|  | Büyük Amerikan Suç Filmi |  | 
|  11-29-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Büyük Amerikan Suç Filmi“Hırsızlar Şehri”nin ilk eleştirisi HABERTURK  COM’da! Kerem Akça yazdı     (spot) 70’lerde Hollywood sularına yanaşan bir suçlunun kahramana dönüştürüldüğü ‘Büyük Amerikan suç filmleri’nin 2010 şubesi  “Hırsızlar  Şehri”, bir soygun filmi olsa da bunu hiç de beklediğimiz kalıplarda  karşımıza getirmezken, belli türleri aynı potada eriten tavrı, görkemli  soygun sahneleri ve daha nicesiyle Clint Eastwood, Michael Mann, Sidney  Lumet gibi yönetmenlerin işlerini hatırlatıyor zaman zaman  Affleck,  yönetmen olarak yeni Clint Eastwood olma işlevini üstlenecek gibi  gözükse de, burada tek darbeyi kendi oyunculuğundan yiyor  Bu sebeple de  “Hırsızlar Şehri”, Boston’un soygun bölgesi olarak bilinen  Charlestown’ın köşe sıkışmış, sisteme ayak uydurmuş ve çıkış arayan  insanları üzerine kurmaca bir soygun filmi olmaya çalışırken fazla  sıkıntı çekmiyor  Özellikle Blake Lively ve Jeremy Renner’ın Oscar’a göz  kırpan performansları da bir kenara not edilmeli  70’ler Amerikan sinemasının yarattığı şeylerden biri de ‘içimizde suçlu var’ deyişinin ışığında yeni ve üç boyutlu kahramanlardır  Bunların genelde  suç işleyen iyi adamlar olarak özetlenmesi de mümkün  Öyle ki bu durumun  “Serpico”dan (1973) “Baba”ya (“The Godfather”, 1972), “Ölüm Arzusu”ndan  (“Death Wish”, 1974) “Köpeklerin Günü”ne (“Dog Day Afternoon”, 1975)  uzanan farklı alanlarda devreye sokulduğu görülebilir  Bolca da Sidney  Lumet filminde karşımıza çıkarken, genelde maddi sorunlar sebebiyle suça  yönelme konusunu masaya yatırdığına tanıklık edilebilir  Clint Eastwood’un sorumluluğu 20 sene içinde Affleck’in sırtlarına yüklenecektir Ben Affleck de aslında bu günümüze değin etkisini sürdüren eğilimden yola çıkarak karşımıza sosyal arka planı güçlü bir tür filmi ya da klasik Amerikan sineması örneği çıkarıyor  Aslında temeline kendisinin  canlandırdığı bir soyguncu karakterini yerleştirse de, onun etrafını  örerken en az hikaye anlatma güdüsünü görkemli bir yapıya kavuşturan  Clint Eastwood, Steven Spielberg gibi yönetmenler kadar başarılı  olduğunu söylemek mümkün  Bunun ışığında da kendi şehri Boston’a  odaklanması bir avantaj sağlamış kendisine  Zaten kendisinin yönetmen olarak “Kızımı Kurtarın”dan (“Gone Baby Gone”, 2006) sonra bu ikinci o eyalet kaynaklı eseri, sinemasal anlamda ona göre bir hayli üstün  Yani dört senede bir gelişme kaydetmiş Affleck  belli ki  Orada bir çocuk tecavüzü olayının ahlaki boyutunu polisiye  kalıplarını yıkarak ele alan yönetmen, ‘sosyal sorumluluk’ gayesinin  hikayenin önüne geçmesine takılmıştı  Doğrusunu söylemek gerekirse her  röportajında Ken Loach’tan da etkiler taşıdığını söyleyen bir sinema  insanından da bundan farklı bir şey beklenemezdi  Meselesine yoğunlaşırken görsel yapıyı ve türsel motifleri unutmamak zor iştir Ancak burada yönetmen ilginç bir şekilde hem soygun filmine hakim olmayı, hem klasik Amerikan sinemasının gereklerini yerine getirmeyi, hem de sosyal meselesini alttan alta izleyiciye geçirmeyi beceriyor  Yani Affleck’in,  bir taşla üç kuş birden vurarak, klasik Amerikan sinemasının ustaları  arasına girmek için önündeki zamanı daralttığını söyleyebiliriz   Öyle ki aslen GK Films adlı kendi şirketinin altında filmler üreten gerçek bir bağımsız kendisi ve sektörde memur olarak temiz işlere imza atan yönetmenlerden farklı bir yere yerleşiyor  Belki “Hırsızlar Şehri”,  İngilizce ismindeki ‘Town’ yani ‘kasaba’ kelimesinin altını dolduran bir  felsefik yoğunluğa falan sahip değil  Ancak filmin esaslı amacı da  Boston’ın Charlestown bölgesinin bir suç şehri olmasından yola çıkarak  oradaki ‘insancıl suçlular’ın izini sürmek  Böylece 70’lerdeki karakterleme kalıplarını devreye sokarken, bunun içine aşk, aksiyon, drama gibi türleri de dahil ediyor yapıt  Vicdan, kardeş  sevgisi, sıkışmışlık, mahalle baskısı, aidiyet duygusu gibi temaları öne  çıkarıyor  Soygun filmlerinden beklediğimiz şeylerin uzağında bir noktaya gitmiş Bu doğrultuda da Affleck, öncelikle soygun filmlerinin 2000’lerde yeniden çevrilen “Ocean’s Eleven” (1960) ve “İtalyan İşi” (“The Italian Job”, 1969) gibi örneklerinde de gördüğümüz o ‘planlı bir soygunun etrafında yaşananlar’ cümlesine bağlı kalmamış  Daha serbest bir şeye odaklanmış   Bu ışıkta da merkeze yerleştirdiği suçlu timine üç soygun yaptırırken, bunların sadece sonuncusunun o hikaye yapısına uygun hareket etmesini sağlamış  Diğerlerini ise ruh hallerinin temsili olarak dramatik yapının  içine yerleştirmiş  Yani bir ‘hikaye anlatma zekası’ ortaya koymuş  Öyle ki açılış sekansındaki birincisinin güvenlik kamerası ile girilen planda Claire-Doug (Rebecca Hall-Ben Affleck) ilişkisini ateşlemek için kullanıldığı söylenebilecekken, ikincisinde dışarıdaki polisten para çalan karakterlerimizin rahibe kostümüyle sembolleştirilerek dini eleştirir kıvama getirildiği görülebiliyor  Yani soygunun ‘kimlik  değiştirme’ye yol açtığı da vurgulanıyor  İlk soygundaki ‘maymun  maskeleri’nin akıllara “Kırılma Noktası”nı (“Point Break”, 1991)  getirmesinin ardından bu durumun da, izleyiciyi imalı yorumlara  sevkettiğini düşünebiliriz  Büyük Amerikan suç filmi çekip büyük yönetmenlerin yanına yerleşmek istemiş Anlayacağınız Affleck, suçlunun kahraman olduğu o ‘Büyük Amerikan suç filmleri’nden birine imza atmak istiyor  “Köpeklerin Günü”, “Büyük Hesaplaşma”  (“Heat”, 1995), “Köstebek” (“The Departed”, 2006), “Amerikan Gangsteri”  (“American Gangster”, 2007) gibi örneklerini gördüğümüz iyi kalpli  suçluların izini süren filmlerin yanına yerleşmek amacıyla yola çıkmış  “Hırsızlar Şehri”ni çekerken  Elbette bunların arasında başarılı  bulmadığım eserler olsa da Affleck’in amacına ulaştığını söyleyebilirim  Bu konuda başarıyı yakalarken ise zaman aman polis-suçlu (Jon Hamm-Ben Affleck) ilişkisini Mann filmlerindeki gibi kursa da, soygun sahneleri için daha farklı yerlerden besleniyor  Zira buradaki esas gaye, türü  farkılaştırmaktan ziyade büyük ve görkemli olanın peşinde koşmak  Adeta  ‘destansı’ duygusunu izleyiciye hissettirmek  Bunun yanında Boston’un  nasıl bir köşeye sıkışmışlık hissiyatı yarattığını da anlatmak istiyor  yönetmen  Oyuncu Ben Affleck, yönetmen Ben Affleck’e çelme takmış Aslında Affleck’in, oyunculuğunun üstünde bir yönetmen olduğunu Rebecca Hall ve Blake Lively ile girdiği biri tekdüze, diğeri tutkulu sek* sahnelerini çekiş şeklinden veya sondaki planlı soygun sekansında üst açı dahil her türlü kamera açısını zekice yerleştirmesinden anlayabiliriz  Dileğimiz  ileride oyunculuktan yönetmenliğe geçiş yapması yönünde  Öyle ki burada doğal renklerle ilerleyen kokuşmuş suç dünyası portresini zeki bir hikaye anlatma malzemesine çevirmeyi beceriyor kendisi  Bunun  yanında otel sahnesinde Blake Lively’e karşı takındığı şaşkın  bakışlarıyla, ‘Gossip Girl’ ile çıkış yaptığı için oyunculuk yeteneği  tartışılan bir ismin dahi altında ezilip komik duruma düşmesi ise  buradaki tek sorunu ortaya koyuyor: Oyuncu Ben Affleck  Dramatik yapının  yegane aksayan tarafı kendisinin oyunculuk performansı   Onun yerine başkası oynasaymış daha sarsıcı bir şekle girebilirmiş “Hırsızlar Şehri”  Bu haliyle de ‘Büyük Amerikan Suç filmi’ dediğimiz  şeyin bir portresini sunarken, 11 Eylül sonrası dönemin Post-Vietnam’a  daha da benzemeye başladığını ispatlıyor  Yukarıda bahsettiğimiz  kendisiyle akraba örneklerin arasına girmekte de fazla sıkıntı çekmiyor  bu eser  FİLMİN NOTU: 6  5 Künye: The Town Yönetmen: Ben Affleck Oyuncular: Ben Affleck, Jeremy Renner, Rebecca Hall, Jon Hamm, Blake Lively, Chris Cooper Süre: 118 dk  Yıl: 2010 keremakca@haberturk  com | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |