| 
 | |||||||
|    | 
|  | Konu Araçları | 
| celalettin, hayatı, mevlana, rumi’nin, şahsiyetimevlana | 
|  | Mevlana Celalettin Rumi’Nin Şahsiyeti-Mevlana Celalettin Rumi’Nin Hayatı |  | 
|  12-20-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Mevlana Celalettin Rumi’Nin Şahsiyeti-Mevlana Celalettin Rumi’Nin HayatıMEVLANA CELALETTİN RUMİ’NİN ŞAHSİYETİ Hz  Mevlana herşeyden önce olgun, alim ve veli bir şahsiyettir  Irk, din ve mezhep farkı gözetmeyen merhameti, insan sevgisi, tevazuu sadece İslam alemini değil tüm insanlığı kendisine hayran bırakmıştır  Sadece bir din alimi değil büyük bir fikir ve sanat adamıdır  İngiliz A  J  Arberry O 'nun için "dünyanın en büyük şairlerinden biri" demekte, Goethe başta olmak üzere büyük şairler arasında Mevlana hayranlığı yaygınlaşmaktadır  Rembrant da O 'nun bir tablosunu yaparak hayranlığını ifade etmiştir  Mevlana insanı adeta mukaddes bir varlık derecesine yükselterek şahıs ve fikir hürriyetine fevkalade önem vermiştir  O hiç bir doğuş farkı, sonradan edinilmiş haslet farkı tanımadan bütün insanlığa değer verir  En kötü insanı bile bağışlanmaya ve sevgiye layık görür  Allah aşkının insanı ne derece yükselttiğini, temizlediğini tamamen dehasına has bir söyleyişle ifade etmiştir  İran ve Türk şairleri arasında kimse O 'nun ateşli lirizminden uzak kalamamış ve yüzlerce doğulu şaire feyz kaynağı olmuştur  Hindistan Müslümanları üzerinde de dinamik felsefesi ile etkili olmuştur  Kurmuş olduğu Mevlevi tarikatı tamamen Türk tarikatı olarak Türk Kültürüne ölçülemeyecek derecede büyük hizmette bulunmuş ve Osmanlı Padişahlarının dahi girdiği bu tarikattan binlerce şair, bestekar ve alim yetişmiştir  Mevlana 'nın Türklük sevgisi ve Türk ırkını övmekten hoşlandığı aşağıdaki beytinde açıkça görülmektedir  Aslen Türkest egerçi Hindu guyem  ( Her ne kadar Farsça söylüyorsam da aslım Türk'tür  ) HAYATI Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur  Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir  Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur  Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır  Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı  Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur  Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır  Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır  Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti  Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı  Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi  Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti  1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı  Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi  Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu  Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı  Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi  Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi  Konya ise bu devletin başşehri idi  Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı  Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi  Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi  Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi  Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti  Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti  Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi  Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar  Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler  Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu  Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu  Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı  Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü  Ancak beraberlikleri uzun sürmedi  Şems aniden öldü  Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi  Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar  Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu  Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı  Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı  Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı  Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu  O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı  Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu  "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir" Hz  Mevlâna ESERLERİ Mesnevi klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır  Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım türüne Mesnevi adı verilmiştir  Uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla anlatılmak istendiğinde, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevi türü tercih edilirdi  Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, "Mesnevi" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevi'si" gelmektedir  Mevlâna Mesnevi'yi Hüsameddin Çelebi'nin isteği üzerine yazmıştır  Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre, Mevlâna, Mesnevi beyitlerini Meram'da gezerken, oturuken, yürürken, hatta semâ ederken söylermiş  Çelebi Hüsameddin de yazarmış  Mesnevi'nin dili Farsça'dır  Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunulan en eski Mesnevi nüshasına göre beyit sayısı 25618 dir  Mesnevi'nin Vezni: Fâ i lâ tün - fâ i lâ tün - fâ i lün 'dür  Mevlâna 6 ciltlik Mesnevi'sinde tasavvufi fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır  Dîvân-ı Kebir Divân şairlerinin şiirlerini topladıkları deftere denir  "Divân-ı Kebir "Büyük Defter" veya "Büyük Divân" manasına gelir  Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır  Divân-ı Kebir'in dili Farsça olmakla beraber, içinde Arapça, Türkçe ve Rumca şiire de yer verilmiştir  Divân-ı Kebir 21 küçük divân (Bahir) ile rubâî divânının bir araya getirilmesi ile oluşmuştur  Divân-ı Kebir'in beyit sayısı 40  000'i aşmaktadır  Mevlâna Divân-ı Kebir'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu divâna Divân-ı Şems de denmektedir  Divânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir  Mektûbât Mevlâna'nın başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur  Mevlâna bu mektuplarında, edebi mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır  Mektuplarında "kulunuz, ben deniz"gibi kelimelere hiç yer vermemiştir  Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa, onu kullanmıştır  Fîhi Mâ Fih Fîhi Mâ Fih "Ne varsa içindedir" manasına gelmektedir  Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetleri içermektedir  Bunların oğlu Sultan Veled tarafından bir kitapta toplandığı sanılmaktadır  Eser 61 bölümden oluşmaktadır  Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır  Eserde bazı siyasi olaylara da değinilmiştir  Bu nedenle bu eser tarihi açıdan da büyük bir önem taşımaktadır  Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret mürşid ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir  Mecâlis-i Seb'a (Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisinin, yedi vaazının toplanmasından meydana gelmiştir  Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır  Eserin düzenlenmesi yapıldıktan sonra, Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir  Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştır: 1  Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı 2  Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış 3  İnanç'daki kudret 4  Tövbe edip doğru yolu bulanların Allah'ın sevgili kulu olacakları 5  Bilginin değeri 6  Gaflete dalış 7  Aklın önemi Bu yedi mecliste, asıl şerh edilen hadiselerle beraber 41 hadis daha geçmektedir  Mevlâna tarafından seçilen her hadis içtimaidir  Mevlâna, yedi meclisinde her bölüme "hamd-ü sena" ve "münacat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufi görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir  Bu yol Mesnevi'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır  MEVLANA MÜZESİ Bugün müze olarak kullanılmakta olan Mevlâna Dergâhı'nın yeri, Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi iken bahçe, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna'nın babası Sultânü'l-Ulemâ Bâhaeddin Veled'e hediye edilmiştir  Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 tarihinde vefat edince türbedeki bugünkü yerine defnedilmiştir  Bu defin gül bahçesine yapılan ilk defindir  Sultânü'l-Ulemâ'nın ölümünden sonra kendisini sevenler Mevlâna'ya müracat ederek babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırmak istediklerini söylemişlerse de Mevlâna "Gök kubbeden daha iyi türbe mi olur" diyerek bu isteği reddetmiştir  Ancak kendisi 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled Mevlâna'nın mezarı üzerine türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiştir  "Kubbe-i Hadra" (Yeşil Kubbe) denilen türbe dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine 130  000 Selçukî dirhemine Mimar Tebrizli Bedrettin'e yaptırılmıştır  Bu tarihten sonra inşaî faaliyetler hiç bitmemiş 19  yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir  Mevlevî Dergâhı ve Türbe 1926 yılında "Konya Âsâr-ı Âtîka Müzesi" adı altında müze olarak hizmete başlamıştır  1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı "Mevlâna Müzesi" olarak değiştirilmiştir  Müze alanı bahçesi ile birlikte 6  500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18  000 m²ye ulaşmıştır  Müzenin avlusuna "Dervîşân Kapısı" ndan girilir  Avlunun kuzey ve batı yönü boyunca derviş hücreleri yer almaktadır  Güney yönü, matbah ve Hürrem Paşa Türbesi'nden sonra, Üçler Mezarlığı'na açılan Hâmûşân (Susmuşlar) Kapısı ile son bulur  Avlunun doğusunda ise Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa türbeleri yanında semahane ve mescit bölümleri ile Mevlâna ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana bina yer alır  Avluya Yavuz Sultan Selim'in 1512 yılında yaptırdığı üzeri kapalı şadırvan ile "Şeb-i Arûs" havuzu ve avlunun kuzey yönünde yer alan selsebil adı verilen çeşme, ayrı bir renk katmaktadır  Tilâvet Odası Tilâvet Arapça bir kelime olup,Kur'an-ı Kerim'i güzel sesle ve usulüne uygun olarak okuma anlamına gelir  Geçmişte bu oda da Kur'an-ı Kerim okunulduğu için buraya tilâvet odası denmiştir  Halen Hat Dairesi olarak kullanılmaktadır  Hat Dairesi'nde Mahmud Celaleddin, Mustafa Rakım, Hulusi, Yesarizâde gibi devirlerinin meşhur hattatlarının levhaları yanında, Sultan II  Mahmud'un yazdığı altın kabartma bir levha da yer almaktadır  Gümüş kapı üzerinde teşhir edilmekte olan Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi'nin hattı ile yazılmış olan Molla Cami'ye ait Farsça beyitte şöyle denilmektedir  Kabetü'l-uşşâk bâşed in mekam Her ki nakıs amed incâ şod temam (Bu makam aşıkların kâbesi oldu  Buraya noksan gelen tamamlanır) Huzûr-ı Pîr (Türbe) Türbe salonuna Sokullu Mehmet Paşa'nın oğlu Hasan Paşa'nın 1599 yılında yaptırdığı gümüş kapıdan girilir  Burada bulunan iki vitrin içerisinde Mevlâna'nın meşhur eserlerinden Mesnevi'nin, Divân-ı Kebir'in en eski nüshaları sergilenmektedir  Türbe salonunu üç küçük kubbe örter  Üçüncü kubbeye post kubbesi de denilir ve yeşil kubbeye kuzey yönünden bitişiktir  Türbe salonu doğuda, güneyde ve kuzeyde yüksekçe bir set ile çevrilir  Kuzeyde iki parça halinde yer alan yüksek setlerde 6 Horasan erinin sandukaları yer almaktadır  Horasan erlerinin hemen ayak ucunda ise İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han için yapılmış nisan tası sergilenmektedir  Yine burada yer alan iki levha, Mevlâna'nın felsefesini ve düşünce sistemini açıklaması açısından mühimdir  1  levha Türkçedir ve şöyledir; "Ya olduğun gibi görün Ya göründüğün gibi ol" Hz  Mevlâna 2  levha ise Mevlana'nın Farsça bir rubaisidir  Rubainin Türkçe çevirisi şöyledir; "Gel, Gel, ne olursan ol, gel! İster kâfir, ister mecûsî, ister puta tapan ol, gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir  Yüz kerre tövbeni bozmuş olsan da yine gel!" Hz  Mevlâna Türbe salonunu doğuda ve güneyde çevreleyen yüksekçe set üzerinde ise Mevlâna ve babası Bahaeddin Veled'in soyundan gelme, 10'u hanımlara ait olmak üzere 55 adet mezar ile, Hüsameddin Çelebi, Selâhaddin Zerkûbî ve Şeyh Kerimüddin gibi Mevlevîlikte makam sahibi olmuş 10 kişiye ait toplam 65 mezar bulunmaktadır  Hanımlara ait mezarların üzerinde yer alan sandukalara sikke konulmamıştır  Yeşil kubbenin tam altında Mevlâna'nın ve oğlu Sultan Veled'in mezarları yer almaktadır  Mezarların üzerindeki iki bombeli mermer sandukayı 1565 yılında Kanunî Sultan Süleyman yaptırmıştır  Sandukaların üzerinde yer alan altın sırma tellerle işlenilmiş Pûşîde ise Sultan Abdülhamid II  tarafından 1894 yılında yaptırılmıştır  Halen Mevlâna'nın babası Bahaeddin Veled'in mezarı üzerinde bulunan ve bazı kişilerin "oğlu gelince babası ayağa kalkmış" dedikleri ahşap sanduka ise, bir Selçuklu şaheseri olup, 1274 yılında Mevlâna için yaptırılmıştır  Kanunî, Mevlana ve oğlu Sultan Veled'in mezarları üzerine 1565 yılında yeni bir mermer sanduka yaptırınca, ahşap sanduka buradan kaldırılmış ve sandukası olmayan Mevlâna'nın babasının mezarının üzerine konulmuştur  Semâhâne Semâhâne bölümü, mescid bölümü ile birlikte XVI  yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır  Semâhâne'de semâ, 1926 yılında dergâh müze oluncaya kadar devam etmiştir  Semâhâne'de yer alan naat kürsüsü ve müzisyenlerin oturdukları mutrib hücresi ile erkekler ve hanımlara ait mahfiller orijinal halleri ile korunurken, Semâhâne'nin uygun duvarlarında tarihi halılar ve yine vitrinler içerisinde madeni ve ahşap eserlerle Mevlevî musiki aletleri sergilenmektedir  Mescid Mescide çerağ kapısından girilir  Ayrıca mezarların bulunduğu huzûr- pîr ve semâhâne bölümlerinden de birer küçük kapı ile geçişler vardır  Bu bölümde müezzin mahfili ve mesnevîhân kürsüsü orijinal halleriyle muhafaza edilmektedir  Mescidin güney duvarı üzerinde çok değerli halı ve ahşap kapı numuneleri sergilenirken, Mescid içerisine serpiştirilen 10 adet vitrinde de çok değerli cilt, hat ve tezhip numuneleri sergilenmektedir  Halı Kumaş Bölümü - Derviş Hücreleri Mevlâna Dergâhı'nın ön avlusunun batı ve kuzey yönünü çevreleyen, her birinde birer küçük kubbe ve baca bulunan 17 hücre bulunmaktadır  Bu hücreler Padişah III  Murat tarafından 1584 yılında dervişlerin ikameti için yaptırılmıştır  Bu hücrelerden giriş kapısının sağında kalan dört hücre, halen gişe ve idare binası olarak kullanılmaktadır  Girişin solunda kalan 13 hücrenin baştan iki tanesi postnişîn ve mesnevîhân hücresi olarak, orijinal eşyaları ile teşhir edilmiştir  En sondaki iki hücre ise değerli kitap koleksiyonlarını müzemize hediye eden Rahmetli Abdülbakî Gölpınarlı ile Dr  Mehmet Önder'in kitaplarına tahsis edilmiştir  Halen kütüphane olarak hizmet vermektedir  Diğer 9 hücrenin ara duvarları kaldırılarak birbirine bağlı iki büyük koridor elde edilmiştir  Bu koridorlardan birinde ülkemizin Kula, Gördes, Uşak, Kırşehir gibi yörelerine ait tarihi halıları, diğer koridorda ise Konya İli'ne bağlı, Ladik, Karaman, Karapınar, Sille gibi yörelerde dokunmuş tarihi halılar sergilenmektedir  Bu hücrelerin koridora açılan pencere ve kapı boşluklarına yapılan vitrinlerde ise Mevlevî etnografyasına ait pazarcı maşası, mütteka, nefîr gibi dergâhtan müzeye nakledilen tarihi nitelikteki eşyalarla, müze koleksiyonunda yer alan son derece değerli Bursa kumaşları sergilenmektedir  Matbah Bölümü Matbah müzenin güneybatı köşesinde yer alır  1584 yılında Sultan III  Murat tarafından yaptırılmıştır  Dergâhın müzeye dönüştürülüğü 1926 yılına kadar yemek ihtiyacı burada karşılanıyordu  1990 yılında yapılan onarımlardan sonra bu bölümün teşhir ve tanzimi mankenler ile yeniden yapılmıştır  Matbahın asıl işlevi olan yemek pişirme ve somat denilen sofrada yemek yeme adabı mankenlerle anlatılmaya çalışılmıştır  Matbahın diğer işlevlerinden olan Nev-ni-yâz denilen Mevlevî aday adayı saka postu üzerinde otururken, semâ talim çivisi yanında ise semâ dedesinin can tabir edilen Mevlevî derviş adayına semâ talim ettirişi anlatılmaya çalışılmıştır   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |