Yeşil Cennet Rize

Eski 05-09-2010   #1
GöKKuŞaĞı
Varsayılan

Yeşil Cennet Rize



Yer yer yükselen çay fabrikalarının bacaları, bunlardan çıkan siyah dumanlar Ama o dumanları gözden kaçırırcasına yok eden müthiş tabiat Rize’nin yeşilini, denizini, tabiatını anlatmak öyle pek mümkün değil


Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı ile Dağmeran’da (Dağ Başı) buluşuyoruz Bu noktadan kuzeye bakıyoruz, Rize ve Karadeniz aşağıda bir bütün olarak görülüyor; güneyde de bütün yamaçları kaplamış yemyeşil çay bahçeleri, ormanlar ve uzakta görülen, zirveleri karla kaplı dağlar Bir kuzeye, bir güneye bakıyor; bu müthiş manzaranın tadını çıkarıyoruz

Birkaç yıl öncesine kadar buranın yolu yokmuş, vatandaş bu güzelliklerden istifade edemiyormuş Halil Bakırcı yolu yaparak, bu müthiş güzelliği vatandaşın hizmetine sunmuş Şimdi lokantalar, çayhaneler yapılmış Rizeli vatandaşlar bu müthiş manzarayı seyrederek kahvaltılarını yapıyordu

Oradan, hemen yakında bulunan, ama yüksekliği daha fazla olan Şahin Tepesine geçiyoruz Başkan bu noktadan, şehir stadına yamaç paraşütü ile uçarak bir ilki gerçekleştirmiş Buraya, yap-işlet-devret formülüyle, teleferik yapılması da planlanmış

Halil Bakırcı sıra dışı bir başkan Tatlı Rize şivesi ile konuşuyor Sabahları saat 05’te 25-3 kilometre yüzüyor Yılda birkaç defa da mesafeyi 5 kilometreye çıkarıyor Başkan için deniz sezonu 19 Mayıs’ta başlayıp, 29 Ekim’de bitiyor Ama bu yüzme işinde kendisine eşlik edecek birisini bulamamaktan şikayetçi Başkan korumasız geziyor, sabah erken saatlerde esnafa gidip beraber kahvaltı yapıyor, dolmuşlara biniyor

Doğru bildiklerini söylemekten çekinmeyen, kanunsuzluklara müsamaha etmeyen, iltimaslara son veren, mert Rizeli Başkan Halil Bakırcı ile hem bu doyumsuz manzarayı seyrediyor, hem de Rize’yi konuşuyoruz




ŞEHRE DÜZEN GELMİŞ
“Ciddi bir su, kanal problemi yok Eskiden çöpün bir kısmı denize dökülüyordu, yaptığımız ilk iş bunu engellemek oldu” diyor Başkan Bakırcı Kısa zamanda endüstriyel atıklar ayrıştırılarak, ekonomiye yeniden kazandırılacak Su kaynaklarında problem yok, iletim hatlarındaki sıkıntılar da bitirilmek üzere, asbestli boruların yüzde 70-80’i değiştirilmiş Artık her yağmur yağışında dükkanları, evleri, caddeleri su basmıyor En büyük problemleri, dikey olarak denize dökülen 20-22 dere imiş, bunların da ıslahına çalışılıyor

Hazine arazisi kat karşılığı verilerek, Rize’ye çok modern bir stadyum kazandırılmış Bunun için Rize Yatırım AŞ kurulmuş, aynı kuruluş bir iş merkezini de yaparak, Rize’ye ciddi bir yatırımda bulunmuş, buraya hareket gelecek

Başkan Halil Bakırcı, bu stadyuma Rizeli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ismini vermek istiyor, bunun kararının meclisten çıkacağına emin
“Geçmişte imarla çok oynanmış, kim silahın kabzasına sarıldıysa, onun lehine değişiklikler yapılmış, Rize’ye büyük kötülük yapılmış” diyor Başkan, ama o günlerin geride kaldığını belirtiyor

Başkan Bakırcı, Rize’nin ekonomisine de kafa yoruyor, doğa turizminin gelişmesi, Ayder gibi yaylaların yollarının kışın da açık tutulması için çalışacaklarını; alternatif tarım ürünlerinin geliştirilmesi, mesela “Likapa” gibi bitkilerin de devreye girmesi için gayret göstereceklerini söylüyor

Yağışlı ve kapalı günler çok olduğu için, sosyal mekanlar çoğaltılacak, semt konakları oluşturulacak

MUTLAKA GÖRMEK GEREK
Fındıklı’dan başlayıp batıya sahil boyunca Ardeşen, Pazar ve Çayeli sonra Rize, ardından da Trabzon sınırına kadar Derepazarı ve İyidere Bütün ilçeler deniz ve yeşillikle iç içe Yer yer yükselen çay fabrikalarının bacaları, bunlardan çıkan siyah dumanlar Ama o dumanları gözden kaçırırcasına yok eden müthiş tabiat

Rize’nin yeşilini, denizini, tabiatını anlatmak öyle pek mümkün değil Denize inen derelerin de süslediği, zirveleri karlı dağlara yaslanan bu vatan parçasına bakınca, “şu da olsa iyi olurdu” diyebileceğiniz bir şey kalmıyor

Sahil böyle de iç kesimler farklı mı? Hemşin’e doğru gidiyoruz Tabiat ve yeşillik daha da muhteşem oluyor Hemşin deresinin üzerinde bulunan tarihi kemer köprüler, berrak dere suyu ve yeşillikler arasında yer yer görülen minareler

Alternatif turizm için eşi bulunmaz bir coğrafya Türkiye’nin en yüksek dördüncü noktası olan 3937 metrelik Kaçkar zirvesi, birinci derecede doğal sit alanı olma özelliği taşıyan Fırtına Dersi Vadisi, buzul göllerinin tarifsiz görüntüsü, pek çok kaynağı ve endemik türü barındıran yaşlı ormanları, dünya çapında önem kazanmış alanlardan sadece birkaçıdır

Yayla turizmi, jeep safari turu, geleneksel yemekler, şenlikler Yürüyüş, tırmanış ya da rafting için her türlü ortam bulunmakta

Binlerce çiçeğe bahçe olan, Türkiye’nin en sarp zirvelerini barındıran Kaçkar Dağları’ndan kaynağını alan Fırtına Deresi, İyidere, Taşlıdere ve başka birçok dere Rafting için bulunmaz özellikte İki farklı parkuru bulunan İyidere’de her yıl Türkiye Rafting Şampiyonası’nın bir ayağı düzenleniyor

Şehir merkezinde, Yavuz Sultan Selim’in annesine atfedilmiş Gülbahar Sultan Camii, 14 yüzyıl yapısı olan Rize Kalesi, kara ile bağlantısı kesilmiş küçük bir kaya üzerinde bulunan Kız Kalesi, Ortaçağın sonlarında yapılmış, duvar kalınlığı 2 metreyi bulan Zil Kalesi ve başka tarihi eserler

Hareketli, eğlenceli insanlar diyarı, zengin kültür kaynaklarımızdan Rize, mutlaka görülmeli



GÖRÜNTÜ KİRLİLİĞİ BİTECEK
Şehir estetiği ve batılı anlamda belediyecilik hususunda ciddi adımlar atılmış Belediye Başkanı Halil Bakırcı’nın hedefi çatılara, boyasız cephelere müdahale etmek, görüntü kirliliğini bitirmek



Her derde deva ANZER BALI
Anzer; İkizdere’de, Çiçekli ve Ballı Köylerinin bulunduğu, sayısız çiçeklerle bezenmiş, 2600 rakımlı bir vadi Burada, 5 kilometrelik mıntıkada elde edilen Anzer Balı dünyaca meşhur Temmuz-Eylül ayları arasında elde edilen bu balın, doktorlarca kanser ve bazı iç hastalıkları için tavsiye edildiği söyleniyor
Aralarında Suudi Arabistan Kralı’nın da bulunduğu dünyaca ünlü bazı kişilerin talep ettiği Anzer Balından en fazla 400-500 kilogram elde edilebiliyor Kilosu 500 TL civarında bir fiyatla satılan bu bal daha çıkmadan talepler geliyor Anzer Balı üreten ve bu işin ticaretini yapan Anzerli Muzaffer Turgut, kokusu, rayihası, lezzeti ve rengi tamamen farklı olan Anzer Balı’nın bu özelliklerini taşıyan balın başka hiçbir ülkede bulunmadığını söylüyor


Kuru fasulye için Rize’ye geliyorlar
Rize usulü kuru fasulye yemeğinin şöhretini duymuştum Bu merakımı gidermek için Çayeli’ne, Lale Lokantası’na gidiyoruz Ali Osman Temurci’den bunun sırrını öğrenmeye çalışıyorum Sadece Kelkit ve İspir fasulyesi kullanılıyormuş Fasulye akşamdan suya konur Bir kilogram ıslatılmış fasulye, 1 kilogram et (dağların şifalı otlarıyla beslenmiş hayvanların lezzetli eti) kullanılır Tereyağı, domates, salça ve soğan 45 dakika kavrulur, sos yapılır Kuru fasulye kaynatılır, suyu dökülür Sonra da kaynatılmış fasülye, et ve sos birlikte kaynatılır, fırına verilir Bu işlem 4 saat sürer Bu kuru fasulye yemeğinin lezzeti, bütün malzemenin tamamen doğal ve bu bölgeye ait olmasından kaynaklanıyormuş Dünyanın her tarafından bu lezzetin tutkunları varmış Sırf fasulye yemek için İstanbul’dan kalkıp gelen, yedikten sonra da dönen müşteriler varmış

Gelen ünlüler de bu lezzeti tadmadan gitmiyormuş Mesela Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bakanlar, Kadir Topbaş, Ahmet Özhan ve diğerleri mutlaka uğrarlar Başka illerde şube açma teklifleri geliyormuş ama Ali Osman Bey şimdilik bu tekliflere soğuk, kaliteyi tutturamazlar endişesini taşıyor olsa gerek Ödüller almış, efsaneleşmiş bu lezzetin bozulmasını istemiyor


İrfan Özfatura-Behçet Fakihoğlu

__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Yeşil Cennet Rize/Rize Tarihi

Eski 11-09-2010   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Yeşil Cennet Rize/Rize Tarihi



Rize Tarihi

Pontus Krallığı Döneminde “SANNIKA” Roma İmparatorluğu Döneminde “Pontus Polemoniacus”,Osmanlı Devleti ve Cumhuriyeti’in ilk dönemlerinde “LAZİSTAN” olarak anılan Rize’nin bugünkü adının nereden geldiği yönünde farklı rivayetler vardırBir görüşe göre Yunanca’da da prinç anlamına gelen “Rhizos” ya da Rumca’da dağ eteği anlamına gelen Rhiza sözcuklerin değişimine uğrayarak Rize oldugu seklindedirBir diger gorus ise Osmanlıca’ da kırıntı,dokuntu anlamına gelen ‘RİZE’ kelimesinin aynen anlamıyla ilin adını aldıgıdır Rize yazılı tarihine iliskin dolaysız bilgiler,Ege’de yasayan Miletoslu denizcilerin yoreye yaptıgı seferlerle baslarMÖ;670’lerde Miletos’ların Karadeniz kıyılarında kurdukları kolonileri,Rize’ye kadar uzattıkları biliniyorMed ve Perslerin istilasına ugrayan bolge daha bu donemde İyonluların dolayısıyla Grek kulturunun etkisine girmistirİlk caglarda Pontus Krallığı’nın egemenligine giren Rize yoresi , 11yy’a kadar İslami akımların etkisi dısında kaldı11yy’da Buyuk Selcuklu ‘ların yukselme doneminde Melikşah’ın (1072-1092) tüm Karadeniz kıyıları gibi Rize’de once Bizans, daha sonra da Trabzon Rum Pontus İmparatorlugu’na katıldı1461’de Fatih Sultan Mehmet tarafından Trabzon ile birlikte Osmanlı sınırları içinde yeraldıgı biliniyor19 yy’ın ikinci yarısında Trabzon eyaletinin bir sancak merkezi olan Batum ,Rusya’ya bırakılınca Rize sancak merkezi oldu1Dunya Savası’nda Ruslar tarafından isgal edilen Rize 2 MART 1918 ‘de isgalden kurtuldu ve 1924’de il merkezi oldu Coğrafya Doguda Artvin,Guneyde Erzurum ve Bayburt , Batıda Trabzon ve Kuzeyde Karadeniz il sınırı olan Rize cok engebeli bir arazi yapısına sahiptirDeniz kenarlarındaki dar vadi agızları hemen hemen hiç yoktur Yuksek rakımlı tepeler arasındaki en yuksek nokta olan kackar (3932m) yaz kıs kar tutar

Kackar dagının dogal yapısı bir cok kıs sporu yanında trekking ve dagılık için de topografyaya sahiptirDag kayagı için Kaçkarlar dogal bir pist gorunumundedir Rize ili toprakları Kuzey Anadolu kıyı daglarının yuksek kesimlerinden dogarak Karadeniz’e dokulen irili ufaklı bir cok akarsu ile bolunurEn onemlileri Fındıklı Deresi,Buyukdere,Pazar Deresi,Karadere ,İyidere ve Fırtına Deresi’dirBu dereler cesitli yerlerde , selaleler ile suslenir,Alabalık cinsinin en iyileri bu derelerde yetisirRizede’ki goller, dagların yuksek kesimlerinde buzulların asındırması neticesinde olusmus buzul gollerdirBu goller Çamlıhemsin ve İkizdere’nin sahip oldugu doga harikalarıdır Rize’de kıslar ve yazlar ılık gecerYıllık sızaklık ortalaması +14 civarındadırBolge Türkiye’nin en cok yagıs alan yeridirYılda m2’ye 2510 kg yagıs duserBu iklim ozeliklerine gore yorede Akdeniz bitkileri turuncgiller ve cay yetisir Ormanlar da en cok kayın,mese,kestane,ıhlamur ladin,kızılagac ve orman gulu bulunurOrmanlarda kurt ,ayı,yaban domuzu,catal boynuzlu dag kecisi,hus tavuğu ve kuşlar bulunur,Bölge kus gözlemciliği için de uygun bir ortam oluşturur

KEMENÇE

Kemençe, biri Osmanlı Müziğinde, diğeri Karadeniz yöresi halk müziğinde kullanılan iki ayrı yaylı çalgının ortak adıdır Bunlardan ilki için yirminci yüzyılın ortalarına kadar kullanılan "armudî kemençe", "fasıl kemençesi" gibi adlar, artık yerini "klasik kemençe" adına bırakmış gibi görünmektedir Bir halk çalgısı olan ikincisi ise, "Karadeniz kemençesi" olarak anılır

“Klasik kemençe”, 40-41 cm boyunda, 14-15 cm genişliğinde küçük bir çalgıdır Yarım armudu andıran gövdesi, elips biçimindeki burguluğu "kafa" ve sapı "boyun" tek bir ağaç parçasından yontularak ve oyularak yapılır Göğsünde, yuvarlak kenarları dışarda kalmak üzere D biçiminde iki iri delik bulunur Çalgının arka tarafında bir "sırt oluğu" vardır


Çalınırken kuyruk takozu sol dize, burguları göğse yaslanarak düşey konumda tutulan ya da iki diz arasına konan kemençenin telleri, tuştan 7-10 mm yüksektedir Çünkü sesler, telli çalgıların çoğunda olduğu gibi tellerin üstüne parmak uçlarıyla basılarak değil, teller tırnakla yandan hafifçe itilerek elde edilir

“Karadeniz kemençesi”nin burguluğu, boynu ve gövdesi de tek bir ağaç parçasından yontularak ve oyularak yapılır Ama biçimi bütünüyle farklıdır Diğer bütün halk çalgıları gibi, “Karadeniz kemençesi”nin de standart ölçülerinden söz etmek güçtür Ama günümüzde, uzmanların ve profesyonel yorumcuların kullandığı “kemençe”ler genellikle 56 cm uzunluğundadır Kenarları dik ve sırtı düz olan gövde çoğunlukla erik veya ardıç ağacından yapılır Köknar veya ladinden yapılan göğüs oldukça incedir Tellerin eşikle iletilen basıncına dayanabilmesi için göğüs bölümüne, boylamasına bir çıkıntı yapılarak kubbe şeklinde form verilir Burgular, oldukça küçük olup, burguluğa ön taraftan girer Teller tuşa çok yakındır Çünkü “Karadeniz kemençesi”, tellerin üzerine parmak uçlarıyla basılarak çalınır

Seslendiren, ayakta ise çalgıyı sol eliyle havada tutarak, oturuyor ise dizlerinin arasına dayayarak çalar



Tulumun-Yapısı

Oğlak derisi daha çok tercih edilir ve tüyleri temizlendikten sonra ayaklar son kısımlardan kesilir Ters (çevrilip ters bağlandıktan sonra) kesit bağlantısı daha iyi görünür Ön ayaklardan birine tahta boru- lülük arka ayaklardan birine de nav bağlanır Böylece tulum dediğimiz alet meydana gelir Lülük'ten (dudula=ağızlık)üfleyip tulum şişirilir Üflenen hava geri kaçmasın diye tulumcu lülüğün (dudula) ağzını dili ile kapatır Kendisi bu suretle nefes alabilir (son zamanlarda lülük ağzına konan bilye sayesinde tulumcular Türkü bile söyleyebiliyorlar) sıkışan hava mecburen, nav içinde bulunan çimon/çibu denilen ses veren kamış borulara hücum eder ve ses çıkararak dışarı çıkar Ekseriyetle çibular yan yüzeylerinden 5 delikli olup bu delikler Nav'ın üst yüzüne yani tulumcunun parmaklarını oynatacağı bölüme bir çift olarak yerleştirilir

Oğlak derisi daha çok tercih edilir ve tüyleri temizlendikten sonra ayaklar son kısımlardan kesilir Ters (çevrilip ters bağlandıktan sonra) kesit bağlantısı daha iyi görünür Ön ayaklardan birine tahta boru- lülük arka ayaklardan birine de nav bağlanır Böylece tulum dediğimiz alet meydana gelir Lülük'ten (dudula=ağızlık)üfleyip tulum şişirilir Üflenen hava geri kaçmasın diye tulumcu lülüğün (dudula) ağzını dili ile kapatır Kendisi bu suretle nefes alabilir (son zamanlarda lülük ağzına konan bilye sayesinde tulumcular Türkü bile söyleyebiliyorlar) sıkışan hava mecburen, nav içinde bulunan çimon/çibu denilen ses veren kamış borulara hücum eder ve ses çıkararak dışarı çıkar Ekseriyetle çibular yan yüzeylerinden 5 delikli olup bu delikler Nav'ın üst yüzüne yani tulumcunun parmaklarını oynatacağı bölüme bir çift olarak yerleştirilir Çimon/çibular, nav içinde ikiden fazla da olabilirler

Herbirinin sesi tulumcunun ustalığına göre ayarlanır Tulumdaki kısımlara daha açıklık getirelim: Çimon/çibu: Kamış veya tahıl sapı boğum yerinin bir tarafından diğer tarafın dıştan boğum yerinden içten kesilir Bu uçta boğum yeri kalacağından kapalıdır, diğer uç açıktır 16-17 cm boyunda bir boru elde edilmiş olur Açık uç hafif meyilli olarak düzeltilir Kapalı kısma doğru borunun bir kısmı çakı ile inceltilerek sesin, hava geçişi ile temini sağlanır Bu borunun üçte bir kadarı üste kalması şartıyla ikişer santim arayla delikler açılır Böylece yapılan çimonlar bu şekilde yanyana bağlanıp navın içine yerleştirilir Çıkan sesler birbiri ile tam manası ile uyumlu olmayabilirler (Adnan Saygun) Nav: Farsça'da iyi oyulmuş odun manasında olup bu tabiri eski Oğuzlarında kullandığı aşikardır Navlar hafif kıvrık boynuzu andırırlar Odundan veya şemsiye sapının yarım daire bölümünden yapılırlar Aslında iç bükey bir teknecikten ibaret olup çimon/ çibular içine yerleştirilir



Kar'aşın: Navın son kısmındaki boynuza verilen isimdir


Kaçkar dağı: Koç boynuzunu andıran Gökçe Dengiz batısındaki Kaçkar Dağları da bu isimden esinlenerek verilmiştir
Goda: Tulumdan üflenen eğri boruya denir Bulgarların gayda demeleri ile goda arasında muhakkak bir bağlantı vardır Bu isim ta Kelt'lerden kalmış olabilir Eski Bulgar kavimleri Türklerle kardeş kavim olmalarının neticesi olarak kelime Türkçe kökenli de olabilir

Çayelinden başlayarak Pazar,Ardeşen,Hemşin,Çamlıhemş in,Fındıklı,Arhavi,Hopa,Şavşat ,Yusufeli,İspir ve Giresun`nun Şebinkarahisar ilçesinde düğün,bayram ve eğlencelerde kullanılan nefesli bir halk çalgısıdır

Önceleri sadece bu yörelerde düğünlerde kullanılırdı Fakat son zamanlarda çeşitli halk müziklerinin yanısıra pop,rock ve özgün müziklerde kullanılmaya başlandıTabî buda enstrumanın tanıtımını ve halkın dikkatini çekmekte önemli bir etken oldu Tulum`u başka ülkelerde görmekde mümkün Örneğin: Bulgaristan ve Yunanistan`ın bazı bölgelerinde görebilirsiniz İskoçya ve Kuzey İrlanda`da şekil olarak biraz değişik olmasına rağmen ses olarak hemen hemen aynı olması dikkat çekmektedir

TEKNİK ÖZELLİKLERİ:


Tulumda aktif olarak kullanılan beş tam ses vardır ve oktav`ı yoktur,koma sesi vardır Son zamanlarda altı sesli tulum`lar denenmiş fakat pek başarı sağlanamamıştır

Tulumun ses tonu "si" "lâ" "sol" karar sesiyle,tını`sı güzel olan ses elde edilir Diğer ses tonlarında tulum istenilen sesi vermez Tulumun orjinal sesi "si" ve "lâ" dır

TULUMUN YAPISI


  • DUDULA (AĞIZLIK)
    GÖVDE (DERİ KISMI)
    NAV (SES VEREN KISIM)


DUDULA (AĞIZLIK)


Tulumu şişirmek için kullanılan dudula; yuvarlak bir ağacın içi delinerek yapılır ve hava geriye kaçmasın diye iç tarafına naylon`dan bir kapak yapılıp raptiye ile tutturularak havanın geri gelmesi önlenir

GÖVDE (DERİ KISMI)

Tulumun gövdesi genellikle keçi derisinden yapılır Keçinin özellikle bir yaşında olmasına dikkat edilir Çünki bir yaşından küçük olan keçilerin derisi yumuşak (taze) olduğundan çabuk deforme olur Keçi kesildikten sonra derisi çok dikkatli bir şekilde delinmeden tulum olarak çıkartılır Suyla karışık ateş külünde 2-3 gün bekletildikten sonra tüylerin dökülmesi sağlanır ve tabaklama işlemi yapıldıktan sonra baş tarafı ve arka kısmı içeri gelecek şekildetersten sıkıca bağlanır Ön ayaklarının birine dudula bağlanarak şişirilip asılır Kuruduktan sonra sürekli yumuşak kalması için badem yağı yada gliserin sürülür (yağ ile bakım yapılmadığı süreçte deri kuruyup çatlar ve hava kaçırır bu yüzden tulum özelliğini yitirir) Tulumun- cephesinin güzel görünmesi için üzerine değişik renk ve desenlerle kılıf yapılır

NAV (SES VEREN KISIM)

Tulumun en önemli kısımı nav`dır Nav özellikle şimşir ağacından yapılır Yaklaşık 40 derece eğri şimşir ağacının içini düzgün bir şekilde oyduktan sonra analıklar dediğimiz delikli 10mm çapında boruları ve kamıştan özel olarak yapılan çibun dediğimiz sipsi`leri özenle ve düzgün şekilde nav`a yerleştirilir Burada önemli olan iki adet sipsininde aynı sesi vermesidir Analıklarda 6mm delinmiş 5 adet çift sıra delik vardır ve yanyana olan bu deliklerden çıkan seslerin aynı ayarda olması şarttır aksi taktirde ses bozuk çıkar Sesler ayarlandıktan sonra nav`ı tulumumuzun diğer koluna bağlıyoruz ve tulumumuzu şişiriyoruz Hava taziğinden doğan güçle sipsilere gelen baskı sesin çıkmasına yol açar parmak vuruşları ile ses notalara dönüşür

İyi tulum çalabilmek için müzik bilgisinin yanısıra iyi bir kulağa ve kuvvetli nefese sahip olmak gerekir



Yaylalar

Çok eski yıllardan günümüze kadar devam ede gelen bir gelenektir yaylacılık Arazinin konumu hayvanlar için yeterli beslenmeye elverişli değildir Hem hayvanların daha iyi beslenmesi hem de yağ, peynir ve çökelek elde etmek amacıyla yaylaya çıkılır
Ancak, bugün 20 yıl öncesine kadar bütün canlılığı ile devam eden o yayla yaşamı kaybolmaya yüz tutmaktadır Çaycılığa olan dönüş hayvancılıktan kaçışı bu da yaylacılığın sonunu getirmektedirHer ne kadar gene yaylalara çıkılıyorsa da, yaşlılarımız o eski günleri yad ederken gözlerindeki ifadeden sanki bir şeylerin elimizden kayıp gittiğini anlamamak mümkün değil

Bugün yaylaya çıkanlar iki grup altında toplanır İhtiyaç dan dolayı çıkanlar ve Rize dışında yaşayıp anacak Rize ile bağlarını koparmayan yöre insanaları Eski yılların özlemiylr tatillerini geçirmek, büyük kentlerin gürültüsünden kurtulmak ve doğayla başbaşa kalmak için yaylalara çıkan gırbetteki Rizelilerin sayısının bir hayli olmasına karşın ihtiyaçtan ötürü çıkanların sayısında belirgin bir azalma vardır


Rize'deki Yaylalar

Çağırankaya, Palovit, Elevit, Ovit, Amlakit, Hodeçur, Samisdal, Pokut, Çat, Haçivanak, Karmik, Hemşin, Başyayla, Ortayayla, Verçenik, Avusor, Kaçkar, Aşağı Kavron, Yukarı Kavron, Hazindak, Çiçekli, Çaymaçakur, Sal, Varda, Gölyayla, Cimil, Hazindağ, Ambarlı, Çahperik, Kito, Karap, Kale, Gürmanuman, Varoş, Çermeşk, Dahter, Anzer, Aşağı Faso, Yukarı Faso ve sayamadığımız birçok irili ufaklı yayla


Yaylaya Çıkış Öncesi Hazırlıklar ve Yayla Yolunda

Yayla çıkış zamanı hava şartlarına bağlı olarak değişir Genel de Mayıs ayı sonu ile Haziran başıdır Tarih muhtar ve köy heyetleri tarafından birlikte belirlenir Bu tarih, yağan kar miktarına ve karın tahmini kalkış zamanına göre tespit edilir Belirlenen tarihten önce kimse yaylaya çıkmaz

Mezra :
Bazı köylerin "mezra" olarak adlandırılan geçiş yerleri vardır Mezraların rakımları yaylalara göre daha düşük olduğundan kar erken kalkar Nisan ayı sonunda, Mayıs ayları başında bu mezralara gidilir Orada 15-20 gün yaylaya çıkış tarihine kadar kalınır Köyden gelenlerle birlikte yaylaya çıkılır

Hazırlıklar arasında, mısır öğütülmesi, at ve katır varsa semer ve eyerlerin gözden geçirilmesi, yiyecek, giyecek, hayvanların bağlanacağı, ip ve kazıklar sayılabilinir Sığırların alınlarına ya da boyunlarına nazar boncuğu veya muska takılırdı
Hayvanı olmayanlar yüklerini sırtlarında taşırlar Taşımayanlar kiracı tutarlar Yük taşınması gayet eğlenceli olur Kyün gençleri genellikle pazar günleri hep birlikte yüklerini alır sabah erkenden yayla yoluna koyulurlar Belli yerlerde molka veriri, dinlenir, açlıklarını giderir, horon oynarlardı

Hanlar :
Yaylaya çıkışlar genellikle iki gün sürerdi Birinci günün sonunda hanlarda konaklanırdı Hanlar: zemin katı kahvehane, üst katı da birkaç odadan ibaret bir otel niteliği taşırdı Hayvanlar çok kalabalık olur ve ahırda yer olmazsa dışarıda yere çakılan kazıklara bağlanırdı Hayvanlara hayvancının ot deposundan ot satın alınarak verilir, ayrıca içilen çay ve kalma masrafı olarak da hancıya belli bir miktar para ödenirdi

Köççü : Yaylada sürekli kalacak kişilerle birlikte hayvanların götürülmesine yardımcı omak üzere bir kaç kişi de kafile ile birlikte bulunurdu "Köçcü" denilen bu kişilker, sığırları yaylaya çıkardıktan sonra orada birkaç gün kalıp tekrar geri dönerlerdi



Yayla Hayatı


Yayla hayatı Haziran ayının başından Eylül ayının ilk haftasına kadar sürüp giden üç aylık bir dönemi kapsar Havalara göre bu süre azalıp, kısalabilir
Yaylada günlük hayat çok erken başlar Sabah erkenden kalkılıp, sığırlar sağılırdı Sütün kaymağı alınıp kaymak kabında, kaymağı alınmış süt ise peynir kazanında biriktirilir Güneş doğarken hayvanlar çözülür ve yayıma bırakılır Hayvanlar yayıma (otlak alanı) götürüldükten sonra ahırın gübresi temizlenir Gübrenin temizlenmesinde ağzı geniş bir kazma ile, "süpürgelik" denilen dalları sert ve esnek yapıda olan bir cins çalıdan yapılmış ahır süpürgeleri kullanılır Ahırın ortasında toplanan gübre, evin önünde uygun bir yerde biriktirildiği gibi sepetlerle çayırlıklara götürülüp serpilir Bazen de günlük gübre ahırın iç duvar yüzeyine ya da taşların üzerine yapıştırılarak kurutulmaya bırakılır Bir müddet sonra kuruyan gübreler "tezek" haline gelir Bunlar odunu yanında ek yakacak olarak kullanılır

Yaylacının günlük işlerinin başınada, sağılan sütü değerlendirmek gerekir Peynir kazanında toplanan kaymağı alınmış süt, belli bire kıvama geldiğinde peynir yapılır Peynir suyu kaynatılarak tülbentten yapılmış minci torbalarına dökülerek süzdürülür Bu şekilde elde edilen peynir ve minci tuzlandıktan sonra peynir ve minci kaplarınak onulur
Kaymak kabı dolduğunda yayık yapma zamanı gelmiş demektir Yayık vurma işi için yaylacı, diğer komşuları yardıma çağırır Genellikle her yaylada ortak olan birkaç yayık bulunur Atma Türkülerle şenlenen yayık evinde elde edilenyağ, yıkanıp tuzlandıktan sonra yağ kaplarına basılır O gün için hazırlanan yemekler yenir ve dağılınırdı
Sığırlar ikindiden sonra yayımdan toplanarak eve getirilir ve bağlanırdı Sisli havalarda sığırların yerini tespit etmede bir kolaylık sağlamak için boyunlarına orta büyüklükte çıngırak takılır Çıngırak takma adeti aynı zamanda kurt gibi yabani hayvanları da ürkütmeye yöneliktir


Otlar azalmaya başlayınca, otlak alanların bir bnölümü geçici bir süre hayvanların girmesine yasaklanırdı Yaylacıların ortak kararı ile alınan ve 20-30 gün süren bu yasaklama adetine "Koru" denilirdi Korunun sona erdiği, bir gün önceden her eve duyurulur, ertesi sabah bütün yaylacılar hayvanlarını, koru süresince biraz daha yeşeren bu otlağa götürülürdü Buna da "Koru Bozmak" denirdi Korunun bozulması yaylacılara endişe ile karışık bir heyecan verirdi Çünkü sığırların tek bir alanda toplanması, hayvanların biribiriyle kapışması sebebiyle tehlike oluşturmaktaydı



Ot Biçimi : Yayla hayatının en hareketli dönemidir Temmuz ayının sonlarına doğru otlar iyice büyüyünce, dere ve ırmaklardan arklar açarak çayırlıklara verilen su kesilir Bundan gaye otun çürümesini önlemek ve biçmeyi kolaylaştırmaktadır Ağustos ayına gelindiğinde otlar biçilecek seviyeye gelmiş olur Ot biçimi için güneşli günler tercih edilir Çayırlıkların düzgün olan kısımlar tırpanla "kerendi" taşlık ve çok dar alanlar ise orak ile biçilir

Genellikle tırpan işi erkeklerce, orak ise kadınlarca yapılırdı Ot biçme zamanlarda köylerden yardıma gelinirdi Yağmura karşı bir yarış sürer bu dönemde Biçilen otlar güneşte kurumaya bırakılır Kuruyan otlar "Gelberi" denilen ağaçtan yapılmış dişli bir aletle kümeler halinde bir araya getirilir Küme halinde kuru ot el yardımı ile sarılarak "Güvel" ya da "Sarma" denilen küçük demetlere ayrılıp ot depolarına taşınırdı 5-6 güvel bir ot yükü olarak nitelendirilir Otluğun verimi yük hesabı ile yapılırdı Gündüz ot biçme gece eğlencelere dönerdi

Ot biçme işini bitirenler tekrar köye dönerler Bir süre sonra yayla eski sukunetine avdet eder Biçilip depolanan kuru ot, yaz başı ve güz dönemlerinde havaların soğuk ve yağışlı gitmesi ya da otlarınazalması halinde ek yiyecek olarak hayvanlara verilir



"Güz Köçi" diye adlandırılan yala dönüşü Eylül ayının ilk haftalarına rastlar Otların sararması ve havaların soğuması ile birlikte yaylacılar tekrar mezra ve köylere döner

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Rize'nin Gelenek ve görenekleri

Eski 11-09-2010   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Rize'nin Gelenek ve görenekleri




RİZE


ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ
EVLENME


Evlilikler yakın çevreden yapılır, yakın çevrede kız yoksa dışarı çıkılırdı Gelinlik kız komşu, akraba ve aile büyüklerince yapılırdı Her ne kadar erkeğin görüşü alınsada son söz aile büyüklerindi
Beşik kertme vardı Ancak bu doğuda olduğu kadar zorlayıcı olmayıp, çocuklar büyüyünce evleme zorunluğu taşımazlardı Kız arama da elçi denilen insanlar devreye girerdi

Kız seçimine çok önem verilirdi Kızın soyu sopu araştırılırdı Kız tarafıda erkeğin soyu sopunu araştırır, uygunsa verirdi Kızın erkeğe gönüllü olması ve kaçma işini beraber planladıkları durumlarda olay fazla büyütülmez, zamanla örtbas edilirdi Sevenlerin kavuşamama durumunda maraz denen ruh hastalıkları olurdu Kız istenmeden önce ondan büyük kız olup olmadığı araştırılırdı Böyle bir durum varsa kız istenmez, istense de büyük kız varken ufak kız verilmezdi Kızın bir başkasına sevdalı olup olmadığına bakılrdı Kız daha istenmeden, yani iş resmiyete dökülmeden elçiler sayesinde iş halledilmiş olurdu

Kız istenmeye gidilirken karşı taraf haberdar edilir, hazırlıklı olmaları sağlanırdı Erkek tarafı karşılanır ağırlanır Bir müddet ordan buradan konuşuldukjtan sonra asıl konuya girilirdi "Allah'un izniyle, Peyganberun kavliyle kizinuzi oğlumuz Temel'e istiyiruk" denirdi Kız tarafı kendini naza çeker, cevap vermek istemez, çay kahve, yemek ikram edip konuyu dağıtmaya çalışırdı Erke tarafı da israr eder "Kızı vermezseniz ne yemeğinizi yeriz nede kahvenizi içeriz" derdi Hayli mücadele sonunda istekler sıralanır, kabul edilince de kız verilirdi Kız istendiğinde verilirdi Çünkü söz önceden alınır ve kararlaştırılmış olurdu Söz alınmadan kız istendiğinde, istenmedik olaylar olabilirdi Erkek tarafı soğuk karşılanır Mazeretler uydurulur Bazen de kız görücüye çıkmazdı Kız tarafı erkek tarfının karşılayabileceği kadar başlık parası isterdi Bu kıza harcanırdı Ayrıca kıza alınacak eşya ve altın tesbit edilirdi

Ara kesildikten sonra (kızın sözünün alınması) olay hemen duyurulurdu Bu da erkek tarfının dılaru da hava ya kurşun sıkmasıyla olurdu Peşinden yemek yenir Düğün günü belirlenir, ayrıntılar konuşulurdu
Ara kesilirken kız tarfına verilen sözler düğnden önce yerine getirilirdi Bir alış veriş günü tesbit edilirdi Genellikle Çarşamba günü olurdu Her iki tarfta birinci derece yakınlar olurdu

Takılardan genellikle çok eskiden dilme fes, beşli, daha sonraları zincir, bilezik, küpe, yüzük, saat, alyans, iğne gibi altın eşyalar alınırdı Daha sonra söz verilen giyim kuşam ve yerleşimle ilgili diğer eşyalar alınırdı

Alınan eşyalar önce kız evine gönderilir, kızın kendi hazırladığı eşyalarla birlikte sergilenirdi Bu olaya "Bohça Açıldı" denirdi Perşembe'den Cumartesiye kadar açık kalır isteyen gelir bakardı

Eşyalar evden çıkarken, kızın erkek kardeşi yoksa bir yakını kapıyı keser ya da sanduğa otururdu Kapı erkek tarafının bir miktar para vermesiyle açılırdı Cumartesi erkek evine getirilen eşyalar kız tarafınca yerleştirilirdi Kına gecesi Cumartesi olup her iki taraftada yapılırdı Misafirler horon eder, oynar, toplu halde kurşun sıkılırdı O gecede geline kına yakılır Başka isteyenlerde var ise onlarda kına yakardı Bazen geline yakma işlemi Pazar sabahına bıraklıdığı da olurdu Erkek tarafı kına gecesinde şeker, fındık türü yiyecekler gönderirdi Pazar sabahı erkek tarafı kalabalık bir halde kızı almaya giderdi "Duğunci" denen bu grup yol boyunca sık sık silah sıkardı Bunu duyan kız tarafı da karşılık verirdi

Gelini evden genellikte damadın babası veya ağabeyi çıkarırdı Bu arada kapı kesilir bahşiş istenirdi Yol boyunca yer yer yol kesildiği olurdu Geli evden çıkarken kurşun sesleri ortalığı yıkardıBazı evlerdede ilahiler okunurdu Yol yakınsa gelin yaya, uzaksa at ile getirilirdi Gelinin evinden gelenlere ikram edilen lokumu damada ulaştıran ödüllendirilirdi Bu kimseye "müjdeci" denirdi Müjdeciye ya para ya da bir tepsi baklava verilirdi Kız ve erkek tarafıı birlikte kurşun ata ata gelinle birlikte erkek evine gelirdi Bu gruba "alay" denirdi Kız ağlarsa, "Hem ağlıyalum, hem gidelum" denirdi Kız eve girmeden önce tatlı dilli olsun diye, elini bala tutturup sağ parmaklarıyla kapının başına sürerlerdi Zengin olsun diye başına bez koyup para dökerlerdi Kız tarfından birileri gelini içeri sokmazBir şeyler isterdi Buna "kapılık istemek" derlerdi

Gelin odasına götürülür, oturtulur, yanında genellikle ablası veya yengesi bulunurdu Bazen de o mahalede yeni gelin olmuş birisi de olabilirdi Düğün akşama kadar devam ederdi Bu arada sıksaray, sallama, atlama, titreme gibi horonlar yapılırdı Horonlar genellikle erkek erkeğe, kadın kadına oynanırdı Erkekler daha çok evin dışında veya avluda, kadınlar ise evin içinde bir yerde oynarlardı Erkekler kızlar bir arda oynadığında kadınlar veya kızların kollarına ancak yakınları girebilirdi Horonlar kaval, tulum, akordiyon, mozika (mızıka) nadir olarak zurna ve daha çok kemençe eşliğinde oynanırdı

Çoğu zeminde şairle atma türkülerle horona ayrı bir renk katarlardı Bu arada erkek anaları da boş durmaz Sağa sola göz gezdirir Bir kız ararlardı Yakın komşuların yardımıyla misafirlere yemek verilirdi Bu arada bazıları bahşiş almak için yemeği engellerdi Buna "sofra bağlama" denirdi Hava kararamadan düğün alayı dağılır fakat kız tarafından bir kaç kişi bir müddet daha beklerdi Gerdeğe girilmeden eğer önceden kıyılmadıysa " hoca nikahı" yapılırdı Ev gerdeğe gireceklere bırakılır Bir günlüğüne ev sakinleri komşulara kalırdı Pazartesi günü gelin erken kalkar ve ev işlerine konulurdu Sözde uğursuzluk getirmesin diye geline bir hafta süpürge tutturulmazdı Bugün aynı zamanda kız ve erkek tarafının birbirine bohça içersinde hediye verdiği gündür Bu olaya "bohça çıktı" denirdi Düğünden bir hafta sonra "yedi" olurdu Yedi, kızın damatla babasının evine gitmesiydi Damat'a bu arada bazen ağra kaçan şakalar yapılırdı Bu şakalrdan korunmak için damadın yanında korumaları olurdu Damat sofraya oturduğunda sofra arkadaşları tarafından bağlanır Kaynana sofranın açılması ve damadın yemek yemesi için bahşiş verirdi Yedididen birkaç gün sonra da kız tarafı erkek tarafınca devet edilirdi

DOĞUM

Evlililiğin ilk devrelerinde gelinin hamile kalması istenirdi Hamile kalmaması durumunda telaş düşülür, hata varsa bunun gelinden kaynaklandığı düşünülürdü Hamile kalınması için okutma dahil her çareye başvurulurdu Birkaç sene içinde eğer gelin hamile kalmazsa, anlaşılarak ya boşatılır, ya da üzerine kuma alınırdı Eğer hamil kalmışsa, oturmasına, kalkmasına, yemesine, içmesine kadar dikkat edilir, bu arada bir çok batıl yöntem de uygulanırdı Doğum zamanı köy ebesi çağrılırdı Bebeğin çıpa'sını (göbek bağı) ebesi veya iyi huylu birisinin kesmesi istenirdi İlk doğan sebinin erkek olması istenirdi Şimdi de öyle ya Çocuk doğar doğmaz sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okunurdu Doğum yapan anne kırk gün lohusa kalırdı Çocuğa genellikle büyüklerin ismi verilirdi Daha çok ölen nine, dede veya yakın tarihte ölmüş birinin ismi verilmesi halen devam etmektedir Çocuk kısa bir süre kundakta kalır Sonra beşiğe alınırdı Nazarlanmasın diye çocuk uzun süre yabancılara gösterilmezdiGösterileceği zaman nazarlık takılır, yüzüne kara sürülürdü Anne sütü olduğu müddetçe emzirilir Sütten kesildikten sonra inek sütü verilirdi Anne sütü yoksa, ilk zamanlarda, süt anne aranırdı Yakın çevreden herkes çocuğu emzirir ona süt anne olurdu Süt annelik yaygın bir uygulama olup yer yer hala devam etmektedir

Süt çocuk, süt kardeşi ve ondan sonra doğacak çocuklarla "süt aşağı akar" diye evlendirilmezdi Kız ergenlik dönemine kadar çember, daha sonra da keşan bağlardı Erkek çocuklar ergenlik dönemine kadar mendil, yağluk, daha sonra da başlık ve abaniye bağlardı Doğumdan sonra kızın annesi tarafından peşuk alayı yapılırdı Alay ekek evinde olurdu Alaya kızın ailesi ve yakınları katılırdıÇocuk kız ise kırmızı, erkek ise mavi beşik hediye edilirdi Bu olay sadece ilk çocuk için yapılırdı Diğer çocuklar bu beşikle büyütülürdü Alaya katılanlar eşya ve hediye veririlerdi Kundağa konulmuş paralar ise çocuğu yıkayan ebeye hediye edilirdi Ebeler çoğu zaman bu parayı almaz çocuğa bırakırdı

ÖLÜM


Cenaze törenlerini hocalar yönlendirir Eğer durum ağırlaşmış ve yapılacak bir şey kalmamışsa, hoca çağrılır, son nefeste Kur'an ile gitmesi sağlanırdı Ölüm yaşlılar için doğal karşılanır, çocuk ve genç ölümleri derin iz bırakırdıBu gibi durumlarda halen devam eden ölünün arkasından destan yazma geleneği vardır Ölen kimsenin ağzının açık kalmaması için bir bez parçasıyla ağzı bağlanırÜzerine şimemesi için bir bıçak konur Ölüm olayı yakın köylere sela, uzaklara telefon veya telgrafla bildirilir
Cenaze genelde, ertesi gün gömülür Bundan maksat uzakta olan yakınlarun gelebilmesi içindir

Genellikle öğle namazı sonrası, yakınların yetişememe durumunda ikindi namazından sonra defin işlemi olur Ölüye dargın olanlar dahi cenaze törenine katılır Ölünün başında ağıt yakılır Ağıtlarda sınır olmaz Ölenin ardından iyiliklerinden, yaşadıklarından gelişigüzel sesli olarak bahsedilir Bunu kadınlar çoğunlukla yapar Komşular devreye girer, ölü sahiplerini teselli ederken geleni gideni ağırlar, uzaktan gelenlere yemek veririler Ölünün hazırlanması, cenaze önce ve sonrası işlele hep komşular uğraşır
Yıkanıp tabutla musllaya konan mevtanın yüzüne isteyen bakabilir Cenaze namazına tabut omuzda götürülür Her ailenin kendine ait mezarlığı olduğu gibi köyün ortak mezarlığıda vardır

Ceset özenle hazırlanan mezara tabutla veya kefenle konur Ceset gömülürken Kur'an okunur Cenazeye gelen çocuklara bisküvi, şeker, fakirlere ve ihtiyacı olanlara havlu, namazgah, Kur'an-ı Kerim, dini bilgiler ve para verilirdi Bazı yerlerde ölenin günahlarını affı için devir denilen dini bir tören yapılırdı

Defin akşamı ölü evinde Kur'an okunur Bazı yerlerde de ölünün yıkanmasından gömülmesine kadar ki süre de hatim yaptırılır Belli aralıklarda mevlit okutulur Ölü yakınları uzun süre yalnız bırakılmaz, ziyaret edilir

Rize ve çevresinde birçok medeniyet ve devletler gelip geçmiştir Fakat Rize'nin Türkler tarafından fethinden sonra, diğer medeniyetler târihin seyri içerisinde unutulmuş ve bu bölge tamâmen Türk-İslâm kültürüyle yoğrulmuş ve üstünlük sağlamıştır

YÖRESEL YEMEKLER:

Rize'nin en sevilen sebzesi kara lahanadır Ayrıca mısır ekmeği, otuzdan fazla yemeği yapılan hamsi, koz kaldıran, kaymaktan yapılan hoşmeri başlıca mahallî yemekleridir Bölgeye özgü yemeklerden biride muhlamadır; mısır unu, tereyağı ve koloti peynirinden yapılan muhlama yöre sofrasının baş yemeğidir Bunlardan başka bölgeye özgü bir sebze olan karalahanadan üretilen yemekler vardır; lahanadan açık sarma, çohala, guli çorbası, helle çorbası, husli çorbası, lahana dolması, lahana ezmesi, lahana haşlaması, lahana rağtikosu, lahana sarması, lahana yemeği, princili lahana, sarma, vurma lahana gibi toplam 18 türlü yemek yapılır

Bölgede yetişen fasulye, kabak ve arap kapağı, patlıcan, domates ve pırasadan sebze yemekleri; bu sebzelerden ayrıca pazı, salatalık, şalgam ve tomarıdan turşu yapılır
Hayvanların etinden çoban kavurması, kıkırdak, et yahnisi, et yemeği, kavurma; sütünden yoğurt, süzme yoğurt, carmi (bir çeşit peynir) kurç (bir çeşit peynir) Minci, koloti peynir (şekli yuvarlaktır; ortası yumuşak, kenarları serttir) gibi gıda maddeleri; kıymak, mezus, minci kurusu, minci yemeği, portihala (loğusa ineğin sütünden üretilen bir çeşit tatlı) yapılır


YÖRESEL GİYİM:

Kadınların başlarında genel olarak sâde ve çiçek desenli örtüler vardır Uzun entari giyilir Entari üzerine peştemal bağlanır Peştemal ise umûmiyetle kahverengi, kırmızı ve siyah renktedir Bele kalın bir kuşak sarılır Ayağa renkli yün çorap giyilir Başlarına keşan adı verilen bir örtü örterler

Erkeklerin başlarında kara şayaktan yapılmış bir başlık vardır Bu başlık ortası oyuk bir sargı biçimindedir Yandan sarkan kolları ile bağlanarak başa sarılır Gövdeye kolsuz ve yakası aşağı doğru uzanan yelek, bunun altında işlik denilen gömlek giyilir Pantolonun yerini "zıpka" alır Bu arkası körüklü, paçaları dar bir pantolon çeşididir Ayağa "sabuk" denilen bir çizme giyilir

HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:

Halk oyunları ve müziği Doğu Karadeniz bölgesinin özelliklerini taşır Folklor, halk müziği ve halk oyunlarında Kafkas ülkelerinin tesiri görülür Başta gelen oyunları ise "horon" olup, bunların meşhurları"hemşin horonu, Rize titremesi, iki ayak, sıçrayarak ve sallama"dır Horon kelimesi "horom"dan gelir Bu ise mısır tarlalarındaki yığınlara verilen isimdir

NELERİ İLE ÜNLÜ:

Çay Bahçeleri, Kaçkar Dağları, Ayder ve Çamlıhemşin Yaylaları, Anzer Balı, Zilkale ve Buzul Gölleri, Elevit Şelalesi, Palovit Yaylası, Fırtına Deresi Vadisi, Rize Kalesi, Rize Bezi

İL İSMİ NEREDEN GELİYOR?

Kafkas kökenli bir kelime olduğu sanılmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.