Hüsn ü Aşk, 101-150. Bölüm |
07-31-2009 | #1 |
Equinox
|
Hüsn ü Aşk, 101-150. BölümHüsn ü Aşk, 101-150 Bölüm 101 Sihr ile yağar o deste âteş / Gâhice de ef'i-i münakkaş 101 Büyüyle o çöle ateşler, bazen de nakışlı ejderhalar yağarmış 102 Allâh muîn olup geçersen / Kalb şehrinin âbını içersen 102 Allah yardım eder de geçer; Kalb şehrinin suyunu içersen, 103 Kıl andaki kîmyâyı hâsıl / Gel bunda ol işte Hüsn'e vâsıl 103 Ordaki kimyâyı elde edip buraya gelirsin; işte Hüsn burada; gel ona kavuş Sefer kerden-i Aşk be diyâr-ı Kalb ve ser-encâm-ı vey / Aşk'ın Kalb Ülkesine Gitmesi ve Burada Başına Gelenler 104 Aşk oldu bu müjdeden ferah-nâk / Bin şevk ile etdi câmesin çâk 104 Aşk bu müjdeye sevindi; binlerce sevinçle coştu, elbisesini yırttı 105 Fi'l hâl sorup diyâr-ı Kalbi / Tutdu reh-i reh-güzâr-ı Kalb-i 105 Kalb ülkesi nerede diye sorup Kalb yoluna varan semte yöneldi 106 Gayret de olup ana kafâ-dâr / Kıldı iki yâr azm-i dil-dâr 106 Gayret de ona yol arkadaşı olup; iki dost, sevgiliye varmaya yüz tuttular 107 Çün girdi o merd-i râh râha / Evvel kademinde düştü çâha 107 O yol eri, yola düşer düşmez ilk adımda bir kuyuya düştü, 108 Ammâ ki ne çâh çâh-ı girdâb / Mânend-i ebed verâsı nâ-yâb 108 Ama ne kuyuydu? Bir girdab kuyusu ki ebed gibi sonu görünmüyordu 109 Gayret dedi ana ey fedâyî / Kârûn'a sor imdi kîmyâyı 109 Gayret ona, ey fedâyi dedi; şimdi var da kimyâyı Kârûn'a sor (Kârun : Mûsâ'nın kavminden biri olup, zenginliği ile meşhurdur) Der sıfat-ı şeb ve şiddet-i şitâ / Gece ve Kışın Şiddetinin Niteliği 110 Bir deşt-i siyehde oldu güm-râh / Yeldâ-yi şitâ belâ-yı nâgâh 110 Birkapkara çölde yollarını yitirdiler; kışın en uzun gecesiydi, ansızın gelip çatan bir kıştı bu 111 Bir deşt bu kim neûzu billâh / Cinler cirid oynar anda her gâh 111 Bir çöl ki bu Allah'a sığınırız; orada her an cinler cirit oynar 112 Birbirine ye's ü havf lâhık / Geh kar yağar idi geh karanlık 112 Yeisle korku birbiri üstüne yığılıyordu; bazen kar yağıyordu; bazen etraf karanlık 113 Deycûr ile berf edince ülfet / Bir kâlebe girdi nûr u zulmet 113 Karanlıkla kar; birbiriyle uzlaşınca; nurla zulmet bir kalıba girdi 114 Sermâdan olup füsürde mehtâb / Şebnem yerine döküldü sîmâb 114 Mehtap soğuktan donup çiy yerine cıva dökülmekteydi 115 Âhû-yı şefîde döndü deycûr / Sahrâ dolu müşk içinde kâfûr 115 Karanlık beyaz bir ceylana dönmüş; ova, misk içinde kâfurla dolmuştu 116 Bir bakıma berf içinde deycûr / Mânend-i sevâd-ı dîde mahsûr 116 Bir bakıma da kar içinde karanlık, âdeta gözün beyazı ile çevrili karası gibi, kuşatılmış bir halde 117 Buzdan kırılıp sipihr-ı mînâ / Düştü yere rîze rîze gûyâ 117 Camdan yapılmış gök, güya buzdan kırılarak parça parça yere düşmüştü 118 Bak bak felek-i siyâh-kâre / Âyine getirdi Zengibâr'a 118 Her işi zulüm olan şu feleğe bak, sanki Zengibar'a ayna götürmüş 119 Sermâyile berf olunca munsab / Dendânı sırıtdı Zengi-i şeb 119 Soğukla kar birbirine karışınca, gece zencisi sırttı; bembeyaz dişleri göründü 120 Bin mîh ile na'l-i mâhı encüm / Deycûr-ı şitâdan eyledi güm 120 Yıldızlar, bin mıh çakılmış olan ayı karanlık yüzünden kaybettiler Güzeşten-i Aşk ez harâbe-i gam / Aşk'ın Gam Harabesinden Geçmesi 121 Vaktâ ki cenâb-ı Aşk bî-bâk / Gam deştine düştü ârzû-nâk 121 Aşk, korkusuzca ve istekle Gam çölüne düşünce, 122 Ol tiyg ile Aşk-ı bark-cevlân / Gam deştini etdi rîk-i meydân 122 Şimşek gibi koşup giden Aşk, o kılıçla Gam çölünü, meydan kumuna döndürdü 123 Her gûl-i bekâ ki çıktı râha / Kıldı anı tu'ma tiyg-i âha 123 Yoluna çıkan her belâ gulyabanisini âh kılıcına bir lokma yaptı 124 Döndürdü zemîni âsmâna / Ejderleri reng-i kehkeşâna 124 Yeryüzünü göğe çevirdi; ejderhâları kehkeşan rengine boyadı; 125 Etti ser-i dîvü gûlü sergi / Verdi o sipâha nakd-i mergi 125 Devlerin, gulyabanilerin başlarını sergi haline getirdi, o orduya ölüm nakdini verdi 126 Hûnâbe-i şîri etdi deryâ / Kaplan derisine döndü sahrâ 126 Arslanların kanlarını deryâ gibi akıttı; ova, kaplan derisine döndü 127 Bir seyf ile etti ol melek-zâd / Deycûr-ı cahîmi cennet-âbâd 127 O memleket doğmuş güzel, bir kılıçla cehennem karanlığını cennet haline getirdi 128 Az vaktde geçdi gam harâbın / Hem sihrini gördü hem serâbın 128 Az bir vakitte Gam harâbesini geçti; onun hem büyüsünü, hem serâbını gördü 129 Geçdi o yolu ecelden akdem / Kaldı geride serây-ı mâtem 129 O yolu ecelden önce geçti, Mâtem sarayı geride kaldı, 130 Gûş etmiş idi o sergüzeşti / Âteş yemi üzre mum keştî 130 Ateş denizinin üstünde mumdan gemiler olduğundan; başa gelecekleri önceden işitmişti 131 Çıkdı yolu üzre şimdi nâgâh / Ol kulzüm-i âteş-i ciğer-kâh 131 Ansızın yolunun üstüne şimdi: o ciğerler yakan ateş deryası çıkıverdi 132 Mumdan gemiler edip hüveydâ / Kılmış nice dîv o bahri me'vâ 132 Mumdan gemiler meydana çıkararak bir nice dev, o denizi yurt edinmişti 133 Çün âteş o kavme etmez âzâr / Âzürde olur mu nârdan nâr 133 Çünkü o kavme ateş zarar vermez; ateşten incinir mi ateş? 134 Keştîleri ber hevâ tutarlar / Çok ebleh-i bî nevâ tutarlar 134 Gemileri havada tutuyorlar; bir çok zavallı ahmağı böylece avlıyorlardı 135 Keştîye kim eyler ise ikdâm / Ol dîvler eyler idi i'dâm 135 Gemiye kim binmeyi kurarsa o devler, hemen onu yok ediyorlardı 136 Zavrak velî nahl-i sûra benzer / Kâlîbedi surh u şu'le-peyger 136 Gemiydi onlar, ama düğün alayındaki nahle benziyorlardı; tekneleri kırmızıydı, alevden yapılmıştı 137 Gûyâ ki cezîre-i felâket / Pür-sûz belâ kızıl kıyâmet 137 Sanki felâket adasıydı orası, ateşle dolu bir belâ idi, kızıl kıyametti 138 Her biri misâl-ı Kûh-i Surhâb / Dobdolu içinde dîv-i küh-râb 138 Her gemi, Sürhâb dağına benziyordu, her gemide üvey babası dağ olan devler dopdoluydu (Sürnâb : Tebriz'de ot bitmez bir dağın adı) 139 Tâbût idi san o keştî-i mûm / Olmazdı mezârı liyk ma'lûm 139 O mum gemiler sanki tabuttu, fakat içine girenlerin nereye gömüldükleri belli olmazdı 140 Ol fülk u o nâr-ı pür felâket / Hep şem'-i mezârdan ibâret 140 O gemiler, o felâket dolu ateş, hep mezarda yanan mumlardan ibaretti 141 Ol sihre mahall idi fakat nâr / Hiç sâhile edemezdi âzâr 141 Fakat o büyünün hüküm sürdüğü yer de ateşti Ancak kıyıya bir zararı dokunmuyordu 142 Çün dîvler etdi Aşk'ı da'vet / Gel keştîye bulasın selâmet 142 Devler, Aşk'ı gel, gemiye bin de selâmete er diye çağırınca, 143 Aşk eyledi mâcerâyı iz'ân / Sabreyleyip olmadı şitâbân 143 Aşk, başına gelecekleri anladı, sabretti, koşup gemiye binmedi 144 Amma ki ne çâre râh mesdûd / Hîç olmadı bir tarîk meşhûd 144 Fakat ne çaresi var ki yol kapalıydı, hiç bir yol görünmüyordu Hasb-i hâl / Kendi Halini Anlatış 145 Ey hâlık u kirdgâr tâ key / Bu mihnet ü hâr hâr tâ key 145 Ey daima tedbir ve tasarruf sahibi olan Allah, bu mihnet, bu eziyet ne vakte dek sürecek? 146 Reh-zen ne revâ ki yol senindir / Ger hâhiş ararsan ol senindir 146 Yol kesenin bulanması revâ mı ki yol senindir Dilek, istek ararsan, o da senindir 147 Lâzım mı her ehl-i derd-i pür-şûr / Çıkmak ser-i dâra hemçü Mansûr 147 Her dertli, her coşkun kişinin Mansûr gibi darağacına çıkması mı lâzım? 148 Etme beni firkate nişâne / Bed-ahdi ne lâzım imtihâne 148 Beni ayrılığa amaç etme, ahdi kötü kişiyi, sınamaya ne lüzum var? 149 Çün zerre-i aşka mazhar ettin / Horşîde başım berâber ettim 149 Değil mi ki zerre kadar aşk verdin, lütfettin de başımı güneş gibi yücelttin 150 Câdûlar elinde etme beste / Öldür beni koyma böyle haste 150 Cadılar eline düşürme, beni öldür de böylesine hasta etme |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|