08-21-2006 | #166 |
dehşet
|
Özerklik Esas olarak politik alanla ilgili bir terim olan Özerklik (autonomy), başlangıçta, kendi yasalarıyla yönetilen bir topluluğu nitelemede kullanılırken, daha sonraları kişisel davranışlar alanına da uygulanmıştır Bu çerçevede özerklik, baskıya, dış dayatmalara direnen; boyun eğmek veya tabi olmak yerine kendi iradesiyle hareket etmek ve yabancılaşmaktan kurtulmak isteyen; tercih ya da seçme imkanı bulunan bir kişinin durumunu ifade etmektedir Bireysel özerklik iç ve dış engellere veya baskılara karşı direnme olarak, çeşitli düşünürler (Aristo, Kant; vb) tarafından moral değerlerin, makul davranışın, 'iyi'yi arayışın da temeli sayılmıştır |
08-21-2006 | #167 |
dehşet
|
Özgürlük Engellerle karşılaşmama, bir başkasına bağımlı olmama, istediği tarzda hareket edebilme, çeşitli şeyleri yapabilme gibi çağrışımlar taşıyan özgürlük kavramı, uzun dönemler boyunca düşünce tarihine eşlik etmiş kavramlardan biridir Bu nedenle özgürlük, düşünürlere ve dönemlere göre farklı şekillerde kavramsallaştırılmıştır Kavram, uzunca bir dönem, 'özgür irade' ekseni etrafında tartışılmış ve bunlardan bazıları popüler düşünceye yerleşmiştir; örneğin 'hayvanların içgüdülerle, insanınsa özgür irade ve değerlendirme yaparak' (Aquinalı Thomas) veya tam tersine 'özgür irade Tanrıya mahsustur' (Luther) gibi Akıl ve kişisel iradeyle moral ilkelere uyma yeteneği olarak tanımladığı özerkliği vurgulayan Kant, insan özgürlüğünü, moral yasaya saygıda görmüştür; politik liberalizmin önemli simalarından Locke, siyasal sistemin devletin gücünü pekiştirme yerine bireylere düşünce, inanç, ifade, seyahat, örgütlenme özgürlükleri sağlaması gerektiğini vurgulamıştır; Montesquieu, dinsel, siyasal, yürütme ve yasama gibi çeşitli güçler arasında 'güçler ayrımı' yoluyla devletin keyfiliğinin önlenerek özgürlüklerin güvenceye alınması gerektiğini savunmuştur; varoluşçu filozoflar özgürlüğü varoluşsal bir 'kaygı' temelinde anlamış, Sartre insana aşkın her tür determinist anlayışa karşı çıkarak insan yaşamını özsel bir anlamı olmayan bir olumsallık (contingence) olarak görmüş ve özgürlüğü, angajmanın kaynağı saymıştır; I Berlin, ünlü ayrımında negatif ve pozitif özgürlükleri ayırdederek, negatif özgürlüğü, kendimizi sansürsüz ifade etme, serbestçe dolaşma gibi istediğimizi gerçekleştirme bakımından engellenmeme; pozitif özgürlüğü ise kamu işlerine katılma ve kararlarda etkili olma gibi gerçek bir eylem gücüne sahip olma şeklinde tanımlamıştır, vb Moles (1972, 1978), Kurt Lewin'den hareketle, insan özgürlüğünü topolojik mekânda hareket etme açısından ele almış ve özgürlüğü, bir dış gözlemcinin gözünde 'belirli bir alanda hareket eden bireyin hareketlerini ya da durumunu tanımlayan parametrelerin sayısının, bu sistemi yöneten ilişkilerin sayısından fazlalığı' olarak tanımlamıştır Burada bir 'özgürlük derecesi' ve 'özgürlük alanı' fikri vardır Belirli bir zamansal-mekânsal alanda A noktasından itibaren hareket eden bireyin hareketleri (tıpkı bir labirentte dolaşan fare veya bir sokakta yürüyen kişi veya bürokratik prosedürler arasında işgören bir avukat gibi) çeşitli parametrelerle tanımlanan bir hacim içinde düşünülebilir Bu hacim, onun özgürlük alanıdır Bu alan bireyin çeşitli hareketleri yapmasına izin veren veya yasaklayan kurallar ya da sınırlar tarafından şekillendirilir Bu yasalar fiziksel (örneğin organik bir varlığın 500 derece sıcaklığa dayanamaması), biyolojik (bir insan 100 myi 2 saniyede koşamaz), sosyal (sosyal normlar), moral (moral değerler) ve hatta istatistiksel (muhtemel davranış alışkanlıklarını yansıtan düzenlilikler) nitelikte olabilir Bütün bunların ışığında insanın Özgürlüğü, bireyin yaptığı eylemleri tarafından tanımlanmaktadır; yasaklanmamış veya engellenmemiş eylem ve hareketler, bireylerin zamansal-mekânsal çerçevedeki yol çizgisi, özgürlük hacmi veya alanı olarak belirmektedir Moles, buna ek olarak, sınırların esnekliği fikrinden hareketle 'marjinal özgürlük' ve kentsel ortamda ve bürokratik sistemde, bloklar arasında kalan ve tanımlanmamış alanların gözleminden hareketle de 'ara özgürlük' kavramlarını önermektedir Özgürlük, özerklikle de ilişkilidir Etimolojik anlamında özerklik, kendi saptadığı yasalara göre hareket eden bireyin özelliği olarak tanımlandığında, özgürlük bir bakıma özerkliğin tezahürüdür Chappuis'ye (1994) göre, Kant'tan itibaren pek çok düşünür, özgürlüğü diğeriyle ilişki, evrensel moral, ödev ve sorumluluk terimleriyle ilişkilendirerek tanımlamıştır Bu anlamda özgürlük (özgürlük pratiği), eğitim süreci içersinde öğrenilmektedir Psikoloji vokabüleri de ö-zerkliğin tanımında, sorumlulaştırma kavramını öne çıkarmaktadır Özerklik her şeyden önce, bireyin diğerleriyle ve toplumla ilişkiye girdiğinde, varlığının derinlerinde hissettiği bir duygudur Yaşanan özgürlük, bir zevk kaynağıdır, ben'i genişletir, dışa açar, egonun taleplerini doyurur Akılla aydınlatıldığında, özerkliğe ve sorumluluk almaya götürür; obje statüsünden özne statüsüne, seyircilikten aktörlüğe geçişi kolaylaştırır İnsanın geriye döndürücü ideolojik ve afektif determinizmler üstünde kişisel zaferidir özgürlük (hayvan, iç ve dış belirlemelere bağlıdır) İnsan anı örgütleyebilir, geleceği tasarlayabilir, yani tercihlerde bulunabilir Yaşantı olarak özgürlüğün insani niteliğini kazanıp koruması için etiğe dayanması gereklidir Egzistansiyalistlere göre özgürlük oluşum halindeki (en devenir) yaşamın bir tezahürüdür; insan, duygu ve eylem olarak yaşanan özgürlük sayesinde, öznel ve nesnel dünyanın deneyimini yaşar; kendiyle ve diğerleriyle karşılaşır Geçmişten köklenir, gelecekte yansır Özgürlük ancak kişisel olabilir Kendisinde olmaktan (en-soi) kendisi için olmaya (pour-soi) geçişi sağlar Sartre'ın deyişiyle 'insan, olmadığıdır ve olduğu değildir' Burada kendisinde varlık, sabit, donmuş olanı, insanı sayısız bağımlılıklara kapatanı temsil ederken, kendisi içinlik mümkün olanın bilinçte ortaya çıkışıdır Sartre'a göre Ben kendini, diğeri tarafından sabitlenmiş, bakılmış hisseder; diğeri onu istediği gibi kavrar, zira diğeri özgürlüktür; benim özgürlüğüm sahtedir, zira diğerinin bakışıyla benden çekinip alınabilir? Bu ilişkide ben ancak, kendinde olabilirim ve ancak ben de diğerini aynı şekilde gözlenen nesne mertebesine indirgediğimde kendisi için haline gelirim Bu ikilik (dualite), her bir kişinin total olarak özgür olma güçlüğünü açıklar veya açık ya da kapalı bir varoluşa yol açar Herkesin kendi kaderini çizmek, kendi elindedir E Mounier, angajmanı yücelten bir filozof olarak, insanın kendi sınırlarını aşmak için yaratıldığım savunur: İnsan yaşanan anda içerilmiş (implique) olarak mevcuttur, sonra eyleminin anlamını daha iyi kavramak için kendi üstüne geri gelir Bu dışsallaştırma-içselleştirme şeklindeki ikili hareket içinde kendini yavaş yavaş inşa eder (Kaynak; Chappuis, 1994 |
08-21-2006 | #168 |
dehşet
|
Özlem Düzeyi Özlemler, kişinin kendisi için saptadığı veya ulaşmayı hedeflediği amaç niteliğindeki yönelimlerdir Özlem düzeyi (level of aspiration) ise, herhangi bir konuda kişinin ideal olarak ulaşmayı istediği düzeydir Özlem düzeyi, daha önceki performans veya deneyimlerden az ya da çok etkilenmektedir Başarılı deneyimler, genellikle, özlem düzeyinin yükselmesinde Önemli bir rol oynamaktadır |
08-21-2006 | #169 |
dehşet
|
Şiddet Şiddet, sertlikle, yoğun bir güçle meydana gelen, yapılan veya etkili olan bir şeyin özelliği olarak tanımlanabilir Şiddet aşırı bir fiziksel güç ve hatta silahların kullanımıyla yapılan tüm davranışları ve ölçüsüz saldırganlık tezahürlerini kapsar "Bir veya birden fazla kişi tarafından yapılan ve fiziksel veya moral olarak bir veya birden çok kişiye acı çektiren tüm eylem veya davranışlar, şiddet kapsamında düşünülebilir" (B Defrance, 1990) |
08-21-2006 | #170 |
dehşet
|
Şöhret Diğeriyle ilişkinin temel süreçleri çerçevesinde ortaya atılan şöhret (reputation) kavramı, bir topluluğun, bir birey hakkındaki yargısı olarak tanımlanabilir Söz konusu birey her zaman olmasa da çoğu zaman bu topluluğun üyesidir; yargıya gelince, çoğu kez doğrudan gözlem sonucu değil, diğerleri tarafından ve sözel yollardan aktarılan verilere dayanır Toplulukta meşhur kişiler, başka bir topluluk üyesi veya tarihsel-mitolojik kahramanlar (Robin Hood, Jeanne d'Arc, vb) olabilir Şöhret, bir toplulukta kişiler arası iletişim sürecinde oluşur Günlük yaşamda diğerleri hakkındaki enformasyonlarımız onları gözleme, onlarla konuşma, onlar hakkında başkalarının gözlemleri gibi çeşitli kanallardan beslenir ve tüm bunlar, genellikle kısa, şematik yargılar haline dönüşür Bu yargılar, söz konusu bir kişinin yaptıklarından ziyade sürekli/kalıcı karakter özellikleri (namussuz, gözükara, becerikli gibi) üzerinde odaklaşır Bu yargılar (ve dayandıkları veriler) diğerleri tarafından paylaşıldığında, kişiler arası iletişime konu olurlar; herkes değerlendirmelerini karşılaştırır, sonuçlarını test eder, birbirini etkiler Bu sosyal süreçlerin sonunda, herkesin hemfikir olduğu noktalar, aynı temsile sahip olduğu karakter özellikleri birbiriyle bütünleşir ve hakkında konuşulan kişi meşhur olur Sosyal psikologlara (Emler, 1994) göre şöhret, her şeyden önce çeşitli insanî niteliklere ilişkindir (İyi ekmek yapan bir fırıncı, usta bir iz sürücü, vb) Bu nitelikler çoğu kez topluluk açısından önemlidirler Söz konusu bir nitelik ne kadar önemli algılanırsa, kişinin şöhreti de o ölçüde büyür Ayrıca kişinin doğrudan ve kolayca gözlenebilen niteliklerinden (dışadönüklük, sıcak kanlılık) ziyade daha çok gözlem gerektiren nitelikleri (cesaret, cömertlik) şöhrete daha uygundur Yine bu hususla ilgili olarak şöhret, sık görülen niteliklerden ziyade nadir görülen nitelikler etrafında oluşur |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|