Efendimiz Ve Osmanlı!

Eski 05-16-2009   #1
GöKKuŞaĞı
Varsayılan

Efendimiz Ve Osmanlı!





Değer verene, elbette değer verilecekti Korumaya çalışan,
korunacaktı Seven, sevilecek; muhabbet duyana, muhabbet duyulacaktı
Evet, Peygamber seni çok seviyordu Çünkü sen de O'nu çok
seviyordun O ve O'na ait her şeye derin bir muhabbet besliyordun
Asırlar süren ömrünce de bunu hemen her fırsatta göstermiştin
Daha gencecik iken, O'nun getirdiği kitaba saygısızlık olur
diyerek, bütün bir gece, Kur'an'ın bulunduğu odada ayaklarını
uzatıp yatmamıştın


Tarih boyunca onlarca devletin, kapısına gelip gelip hüsran içinde
geri döndüğü İstanbul'u, sırf O'nun müjdesine ermek için
fethetmiştin Bu güzel beldeyi alınca, "Kendinize bir saray
yaptırmayacak mısınız?" diye sorduklarında, "O güzel Peygamberin
mihmandarını bulup, ona bir türbe yaptırmadan kendime bir saray
yaptırmaya haya ederim" demiştin


Senin fikrinde hep O, güzeller güzeli olduğu gibi, zikrinde de,
faaliyetlerinde de hep O vardı O'nun yüzyıllar evvel verdiği
müjdeyi gerçekleştirme şevkiyle İstanbul'a yüklendiğinde,
Boğaz'ı tutmak için Rumeli yakasına bir kale inşa etmen
gerektiğinde, kale duvarlarını, Kufi hatla Muhammed yazarak inşa
etmiştin Sen bu anlamlı davranışınla, Diyar-ı Rum denen
toprakları, O mübarek isimle mühürleyerek Diyar-ı İslâm haline
getirmiştin


Ülkeyi yönetme vazifesi sana verildiğinde, vazifenin bilincinde
olarak ilk önce Yüce Peygamber'in mihmandarı Eba Eyyube'l-Ensari'nin
huzuruna gitmiş, ceddin Osman Bey'in kılıcını O'nun huzurunda
kuşanmıştın Aslında imkân olsa, sen ey güzel Osmanlı, gider, o
mübarek kılıcı Sevgililer Sevgilisi'nin huzurunda, Medine'de,
Ravzayı Mutahhara'da kuşanırdın; ama halkın selâmeti için
fedakârlık yapmaya, başkaları için yaşamaya mecburdun ve
İstanbul'dan da ayrılamazdın Bu sebepledir ki sen, Hicaz
topraklarına hiç gidemedin Oralara hiç yüz süremedin Seni
oralarda, hep rüyalarda, yakazalarda gördüler Ve Sen hep oraların
hicranıyla yandın


Sen: "Ben senin bastığın yerlerin hadimiyim" demiştin Bunu
söylerken samimiyetini gösterme adına da, Kâbe'nin avlusunu
süpürttüğün tavus tüylerinden birini tacına takmıştın
Bununla da yetinmemiş, O'nun mübarek ayak izini, "N'ola başımda
taçım gibi taşısam daim" diyerek, sorguç gibi tacının üzerine
koydurmuştun


Her işinde o güzel Rasûl'ün işaretini beklemiştin Kıbrıs
fethedilip bunun şükrünü eda etme adına bir cami yaptırmak
istediğinde, camiyi inşa edeceğin yeri bile O söylemişti sana Ama
sen de O'na karşı son derece saygılıydın Sultan Ahmet Camii'ne,
altıncı minareyi, O'nun mescidine yedincisini ekletmeden yaptırmayı
saygısızlık addetmiştin


Mısır'ı fethettiğin zaman, Kutsal Emanetler ile Hicaz Emiri sana
bağlılığını bildirdiğinde, gözlere sürme bu emanetlerin
başında, kesintisiz Kur'ân okumayı başlatmış, bu iş için otuz
dokuz hafız görevlendirmiş, kırkıncı hafız olarak da kendini
vazifeli kılmıştın


O gözlere sürme Sakal-ı Şerifleri, cam ampullere bir bir
koydurarak, Güzeller Güzeli'nin bu mübarek hilyelerini her insan
görsün diyerek, dünyanın dört bir yanına dağıtmıştın


Sadece mübarek sakallar mı? Sen O'na ait her şeye düşkündün Hz
Peygamber'in Kâb Bin Züheyr'e hediye ettiği mübarek hırkası,
dönüp dolaşıp senin ülkene geldiğinde, heyecanlanmış, onu
muhafaza etmek için hemen bir cami yaptırmıştın Hırka-ı
Şerif'in adıyla anılacak bu camide korunacak olan Peygamber
Hırkası, bundan böyle halka buradan sergilenecek, sen muhafaza
edecektin
Sen O'nun adına da müştaktın Bu nedenledir ki her yerde O'nun
adını anmış, O'nun türkülerini söylemiştin Çocuklarını bile
O'nun adıyla uyutmuş, O'nun adıyla büyütmüştün Çocuklarına
hep O'nun ve sevdiklerinin adlarını vermiştin Tarihte kaç sülâle
vardır senin kadar Peygamber adını nesillerine çok koyan Sen
çevreni Ahmetlerle, Mahmutlarla, Mehmetlerle süslemiştin


Topkapı Sarayı avlusunda, o Güzeller Güzeli'nin sancağını
selâmlamadan hiçbir sefere çıkmamıştın


Avrupa'da O'nu alaya alan bir oyun sergilendiğinde, hasta halinle bile
kükremiş ve: "Tiz o oyunu kaldırın, yoksa tüm Âlem-i İslam'ı
aleyhinize ayaklandırırım" diyerek vefanın en güzel örneğini
sergilemiştin


O'nun beldesinden demiryolu hattı geçirirken, bu mübarek toprakları
gürültüye boğmamak için, tren raylarına keçe döşetmiştin


O'nun ümmetidir diyerek, her sene Sürre Alayları ile, Hicaz
bölgesinin halkına altın ve mücevher dağıtmıştın Sürre
Alayları'na o kadar çok önem veriyordun ki, kervanların
İstanbul'dan ayrılma zamanı geldiğinde, bütün işlerini bir yana
koyuyor, onları uğurlamak için bizzat yollara çıkıyordun Sürre
Alayları'nı uğurlama vazifesinden seni en ağır hastalıklar bile
alıkoyamıyordu I Abdülhamid'in hastalığının en ağır
döneminde, Sürre Alayı'nın çıkış gününü bir gün öncesine
aldırarak onları uğurlama törenine katıldığını, tören
bitiminde de daha Topkapı Sarayı avlusundan ayrılamadan bir köşeye
yığılarak Hakk'ın rahmetine kavuştuğunu hatırlıyor ve sendeki
vazife şuurunun hassasiyeti karşısında hayretler içinde
kalıyoruz


Sen, O'nu sevdiğin gibi; O'nun sevdiklerini de seviyordun O neye
düşkünse, sen de ona düşkündün O, Âlemlerin Rahmeti, Medine'de
yüzünü Kudüs'e dönüp namaz kılarken; gönlünün asıl kıblesi
olan mekânı özlediği gibi, buraları da özlememesi
düşünülemezdi Sen de orayı ve orasıyla ilgili her şeyi çok
seviyordun Her sene bu kutsal evin örtüsünü İstanbul'da bizzat
altın yaldızlarla hazırlatıyor, Sürre Alayları ile oralara
gönderiyordun Bir önceki örtüyü de, "Allah'ın evine tam bir sene
dokundu" diyerek, kutsal sayıyor, en değer verdiğin mekânların
başköşesine özenle asıyordun Bugün hangi Selâtin Camiine
girsek, duvarlarında senin eserin bir mübarek bez görüyor ve senin
O'na muhabbetin karşısında iki büklüm oluyoruz, ey Osmanlı!


Sadece örtü mü? Hayır değil Sen oraların taşına bile
hayrandın Kâbe'nin köşesinde duran Hacerü'l-Esved'i, sırf
Peygamber öptü diye korumuş, etrafını altınla kaplatmıştın Bu
kaplama esnasında taşın küçük bir parçası kırılmıştı Sen
o taş parçasını eller üzerinde dualarla İstanbul'a kadar
getirtmiş, camilerinin ve türbelerinin kapılarına koydurmuştun
Bugün Kanunî Sultan Süleyman'ın Türbesi ve Sokullu Camii'nin
kapısının üzerine bakıp da kara bir taşı, altın çerçeveler
içinde orada görünce, hayran olduğun değerlere sahip
çıkamadığımızı görüyor ve utancımızdan yerin dibine
geçiyoruz


Evet, sen çok müşfiktin, sen çok vefalıydın, sen o Güzeller
Güzeli Peygamberimiz'i en iyi anlayanlardandın Sen O'nu çok sevdin
ve bu anlattıklarımız gibi daha nice güzelliği O'nun adına
sergiledin Başta da söylediğimiz gibi, değer verene elbette değer
verilecekti Korumaya çalışan, korunacaktı Seven, sevilecek;
muhabbet duyana, muhabbet duyulacaktı Elbette ki, O da seni
unutmadı, seni çok sevdi Ve ne zaman ki sen O'nun o ağızlara tat,
güzel adını anarak O'nu çağırdın, O, hemen senin yanında oldu


Örnek mi istiyorsun, hani sen zorlu İstanbul surlarına tüm
gücünle yüklendiğinde, Ulubatlı'n surların en yükseğine
tırmanmış ve burçlara sancağı dikmişti Kanlar içinde,
gözlerini ötelere açmak üzere iken; tebessüm ediyordu Sen, ona
neden tebessüm ettiğini sormuştun O da sana, Peygamberimiz'i az
önce surlarda gezerken gördüğünü söylemişti O Güzeller
Güzeli, o gün seni yalnız bırakmamıştı


Mısır seferine çıkmıştın Yazın sıcağında, dünyada hemen
hiçbir canlının göze alamayacağı bir şeye girişmiştin
Kavurucu Sina çölünü geçmek Hem de dev bir ordu ile Çölün
ortalarında Peygamber'i önünde sana yol gösterirken görmüştün
Öyle saygılıydın ki; hemen atından inmiş, kavurucu kumları
yürüyerek katetmeye başlamıştın Sen attan inersin de ordun durur
mu, kalabalık ordunun tamamı atından inmiş, ve seni takip etmişti
Bu, tarihin durup kulak vereceği bir sahne idi: O, seni oralarda da
yalnız bırakmamıştı


Ya Çanakkale! O bambaşka bir destan idi Dünyaya altı yüz sene
huzur ve adalet dağıtmış iken, bir zaman sonra zaafa
düşmüştün Hastalanmış ve elden ayaktan kesilmiştin Sen
güçlü iken, köşe bucak saklanacak yer arayanlar, senin bu durumun
karşısında meydanlarda ileri geri konuşmaya başlamıştı En
büyük arzuları da seni bitirmek ve dünyayı arzu ettikleri gibi
paylaşıp tüketmekti Ve onlar senin üzerine üşüştüler Bu
senin varlık ve yokluk savaşındı Düşmanın bu üstün güçleri
kapına dayanmıştı Ya ölecek, ya da öldürecektin Çanakkale
sırtlarında sıkıştığın bir anda yürekten bir haykırışla
yardım istemiştin O'ndan, "Yetiş, Ya Muhammed kitabın gidiyor!"
demiştin Sen çağırırdın da O hiç durur muydu? Sen O'nun
getirdiği din adına bu sırtlarda can verirken, O'nun gönlü hiç
razı olabilir miydi Medinelerde kalmaya? Zaten Ravzayı Mutahhara'nın
türbedârına da öyle dememiş miydi rüyasında; "Ben şimdi
Medine'mde değilim, Çanakkale'deyim Çok zor durumda olan asker
evlâtlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı Şimdi onlara
yardım ediyorum"


İşte dinine yüzyıllarca kol kanat gerdiğin Yüce Rasûl'ün sana
düşkünlüğü


Ne mutlu sana Ey Osmanlı! Ne mutlu senin ahlâkî seciyeni anlayarak
sana gerçek torun olabilenlere Ne mutlu sevdiklerini sevenlere, ve
yine ne mutlu düşkün olduklarına düşkün olabilenlere

__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.