| 
 | |||||||
|    | 
|  | Konu Araçları | 
| han, iiabdülhamid, sultan, tarihimize, veren, şan | 
|  | Tarihimize Şan Veren Sultan İi.Abdülhamid Han |  | 
|  10-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Tarihimize Şan Veren Sultan İi.Abdülhamid HanSultan II  Abdülhamid Han Sultan II  Abdülhamid Han, tarihimizin en talihsiz idarecilerindendir  onun talihsizliği daha tahta çıkar çıkmaz başlamıştır  "Kaht-ı Rical" tabirinin tam olarak kullanılabileceği bir devrede tahte oturmuştur  Otuz üç yıllık saltanatı müddetince, koca bir devleti bütünüyle parçalanmaktan kurtarmasına, vatan parçasının Ermeniler ve diğer Avrupalı devletlerce parça parça edilmesini önlemesine, perişan bir vaziyetteki ekonomiyi rayına oturtmasına, çok şümullü kültür ve eğitim seferberliğini başlatmasına rağmen "gelenin keyfi için geçmişe sövmeyi" âdet edinenlerin kaza oklarından kurtulamamıştır  Öyle ki günümüze kadar uzanan bir zaman diliminde Sultan II  Abdülhamid gerçek yönüyle ele almaktan ısrarla kaçınılmıştır  Hakkında gerçekçi bir inceleme yapılmadan Yahudilerin, Ermenilerin ve emperyalist emellerine mani olduğu için Avrupalıların yakıştırdığı "Kızıl Sultan" yaftası bazı yerli tarihçiler tarafından ısrarla kullanılmıştır  Osmanlı tahtında en fazla kalan padişahlardan olan ve bütün Avrupa ülkelerinin, "hasta adam" tabir ettikleri Osmanlı Devletini pay etme sevdasına düştükleri bir devrede tahta oturan Sultan II  Abdülhamid'in hayatı çeşitli cepheleriyle incelendiğinde 19  yüzyılın siyasî ve içtimaî panoraması hakkında enteresan bilgiler alınacaktır  Biz, şahsiyeti en fazla tartışma mevzuu olmuş bir padişah'ın hayatına devrindeki hadiseleri de ele alarak kısaca göz atacağız  Sultan II  Abdülhamid 21 Eylül 1842'de dünyaya geldi  Babası Sultan Abdülmecid, annesi Tir-i Müjgan Sultan'dır  İyi bir tahsil görmüştür  Arapça, Farsça, Fransızca ve Tarih üzerine dersler almıştır  Ayrıca musiki öğrenmiş, marangozluk sanatında mükemmel eserler yapacak derecede ustalaşmıştır  Öyle ki yaptığı eserlerin yağmadan kurtulabilenleri görenlerce takdirle karşılanmaktadır  Cuma ve bazan vakit namazlarını kıldığı Yıldız Camiindeki, kendisinin ve şehzadenin namaz kıldığı mahfillerin tahta işlemesini bizzat kendisi yapmıştır  Sultan II  Abdülhamid, büyük kardeşi Sultan V  Murad'ın 31 Ağustos 1876'da tahttan indirilmesinden sonra aynı gün Topkapı sarayında tahta oturarak cülus etmiş, 7 Eylül'de Kılıç alayı yapılmıştır  Tahta oturduğunda ikbal uğruna türlü desiseler çeviren şahıslar Devletin en mühim kademesinde vazife başındaydılar  Sultan Abdülaziz Han; Abdülhamid Han'ın tahta geçtiği esnada en üst seviyede Devlet idaresinde bulunanlardan, Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa ve Mütercim Rüştü Paşa'nın müşterek çalışmalarıyla ve bizzat Abdülaziz'in üzerine titrediği donanmanın ve ordunun suistimal edilmesiyle 30 Mayıs 1876'da tahttan indirilmiş, daha sonra da bilhassa Hüseyin Avni Paşa'nın planlarıyla 4 Haziran 1876'da saray pehlivanlarınca her iki bilekleri kesilmek suretiyle şehit edilmiştir  Öyle ki bu pehlivan padişah henüz ölmemişken yanına doktor yaklaştırılmamış, ardından Hüseyin Avni Paşa tarafından Beşiktaş Karakoluna naklettirilmiş, orada hasır üzerine bırakılmıştır  Sultan Abdülaziz Beşiktaş karakolunda can çekişmiş, daha sonra ruhunu Rahmana teslim etmiştir  Abdülaziz Han'ın katline karışanlar Yıldız Mahkemesinde muhakem edilmişler, neticede ileri gelenler idama mahkum olmuşlardır  Fakat Sultan Abdülhamid bu idamları hapis cezasına çevirmiştir  Abdülhamid Han'ın tahta geçtiği 1876 senesi Osmanlı tarihinin dönüm noktasıdır  Bu tarihte Rusya ile kaçınılmaz bir savaş yaklaşmaktaydı  Balkanlarda huzursuzluk vardı  İsyan hareketleri görülüyordu  Sırbistan ve Karadağ Prenslikleri isyan etmişti  Bosna ve Hersek'te ayaklanmalar devam edip gidiyordu  Girit huzursuzdur  Bu kanşık hengâmede tarihimizde ilk Anayasa hazırlanmış ve 23 Aralık 1876'da ilan edilmiştir  Bu tarih aynı zamanda I  Meşrutiyetin ilanı tarihidir  Anayasa mucibince teşekkül olunan "Meclis-i Meb'usan" 19 Mart 1877'de açılmıştır  Bu tarihten itibaren padişah yegâne karar mercii değildir  Bu durum 13 Şubat 1878'de Meclis-i Meb'usanın padişah tarafından tatil edilmesine kadar devam etmiştir  Daha sonra I  Meşrutiyetin ilan edildiği tarih olan 23 Temmuz 1908'e kadar, otuz küsur sene II  Abdülhamid Han'ın şahsî idaresi başlayacaktır  Birinci Meşrutiyet devresi, Abdülhamid Han'ın şahsiyetinin Devlet idaresinde tam olarak görülmediği devredir  Kendisinin istememesine rağmen bazı Paşalar ve idareciler Rusya ile savaşta ısrar etmektedirler  Bu şahısların baskısı ve Meclisin ısrarına, henüz tahta yeni oturmuş olan Abdülhamid Han karşı koyamaz ve Rusya'ya harp ilan edilir  Padişah'ın bu devrede mühim faaliyetlerinden olarak bazı Devlet ricalini etkili vazifelerden uzaklaştırması gösterilebilir  Mithat Paşa'nın 5 Şubat 1877'de Türkiye'den çıkarılması buna misal verilebilir  İyi bir vali olan Mithat Paşa daha sonraları ikbal hırsına kapılarak türlü entrikalarla devlet çarkının başına tırmanmış, fakat icraatları bu makama layık olmadığını göstermiştir  Abdülaziz'in hal'inde birinci derecede rol oynamıştır  Bosna-Hersek eyâletinde ayyıldızlı bayrağın yanına bir haç ilave ettirmek garabetini göstermiştir  Kendi adına ordu kurmak cür'etini göstermiştir  Devletin amansız düşmanı İngiltere'nin gözü kapalı hayranlarındandır  Neticede hırsının tokadını yemiş, şan ve şöhretini kaybetmiştir    Osmanlı-Rus harbi Abdülhamid Han; henüz tam olarak Devlet idaresine hâkim olamadığını, Devletin borçlar içerisinde yüzdüğünü, Orduda tam bir birliğin temin edilemediğini biliyordu ve bu yüzden Rusya ile savaşa girmek istemiyordu neticede Devlet ricalinin ısrarları kararda ağır bastı ve 24 Nisan 1877'de Rusya'ya harp ilan edildi  Hicrî 1293 yılında cereyan ettiği için tarihimize 93 harbi diye geçen, bir sene devam edecak büyük muharebe başlamış oldu  Bu muharebe Dünyada cereyan etmiş ve büyük muharebelerden birisidir  Rumeli (Tuna) ve Anadolu (Kafkas) cephesi olmak üzere iki büyük cephede cereyan etmiştir  Bu savaşlarda Osman Paşa Tuna cephesinde, Muhtar Paşa Kafkas cephesinde büyük kahramanlıklar göstermişlerdir  Ancak, Balkan savaşlarında en acı şekilde görüleceği üzere bu savaşlarda da ordu erkânı arasındaki geçimsizlik mağlubiyetler zincirini netice vermiştir  Gazi Osman Paşa'ya bu çekememezlikler yüzünden, yardım gönderilmesi engellenmiştir  Bu yüzden üst üste kazanılan zaferlere rağmen Plevne 10 Aralık 1877'de Ruslann eline geçmiştir  Savaş esnasında kumanda birliği yoktu  Yeterli kumandanlar yoktu  Bu yüzden yeterli müdafaa da yapılamadı  Neticede Ruslarla 31 Ocak 1878'de Edirne mütarekesi, 3 Mart 1878'de Ayastafanos anlaşması imzalanmıştır  Abdülhamid Han, bütün diplomatik yollan tecrübe edip, büyük muvaffakiyet kazanarak Osmanlı Devleti için çok kötü neticeler getirecek olan Ayastafanos anlaşmasının yürürlüğe girmesini engellemiştir  Savaşta oldukça yıpranan ve perişan olan Rusya yeni bir savaşı göze alamamıştır  Rusya ile savaştan bu şekilde kötü netice ile çıkıldıktan sonra Sultan Abdülhamid, ısrarına rağmen savaş isteyen "Meclis-i Meb'usânı" belli bir zaman göstermemek kaydiyle 13 Şubat 1878'de kapatmıştır  Böylece I  Meşrutiyet fiilen sona ermiş oluyordu  Meclisin kapatılmasından yaklaşık üç ay sonra 20 Mayıs 1878'de iktidar değişikliği teşebbüsü olmuştur  Ali Suavi, yanına topladığı bir gurupla Çırağan sarayına baskın yapmış, V  Murat'ı yanlarına alarak tahta çıkarmak istemiştir  Bu teşebbüs Beşiktaş muhafızı Hasan Paşa tarafından ânında bastırılmış ve Ali Suavi Hasan Paşa tarafından öldürülmüştür  İlk iki senelik saltanatı boyunca camilerde halkla beraber namaz kılan, halkla haşir neşir olan Abdülhamid Han bu hadiseden sonra aşın tedbir alan bir idareci hüviyetine bürünmüştür  Berlin Muahedesi ve Ermeni Meselesi 93 Harbinin noktalandığı Ayastafanos Antlaşmasının uygulanamayacağını gören Rusya, Ayastafanos şartlarından vazgeçmiştir  Daha sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 13 Temmuz 1878'de Berlin anlaşması imzalanmıştır  Bu antlaşmanın görüşmelerine İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya da katılmıştır  Antlaşmaya göre Rusya'nın menfaatinin Ayastafanos'a karşılık çok az görülmesine rağmen yine de çok ağır şartlar taşıyordu  Meselâ 61  Maddede, Doğu Anadolu'da Ermenilerin azınlık teşkil ettikleri vilayetlerde Ermeniler lehine ıslahat yapılması, aynı ıslahatın Mekedonya vilayetlerinde de tatbik edilmesi şart koşulmaktaydı  Devletin parça parça olmasını netice verecek bu hükümler Abdülhamid Han'ın çok başanlı diplomatik manevraları sayesinde asla yürürlüğe konulmamıştır  İngiltere, Rusya ve Fransa'nın kasıtlı olarak Berlin antlaşmasına koydurdukları 61  Madde Devletin parçalanmasını hedefliyordu  Her üç ülkenin de Osmanlı Devleti topraklarında gözü vardı  Doğu Anadolu'yu yutmak isteyen Rusya, Ermenileri kışkırtmaya başladı  19  Asır'da Osmanlı Devletinin ve İslâm âleminin en büyük ve amansız düşmanı İngiltere de Ermenileri kışkırtanlar arasındaydı  Halbuki Osmanlı Devleti sınırlan içerisindeki Ermeniler büyük bir huzur ve refah içerisinde yaşıyorlardı  Çoğunluğu ticaret ve kuyumculukla meşgul olmaktaydı  Zengin olmuşlardı ve çok rahat bir hayat sürüyorlardı  Tanzimattan sonra devlet memuru da olmuşlardı  Hatta içlerinden vezirliğe, senatörlüğe, nazırlığa yükselenler de olmuştu  Diğer azınlıklar gibi onlar da tam bir din ve vicdan hürriyetine sahiptiler  Rusya ve diğer Avrupa devletlerinin kışkırtmaları ve büyük çapta yardımlarıyla 1886'da Ermeniler İsviçre'de "Hınçak" gizli cemiyetini kurdular  Günümüzde olduğu gibi, büyük ekseriyette oldukları, Rusya'nın sınırlan dahilindeki Ermenistan'da hiçbir faaliyette bulunmayan Ermenilerin hedefi Osmanlı Devletiydi  İngiltere ve Rusya gibi devletlerin uşaklığını ve maşalığını yapmakta kusur etmemeye çalışıyorlardı  Gizli cemiyeti kurduktan sonra Avrupa'daki Ermeni zenginlerden para topladılar  Daha sonra Osmanlı sınırlannda yaşayan zengin Ermenilerden zorla maddî yardım aldılar  Avrupa'da yetişen anarşist Ermenilerle, Rusya'daki Ermeniler peyderpey Osmanlı topraklarına sızarak çalışmalara başladılar  Neticede Anadolu'da isyanlar başladı  İlk isyan 1894'te Sason'da çıktı  Bundan sonra yer yer Anadolu'da isyanlar çıktıysa da hepsi bastınldı  İngiltere, Fransa ve Rusya zaman zaman Berlin Muahedesinin 61  Maddesinin yürürlüğe konulması için baskı yapıyorlardı  Fakat Abdülhamid Han bütün baskılan göğüslüyor ve sonuçsuz bırakıyordu  Sultan Abdülhamid Alman Büyükelçisine, 61  Maddeyi yürürlüğe koymaktansa ölmeyi tercih ettiğini söyleyerek bu husustaki kararlılığını açıkça ortaya koymuştur  61  Madde yürürlüğe girdiğinde bugün 21 vilayetimizin yer aldığı bölgede bulunan o zamanki altı vilayet (Diyarbakır, Erzurum, Sivas, Harput, Van ve Bitlis) Ermenilerin kontrolüne geçecekti  Bugün Doğu bölgesinin elimizde bulunmasının Abdülhamid Han'ın ustaca politikasına ve mahir idaresine borçlu olduğumuzu unutmamak lazımdır    Abdülhamid Han'ın Ermeni isyanlarını bastırmada ilk yaptığı iş, meseleyi fazla büyütmemek olmuştur  Zaten Ermenilerin istedikleri de meselenin, Osmanlı Devleti tarafından en mühim bir mesele gibi ele alınmasını sağlayarak Avrupa devletlerinin dikkatlerini çekmekti  Abdülhamid Han Ermenilerin karışıklık çıkardıkları yerlerde, orduyu hadiselere müdahale ettirmeksizin karışıklığın ahâli tarafından bastırılması için çalışmış ve bunda da muvaffak olmuştur  Böylece Ermeniler planlarının aksiyle tokat yemişlerdir    | 
|   | 
|  | 
|  | Tarihimize Şan Veren Sultan İi.Abdülhamid Han |  | 
|  10-24-2012 | #2 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Tarihimize Şan Veren Sultan İi.Abdülhamid HanKışkırttıkları Ermenilerin bir netice alamayacağını gören İngiltere, Fransa ve Rusya 11 Mayıs 1895 tarihli nota ile Berlin antlaşmasının 61  Maddesinin derhal yürürlüğe konulmasını istemişlerdir  Ayrıca notaya göre, Doğu vilayetlerinde yeni valiler tayin edilmeli, bu tayinler de büyük devletlerin direktifleri istikametinde yapılmalıydı  Ayrıca Ermenilerden müteşekkil jandarma birlikleri kurulmalı ve cani ermenilere dersini veren halktan oluşmuş birlikler dağıtılmalıydı  Notayı kabul ettirmek için tehdidini ileri götüren İngiltere donanmasını Çanakkale Boğazı önlerine getirmişti  Fakat Abdülhamid Han, bu tehditlere boyun eğmediğini ve eğmeyeceğini kesin olarak ortaya koymuştur  3 Haziran 1895'te verdiği cevabî nota ile, 11 Mayıs notasını bütünüyle ve kesin bir şekilde, açık kapı bırakmayacak surette reddetmiştir  Abdülhamid Han, Osmanlı Devletine göz dikmiş bu üç devlete karşı, sıkı bir dostluk münasebetleri kurmuş bulunduğu Almanya ile Avusturya ve Macaristan'ı ileri sürmüş ve böylece bu ihtiraslı devletleri pasif hale getirmiştir  Ayrıca İtalya ile de iyi münasebetlerim devam ettirerek bu devletin de aleyhte tavır, almasını önlemiştir  Diplomatik yoldan ve anarşi ile bir neticeye ulaşamayacaklarını anlayan Ermeni komiteciler, Abdülhamid Han hayatta olduğu müddetçe de hiçbirşey elde edemeyeceklerini anlayarak padişah'a suikast tertip ederek öldürmeye karar verirler  Suikast planının tatbiki için uluslararası anarşistlerle temasa geçerler  Belçikalı anarşist Jorris İstanbul'a gelerek Padişah'ın selamlık merasimlerini takip eder  Padişah'ın her Cuma günü Yıldız camiinden çıktıktan sonra l dakika 42 saniyede arabasına bindiği tesbit edilir  Suikast için Viyana'da hususi araba yaptırılarak parçalar halinde İstanbul'a getirilir  Daha sonra İstanbul'da monte edilir  Çok büyük tahrip gücü olan saatli bomba arabaya yerleştirilir ve Yıldız camii önüne Padişahın arabasının yanına bırakılır  Suikastçilere göre her şey tamamdır  Fakat onlar takdir-i İlâhiyi hesaba katmamışlardır  Padişah o gün âdetinin hilafına olarak Şeyhülislam Cemâleddin Efendi ile birkaç saniye konuşmak için cami kapısında durur  Tam o sırada bomba müthiş bir gürültü ile infilak eder  Atların kemikleri etrafa sıçrayarak çevredekileri yaralar  Camiin önündeki saat kulesi padişaha siper olmuştur, herkes telaş içerisinde sağa sola koşuşurken Abdülhamid Han yerinden kımıldamaz ve yüksek sesle telaşa kapılmanın yersiz olduğunu hatırlatır  Bu şekilde suikast akim kalmış olur  Suikastın başarısızlığına üzülenler arasında emperyalist devletler ve Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı vatandaşı olup ta ismi fazlaca duyulanlar da vardır  Tevfik Fikret ve Ahmet Refik Altınay bunlardan ikisidir  Tevfik Fikret Ermeni komitacıları tebrik eder, fakat padişahın ölmediğine neredeyse ağlar ve üzüntüsünü bomba hadisesini işlediği "Bir lahza-i teah-hur" şiirinde şöyle dile getirir: "Ey şanlı avcı, damını bîhûde kurmadın, Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!" İttihatçı subaylardan olan Ahmet Refik Altınay hadiseyi şöyle nakletmektedir: "Osmanlı milletini Abdülhamit zulmünden kurtarmak için bu hareket-i kahramânânenin, Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra olduğu anlaşıldı  " Abdülhamid'in düşmanları kimlerdi? Avrupalılar ve Ermeniler azgın emellerine set çektiği ve şehitlerin kanı bedeline alınan toprakların bir karışının dahi teslim edilmeyeceğini kesin şekilde ortaya koyduğu için Abdülhamid Han'a müthiş kin besliyorlardı  Adını "Le Sultan Rouge" koymuşlardı  Yani "Kızıl Sultan"  Malesef Osmanlı düşmanlarınca kullanılan bu sıfat yerli tarihçilerce de büyük bir gaflet eseri gösterilerek kullanılmıştır  Hatta yakın zamana kadar mekteplerde okutulan tarih kitaplarında bu sıfat kullanılarak Sultan II  Abdülhamid yeni nesillerin gözünde küçültülmek istenmiştir    Yahudilerin Abdülhamid Han'a düşmanlığı 19  Yüzyılın başından itibaren Filistin'de bir devlet kurmak için teşkilatlanarak kesif bir faaliyete girişen yahudiler, Filistin'de kendilerine toprak verilmesi için Abdülhamid Han'a müracaat etmişlerdir  Bu maksatla beynelmilel Siyonist faaliyetlerin organizatörlerinden Teodor Hertzel ile Hahambaşı Abdülhamid Hanla görüşerek tekliflerini yapmışlar fakat padişah tarafından şiddetle azarlanarak huzurdan kovulmuşlardır  Yahudiler Filistin'de kendilerine verilecek toprağa karşılık büyük miktarda para vaad etmişlerdir  Buna müthiş hiddetlenen Abdülhamid Han, "şehid kanıyla sulanan topraklar para ile satılmaz!" diye gelenleri kovmuştur  Sultan Abdülhamid, tahttan indirilişinden sonra Selanik'teyken muhafazasına memur edilen bir yüzbaşıya bu hadiseyi şöyle anlatmıştır: "Bana en çok dokunan; bu mason taslağı Yahudi'nin hal, (tahttan indiriliş) kararını tebliğ edişi olmuştur  Yıldız'a gelen mebuslar heyetinde Emanuel Karaso'yu hiç unutamıyorum  Bu suretle makam-ı hilâfete hakaret edilmiştir, yahudilerin Hazret-i Peygamber (a  s  m  ) zamanından beri sadr-ı İslama ve Makâm-ı Hilâfete karşı duyduklan kin ve nefret cümlenin malumudur  Ben Osmanlı tahtında iken, siyonistlik dâvası için bir gün huzuruma beynelmilel (uluslararası) Yahudi teşkilatının kurucusu Teodor Hertzel ile Hahambaşı gelmişlerdi  Bunları Yıldız Sarayı'nda kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim  Her ikisi Yahudiler için bir yurt dileğinde idiler  Bunun için de Kudüs'ü gösteriyorlardı  Hatta utanmadan o Teodor Hertzel: 'Zât-ı Haşmet penâhîlerine arzedelim ki, Kudüs için her kaç milyon altın tensip buyurursanız (isterseniz), derhal takdime hazırız  ' demez mi? "Kan beynime sıçramıştı  Düşün ki, yüzbaşı, makam-ı saltanatımızda bu iki yahudi, rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı  'Terk edin burayı, vatan para ile satılmaz!' diye bağırmıştım  İçeri giren saray adamlarına da, her ikisini almalarını söylemiştim  İşte bundan sonra, Yahudiler bana düşman oldular  Şimdi burada Selanik'te çektiklerim, Yahudilere yurt göstermeyişimin cezasıdır!   " Abdülhamid Han'ın temas ettiği hadise cidden tarihimizin en acı tablolanndandır  Bildiği üzere İttihatçı ihtilâlciler İslam halifesine hal'ini bildirmek için, aralarında iki gayri müslimin bulunduğu dört kişilik heyeti göndermişlerdir    İttihad-ı İslam Siyaseti ve İngiliz Dessaslığı Abdülhamid Han insanlara ebedî saadet yollarını gösteren İslam dinine candan bağlı idi  Bütün müslümanların ortak fikir ve kültür alarak İslam düşmanlarına karşı durmaları için gayret sarfediyordu  Tarihi çok iyi bildiğinden, ne vakit İslama sıkı bir şekilde bağlanılmış ve İlayi kelimetullah için gayret sarfedilmişse o vakit büyük bir ilerleme kaydedildiği hakikatini göz önünden ayırmıyordu  "Bizi yükselten, dinimize karşı duyduğumuz büyük aşktır" diyordu  Kuvvetli olmak için dine sadık kalmanın şart olduğunu söylüyordu  Şöyle diyordu Abdülhamid Han: "Bizi zinde tutabilecek yegâne kuvvet İslâmiyettir  Biz hiç de Fuad (Paşa)nın dediği gibi can çekişen bir millet değiliz  Biz canlı, kuvvetli bir milletiz; yalnız ulu dinimize sadık kalmamız şarttır  " Bütün İslam âleminin halifesi sıfatıyla İslama ve müslümanlara gelecek tehlikeleri bertaraf etmek için bütün maharetini ve gayretini gösteriyordu  Bunda da muvaffak olduğunu tarih kaydetmiştir  Dersaadet'le mübarek topraklan birbirine bağlayan demiryolunu yaptırmıştı  Bu sayede İstanbul'dan Mekke'ye trenle gitmek mümkündü  Sultan Abdülhamid'in bütün İslam âleminde prestiji fevkalade kuvvetliydi  Bu durum İslam ülkelerinde gözü olan İngiltere'yi ürkütüyordu  19  Asnn ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devletinin birinci derecede düşmanı olarak İngiltere görünüyordu  Rusya ikinci planda kalıyordu  İngiltere'nin gözünü diktiği topraklarda İslam halifesi Abdülhamid Han'ın sözü geçiyordu  Hindistan müslümanları, halife sıfatiyle padişaha çok bağlıydılar  Hindistan, Çin, Filipinler, Endonezya ve bütün Afrika camilerinde Sultan Abdülhamid nâmına hutbe okunuyordu  İngiltere Başbakanı Gladstone büyük bir İslam düşmanıydı  Avam kamarasında, Kur'an'ı eline alıp, "Bu kitap müslümanların elinde olduğu müddetçe onlara galebe çalamayız  Ne yapıp edip, onları bu kitaptan soğutmalıyız  " demiş ve daha sonra İslamiyete hakaretler etmiş, ardından da Kur'an-ı Kerim'i yere çalmıştı  Gladstone, İngiliz emperyalizmine engel olan Sultan Abdülhamid'in de amansız düşmanıydı  Devamlı surette aleyhte propagandasını yapıyor, Avrupa umumî efkârını Osmanlı devleti aleyhine çevirmeye çalışıyordu  İslam Birliğine çok dikkat gösteren Abdülhamid Han, bu husus hakkında şöyle diyordu: "Bizim için ehemmiyetli olan Şam ile Mekke arasındaki demiryolunu en kısa zamanda inşa edebilmektir  Bu suretle karışıklık arttığında süratle asker göndermemiz mümkün olacaktır  Ehemmiyetli ikinci nokta ise, Müslümanlar arasındaki bağı öylesine kuvvetlendirmektedir ki, İngiliz hainliği ve hilekârlığı bu sağlam kayaya çarparak parçalansın  " Gayri müslim ülkelerin düşmanlıklarından doğacak saldırılara ancak birlik olmakla karşı durulabileceğini söyleyen Abdülhamid devletin "bir din ve iman ülkesi" olduğunu söylüyordu  Sultan Abdülhamid Han şöyle diyordu: "İmparatorluğumuz din, îmân ülkesidir ve öyle kalacaktır  Eğer din anlayışı yıkılırsa, imparatorluğumuzun sonu gelmiş demektir  Dindaşlarımızın oturduğu memleketlerin, büyük devletlerin elinde olması pek acıdır  Osmanlı İmparatorluğuna yirmi milyon müslüman kalmıştır  Buna rağmen bütün müslümanların gözü İstanbul'dadır  Düşmanlarımız maddî kudretimizi yıkmaya muvaffak olsalar dahi, manevî kudretimiz bakî kalacaktır  "Müslümanların bulunduğu yerlerle irtibatımız daha sıklaşmalı, birbirimize daha fazla yaklaşmalıyız  Gelecek için yalnız bu birlikte ümit vardır  İslâmiyetin birliği devam ettiği müddetçe, İngiltere, Fransa, Rusya, Hollanda elimde sayılır  Çünkü kendilerine bağlı bulunan Müslüman memleketlerinde Halife'nin bir sözü cihadı meydana getirmeye kâfidir ve bu Hristiyanlar için felâket demektir  "Henüz zamanı gelmiş değil ama, bir gün bütün mü'minler birden kalkınacaklar ve tek bir insan gibi hareket ederek gâvurun boyunduruğunu kıracaklardır  " Osmanlı Devletinin içtimaî yapısı üzerinde de şu değerlendirmelerde bulunmaktadır: "Osmanlı imparatorluğu, dünyanın birçok milletlerini sinesinde toplamış olan bir imparatorluktur  Türkler, Araplar, Kürtler, Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Zencilerden ve diğer birçok unsurdan oluşmuştur  Buna rağmen iman birliği bizi büyük bir ailenin fertleri gibi birbirimize yaklaştırır  Bu sebeple hiçbir zaman Osmanlı imparatorluğu üzerinde fazla durmamak, buna karşılık, hepimizin müslüman olduğumuzu bilhassa belirtmekte fayda vardır  Her zaman her yerde Emirü'l Müslimin unvanı başta gelmeli, Osmanlı imparatoru ünvanı ise birinci satırda belirtilmelidir  Çünkü devletin sosyal bünyesi ve politikasının esası din üzerine kurulmuştur  "Maalesef İngilizler zararlı propagandalariyle imparatorluğumuzun bir çok yerinde 'millet, ırk' fikrinin tohumunu ekmeye muvaffak olmuşlardır  Arabistan ile Arnavutluk baş kaldırmışlardır  Suriye'de ise bu hususta hazırlıklar vardır  " Dış politikadaki diğer gelişmeler 19  Yüzyılın son yıllarında ehl-i salip Osmanlı Devletine karşı hücumlarını arttırmışlardı  Düşman bir değildi, iki değildi  Düşman çokluktu  Yıllardır kuyruk acısı taşıyanlar Devletin sıkıntıda olduğunu farketmişler, aç canavarlar gibi saldırmışlardı  Abdülhamid Han elinden geldiğince bu hücumlan bertaraf etmeye çabalıyordu, fakat şairin dediği gibi; "Dost bîperva, felek, birahm, devran bîsükûn, Dert çok, hemderd yok, düşman kavî tâli zebun "du  Mahir idareciler yoktu  Malî durum çeşitli sahalarda yenileşmeye ve Avrupayla boy ölçüşmeye mâniydi  Üstelik düşman bu durumu çok iyi biliyordu  İşte bu buhranlı devreden istifade eden Fransa, 12 Mayıs 1881'de Tunus'u, İngiltere ise 15 Eylül 1882'de Mısır'ı işgal etmişti  Daha düne kadar bir teb'a olarak Osmanlı Devletinin temin ettiği imkânlarla uzun yıllar refah ve huzur içerisinde yaşayan Yunanistan diğer Avrupalı ülkelerin de tahrikleriyle seciyelerini ortaya koymuş, kargaşa çıkarmaya Osmanlı Devletine kafa tutmaya başlamıştı  Avrupa'nın bu şımarık çocuğuna ders vermek şart olmuştu  Nitekim, 18 Nisan - 20 Mayıs 1897'de yaklaşık bir ay devam eden savaşta Yunanlılar perişan edilmişler  Osmanlı tokadını bir kez daha iki yüzlü suratlarına yemişlerdi  Fakat yine Avrupalılar imdatlarına yetişmiş, savaşta mağlup olmalarına rağmen Avrupalı devletlerce masa başında bu mağlubiyetleri telafi edilmişti    Padişah'ın Şahsiyeti-İcraatları Abdülhamid Han'ın padişahlığının son yıllarına göz atmadan evvel, şahsiyeti ve muhtelif sahalardaki icraatları üzerinde durmak isteriz  Dış siyasetteki mahareti hususunda dost ve düşmanın ittifak ettiği Abdülhamid Han'ın iç siyasetteki tavrı tartışma mevzuu olmuştur  Abdülhamid Han iddia edildiğinin aksine zulme ulaşan icraatlarda bulunmamıştır  Aksine şefkatli bir idareci olarak tarihe geçmiştir  Zulüm olarak kabul edilirse yaptığı; muhaliflerini yüksek maaşlarla muhtelif yerlere sürmekten ibarettir  Ürkek değil, aksine çok cesurdu  İlme ve kültüre hizmet gayeleri arasındaydı  Muazzam bir eğitim seferberliğini başlatmıştı  Yüzlerce ortaokul ve lise, binlerce ilkokul, ayrıca pek çok san'at mektepleri yaptırmıştı  Fen Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Teknik Üniversite, Tıp Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi yüksek okullar Abdülhamid Han'ın eserleridir  Yüzlerce talebeyi okumaları için Avrupa'ya göndermiştir  Fakat ne acıdır ki bu talebelerin büyük ekseriyeti Avrupanın ilmini fennini alacaklarına modasını, yaşayışlarını ve sefahetlerini alarak yurda dönmüşlerdi  Japonya da aynı yıllarda Avrupa'ya talebe göndermiştir  Fakat Japon talebeler Avrupa'nın ilmini, tekniğini elde etmek için var güçleriyle çalışmışlar, öyle ki derslerinde muvaffak olamıyanlar memleketlerine dönmeye yüzleri olmadığını ileri sürerek harakiri yapmak suretiyle hayatlarına son vermişlerdir  Yine Japon talebeler örf ve an'anelerinden zerre kadar taviz vermemişler, Avrupa'nın yaşayışına itibar etmemişlerdir  Günümüzde de aktüel hale gelen Japonya'nın kalkınmasındaki sırrı, bu ilk hamlede aramak lazımdır  İlme ve kültüre ehemmiyet veren Abdülhamid Han bu gayretlerinin semeresini görmüş ve devrinde Doğu ve Batı kültürüne hakim, kalabalık bir nesil yetişmiştir  Onun muhalifleri bile kendi kurduğu mekteplerde yetişmişlerdir    Yine kalıcı eserlerine bazı misaller daha verelim: Pek çok müze ve kütüphane kurdurmuştur  Bunların örnek şekilde kataloglarını yaptırmıştır Darülaceze, Hamidiye su tesisleri, yüzlerce sanayi, zirâat ve ticaret odası, belediye teşkilatı, telgraf hatlan, postahaneler, demiryolları, şoseler, köprüler, pek çok fabrikalar onun eserleri arasındadır İstanbul, Beyrut, Selanik gibi şehirlerde önce atlı, sonra elektrikli tramvaylar yaptırmıştır İstanbul ve Çanakkale boğazlan ile bazı kaleleri büyük bir itina ile tamir ettirmiştir  Çanakkale Boğazı 1915'de bu mevziler sayesinde kendini müdafaa edebilmiştir Hekimliğimiz Abdülhamid devrinde Avrupa seviyesine çıkmış, pek çok keşifleri olan, dünyaca tanınıp kabul edilmiş doktorlar yetişmiştir | 
|   | 
|  | 
|  | Tarihimize Şan Veren Sultan İi.Abdülhamid Han |  | 
|  10-24-2012 | #3 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Tarihimize Şan Veren Sultan İi.Abdülhamid HanOrduyu asla siyasete bulaştırmamıştır  Bu hususta çok dikkat göstermiştir  Kardeş kanı akıtmaktan son derece çekinmiştir  Kendisini hal'eden "Hareket Ordusu" ismi altında İstanbul'a gelen ve başıbozuk insanların doldurduğu orduya karşı emri altındaki I  Orduyu kullanmamıştır  Âdeta kendini ve tahtını, akabilecek kardeş kanını önlemek uğruna feda etmiştir  Daha önceden birikmiş büyük miktarda dış borçların büyük kısmını ödemişti  Kalanlarının da en kısa zamanda ödenmesi için lüzumlu tedbirleri almıştı  Fakat bütün bu hizmetlerine rağmen tahttan indirilmiş ve elem verici muameleler bu değerli padişaha reva görülmüştür    Abdülhamid Han'in Hal'i ve sonrası    Abdülhamid Han'a karşı olanlar İttihad ve Terakki cemiyeti çatısı altında toplanmaya başlamışlardı  Üyelerinin ekseriyetini 3  Orduya mensup genç subaylar teşkil etmekteydi  Bunlar rejime muhalif olduklarını söylüyorlardı  Hakikatte ise muhalefetleri maaşların muntazam ödenmemesinden kaynaklanıyordu  Subayların maaşları bazen iki-üç ay sonra ödeniyordu    İttihat ve Terakki elemanları Yurt dışında Osmanlı aleyhine çalışmaya başlamışlardı  Öyle ki bunlar, Abdülhamid Han'ın devrilmesi için yabancı devletlerin müdahalesini bile istiyorlardı  İttihatçıların gittikçe teşkilatlandıkları bir devrede Sultan Abdülhamid 23 Temmuz 1908'de II  Meşrutiyeti ilan etmişti  Padişah, İttihatçılar için şöyle diyordu: "Devleti on sene idare edebilirlerse 'bir asır idare edebildik' diye sevinsinler!" Bu hükmün ne kadar doğru olduğunu tarih gösterecektir  13 Nisan 1909'daki, tarihe, "31 Mart Vak'ası" diye geçen hadiseler Abdülhamid Han'ın idaresini sarsan en mühim hadiselerdendir  Başıbozuk bir güruhun başlatıp devam ettirdikleri hadiseler padişah'ın kardeş kanının dökülmesi endişesi yüzünden bir müddet bastınlamamıştır    Neticede İstanbul günlerce hadiselerle çalkalanmıştır  İttihatçılardan Mahmut Şevket Paşa, üç-beş bin kişilik "Hareket Ordusu" adı altındaki orduyla İstanbul'a gelip hadiseleri bastırmak istediğini Padişah'a bildirmiştir  Esas gayesi İstanbul'a gelip Padişah'ı tahttan indirmek olan bu Paşa'nın arzusuna mani olunmamıştır  Hatta bazı devlet ricali Padişaha hareket ordusu namındaki, Yahudi ve Rumların ekseriyette bulunduğu yağmacılar sürüsünü I  Ordu ile dağıtılması için emir verilmesini Padişah'tan istemişler, fakat padişah bu teklifi kabul etmemiştir  Neticede hareket ordusu İstanbul'a gelmiş, Meclis'i Meb'usana baskı yaparak padişah'm hal'i için karar çıkartmıştır  Abdülhamid Han 27 Nisan 1909'da hal'edilmiştir    Otuz üç sene Devlete büyük hizmetler etmiş Padişah'a hal'ini tebliğ şekli İttihatçılar için en büyük leke olarak kalacaktır  Bir İslam halifesine hal'ini tebliğe; Selanik Milletvekili Yahudi Emanuel Karaso, senatör Ermeni Aram, Draç milletvekili Arnavut Es'ad Toptani Paşa ve Senatör Bahriye Feriki (Koramiral) Gürcü Arif Hikmet Paşa tayin edilmişlerdi  İttihatçıların seçtiğu bu adamların ne oldukları çok geçmeden herkes tarafından bilinecektir  Karaso, İtalyan casusu bir hâin idi Es'ad Toptanî Paşa Arnavut istiklâli için isyan etmiş ve pek çok masum insanı katletmiştir  Aram Efendi'nin Ermeni komiteleriyle yakın münasebeti vardı  Arif Hikmet Paşa da karanlık işler çeviren bir adam olarak bilinmekteydi  Padişah; hal'edildiği gece, hiçbirşey almasına müsaade edilmeden apar topar 38 kişilik maiyyetiyle birlikte Selanik'e nakledilmiştir  Orada gazete okumasına dahi müsaade edilmemiştir  Çok sıkıntılı bir hayat geçirmiştir  Öyle ki soğuk gecelerde terk edilmiş köşkün kadife perdelerini üzerine alarak uyumuştur  Abdülhamid Han'ı tahttan indirenler ilk iş olarak tarihte misli az görülen bir yağmacılığa başlamış ve Yıldız sarayını yağmalamışlardır  İttihatçılar idareyi ele aldıktan sonra ordu arasında büyük bir tasfiye hareketine giriştiler  Binlerce subay, ittihatçı subaylara yüksek rütbeler vermek uğruna emekliye sevkedilmiş, ordu tecrübesiz subayların elinde kalmıştır  Ordu bütünüyle siyasetin içine girmiştir  Çok acıdır ki kısa zamanda orduda görüş ayrılıkları başlamıştır  İttihatçı ve muhalif subaylar birbirlerinin can düşmanı haline gelmiştir  Bu vaziyetteki orduyla savaş kazanmanın mümkün olmadığı acı neticelerle görülecekti  İttihatçılar askerlik ile devlet idaresinin çok farklı işler olduğunu anlayamamışlardı  Devleti Balkan ve I  Cihan harbine sokmuşlar, koca imparatorluğun parça parça edilmesine Yurda düşman sürülerinin dalmasına vesile olmuşlardır  Balkan ve I  Dünya harbine girilmeyebilinirdi  İttihatçılar gözü kapalı savaşa atılmışlar, neticede; orduda birliğin temin edilemeyişi, emir-komuta zincirinin kopuk oluşu ve kendilerinin devlet idare edecek kabiliyette olmayışları yüzünden savaşlar kaybedilmiştir  Sultan Abdülhamid'i tahttan indiren İttihatçılardan, Tal'at, Enver, Cemal Paşalar da dahil olmak üzere bir kısmı Abdülhamid Han'ı anlayamadıklarını itiraf etmişler ve yaptıklarından pişman olduklarını her vesileyle ifade etmişlerdir  Bunlardan, Filozof Rıza Tevfik, "Sultan Abdülhamid'in Ruhaniyetinden İstimdat" isimli şiirinde hislerini şöyle dile getirmiştir: "Tarihler ismini andığı zaman, Sana hak verecek, hey koca sultan; Bizdik utanmadan iftira atan, Asrın en siyasî padişahına!" Divane sen değil, meğer bizmişiz! Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz! Sâde deli değil, edepsizmişiz! Tükürdük atalar kıblegâhına" Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesinden sonra Osmanlı devleti maceraperestlerin elinde kalmıştır  En kötüsü ordu siyasetin en derin çukuruna düşürülmüştür  Kaba kuvvetle hükümetlerin düşürülebileceği zihniyeti getirilmiştir  Savaşa girilmiş, Rumeli'de ve devletin diğer bölgelerinde büyük toprak kaybı olmuştur  Abdülhamid Han Devletin başında kalsaydı, geçmiş yıllarda olduğu gibi Devleti savaşa sokmazdı  Musul ve Rumeli, Yunanistan'a kaptırılan Adalar elden gitmedi  İmparatorluktan ayrılan müslüman ülkelerle siyasi münasebetler kesilmezdi  Tarihimizi iyice tedkik eden her şahıs bu hükme varmakta gecikmeyecektir şüphesiz    Abdülhamid Han, Balkan harbinde Rümelinin düşmanlar tarafından istila edilmesi ve Selanik'ten de artık ümit kesilmesi üzerine 1912'de İstanbul'a getirilmiştir  Mazlum padişah ilk önce Selanik'ten ayrılmak istememiş, "Ben de bir silah alır, askerle beraber müdafaada bulunurum; ölürsem şehid olurum, ben zaten ölmüş bir adamım!" demiştir  Fakat kesin karar alındığını ve mutlaka İstanbul'a götürüleceğinin bildirilmesi üzerine kederli dudaklarından şu sözler dökülmüştür: "Allah bu hallere sebeb olanları kahhâr ismiyle kahretsin  Şimdi devlet ne hale geldi!" İstanbul'da Beylerbeyi sarayında çileli bir hayat geçiren Abdülhamid, nihayet I  Cihan harbinden mağlup çıkıldığını da görünce acılara dayanamaz hale gelmiştir  Düşman donanması Çanakkale Boğazını zorladığı esnalarda Padişah Sultan V  Mehmed Reşad Abdülhamid Han'a bir heyet göndererek Anadolu'ya taşınması gerektiğini söyleyince şu cevabı vermiştir: "Ceddim Fatih Hazretleri İstanbul'u alırken, son Bizans İmparatoru şehirden kaçmayı düşünmemiş, ordusu başında ölmüştür  Biz, Bizans imparatorları kadar da mı olamıyoruz ki, şehri bırakmayı düşünüyoruz ?Osmanlı Hanedanı İstanbul'u terkederse bir daha oraya dönemez  Muhterem biraderime söyleyin; İstanbul'dan bir adım bile dışarı atmam" Devleti en buhranlı devrede otuz üç yıl maharetle idare eden bu mahir idareci, mazlum padişah Abdülhamid Han 10 Şubat 1918'de İstanbul'da rahmet-i Rahmana kavuşmuştur  Kabri Çemberlitaş'tadır  Hakkında haksız hükümler verilen mazlum padişah'ı, şerefli hizmetleri bulunan bu değerli idareciyi bir defa daha rahmetle yâdedip, hayatı hakkında bu kısa tedkikimizi Yahya Kemal'in kendisi için yazdığı kıt'asıyla noktalıyoruz  Şöyle diyor Yahya Kemal: "Ey şehryâr-ı â'tıfet-âsâr-ı muhterem Ey Tâc-dâr-ı mâ'delet-efkâr-ı zu'1-kerem Sensin, o pâdşâh-ı dil-âgâh-ı pür-himem Kim vasf-ı Hazretin'de senin her ne söylesem Abradır ey Halîfe-i pür-lutf-u mâ'delet" | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |