsprache, sondersprache; Fr: parler, patois; İng: local language, vocational slang; Osm: Şive ) denir  “Geliyorum” kelimesinin çeşitli Anadolu ağızlarında geliyom, gelirem, geliyem şeklinde söylenmesi gibi  Anadolu lehçesinin Rumeli, Karaman, Aydın, Harput v  b  Ağız, bölge, çevre farklılıklarından ortaya çıkabildiği gibi, meslek ve öğrenim farklılıklarından da kaynaklanabilmektedir  Denizli ağzıyla Edirne ağzı bölge farklılığından; köylü diliyle kentli dili, işçi diliyle memur dili arasındaki fark da çevre, meslek ve eğitim farklılığından doğmuştur  Çevre, meslek ve eğitim farklılıklarından doğan değişik söyleyiş biçimine ağız yerine şive adı verildiği de görülmektedir  Ancak, bütün dilbilgisi terimleri sözlüklerinde ağız teriminin Osmanlıca karşılığı olarak şive sözcüğü gösterilmektedir  Dilbilim alanında yazılan eserlerde de artık ağız terimi Arapça şive sözcüğünün yerine kullanılmaktadır  Bu duruma göre Çuvaş ve Yakut Türkçeleri dilimizin lehçeleri: Kırgız Türkçesi, Azeri Türkçesi, Oğuz Türkçesi, Özbek Türkçesi… , ağızları da: Karadeniz, Konya, Ege İstanbul, Kastamonu, Ankara… Her ülkede böyle lehçe, ağız (şive) bulunabilir  Fakat o ülkede belli bir yazı dili vardır  Yazı dili için ağızlardan birisi esas alınır  Mesela Türkiye’de İstanbul ağzı yazı dilimizin temelini oluşturmuştur  Argo, belli bir kesimin, genellikle de belli bir meslekten olan kişilerin kendi aralarında oluşturup konuştukları, bu nedenle ortak dili konuşan diğer insanların anlayamadığı özel dile argo (Alm: Argot, gaunesprache; Fr: argot; Ing: slang) adı verilir  Yapı bakımından içinden çıktığı ortak dilden farklı olmayan argo da, her dil gibi, sürekli olarak değişir, gelişir  Kimi sözcükleri ölür, toplumsal gelişmelere göre yeni sözcükler kazanır  Argo terimi, eskiden, daha çok kaba dil karşılığı olarak külhanbeyi, ayak takımı ağzı için kullanılırdı  Bu anlayış büyük ölçüde değişmiştir  Bugün, külhanbeyi, hırsız, denizci, şoför argosu yanında esnaf, sanatçı argoları da ortaya çıkmıştır  Argo sözcükler, ortak dilin ya da bir yabancı dilin sözcüklerine özel anlamlar yükleyerek, yabancı dilden alınan bazı sözcüklerin yapısını bilinçli olarak bozarak elde edilir  Argo, sanıldığının tersine, anlam değişiminin güçlü olduğu, nükteli, etkili bir dildir  O kadar ki, argo sözcükler, öbekler, zamanla ortak dilin söz varlığına da girer, ulusça kullanılır  Örneğin, dümen (hile, dolap), dümen yapmak, yelkenleri suya indirmek, dikine tıraş (yalanlarla dolu gevezelik), palavra (uydurma söz ya da haber; uzun ve boş konuşma), omuzlamak (alıp götürmek), yuvarlamak (bir şey yemek), boşlamak (vazgeçmek, peşini bırakmak), kırmak (okuldan kaçmak), inek (çok çalışkan olmak) gibi sözcük ve öbekler argodan anadilimize geçmiştir  DİLBİLGİSİ Dil aslında sosyal bir kurum olmakla birlikte çok karmaşık bir olgudur  Kişiye ait bir meleke olması bakımından ruhî, konuşma aygıtından gelmesi sebebiyle fizyolojik ve bir ses olayı olmakla fizikî yönleri vardır  Bu sebeple zamanımızda türlü yönlerden ve farklı maksatlarla incelenen bir konu olmuştur  Böylece dilbilgileri (sciences linguistiques) çok dallanmıştır  Eski Yunanlılar ve Eski Hintlilerden beri insanlar doğru yazıp okumak amacı ile dillerinin bağlı olduğu kuralları tespit etmeye çalışmışlardır  Bu kuralların meydana getirdiği bilgi koluna gramer, dilbilgisi (grammaire) denmiştir  Zamanla bütün yazı dillerinin ve eski medeniyet dillerinin gramerleri yapılmıştır  Bunun gibi her dilin kelime dağarcığı toplanarak lûgat kitapları, sözlükler (dictionnaire) meydana getirilmiştir  Araplarda lugat bilgisi (lexicographie) büyük önem kazanmıştır  Öğretimlik (classique) tarifine göre pratik bir bilim kolu olan gramer bize bir dilin doğru yazılıp okunması ve doğru konuşulması usullerini gösterir  Dili iyi kullanma (bon usage) sanatını öğretir  Düşünce ve duyguları daha düzgün ve tam olarak anlamamıza ve anlatmamıza yardım eder  Gramer bilgisi sayesinde daha doğru, daha mükemmel düşünmeye de alışırız  Bu bilgi dil düzeninin koruyucusudur  Fakat gramerin bu tarifi ancak onun eski zamanlardaki amacına uygun düşer  Çünkü onun o zaman konusu hemen tamamiyle yazı dili, yani bir kalem ve göz dili (langage visuel) olmuştur  O gramer bu geleneğin doğruluğunu, bütünlüğünü ve bir dereceye kadar değişmezliğini savunur  Yeni zamanlarda ise bu gramer anlayışı bir hayli değişmiştir  XVIII  yüzyıla kadar filozoflar dili, şekilci mantığın sözlü şekli saymışlar ve onu düşüncenin değişmez kanunlarına bağlı görmüşlerdir  Buna göre gramerci sadece dilin değil, aklın da temsilcisi oluyordu  Ancak XIX  yüzyıl başlarından bu yana dilin tarih boyunca gelişen sosyal bir kurum olduğu görülmüş ve müspet ilimlerin ilerlemesi oranında da onun kendi şartlarına ve kanunlarına bağlı canlı bir organizma olduğu anlaşılmıştır  O zaman yaşayan dili, ağız ve kulak dili (langage auditif ) konu olarak ele alıp her türlü doğruluk ve düzenleme iddiasından uzak kalarak inceleyen bir ilim kolu meydana gelmiştir: diller bilgisi (dilbilim) (linguistique)  Bu bilgi kolu dilin oluşma ve gelişmesindeki kanunları, dil kanunları (loi linguistique) ortaya koymuştur  Diller bilgisi grameri lüzumsuz hale getirmiş olmadı  Fakat onu derinden etkiledi  Modern gramer herşeyden önce yaşayan dilin gerçek durumu, az çok geçmişi ve gelişme yönleri hakkında bilgiler vermeyi üzerine aldı  Diller bilgisinin getirdiği ilmî tariflere ve tasniflere, müspet ilimlerin metotlarına uydu  Bir ayarlayıcı bilgi olmak işleyişini korumakla birlikte eski fetvacılığını bıraktı  Çözümlü (analytique) usulle yazılmış ayarlayıcı gramer (grammaire normative) dili meydana getiren unsurlara, sırası ile seslere, kelimelere ve sözlere göre bölümlenir  Buna göre : 1  Sesbilgisi (Alm: phonetic; Fr: phonétique; İng: phonetics), bir dilin sesleriyle bu seslerin sözcük içinde sıralanış biçimlerini, uğradıkları değişiklikleri ve vurgu, titrem (ton), titremleme gibi ses olayarlarını inceleyen dilbilgisi dalına denir  2  Yapıbilgisi (sözcük bilgisi, biçim bilgisi) (morphologie),sözcüklerin yapılarını, tümce içinde sıralanışlarını, türlerini (ad,önad, eylem   ) inceleyen dilbilgisi dalına denir  3  Sözdizimi (tümce bilgisi) (Alm: syntax; Fr: syntaxe; İng: syntax) sözcüklerin öbekler ve tümceler biçiminde dizilişini, tümce yapısını ve tümce türlerini inceleyen dilbilgisi dalına denir  4  Anlambilgisi (Alm: semantic; Fr: sémantique; İng: semantics), sözcüklerin anlamlarını, dilin bütün birimlerinin birbiriyle ilişkilerini ve bunların anlam üzerindeki etkilerini; eş anlamlılık, zıt anlamlılık, çok anlamlılık, anlam iyileşmesi, anlam kötüleşmesi, anlam daralması, anlam genişlemesi gibi anlam olaylarını inceleyen dilbilgisi dalına denir  Yine oldukça eski bir geleneği olan dil bilgilerinden biri metinbilgisi (geleneksel dilbilgisi) (philologie)’dir  Din ve medeniyet dillerinin yetirdiği ve bıraktığı her türlü yazılı eserlerin incelenmesi ve açıklanması eskiden beri ayrı bir çalışma alanı olmuştur  Metin bilgisi bunlarla metin onarımı (restitution de texte), ve metin tenkidi (critique de texte) metin açıklaması (commentaire), dil özellikleri ve edebiyat tarihi (histoire de la litterature) yönlerinden uğraşır  Denebilir ki metin bilgisi yeni zamanlarda gelişen çeşitli dil bilgisi dallarının anası olmuştur  XIX  yüzyıl başlarında birtakım diller arasında akrabalıklar tespit edilmiş ve dünya dilleri ailelere bölünmeye başlamıştır  Bu keşifler o zamana kadar tek tek incelenen dillerin karşılaştırılmasına yol açmıştır  Böylece aynı anadilden gelen dilleri, yahut bir dilin lehçelerini karşılaştırıp inceleyen eserler yazılmıştır ki bu bilgi koluna karşılaştırmalı gramer (Alm: vergleichende Grammatik; Fr: grammaire compare; İng: comparative grammar) denmiştir  Belli bir dilin tarihi lehçelerini karşılaştırıp inceleyen gramer çeşidine ise tarihi gramer (Alm: historiche Grammatik; Fr  grammaire historique; İng: historical grammar) adı verilmiştir  Bunlara karşılık bir dilin veya lehçenin belli bir zamandaki halini incelikleri ile anlatmaya çalışan bir gramer türü meydana gelmiştir  Amacı ilmî olan, ayarlayıcı olmayan bu dil bilgisi de tasvirci gramer (grammaire descriptive) adını alıyor  Daha yeni zamanlarda dil araştırmaları daha çok konuşulan dile, yaşayan lehçelere ve ağızlara yönelmiştir  Bunların incelenmesiyle dil olayının gerçeğine daha çok yaklaşmak mümkün olacağı takdir edilmiştir  Lehçelerin derlenmesi, tasnifi ve incelenmesiyle uğraşan bilgi koluna da lehçeler bilgisi (dialectologie) adı verilmiştir  Dilin maddece unsurları olan sesler ve konuşma aygıtı da yeni zamanlarda daha yakından bir incelemeye kavuşmuştur  Seslerin oluşması, birleşmesi ve değişmesi hakkında edinilen bilgiler dilin mekanik olaylarını aydınlatmıştır  Bu bilgi koluna sesler bilgisi (phonologie) diyoruz  Nihayet sesleri incelikleriyle tespit etmek ve ölçmek için tabiî ilimlerin deneme usullerine başvurulmuş ve türlü ses aletlerinden yararlanılmıştır  Bu çalışma kolu denemeli sesbilgisi (phonetique expérimentale) adını almaktadır  Böylece araştırma ve inceleme alanları genişleyen dil bilgileri, yukarıda işaret ettiğimiz gibi eski gramerin karşısına çıkan, ilmî ve toplayıcı bir disiplinin kurulmasına imkân vermiştir  İşte dil olayını tabiî oluş şartları ve belirlilikleri içinde inceleyen, bir dil ailesini tarihî gelişmesi ve coğrafî yayılışı ile tanıtmaya çalışan bu dil bilgisi koluna diller bilgisi adını veriyoruz  Nihayet bütün dünya dillerini karşılaştırıp ailelere ve örneklere göre sınıflandıran ve onların gelişmelerindeki kapsayıcı kanunları ortaya koymaya çalışan bir bilgi kolu da meydana gelmiş ve genel diller bilgisi (linguistique générale) adını almıştır  Bir dilin bir zaman kesiti içindeki durumunu inceleyen dilbilgisine eşzamanlı dilbilgisi (Alm: synchroniche grammatik; Fr: grammaire synchronique; İng: synchronic grammar) denir  Aslında bir söz sanatı olan edebiyatı (littérature) inceleme konusu edinmiş edebiyat bilgisi (rhétorique) de dil bilgilerinden ayrılmaz  Dilbilgisi, dilbilime bağlı olarak, XX  yüzyılda çok değişmiştir  Çağımızın ürünü olan üretici-dönüşümlü dilbilgisi (Alm: generative transformations-grammatik; Fr: grammaire générative transformationnelle; İng: transformational-generative grammar) incelemelerini doğrudan doğruya konuşma diline ve tümceye yöneltmiştir  Ad ve eylem öbeğinden oluşan çekirdek tümceyi birim olarak ele alıp belli bir sıra izleyen dönüştürümlerle sonsuz sayıda tümce üretme yollarını açıklamaya çalışmıştır  TÜRKLERİN TARİH BOYUNCA KULLANDIKLARI YAZILAR Bilindiği gibi, Türklerin M  Ö  ki yüzyıllarda da çeşitli yazılarla karşılaştığı, bunlardan yararlandığı, hatta özgün bir Türk yazısı geliştirdiği kuşkusuzdur  Ne var ki, M  Ö  ki çağlara ait bilgilerin yeni buluntularla pekiştirilmesi gerekmektedir  Türklerin M  S  ki yüzyıllarda kullandığı kesin olarak bilinen belli başlı yazılar şunlardır: 1- Göktürk yazısı, 2- Uygur yazısı, 3- Mani yazısı, 4- Soğd yazısı, 5- Çin yazısı, 6- Tibet yazısı, 7- Süryani-nasturi yazısı, 8- Brahmi yazısı, 9- Pass-pa yazısı, 10- Peçenek yazısı, 11- Kuman yazısı, 12- İbrani yazısı, 13- Yunan yazısı, 14- Ermeni yazısı, 15- İslav yazısı, 16- Latin-iİslav yazısı, 17- Arap yazısı, 18- Yeni Türk yazısı  TÜRKÇENİN TARİHİ GELİŞİMİ Türk dilinin oluşumunu yedi aşamada tamamladığı görüşü yaygındır: Altay Çağı: Türkçe, Altay çağında, henüz ayrı bir dil niteliğini kazanmamıştır  Moğolca ve öteki akraba dillerle birlikte, bir Ana-Altayca içinde bulunmaktadır  En Eski Türkçe Çağı: En eski Türkçe çağında, Türkçenin Ana-Altaycadan ayrıldığı düşünülmektedir  Böylece, Türk, Moğol, Mançu-Tunguz hatta Kore ve Japon dilleri ortaya çıkmıştır  İlk Türkçe Çağı: İlk Türkçe çağındaysa Türkçe artık gelişmiş, diğer akraba dillerden ayrılmış bir dildir  Hunların konuştuğu Türkçe bu çağda kendini göstermiştir  Eski Türkçe Devresi: Bu devre başlangıçtan 10  yüzyıla kadar olan zamanı kapsamaktadır  Bu devrenin bilinen ilk metinleri 8  asırda dikilmiş olan Orhun Anıtları’dır  Orhun Anıtları’nda Göktürk alfabesi kullanılmıştır  Anıtlarda mükemmel ve işlenmiş bir dille karşılaşıyoruz  Bu ise, Türk yazı dilinin daha eski devirlerde meydana gelmiş olduğunu göstermektedir  Elimizde belgeler bulunmadığı için bu hususta fazla bir şey söyleyemiyoruz  Eski Türkçeden daha gerisi karanlık devirdir  Burada dilimiz Çuvaşça ve Yakutça ile buluşur  Çok daha geride de Türkçe, mensup olduğu öteki Altay dilleri ile, yani Moğolca ve Mançuca ile birleşir  En eski yazılı kaynaklarımız olan Orhun Anıtları’nda Bilge Kağan’ın, kardeşi Kül Tigin’le beraber Çinlilere karşı yaptıkları savaşlar ve Türk milletinin bütünlüğünü sağlamak için verdikleri mücadeleler anlatılır  Anıtlarda kuvvetli bir hitabet üslubu dikkati çekmektedir  Orhun Anıtlarının yazarları Vezir Tonyukuk ile Yolluğ Tigin’dir  Eldeki belgelere göre bunlar Türklerin en eski yazarlarıdır  Eski Türkçe döneminin Göktürk Anıtları’ndan sonraki yazılı ürünleri Uygur Türkçesi eserleridir  Uygur Türkleri Soğd yazısını ve Mani ile Buda dinlerini kabul etmişlerdir  Bu dönemde verilen eserlerin tamamı Mani ve Buda dinleriyle ilgilidir  Büyük bir kısmı Turfan kazılarında ele geçen bu eserlerin başta gelenleri Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek’tir  Bu eserlerde Buda’nın hayatı, Buda dininin esasları anlatılmış, bazı dualara yer verilmiştir  Demek ki, Eski Türkçe Devresi kendi arasında Göktürk Türkçesi ve Uygur Türkçesi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır  Orta Türkçe Devresi: Bu devre 10  yüzyıldan 13  yüzyıla kadar olan zamanı içine almaktadır  Bütün Türkler bu dönemde Karahanlı Türkçesini kullanmışlardır  Tabii ki bunu yazı dili için söylüyoruz  Bu devrede gerek Türk dilinde gerekse Türk kültüründe önemli değişmeler olmuştur  İslamiyet resmen kabul edilmiş ve alfabe olarak Arap harfleri alınmıştır  Orta Türkçenin ilk yıllarına ait olan Kutadgu bilig, Divanü Lügat-it Türk ve Atabet-ül Hakayık adlı eserler Ilk İslami Türk eserleri olarak bilinmektedir  Kutabgu Bilig, Yusuf Has Hacip tarafından 1069 yılında tamamlanmış ve Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur  Eserin adı “Kutlu Olma Bilgisi” şeklinde günümüz Türkcesine aktarılabilir  Kutabgu Bilig, devleti idare edenlerin nasıl davranmaları gerektiğini, halkın ideal bir devlet tarafından nasıl mutlu edilebileceğini, insanların toplum içerisindeki görev ve sorumluluklarının neler olduğunu anlatan dini, ahlaki ve sosyal görüşlerin ağır bastığı manzum bir eserdir ve 6645 beyitten oluşmaktadır  Dil ve kültür tarihi bakımından çok önemli bir kitaptır  11  yüzyılda yazılmış olan eserlerden birisi de Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügat-it Türk adlı eseridir  Kaşgarlı Mahmut bu eserini Araplara Türkçe öğretmek amacıyla kaleme almıştır  Aslında bir lügat olan Divanü Lügat-it Türk’te örnek olarak verilen halk şiirleri, atasözleri, deyimler dil ve kültür tarihimiz bakımından son derece önemlidir  Kaşgarlı Mahmut aynı zamanda ilk Türk dili bilginidir  Eserini “Türk dili ile Arap dilinin at başı yürüdükleri bilinsin” diye yazdığını söylemektedir  “Türk dilini öğreniniz, çünkü onların uzun sürecek bir saltanatı olacaktır” hadisini zikreder Kaşgarlı, ilk Türkçü yazarlarımızdandır  12  yüzyılın başında meydana getirildiği sanılan Atabet-ül Hakayık, Edip Ahmet tarafından yazılmıştır  Öğretici mahiyette dini-ahlakî bir eserdir  Edip Ahmet, dinin faziletlerinden, ilimden, cimrilikten, cömertlikten vb  bahsetmiştir  Eser dörtlükler halinde düzenlenmiştir  Yeni Türkçe Devresi: Bu devre 13  yüzyıldan 20  yüzyıla kadar olan zamanı ihtiva etmektedir  13  yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Batı Türkleri arasında yeni ve birbirinden farklı yazı dilleri meydana gelmeye başlamıştır  Doğu Türkçesi, Eski Türkçenin ve Karahanlı Türkçesinin bir devamı olarak ortaya çıkmıştır  Doğu Türkçesi, Orta Asya müşterek Türkçesi demektir  Batı Türkçesi iki koldan gelişmiştir  Bunlar Osmanlı ve Azeri Türkçeleridir  Bunlar arasındaki fark 15  yüzyılın sonlarında görülmüştür  Doğu Türkçesinin bir de Kuzey kolu bulunmaktadır  15  yüzyıla kadar devam etmiş olan bu dile Kıpçak Türkçesi diyoruz  Kıpçak Türkçesi eserlerine Kuzey Afrika’da ve Mısır’da rastlanmaktadır  Daha sonra Kıpçak Türkçesi Oguz Türkçesi ile birleşmiştir  Eski Türkçenin devamı durumunda olan Doğu Türkçesi, 15  yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesi diye de adlandırılmıştır  Bu yazı dili 15  yüzyılda Ali Şir Nevai tarafından kurulmuş ve geliştirilmiştir  16  yüzyılda Babür Şah, Çağatay Türkçesinin en önemli temsilcisi olmuştur  Çağatay Türkçesinin yerinde bugün Özbek Türkçesi bulunmaktadır  Modern Türkçe Devresi: Bu devre 20  yüzyılı kapsamaktadır  20  yüzyılda önemli yazı dilleri olarak Türkiye Türkçesi , Özbek Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Kazak Türkçesi vb  görüyoruz  BATI TÜRKÇESİNİN GELİŞİMİ Batı Türkçesi kendi içerisinde üç devreye ayrılır: 1  Eski Anadolu Türkçesi: Batı Türkçesinin ilk devresidir  13-15  yüzyılları içine alır  Eski Türkçenin özelliklerini taşır  Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir  Eski Anadolu Türkçesinde henüz Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar fazla değildir  2  Osmanlı Türkçesi: Batı Türkçesinin ikinci devresidir ve 16  yüzyıldan 20  yüzyıla kadar olan zamanı kapsar  Bu dönemde Eski Türkçenin izleri kaybolmuştur  Azeri Türkçesi bu dönemde ayrılır  Arapça ve Farsçanın tesiri fazladır  Osmanlı Türkçesi tam beş asır imparatorluğun yazı dili olarak varlığını korumuştur  Batı medeniyetinin getirdiği ihtiyaçları Osmanlıcanın zengin vasıtalarıyla karşılamaya çalışan ve bir hayli başarılı olan bir dil, fakat yine sınıf dili kalıbı içinde ve bu yüzyılın gerektirdiği millet dili olmak imkânından mahrumdur  Osmanlıca bir yana, bu devirler boyunca konuşulan Türkçe sınırlı ölçüde yabancı kelimelerle de genişleyerek gelişmiş ve geleceğin yazı dili olmaya hazırlanmıştır  Dil tarihimizin dikkate değer özelliklerinden biri de şudur ki geçmişin derinliklerinden gelen sözlü halk edebiyatı bizde devam etmiş, halk destan ve hikâyeleri, halk şiiri erkenden az çok yazıya geçmiş ve bunun yanı başında halk için bazı kitaplar da yazılmıştır  3  Türkiye Türkçesi: İkinci meşrutiyetten başlayıp günümüze kadar devam eden devredir  Millî edebiyat akımının mahsulü sayılan terkipsiz Türkçedir  Arapça ve Farsça kelimeler gittikçe azalmaktadır  Buna karşılık İngilizce kelimeler dilimize süratle girmekte ve yerleşmektedir  Yeni Türkçe Türkiye’de milliyetçilik akımının mahsulü olup Osmanlı yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak, daha doğrusu konuşma dilinden yeni bir yazı dili oluşturmak hamlesiyle meydana gelmiştir  Bu yüzyılın başı bütün Türkçe konuşan ulusların ve akrabalarının da kendi lehçelerine dönerek yeni yazı dilleri oluşturma çabalarına tanık olmuştur  Bizde ilk Türkçülerle başlayan sadeleşme hareketi kısa zamanda gündelik ve edebiyat yazı dillerini aydınların konuşması ölçüsünde sadeleştirdi  Sonra yeni alfabenin uygulanması ve Atatürk’ün teşvikleri daha derinden bir millîleşme hareketine yol açtı  Burada Yeni Türkçe bilgin ve teknik dillerini de kendi yapısından karşılamak ve yaratmak meselesi ile karşılaştı ve o yolda da cesaretli adımlar attı  Dilimiz bağımsız bir medeniyet dili olmak davasında ve hızlı bir gelişme çağındadır  Ancak bu arada millî kaynakların yer yer akılsızca kötüye kullanılması millî dile güven duygusunu sarsmakta ve Batı dillerinin daha geniş ölçüde istilasına yol açmaktadır  Yeni Türkçe inançlı, ciddi ve uzun süreli çalışmalara muhtaçtır  Baskokov, Türk dilini, Volga Bulgarlarının konuştuğu Türkçeden başlayarak, aşağıdaki gibi dallandırmaktadır: TÜRK DİLİNİN DOĞU HUN DALI UYGUR ÖBEĞİ KIRGIZ-KIPÇAK ÖBEĞİ 1  Uygur-Tukyu bölümü: Eskiler: Orhon Anıtlarının Eski Oğuz Dil Eski Uygur Dili Bugünküler: Tuva (Urenhay, Soyot, Soyon), Karagas (Tofa) Bugünküler: Kırgız, Altay (Altay, Teleüt, Telengit ağızları) 2  Yakut bölümü: Bugünküler: Yakut(Dolgan ile birlikte) 3  Hakas bölümü: Bugünküler: Hakas, Kamas, Küerik, Şor, Altay Dilinin Kuzey ağızları (Tuba, Şalkandu, kumandı), Sarı Uygur  TÜRKÇENİN BUGÜNKÜ DURUMU VE YAYILMA ALANLARI Türkler dünya üzeride çok geniş bir yer kaplar  Doğuda Moğolistan ve Çin içlerinde batıda Yugoslavya içlerine; kuzeyde Sibirya’dan ve Moskova yakınlarındaki Kazan şehrinden , güneyde Bağdat, Lübnan sınırı ve Kıbrıs içlerine kadar uzanan büyük ve geniş çoğrafyaya yayılmışlardır  20-90 doğu boylamları ile 33-65 kuzey enlemleri arasında yer alan bu coğrafya, kuş uçuşu,doğudan batıya yedi bin, kuzeyden güneye üç bin kilometrelik bir alanı içine alır  Bu alandaki şu devletler içerisinde Türkler yaşamakta ve Türkçe konuşulup yazılmaktadır: Çin, Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azarbeycan, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Makedonya, Romanya, Polonya, Ukrayna, Moldovya  Bütün bu geniş coğrafya içerisinde Türkçemizin pek çok lehçe ve şivesi bulunmaktadır  Bunları şöyle sıralayabiliriz: Türk dilinin lehçeleri: 1  Çuvaşça 2  Yakutça Türk dilinin şiveleri: a  Sibirya ve Altay sahası: 1  Karagas 2  Soyan 3  İrtiş ve Tobol 4  Altay 5  Telengit 6  Teleüt 7  Tuba 8  Kumandı 9  Llebed 10  Sagay 11  Beltir 12  Kaç 13  Koybal 14  Kızıl 15  Şor 16  Kamasin 17  Çalım ve Çat b  Doğu Türkistan sahası: 18  Uygur 19  Sarı Uygur 20  Tarançi c  Batı Türkistan sahası: 21  Karakalpak 22  Özbek 23  Kırgız 24  Kazak 25  Türkmen d  Kafkas ve İran sahası: 26  Nogay 27  Kundur 28  Karaçay 29  Balkar 30  Kumuk 31  Azeri 32  Kaşkay 33  Afşar 34  Kacar 35  Şahseven 36  Karadağlı 37  Hamse 38  Halaç 39  Kengerlu 40  Horasani 41  Karayi 42  Karaçorlu 43  Karapapak e  Kuzey ve Batı sahası (Urallardan Balkanlar ve Akdeniz’e): 44  Kazan, Tatar 45  Atrahan 46  Başuırt 47  Kırım 48  Karayim 49  Gagavuz 50  Türkiye, Oğuz | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |