Türk Okçuluk Tarihi

Eski 11-07-2010   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Türk Okçuluk Tarihi







Osmanlı Türklerinde okçuluk, eski Türklerdeki okçuluk anlayış ve uygulayışının bir uzantısıdır Ancak Osmanlı Türklerinde okçuluk daha büyük önem kazanmış, amaç ve uygulayışa yenilik ve genişlik kazandırmıştır
Eski Türklerde olduğu gibi Osmanlılarda da okçuluk, ordunun etkinliğini ortaya koyan bir araçtı Bu nedenle bu aracı en iyi biçimde kullanabilmek için eğitim ön planda tutulmuştur Eğitim, doğal olarak yarışmayı da bünyesinde barındırıyordu Okçuların birbirlerinden üstün olduklarını gösterme amaçları onları günümüzün insanını şaşkınlık içerisinde bırakan başarılara itmiştir


İncelenen Türk oklarının ortaları kalın, baş ve sonlara doğru incelen, çok düz, esnek ve kozalaklı ağaçlardan yapıldığı saptanmıştır Batılı araştırmacıların yaptıkları saptamalara göre “Türklerde okun uzunluğu, öncelikle oku atacak kişinin boyuna ve yayın niteliklerine bağlı” idi


Evliya Çelebi Seyahatnamesine göre yaycıların piri, ilk halife Ebubekir’in oğlu, Mehmet kabul edilir


Ok yapımcıları Istanbul’daki 200 dükkanda 300 kişi idiler Ok yapımcılarının piri olarak Kavvasoğlu, Ömerinoğlu Ebumuhammed gösterilir Okçuların piri olarak bazı kaynaklarda II Halife Hz Ömer’în adı da geçmektedir


Türklere Anadolu’nun kapılarını açmış olan Osmanoğulları, ok ve okçuluğa çok büyük önem ve değer verdiler Orhan Bey Bursa’da yaptırdığı “Atıcılar Alanı” ile bu konuda ilk girişimi yapan hükümdar oldu Yıldırım Beyazıt da Gelibolu’daki Okmeydanını yaptırdı Daha sonraki dönemlerde ülkedeki önemli ok meydanlarının sayısı 34′ü buldu Bu arada şunu da belirtmek gerekir; Geçici hatta devamlı ok atılan her yere “Okmeydanı” denilmemiştir Düzenlenen alanların bu adı alabilmesi için, sınırları taşlarla çevrili, gerekli tesisleri olan, usta kemankeşlerin menzil taşlarının yer aldığı yönetici ve eğitici kadroları bulunması zorunluydu


Bölgelerdeki okçuluk çalışmasının topluca yapılması amacıyla okçuluk tekkeleri kurulmuştur Bu kuruluşlara “Kemankeş Tekkesi, Tirendazlar Zaviyesi ve Atıcılar Dergahı” gibi adlar verilmiştir Okçular tekkesi, günümüzün değerlendirilişi ile bir kulüp idi Bu tekkenin başında bulunan kişiye, “Şeyh” denirdi Bu kişi devlet tarafından görevlendirilmiş bir kulüp başkanı durumundaydı Şeyh’e aynı zamanda “Binyüzcü Şeyh” adı da verilirdi Şeyhler usta kemankeşlerin en olgun ve en akıllılarından seçilirdi
Kemankeşler usta atıcılar tarafından hazırlanan program doğrultusunda çalışmalarını sürdürürlerdi Usta atıcılar arasında “İdmanı bir gün bırakanı, kemankeşlik on gün bırakır” denilirdi


Okçular tekkelerinin her birinde bir sicil defteri tutulur, kemankeşler ve sağladıkları dereceler günü gününe bu deftere yazılırdı Bu defterde yer alabilmek için en az 900 gez (594 m) uzaklığa ok atabilmek şarttı Bu barajı aşan okçu günümüzde lisans olarak kabul edilen, ” Kabza” alma onuruna erişirdi Okçular kanunnamesinde ençok özen gösterilen konulardan biri bu kanunname ile biçimlendirilmişti


Okçular tekkesinin bünyesinde, disiplin dışı hareketlerde bulunan kemankeşleri yargılayan ve cezalandıran bir Divan ile bu meydanın güvenliğini sağlayan bir güvenlik örgütübulunurdu Kemankeş Mustafa, Kavisname adlı yapıtında ok atışlarıyla ilgili çalışmaları yöneten ve günümüzde antrenör denilen kişilere duyulan sınırsız saygıyı şu cümle ile nakleder: “Üstadsız bir nesne kemal ile idrak olunmak muhaldir
Kemankeşlikle ilgili tüm çalışmalar da bir programa bağlanmıştır Hatta büyük yarışlardan önce kemankeşlerin hazırlanması için birkaç hafta önce kampa alındıkları ve bu kamplarda gıda, çalışma ve dinlenme yanı sıra uykularına da özen gösterildiği, uyku sırasında sol kolları ve kalp üzerine yatmalarını önlemek için nöbette bekleyen kişilerin görevlendirildiği kaydedilmektedir


Okçulara, “Tirendaz, Tirzen, Kemankeş, Kavvas, Tirkeş” denilirdi Kemankeşler hergün “Alalade idman” yaparlardı Önemli yarışmalardan önce “Muhkem İdman” ağır ve zorlu çalışma dönemine girerlerdi Okçuluk yapmak isteyen kişiler önce tekke şeyhinden izin alırlar ve namaz kılarak çalışmalara başlarlardı “Şakirt” denilen acemi okçular önce tekkede yapılan ilk bölüm çalışmalarına katılırlardı Bu acemi okçulara önce yayla idman yaptırılırdı Bu idmanda ustasından “Kepaze kabzası” nın nasıl tutulacağını öğrenen okçu adayı, bu çalışmada vücüdun kepaze ile uyum kazanmasını sağlardıİlk dönemlerde 66 kez kepaze çekilirdi Bu çalışma ustaların yönetiminde günde bine kadar çıkarılabilirdi Bu arada ” Şakirt”ler her sabah on kezden başlayarak her defasında arttırmak üzere avuçlarını bir mermere vurulardı Okçuluk hem kuvvet hem de yetenek gerektiren bir beden sporu olduğu için uzun bir hazırlık dönemini zorunlu kılardı Bu çalışmalar toplam dört ya da beş ay sürerdi


Okçulukta meydan çalışmaları, uzun süreli olurdu Ustasının yönetiminde gerekli düzeye erişen okçu, “Kemankeş” sıfatını kazanabilmek için en az 900 geze ok atabilmesi zorunluydu Bu gelişimi gerçekleştiren okçu, “Kabza”, yani izin alabilmek için tekke şeyhinin, bazı durumlarda da padişahın onayını alması gerekirdi
Ok atışlarında başlıca iki tür atış vardı: Menzil (mesafe) ve puta (hedef) atışları Bu iki atış türüne de katılabilmek için okçunun kabza almış olması gerekirdi
Okmeydanlarında “Menzil atmak” ya da, “Menzil dikmek” (rekor kırmak) için yarışılan günlere, “Meydan günü” denirdi Okun düştüğü uzaklık “Gez” ile ölçülürdü Orta boylu bir kişinin normal olarak attığı bir adım boyu “bir gez” olarak kabul edilirdi, bunun uzaklığı yaklaşık 66 cm’dir


Hedefe ok atışları ise kuvvet, teknik, beceri ve görüşün birleşiminde noktalanıyordu Hedefe atışlara, “Nişan atışları”, “Puta atışı” ya da “Puta koşulları” denilirdi
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Fatih Sultan Mehmet’in fetihten sonra putların, Ayasofya Camii içinde ve İstanbul’un diğer yerlerinden toplattırarak Okmeydanı’nda “Nişangah” (hedef) olarak kullanılmasını emrettiği anlatılır Bu nedenle bu atışlara “Puta atış” denmiştir Hedefe atış yerlerinde nişangah olarak kullanılan put ya da sepetler 300 gez uzaklığa konurdu Ayrıca nişangahların üzerinde bir de çıngırak vardı Bu çıngırak, atışlarda hedefe isabeti haber veriyordu


Hedefe atış yarışlarının değişik türleri vardı: İp altından yapılan atışlarda kemankeşin boyunun altında ip gerilirdi Zarp atışlarında kalın demir ya da tunç levhaları okla delmek gerekirdi Makbul İbrahim Paşa, Atmeydanı’ndaki sarayını yaptırması nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman’a bir ziyafet vermiştir Bu ziyafet eğlenceleri sırasında, Türk Okçuluk Tarihinin önemli kişilerinden biri olan Tozkoparan İskender, at üstünden attığı okla birbirinin içine yerleşmiş 5 kalkanı delmiştir Bu usta kemankeşin başarıları efsanelere konu olacak kadar büyüktür Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında Tozkoparan İskender’in Gündoğusundaki 1281,5 gez menzilinden daha uzağa ok atışı hiçbir dönemde gerçekleşememiştir Tozkoparan başarılı okçuluk yaşamında sadece Lodos menzilinde Bursalı Şüca’yı geçememiş ve “Ah! Lodos menzili…” diyerek ölmüştür
Ok’a “Tir” ya da “Sehem” de denilirdi En iyi ok çam ağacından yapılırdı Bir metre uzunluğunda, üç parmak kalınlığında ve budaksız olan dallar bir takım işlemlerden geçirildikten sonra 3 yıl dinlenmeye bırakılırdı En iyi ok yapımı için 20 yıl, “Timarlı” denilen daha dayanıklı oklar için 50 yıl beklenirdi Okların maden ya da kemikten sivri ucun geçirildiği yere “Temren”, “Demren”, ya da “Soya” denirdi Oku hedefe dik götüren tüye “Yele” adı verilirdi Bu yeleler kuğu, kerkenez, kartal, tavşancıl gibi kuşların kanat tüylerinden yapılırdı

Güçlü kolların çektiği yaylardan fırlayan oklar mermi gibi giderek hedefi adeta sabun kalıbı gibi delerlerdi Yarım metre kalınlığındaki kütükleri delip geçen oklar bulunduğu gibi, deve çanları, su bardakları ve demir kahve havanlarını delen oklar da görülmüştür
Ok uçları da farklı olabilirdi; Düdüklü oklar, havada ıslık çalarak giderdi Uçları testere gibi olan saplandıkları yerleri paramparça etmeden çıkmazlardı Geniş uçlu temrenler av ve savaşta, uçları meşinli oklar eğitimde kullanılırdı Parlayıcı fitilli (Dum Dumlu) oklar tüm okların en önemlisiydi Bunlar deniz savaşlarında düşman yelkenlilerini ateşe vermek için kullanılırdı Ayrıca uçları zehirli oklar da vardı




Okların kondukları torbalara “Kandil, kubur, tirkeş, sadak, ok kesesi, okluk” denirdi Bunlar en güzel şekilde işlenirdi


Yaya “Kavs” ya da “Keman” denirdi En iyi yaylar akağaçtan yapılırdı Yay yapımında kullanılan sinirler öküzlerin bileklerinin üst tarafından diz kapaklarına kadar olan bölümden sağlanırdı Yaydan çıkan okun düzgün gitmesini sağlayan tüy üzerindeki yere “Siper” ya da “Ok yatağı” denirdi Yayların sürekli olarak rüzgara karşı gölgede asılması gerekirdi
Türk yayları geniş ve ortası içeriye doğru basık, İran yayları bir daire biçiminde, Tatar yayları ise, her iki yaydan daha geniş görünümdedir Bunların içinde etkili olanı Türk yaylarıdır

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.