|  | Plaj ve Mayo Tarihi |  | 
|  11-25-2009 | #1 | 
| 
Şengül Şirin   |   Plaj ve Mayo TarihiPlaj ve mayo                  tarihi Ellili yılların Florya Plajı: Kırklardan ellilere, bu sahillerin 'yükselen imajı', Florya Plajı'nın halk arasında, 'artist yatağı' olarak anılmasına yol açmıştı  Gören şaşar  Nasıl hastalanmaz ki bu adamlar! Plaj ve mayo tarihi dedin mi, bil ki hikaye esas olarak yirminci yüzyılda geçmektedir  Tamam, Avrupa ve Amerika kıyılarında adına 'deniz kostümü' diyebileceğimiz bazı ilginç giysilere 1850'li yıllardan itibaren rastlamak mümkün  Ama biz Osmanlı'dan söze başlayacaksak, sahil boyunda denize giren mayolu insanları görebilmek için 1920'lere kadar beklememiz gerekecek  Çünkü eski zihniyet malum  Deniz ancak balıkçı, tulumbacı, kayıkçı, gemi tayfası ve bahriyelinin içine gireceği bir mahaldir  Gören                  şaşar  Nasıl hastalanmaz ki bu adamlar! Denize girmek, yüzmek, haşa, söz konusu bile değil! Anlaşılmaz şeydir! Deniz hamam mıdır, banyo mudur ki? Hani kayıkla gezsen ya da balık avlasan neyse  Çocuk isen, dadınla, lalanla -o da pek sık olmamak şartiyle- deniz kıyısında dolaşman da mümkün  Daha da ötesi, ayaklarını ıslatmadan kıyı boyunca, kumlar ve kayalar arasından şeytan minaresi, midye kabuğu, renkli taş bile toplayabilirsin  Ama denize girmek, yüzmek haşa, söz konusu bile değil! Deniz Hamamları Denizin bu 'umacı' rolünden kurtulması için, dediğimiz gibi, daha yakın dönemlere gelmemiz gerekiyor  Ama önce bir kısa tarihçe yapmaya çalışalım  On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru İstanbul kıyılarında tek tük de olsa salaş deniz hamamları kuruluyor  Yanlış anlaşılmasın, yalı önlerinde, hususi hamamlar bunlar  Dört tarafı tahtalarla örtülü yeni bir dünya  İçine giren, dış dünyadan gizli kapaklı, karanlık bir suya giriyor ve hemen çıkıyor  Cilt hastalıklarına bire bir, reçete bile yazılıyor Bu 'banyo' biraz ilaç gibi telakki ediliyor  Hekimin izniyle ve gerekiyorsa    Cilt hastalıklarına bire bir, reçeteye bile yazılıyor  İşte bu pek erken plaj tarihimizin erkekler için makbul deniz giysisi, çok afedersiniz ama bildiğimiz 'paçalı don'dur  Erkekler iç donla, kadınlar elbise ile Reşat Ekrem Koçu, "Açıktan girilirse bayağı uzun paçalı, hatta paçalar uçkurluklu beyaz patiska iç donları"nın kullanıldığını yazar  Kadınlar dört duvar içinde olmalarına rağmen ancak elbiseleriyle girerler suya  Başı örtülü, maşlahlı, entarili     Moda Plajı'nın tarampleni Moda iskelesi'nin tam karşısındaki Moda Plajı'nın trampleni, yaz aylarında, tam bir "cazibe" merkezi idi  En önemli deniz hamamları Deniz hamamlarının yayılışı, hususiden umuma mahsus hale gelişi ise geçen yüzyılın başlarında gerçekleşir  Artık 20  yüzyıla geçen yüzyıl diyeceğiz, değil mi? En önemli deniz hamamları Yeşilköy, Bakırköy, Samatya, Yenikapı, Kumkapı, Çatladıkapı, Ahırkapı, Salıpazarı, Fındıklı, Kuruçeşme, Ortaköy, İstinye, Tarabya, Büyükdere, Yenimahalle, Beykoz, Paşabahçe, Kuleli, Çengelköy, Beylerbeyi, Üsküdar, Salacak, Moda, Fenerbahçe, Caddebostan, Bostancı, Kartal, Maltepe, Pendik ve Tuzla'da kurulur  Meraklı gözleri saf dışı edecek bir bekçi kayığı dolaşır İşte, denize girme kültürümüzün boy atıp gelişeceği ilk mekanlar olan işbu deniz hamamları, genellikle 35 metre boyunda ve 20 metre enindedir  Eğer akıntılı suda kurulurlarsa, mutlaka ahşap olarak suya dayanıklı, çürümez keresteler kullanılır  Hamamların derinlikleri genellikle 1,5 metreyi geçmez, bu seviyede bir ahşap kafes bulunur   Bazı yerlerde yalnız erkeklere mahsus hamamlar, bazı kıyılarda ise kadın ve erkeklere mahsus ayrı ayrı hamamlar kurulur  Bunların arasında da, her türlü meraklı gözü saf dışı edecek bir bekçi kayığı dolaşır   Bekçi, kıyıda bıraktıkları çamaşırları toplar, karakola götürürdü Aslında deniz hamamının dışında, alenen açıkta, kıyıda denize girmek, uzun zaman herkes için yasaktı  Sahil boyunca dolaşan bekçi kayıkları, açıkta denize girmek yasağına uyulup uyulmadığını kontrol ederlerdi  Yakalananlar koltuklarında elbiseleri ile posta edilirdi  Bazen polis, karadan gizlice gelir, denizdekilerin kıyıda bıraktıkları çamaşırlarını toplar, karakola götürürdü  O zaman, denizden fırlayan peşine düşer, sahil mahallelerde, peştemallı ve polisin arkasından yalvararak koşuşan bir garip çıplaklar sürüsü peyda olur, kafeslerin arkasından kadın çığlıkları kopardı  Deniz hamamında polis cezası Fikret Adil, 9 Ağustos 1941 tarihli Tan'daki 'Deniz Hamamından Plaja' adlı yazısında, bu "hamamlarda dışarı çıkmak kadınlar için katiyyen yasaktı  Zaten yüzme bilen kadın yok gibi bir şeydi, bilenler kurbağalama veya yan yüzerler, havuz içinde dört dönerlerdi  Erkeklerden de dışarı açılanlar nadirdi  Havuzun kazıkları aralarından süzülerek veya denizin sathına kadar inen tahta perde altından dalarak geçerlerdi  Fakat tanınmış kimseler olmaları şarttı  Yoksa etraftan bağırışmalar olur, denizhamamcıya polis ceza yazardı" diyor   (Fikret Adil, Tan, 9 Ağustos 1941) "Deniz hamamları, çeşitleri, yararları: Denize Kimler Girebilir?" Daha önce dediğimiz gibi, bu erken dönemde deniz banyosu bir tedavi biçimi olarak görülüyordu  Evet, aklına gelen, canı çeken giriyordu; ama doktorlara sorarsanız öyle herkesin içine dalacağı bir yer değildi deniz  1906 yılında yayınlanan Adanalı doktor Ahmet Şükrü'nün kitabı 'Deniz hamamları, envai [çeşitleri], menafiı [yararları]: Denize Kimler Girebilir?' adından da anlaşılacağı gibi konumuzun erken dönem anayasası niteliğini taşır  Ahmet Şükrü önce yaş sınırı koyar  7 yaşın altındaki ve 45 yaşın üstündekiler ıçin denize girmek yasaktır! Bu bir  Denize girmek için bir nedenin de olmalıdır mutlaka  Sinirleri bozuk olanlar, saracalı bulunanlar, stres yaşayanlar (tabii kitapta böyle demiyor : "şehirde uzun müddet iskân ederek ıztırab-ı deruniye duyanlar "ın karşılığı kullandım), kansızlık çekenler, bademcikleri şişenler, göz ağrısı olanlar, kulak akıntısından yakınanlar, midesi şişkinlik yapanlar ve özellikle de deri hastalığına yakalananlar  Deniz banyosu değil her derde deva komple hastahane    Yazarımız da bu görüşe katılıyor ki, şunu ekliyor: "Yukardan beri tek tek saydığım hastalıkları çekenlerin denizden yararlanmalarının derecesi birdenbire dikkati çekince; deniz ne âlâ şey imiş, aman deniz ne âlâ ilaç imiş demekten insan kendini alamaz (sadeleştirilmiştir)"  (İstanbul 1322 [1906], s  57) Yine Ruslar    İstanbullular Beyaz Rusları görmek ıçin akın akın kıyılara Daha önce de defalarca yazdığımız gibi, deniz hamamlarından plajlara geçişimizin başlangıcı İstanbul'un işgal günlerine denk düşer  Bu yıllarda devrimden kaçarak İstanbul'u geçici bir süre de olsa mesken tutan Beyaz Ruslar, Florya kıyılarına yerleştirilir  Biraz sıcaktan, biraz da yolculuk arkadaşları bitlerden kurtulmak amacıyla denize giren Beyaz Rusları görmek ıçin, İstanbullular akın akın bu kıyılara gelirler  Önce açıkhava meyhanesi olarak kurulan Solaryum, daha sonra aynı adla ilk plajımız olarak ün yapar  İstanbul kıyılarında plajların artışına paralel olarak, geleneksel deniz hamamlarının da yok olduğunu görürüz Ünlü illüstratör Münif Fehim'in (1899-1983) kaleminden İstanbul koylarından biri: 50'li ve hatta 60'lı yıllarda, İstanbul'un kimi sahilleri 'sayfiye' havasını hala sürdürüyor, kıyılarda plaj kıyafetleriyle dolaşılıyordu  Plajlar Cumhuriyetle birlikte Ama plajların boy atıp yeşermesi için Cumhuriyet'in kurulup, devrimlerin başlamasını beklememiz gerekecektir  Batılılaşan İstanbullu, entariyi, pantolonu çıkarıp mayo denilen nev icat elbiseyi sırtına geçirir  Deniz hamamlarında karşı cinsler açısından ayrı gayrı olmak, yavaş yavaş tarihe karışır  Filmlerde plaj güzelleri toplu halde boy gösterir  Deriler güneşle haşır neşir olur, delikanlılar üç kademeli atlama kuleleriyle tanışır, genç kızlar cankurtaran kayıklarının kürekçilerine aşık olurlar  İstanbul kıyıları insana doyar, plajları efsaneleşir  Mayolar, doğal olarak 'çıplaklık' meselesini gündeme getirmiştir Birinci Mebusan Meclisi'nde Ziya Hoca'nın "çıplaklık ahlaksızlıktır" diye nutuk atması unutulamaz  Hazret, "erkekler zembil, kadınlar torba içinde ve birbirlerinden bir mil aşırı dahi olsalar, gene de aynı tuzlu suda yıkanamazlar" diye buyurmuştu  Plajlar sayesinde insanlarımızın giderek çıplaklaşması tartışmalar yaratır  Orhan Seyfi Orhon, eski neslin çıplaklık karşısında taşıdığı dertleri büyük bir açık yüreklilikle ifade etmiştir: " Gençlerle aramızda şu fark var: Biz soyunduğumuz zaman daha çirkiniz, onlar giyindiği zaman  " Ama eski neslin çirkin oluşunun nedenleri de açıktır: "Bizim, ne yağlarımızı eritecek plajlarımız, ne vücudumuzu işletecek istadyomlarımız vardı  Bizim zamanımızda denize kapalı deniz hamamlarında peştemalla girilirdi  Şayet çıplak etimize yabancı bir göz çarparsa, utancımızdan güneş çarpmış gibi kızarırdık  Genç kızlar yürümesini, delikanlılar koşmasını bilmezdi  " ('Plajda İki Nesil', Kulaktan Kulağa  İstanbul 1943, s  68) Otuzlu, kırklı ve ellili yıllarda yayımlanan popüler dergilerde, yaz geldi mi, 'kapaklar değişir', illüstratörlerin fırça ve kaleminden, ilginç desenler ortaya çıkardı   Altmışlı yıllarda, işin içine fotoğraf girdi  Hayat dergisi ilk                  örnekleri verdi  Bilmece: Mayo var mı yok mu? Mayoların küçülmesi meselesi giderek öyle bir hale gelecektir ki, 1947 yılında Sitare Sonar imzalı yazı şöyle başlayacaktı: "Bilmece: Mayo var mı yok mu?" Bu başlıktan sonra yazı şöyle devam ediyor "Fransada denizde giyilecek kıyafeti küçültmek ve kısaltmak yolunda o kadar ileriye gidilmiştir ki, mayonun külot kısmı hemen hemen ince bir şerit halinde kalmakta, sutyen kısmı bilhassa güzel göğüsler için yok derecesine inmektedir  " Soyulmak ne kadar fena ise soyunmak o derece iyi    Refik Halit Karay savaş yıllarının bunalımlı dedikodulu ortamında, çıplaklığın getirdiği huzur ve demokrasiden pek memnundur: "[Plajda] bütün kâbuslardan, üzüntü ve eziyetten uzaksın  (    ) Bunu yapan çıplaklıktır  Beden çıplaklığı zihni de lüzumsuz örtülerden, o bunaltıcı, terletici fikir elbiselerinden kurtarmıya yarıyor, fikir de plajda soyunuyor, yıkanıyor, daha samimi, daha tabiî oluyor  " Bu konudaki son sözünü ise şöyle söylüyor: " Çıplaklığın faydaları pek çok, hem sade maddî ve sıhhî bakımdan değil, terbiye ve ruh noktasından da    Evvelâ göz doyması, göz tokluğu  Sonra adama alışmak ve tabiîliğe dönüş  Yavaş yavaş da benimsememek, bir kemale eriş, bir istiğna mertebesine varış  Soyulmak ne kadar fena ise soyunmak o derece iyi    " ('Plajda Gezintiler', İlk Adım, İstanbul t  y  , s  152-153) Üstad bir başka yazısında, sınıf farklarını insanları soymak yoluyla ortadan kaldırdığı için plajları sevdiğini söyler ve durumu tek cümlede şöyle özetler: "Plaj nedir? Hürriyet diyarı    " ('Yine Plaj', a  g  y  , s  155) Allah ne verdiyse kumlara yayılıp Bu çıplaklık tartışmasını, denize peştemalla girilen günlerden kalan bir isim kapatsın isterseniz  Ref'i Cevat Ulunay, plajların şiddetle taraftarı olduğunu söyler  Çünkü herkes vücut dili ile nesi var nesi yoksa ortaya koyarak birbirine görünmek zorundadır: "Orada ne yapma meme, ne uydurma kalça var  Allah ne verdiyse kumlara yayılıp teşhir ediliyor  Gösterecek nesnesi olmayanlar birer sandalyeye kurulup giren çıkanı seyrediyorlar ve ekseriya olduğu gibi, 'Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünüyor'    " ('Mevsime Girerken', Mizah, 28 Mayıs 1948) Vücudunu güneşe verip yakmak ayıptı Deniz hamamları döneminde denize girmek nasıl dikkatlice yapılması gereken bir eylemse, vücutları güneşten korumak da aynı derecede önemliydi  Mümkün olduğu kadar örtünülür, bakışlardan ve güneş ışıklarından saklanılırdı  "Vücudunu güneşe verip yakmak ayıptı  Böyle yanmış bir kimsenin çingene, Kürt veya dellâk telâkki edilmek ihtimali muhakkaktı  (    ) Güneşli zamanlarda denize girilmediğinden ve havuzda hareket imkânı az olduğundan çeneler hemen birbirine vurur, dudaklar morarır, vücudun derisi kabarır ve ürpermeler başlardı  " (Fikret Adıl, Deniz Hamamından Plaja, Tan 9 Ağustos 1941) 1933 yazının son günleri, Eylül ayındayız  Suadiye Plajı'nda modayı takip eden genç kızlar, ilginç plaj giysileriyle objektife poz verirken, genç delikanlılar arkada, kadraja girmeye çalışıyorlar  Plaj kültürü, 1950'li yıllarda İstanbul kıyılarında iyiden iyiye gelişmişti, plaj giysilerinde her yaz Avrupa modası izleniyordu  Plajlarla vücudu güneşe teslim etmek de moda oldu Ama plajlar dönemine geçilince, çıplaklıkla paralel bir hızda vücudu güneşe teslim etmek de moda oldu  Falih Rıfkı Atay, 1932 yılında yayınlanan ve biçimiyle de ilginç olan "Roman" adlı romanında, modern yaşamın tüm inceliklerini diline dolar! Bostancı kıyılarında derilerini yakan insanları seyrederken bu konuda derin bilgiler ediniriz: "Deri yakmak ıztıraplı bir şeydir  Yüzükoyun veya sırtüstü kum üstüne serilmiş olanların yalnız yüzlerine baksanız, ya dişleri sökülüyor, ya kolları burkuluyor, ya karınları yarılıyor sanırsınız  Hepsinde, ameliyat masasında bayıltılmamış bir hasta yüzü vardır  Kararmak oldukça uzun sürer  Vücut önceleri kabak içi rengindedir  Bir iki gün sonra kollara ve omuz başlarına domates kırmızılığı çöker  Nihayet bütün vücutta, her deriye göre değişen esas karartının yerleştiği görülür  Bir kadın için teninin üstündeki bu tunç kızılı, pahalı kürk kadar aranır bir kılıf olmuştur  " (Roman, İstanbul 1964, 3  B  , s  9) Süreyya Plajı, 'La Turquie Moderne' gibi yabancı dergilere de ilan verir  Güneşte yanmayı mizah konusu yapan bir diğer yazarımız da Refik Halit Karay'dır  Nişanlısıyla güneşte yanışlarını aşama aşama şöyle anlatır: "Bu hale gelinceye kadar günlerce ve beraberce az zahmet çekmedik  Bu cilt, önce, güneşe serilmiş domates salçası gibi fena halde kızardı; üstünde âdeta yarıklar, kabarcıklar husule geldi; sonra bir yanmadır başladı  Karşılıklı, kuma bağdaş kurup, âma [kör] dilenci gibi bir iyi kaşındık; kaşınma evde ve yatakta da devam etti  Derken çarşı hamamında ve tellâk elinde keselenen vücutlerdekı kir gibi büklüm büklüm, fitil fitil tenimizden ayrılan bu derileri avuçlarımızla ovalıya ovalıya derledik, topladık, attık, daha doğrusu etrafımıza serptik  Nihayet renklerimiz beyazdan pembeye, pembeden kızıla, kızıldan esmere, esmerden çikolataya, şimdi de son haddi olan yanık kahveye döndü; plajda 'bukalemun' misali renk değiştirdik  " (Modern Su Perisi, Tanıdıklarım, İstanbul t  y  , s  122) Güneşin şakası yoktur    İnsanı çarpar ve öldürür    Selim Sırrı'nın [Tarcan] ise, Radyo Konferansları'nda konuyu şakaya almaya hiç niyeti yoktur: "Bazıları (    ) derileri yüzülünceye, hatta etleri cılk yara oluncıya kadar vücutlarının muayyen yerlerini güneşe gösterip yakıyorlar  Bu biçarelere acımaktan başka bir şey elimizden gelmez  Çünkü çok tehlikeli bir oyun oynuyorlar  Güneşin şakası yoktur  İnsanı çarpar ve öldürür  " Ellili yılların başından itibaren basında yer alan ilanların arasında, plajlara, plaj giysilerine ve güneş kremlerine ilişkin olanlar da artış gösterir   Sağlıklı yanma reçetesi… Yavaş yavaş    Önce bacaklar… Öyle                  kütük gibi durmak da yok… Jimnastik tarihimizin baş aktörü olan Selim Sırrı bey, konferansında elbette ki güneş banyosunu nasıl yapacağımızı da söylüyor  Anlattığına göre, öncelikle vücudu güneşe yavaş yavaş alıştırmalıdır  Ama bu 'yavaş yavaşlık' neredeyse bir mevsime yayılmaktadır! Reçete şöyle: Nisan'ın on beşinden başlayarak Mayıs'a kadar vücudunuzu her sabah tül perdenin ardından üç-beş dakika güneşe göstereceksiniz  Mayıstan itibaren bahçe ya da taraçaya bornozla çıkacaksınız  Yavaş yavaş önce bacakları, sonra bele kadar alt yanımızı, en son da tüm vücudumuzu  Ama on dakikadan başlayıp, bir saate bir ay içinde ulaşan bir süratle  Öyle kütük gibi durmak da yok, "vücudu hafifçe işletmeli, biraz sıçrayıp dolaşmak ve yuğunmalıdır  " Böylece yazın plajlarda güneş banyosu yapmaya hazır hale gelebilirsiniz  Ama orada da ifrata kaçmak yok  Bir kere sabah 11'den 3'e kadar güneşe çıkmak yasaktır  Günün diğer saatlerinde ise toplam süre bir saati geçmemek koşuluyla, on dakikada bir gölgeli 2-3 dakika gölgeli bir yere geçerek    (Güneş Nasıl Bir Gıdadır?, Radyo Konferansları, İstanbul 1932, s  92-97) Ağustos 1944'te Florya 'Küçük Plaj'da çekilmiş bir hatıra fotoğrafı: Plajın cankurtaranı objektife bakmıyor; ama o dönemin filmlerindeki 'jönlere uygun bir havada pozunu veriyor   Mayomuzu giydik, güneşe yolunca yordamınca uzandık da her şey tamam oldu mu artık? Unutmayalım ki, Cumhuriyet'in ilk yılları her alanda muaşeret usullerini öğrendiğimiz yıllardır  Telefon kullanımından, çay saati adabına kadar gündeme gelmeyen muaşeret usulü kalmaz  Böyle bir ortamda plaj adabından da söz edebiliriz elbette  Modern insanımızın, hele hele gelinlik genç kızlarımızın öyle ulu orta, düşünmeden taşınmadan denize girmesi hiç uygun değildir  Plaj kıyafetinin bile adabı olduğunu unutmamalıdır: "Genç kız hafif, fakat temiz ve itinalı bir deniz kıyafetine muhtaçtır  Saçlar darmadağınık, nerden geldiği bilinmeyen bir modaya uygun olsun diye, elbise kir içinde, evde bile dolaşılması doğru olmayan bir kıyafetle plaja gitmek terbiyeli ve iyi yetişmiş bir genç kıza yakışmaz  (    ) Deniz banyosuna kiminle geliyorsanız ancak onlarla bir arada bulunmalı  Umumi bir yer olan plajda münasebet tesisinin çirkin ve bayağı bir iş olduğunu kabul etmelidir  (    ) Plaj ve deniz kıyafeti herkesin bildiği şeylerdir  Yalnız kadın mayosile genç kız mayosu arasında dekolte itibariyle bir fark olacağı, çok açık dekolte mayoların genç kıza gitmeyeceğini artık söylemeye lüzum görmüyorum  Bunu herhangi bir taassup tesiriyle iddia ettiğimiz zannı hâsıl olmasın    Hiç bir erkeğin bulunamayacağı, yalnız kadınların girebileceği bir deniz hamamında da genç kız, dekoltesi daha az mayoyu tercih etmelidir  Temiz ruhlu bir genç kızın benliğindeki hicap hissi, yarı beline kadar açık bir mayoyu nerede ve kimin arasında olursa olsun kullanmaktan kendini men'eder  " (Feliha Sedat, Genç Kızlara Muaşeret Usulleri, İstanbul 1932) Refik Halit Karay da bir yazısında mayo giymenin adabı üzerinde durur: "Aman çok rica ederim, bayanlar, denizden çıkar çıkmaz ıslak mayolar ile hemen şezlonga uzanmasınlar  Zira süzülen su, bezin ortasında birikip kendine bir mecra bularak, şırıl şırıl, uzun uzun, hattâ bazan hafifçe boyalı, bakmamak isterseniz de, yine gözleri kendine çevirten bir inatçılıkla durmadan akıyor, vekara dokunacak şeyler hatırlatıyor  Dikkat edilecek ikinci nokta da şudur: Yaş mayo ile kumda oturduktan sonra, kum kurumadan ve kumaştan dökülecek hale gelmeden ortalıkta fazla dolaşmamak! Kabahat yapmış ilkokul talebesine dönmeğe ve sıcak hamama sokulmak lâzım geldiği zehabını vermeğe ne lüzum var? Kumdan kalkınca, iyice silkinmek, bu yetişmezse suya tekrar bir dalıp çıkmak, öyle, tertemiz gezinmek ihmali caiz olmıyor plaj adap ve erkânındandır  " (Yine Plaj, İlk Adım, İst  t  y  , s  156-57) Banyo kostümü hemen hemen Hazreti Havva'nın kostümüne benzedi Mayolar İstanbul plajlarını sardıkça ve giderek küçülmeye başladıkça, magazin basınının da temel konularından biri oldu  'Mayoların ne hale geldiği' en çok ele alınan konulardan biriydi  Modası diyemiyorum, örneğin 1934 yılında Hafta dergisi söze şöyle giriyordu: "Banyo kostümü hemen hemen Hazreti Havva'nın kostümüne benzedi  Öyle olduğu halde bu 25 santimlik bez parçası her hafta değişen bir modaya tâbidir ki, bu modada Miyami'den hemen hemen bütün dünyaya yayılmaktadır  Yazı beklemeden deniz mevsimini açan bu şehirde geçen ay sinema güzellerinden Doris Hil krepondan bir mayo giymiş; bu mayo ile denizden çıktığı zaman plajda seyirci olanlar hayretten dona kalmış  Meğer bu kumaş su görünce o kadar şeffaf bir hal alıyormuş ki    " (Hafta, Mayıs 1934) Deniz canavarlarına dikkat Denizler, mayolar ve güneş yanıkları konusu 1950'li yıllarda artık önemini kaybetmeye başlar  Çıplaklığa alışılmıştır, plajlar yedi ummana yayılmıştır ve koruma kremleri piyasaya çıkmıştır  Bikini bile etkili olamamıştır bu tekdüzeliği yıkmaya  Biz de yazımızı yarım yüzyıl kadar önce plajlarda karşılaşılan deniz canavarlarını anlatarak bitirelim  Bu canavarların en tehlikesi 'Deniz Don Juanı'dır  Gözüne kestirdiğine demir atar, hemen yanaşırlar  Korunmak için 'höt!' demeniz yeterlidir  Çünkü korkaktırlar  İkinci canavar 'Şakacı Çocuk'tur  En olmadık anlarda eşek şakalarıyla karşılaşmanız iş bile değildir  Tek kurtuluş çaresi eşek sudan gelinceye kadar gıdıklamak! 'Yüzme Hocası' bir diğer canavardır  Yüzme bilmiyorsanız kurtuluş çok zordur  Başka bir plaja kaçmak çözüm olabilir   Son canavar ise dişi cinstendir  Adına 'Boyalı Bebek' denir  Genellikle nefis mayolara sahiptir  Gayet güzel boyanmıştır  Ve yürüdüğü zaman çok canlar yakar  Aydabir dergisi (Temmuz 1954), korunmak için altı okka yapıp suya atmayı öneriyor ama, bilmem ki bu kadar korunmacı olmaya gerek var mı? Yazıya ek Fotoğraflar: İstanbul - Deniz Hamamları Kaynak : Popüler Tarih Haziran 2001 Sayı:01, GÖKHAN AKÇURA 
				__________________  Arkadaşlar, efendiler            ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,            müritler, meczuplar memleketi olamaz  En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet            tarikatıdır   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |