|  | üç Güzeller Masalı( Ilkgüzellik Yarışması ) |  | 
|  12-22-2009 | #1 | 
| 
Şengül Şirin   |   üç Güzeller Masalı( Ilkgüzellik Yarışması )İLK GÜZELLİK YARIŞMASI, PARİS'İN YARGISI ÜÇ GÜZELLER MASALI (İLK GÜZELLİK YARIŞMASI) PARİS’İN YARGISI ZEUS, HERMES, HERA, ATHENA, APHRODİTE, PARİS Ölümlü Kral Peleus ile yeni karısı deniz perisi Thetis'in Olympos’ta kutlanan bir düğününe Fesatlık Tanrıçası Eris davet edilmemiş… Fesatlık bu ya boş durur mu, düğüne davetsiz gelip masanın ortasına altın bir elma atıvermiş, elmanın üzerinde “en güzele” yazıyormuş  Bütün kadınlar elma benim, bana yakışır diyerek elmayı sahiplenmeye kalkmışlar  Bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin denmiş ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera’ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti koparacaklar, başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak, Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris’i (Troia kralı Priamons’nu oğlu Paris’in bir adı da Aleksandros’tur)  elmayı en güzele vermesi için görevlendirmeyi düşünmüş  Ve… ZEUS –Hermes (haberci), şu elmayı al da, Phrygia’ya git  Priamos’un oğlu sığırtmacıyı bul; İda dağlarının Gargaros tepesinde sürüsünü otlatır  Ona “Paris sen güzel olduğun ve sevda işinden de anladığın için, Zeus sana emrediyor, bu tanrıçalara bakıp hangisinin daha güzel olduğunu söyleyeceksin; kazanana da ödül olarak bu elma verilecektir  ” dersin  Siz de, tanrıçalar, hakemin önüne çıkmak sırası geldi artık  Hanginizin daha güzel olduğunu ben kendim kesip atamam, çünkü ben üçünüzü de bir severim, üçünüz birden kazansanız ben daha memnun olurum  Hem güzellik ödülünü içinizden birine veren, öbür ikinizin mutlaka kinine uğrar  Bunun için hakemlik etmek bana gelmez; ama şimdi sizi gönderdiğim o genç Phrygia’lı krallar soyundandır, bizim Ganymedes ile de akrabalığı var  Zaten gönlü saf  bir delikanlıdır, size bakmaya lâyık değildir, diyemezler  APHRODİTE – Zeus, sen beni Momos’un (alay tanrısı) karşısına da çıkarsan, ben gene kendime güvenir, giderim  Bende ne bulur da alay eder? Ama bakalım o dediğin adam bu hanımların da hoşuna gider mi? HERA – Bizim bir şeyden çekindiğimiz yok Aphrodite, hakem diye senin Ares’i getirsinler, ondan da korkmayız  O Paris kim olursa olsun, kabul ediyoruz biz  ZEUS – Ya sen, kızım, sen ne dersin? Başını çeviriyor, kızarıyorsun, değil mi? Siz kızlar öylesinizdir, böyle işlerde utanıp kızarırsınız  Ama, belli, sen de kabul ediyorsun  Haydi gidin artık; kazanamayanlar kızıp o delikanlıya bir kötülük etmeyin sakın; üçünüz de bir derecede güzel olamazsınız! HERMES – Biz şimdi doğru Phrygia’ya: ben öne düşeyim, siz peşim sıra gelirsiniz; hiç tasanız olmasın  Ben o Paris’i tanırım, güzel delikanlıdır, sevda nedir, iyi bilir, bu gibi işlerde de iyi hakem olur  Haksızlık edeyim demez o  APHRODİTE – Bu senin dediğin benim işime pek gelir; hakemin hak bilir bir adam olması bizim için daha büyük mutluluk! Ama o delikanlı bekâr mı, yoksa bir kadın var mı yanında? HERMES – Büsbütün bekâr değil Aphrodite  APHRODİTE – O da ne demek? HERMES – Öyle sanıyorum ki İda’lı bir kadınla oturuyor (Kebros’un kızı Oinone  Paris onu babasının evinden kaçırmıştı  Oinone geleceği bilirmiş, Paris’in bir gün vefasızlık edeceğini de söylermiş); güzelce bir şey ama pek köylü, bir dağ kadını; doğrusu Paris’in de ona artık pek baktığı yok  Ama sen bunları neden soruyorsun? APHRODİTE – Hiç, sormuştum öyle  ATHENA – Yo! Öyle ayrı konuşmak olmaz, Hermes, sen elçisin, elçiliğini bil  HERMES – Ben kötü bir şeye kalkışmadım ki, Athena! Konuştuklarımızda sizlere karşı bir şey yoktur  Aphrodite bana Paris evli midir diye sormuştu, işte o kadar  ATHENA – Onu neden merak etmiş? HERMES – Bilmem; kendisi, aklıma öyle geldi de sordum, bir maksadım yoktu diyor  ATHENA – Peki, bekâr mıymış? HERMES – Değile benziyor  ATHENA – Ya savaşmayı, ün salmayı sever mi? Yoksa sığırtmaçlıktan başka bir şey bilmez mi? HERMES – Doğrusu, orasını iyice söyleyemem, bilmiyorum ben ama genç olduğuna bakılırsa dövüşüp şan kazanmayı sever elbette; savaşlarda birinci gelmeyi istemez mi hiç? APHRODİTE – Athena ile ayrı konuşuyorsun diye, bak ben kızmıyorum  Böyle küçük işler için söz etmek, Aphrodite’in âdeti değildir  HERMES – O da bana senin sorduğunu sormuştu; sana yanıt verdiğim gibi ona da yanıt verdimse bunda senin kızacağın, sana zararı dokunur sanacağın ne olabilir ki? Bakın, konuşa konuşa yıldızlardan hayli uzaklaştık, Phrygia’ya geldik bile  Ben artık İda dağlarını, Gargaros’u görüyorum; yanılmıyorsam şu da size hakemlik edecek olan Paris  HERA – Hani nerede? Ben görmüyorum  HERMES – İşte şurada; sola bak, ama ta tepeye değil, dağın yanına bak, hani bir in, bir de sürü var, orada  HERA – Ben sürü mürü görmüyorum ki! HERMES – Nasıl görmüyorsun? Hele parmağımla gösterdiğim yana bak, orada genç genç öküzler görmüyor musun? Bir de adam var koşarak kayadan iniyor; sürü dağılmasın diye elinde bir değnek tutuyor  HERA – Şimdi gördüm, ama bilmem o mu? HERMES – Ta kendisi  Ama madem ki bu kadar yaklaştık, beni dinlerseniz artık yere inelim de yürüyelim; birden bire gökten düştüğümüzü görürse korkar sonra  HERA – Doğru söylüyorsun, öyle yapalım… İşte indik artık  Aphrodite, sen hele öne düş de bize yol göster; buraları sen elbette bilirsin, kaç kez gelip Ankhises’le (Troya kral soyundan olan Asarakos’un oğlu Ankhises Tanrıça Aphrodite ile sevişmiş ve Aineias’ın babası olmuştur) buluşmuşsun  APHRODİTE – Senin bu alayların benim umurumda bile değil, Hera  HERMES – Size yolu ben gösteririm; İda’da ben de oturdum  Zeus’un genç Phrygia’lıya tutulduğu günlerdeydi, çocuğu gözetleyeyim diye beni buralara gönderdi; kartal olduğu gün de yanındaydım, o güzel oğlanı onunla birlikte ben de tutuyordum  Hatırımda iyi kaldıysa, onu işte şu kayadan alıp kaçmıştı  Çocuk, sürüsüne kaval çalıyordu  Zeus tepesine çöktü, tırnaklarıyla usulca sardı, başındaki tacı gagasıyla yakaladı, çocuğu yerden kaldırıverdi; oğlancağız boynunu bükmüş, ona öyle şaşkın şaşkın bakıyordu  Korkusundan kavalını düşürmüştü, ben onu alıp… İşte sizin hakem; gidelim yanına  Bahtın açık olsun sığırtmaç  PARİS – Senin de delikanlı, dilerim Zeus’tan açık olsun bahtın  Ama sen kimsin de böyle bizim yanımıza geliyorsun? Bu getirdiğin kadınlar da kim? Bu güzellikleriyle dağlarda ne işleri var onların  HERMES – Kadın değil ki onlar! Bu gördüklerinin biri Hera, biri Athena, biri de Aphrodite, Paris; beni soruyorsan, ben de Hermes’im; beni sana Zeus gönderdi  Ama sen niçin öyle titreyip sararıyorsun? Gönlünü ferah tut, korkma bir şeyden  Zeus, bu tanrıçalardan hangisinin daha güzel olduğunu söylemeni istiyor  Senin için, kendisi de güzeldir, sevda işinin ehlidir, kararını versin dedi  Hele şu elmanın üzerini oku, ödülün ne olduğunu da anlarsın  PARİS – Ver bakalım, ne yazıyor  “Elma en güzelin olsun” demiş  Peki, ama Hermes efendimiz, ben ölümlü bir insanım, hem de bir köylüyüm, bir çobanın gözleri bu kadar güzel şeylere alışık mıdır? Ben nasıl hakemlik ederim? Böyle işler olsa olsa kent uşaklarına yakışır  Bana iki keçiden hangisinin daha güzeldir, iki düveden hangisi daha güzeldir, onu sor, belki bilirim  Bu tanrıçaların biri güzellikte ötekinden aşağı kalmıyor ki! İnsan nasıl birinden gözlerini ayırır da ötekilere bakar, anlayamıyorum; gözler birinin bir yerine ilişti mi, ona hayran hayran bağlanıp öyle bakıyor  Başka bir yere geçse, onu da güzel buluyor; hasılı nereye çevrilse, oranın büyüsüne kapılıp kalıyor  Keşke ben de bir Argos olsaydım da her birine bütün vücudumla bakabilseydim! Bence en doğrusu, elmayı üçüne birden vermektir  Zaten şunu da bir düşünmeli: Biri Zeus’un hem kız kardeşi, hem de eşi; ötekiler ise kızları… Hal böyle iken, kesip atmak kolay mıdır hiç? HERMES – Kolay mı değil mi, orasını ben bilmem; ama Zeus öyle buyurdu  PARİS – Bari, Hermes, sen tanrıçalara şunu söyle: ikisi ödülünü alamayacaklar, ama bana kızmasınlar; bilsinler ki bu işte benim ancak gözlerim yanılır  HERMES – Kızmayacaklarına söz veriyorlar  Ama sen de artık uzatma, ver vereceğin yargıyı  PARİS – Mademki kurtuluş çaresi yok, bir deneyeyim, Ama sen bana önce şunu söyle; onlara böyle oldukları gibi mi bakacağım, yoksa inceleme tam olsun diye soyacak mıyım? HERMES – O senin bileceğin şey; hakem sensin, dilediğini emredersin  PARİS – Dilediğimi mi? Çıplak görmek isterim elbette  HERMES – Haydi tanrıçalar, soyunun  Sen inceden inceye bakarsın, ben başımı çeviriyorum  HERA – Peki, Paris önce ben soyunayım da gör; benim beyaz olan yalnız kollarım değildir, yalnız iri gözlerimle de göğsümü germem; her yanım güzeldir benim  PARİS – Aphrodite, sen de soyun  ATHENA – Aman, Paris, dikkat et, Aphrodite kemerini çıkarmadan soyunmasın, tılsımlıdır onun kemeri, seni de büyüler; hem buraya böyle aşifteler gibi sürünüp gelmesi hiç de hoş değildi, güzelliğini olduğu gibi göstermeliydi  PARİS – Kemer için dediği doğru; çıkarıver  APHRODİTE – Sen de, Athena, miğferini neden çıkartmıyorsun? Sorgucunu sallayıp durman da hakemi korkutmak için mi? Yoksa tüyler ürperten o miğferi çıkartırsan, tirşe gözlerin beğenilmez diye mi çekiniyorsun  ATHENA – Çıkardım işte miğferimi  APHRODİTE – Al, ben de çıkardım kemerimi  HERA – İşte, üçümüz de soyunduk  PARİS – Ey ulu Zeus! Nedir bu gördüklerim! Bu ne güzellik! Bu ne büyük haz! Kız ne kadar güzel! Öteki de gerçekten Zeus’a lâyık görkemli bir ece! Ya şunun tatlı bakışı, o ince insanı çıldırtan gülümsemesi! Şimdi ben bahtiyarlığın en yüksek derecesine erdim  Ama, bir diyeceğiniz olmazsa, her birinizi bir de ayrı ayrı görmek isterim; çünkü şimdi şaşırıp kaldım, hanginize bakacağımı bilemiyorum  APHRODİTE – Yapalım dediğini  PARİS – Hele siz ikiniz çekilin de burada yalnız Hera kalsın  HERA – Peki, kalayım; bana iyice baktıktan sonra bir de şunu düşün; senin ödülüne karşılık ben de sana bak ne armağanlar vereceğim; en güzel diye beni seçersen, ben seni bütün Asya’nın efendisi ederim  PARİS – Öyle armağanlar benim vereceğim yargıyı değiştirmez  Şimdi çekil, ben neyi doğru bulursam onu söylerim  Haydi, sen gel, Athena  ATHENA – Geldim işte  En güzel diye beni gösterirsen, Paris, savaşlarda hiç alt olmaz, hep sen yenersin; ben seni büyük bir komutan eder, nice ülkeleri eline geçiririm  PARİS – Benim savaşlarda, cenklerde gözüm yok, Athena; görüyorsun ki, şimdilik Phrygia da, Lydia da barış içinde; babamın devletinin çarpışılacak hiçbir düşmanı yok  Ama sen hiç merak etme, ben armağan almıyorum diye sana haksızlık edeceğimi sanma  Artık giyinip miğferini de takabilirsin: sana baktığım yeter, şimdi sıra Aphrodite’in  APHRODİTE – Yanındayım işte  Vücudumun her yanına inceden inceye bak, bir yeri gözden kaçırma  Ama, güzel delikanlı, istersen şu diyeceklerimi de bir dinle  Ne zamandır seni tanırım, gençsin, güzelsin, öyle ki, bilmem bütün Phrygia’da bir eşin daha var mı? Bu şirinlinle bahtiyarsın doğrusu ! Ama neden bu tepeleri, kayaları bırakıp da kente gitmezsin, güzelliğini bu yabani yerlerde soldurursun, bir türlü anlayamıyorum  Ne beklersin dağlardan? Senin güzelliğinin öküzlerine ne yararı olabilir ki? Sen evlenmelisin, ama öyle İda’lılar gibi kaba saba bir köylü kadın değil, Yunanistan’ın güzellerinden birini almalısın: Argos’lu mu olur, Korinthos’lu ya da Lakonia’lı mı olur, orasını sen bilirsin… Genç, güzel bir Helene var, benim kadar dilberdir o da; hem o sevsin diye yaratılmıştır  Seni bir görsün, hiç şüphe etmem, her şeyini bırakır da senin ardına düşer, sana kendini verir de bir daha koynundan çıkmak istemez  Onun sözünü duymuşsundur elbet  PARİS – Hayır, Aphrodite, hiç duymadım; ama sen ne biliyorsan söyle, beni memnun edersin  APHRODİTE – Leda’nın kızıdır; hani Zeus kuğu olup da bir güzel kadına gitmişti, işte onun kızı  PARİS – Yüzü nasıldır? APHRODİTE – Bir kere beyazdır elbette, babası kuğu olunca o da beyaz olacak; sonra bir yumurtada büyüdü, onun için pek de narindir  Çok kere oyun yerlerinde çalışıp vücudunu inceltir, gürbüzleştirir  Bunun için çok oldu peşine düşenler; uğruna savaş bile oldu  Daha küçük bir kızdı, Theseus onu alıp kaçırdı  Gençlik çağına girince, Akhaia’lı bütün krallar onu almak için sıraya girdiler; o, Pelops oğullarından Menelaos’u seçti  İstersen, ben yolunu bulur, seni onunla evlendiririm  PARİS – Ne dedin? Sen beni kocalı bir kadınla mı evlendireceksin? APHRODİTE – Sen, bütün köylüler gibi saf bir delikanlısın; ama ben böyle işler nasıl becerilir bilirim  PARİS – Nasıl olur? Ben de bileyim bari  APHRODİTE – Sen, Yunanistan’ı gezip göreceğim diyerek yurdundan çıkarsın  Lakedaimon’a varınca, Helene seni görür; sana gönül verip ardına düşmesine gelince, orasını bana bırak  PARİS - Benim de asıl orasına aklım ermiyor: kocasını bırakıp da kendi yurdundan olmayan bir insanın, bir yabanın ardına düşer mi hiç? APHRODİTE - Onu sen hiç düşünme  Benim sevimli iki oğlum vardır: biri Arzu, biri de Aşk  Yolculuğunda sana arkadaşlık etsinler, gideceğin yerleri göstersinler diye onları yanına katarım  Aşk o kadının gönlüne giriverir, ne yapıp eder de seni sevdirir; Arzu da senin her yerine yayılır, kendi gibi seni de dilberleştirir, sana bir çekicilik verir  Ben de onların yanında bulunurum  Bundan başka Kharis’lere rica ederim, onlar da bizimle gelir, her birlik olur, Helene’yi kandırırız  PARİS – Bunların sonu neye varır, bilmem, Aphrodite  Ama ben Helene’ye gönül verdim bile  Şimdi bana öyle geliyor ki, ben onu görüyorum, gemiye binip Yunanistan yolunu tutmuşum, Sparte’ye varmışım, orada oturuyorum, o kadını elde etmişim… Anlamıyorum nasıl oluyor, ama kendimi böyle görüyorum işte… Bunlar bir an önce olmuyor diye de öyle üzülüyorum ki!   APHRODİTE – Sana öyle bir eş getirenin zahmetini oyunla ödemeden hemen ateş alıverme, Paris  Ben sizinle birlikte gelirim, ama başımda zafer tacı bulunmalı, hem sizin düğününüzü, hem de kendi başarımı kutlamalıyım  Görüyorsun ya! Bu elma ile neler elde edebilirsin; aşk, güzellik, evlenme her şey senin olsun  PARİS – Ya yargıdan sonra sen bunları unutursan? APHRODİTE – Verdiğim sözü yerine getireceğime, istersen bir de yemin edeyim  PARİS – Hayır; o sözleri bir daha tazele yeter  APHRODİTE – Sana söz veriyorum: Helene senin eşin olacak, senin ardına düşecek, seninle birlikte İlion’a gelecek, Ben senin yanında olacağım, her işinde sana yardım edeceğim  PARİS – Aşk’ı, Arzu’yu, Kharis’leri de getirecek misin? APHRODİTE – Hiç merak etme  Dilek ile Düğün’ü de alır gelirim  Bu koşullarda ver bana elmayı  PARİS – Madem ki öyledir, buyur, senin olsun  PARİS Paris, öbür adıyla Aleksandros, Troya kralı Priamos’la karısı Hekabe’nin en küçük oğlu  Kraliçe onu doğurmadan birkaç gün önce uykusunda bir düş görmüş; arnından çıkan bir alev Troya surlarını sarıyor, bütün şehri yangına veriyormuş  Falcılar bu düşü kötüye yorumlamışlar, doğacak olan çocuk şehri yıkıma götürecek demişler  Bebek doğunca da Priamos onu İda dağına bırakmak üzere bir uşağına vermiş  Uşak Paris’i dağa bırakmış , vahşi hayvanlar hakkından gelir diye düşünmüş  Ama öyle olmamış, bir dişi ayı gelip bebeği emzirmiş  Bir süre bu böyle gitmiş, sonra çocuğu Agelaos adındaki bir çoban bulmuş, evine götürmüş ve kendi çocuklarıyla bir arada büyütmüş  Paris çobanlar arasıdan güzelliği yardımseverliğiyle dikkati çekermiş, sürülerine çok iyi baktığı için, ona koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını takmışlar  Dağda önce Oinone adlı bir nympha ile sevişmiş  Evlenmişler, ama mutlulukları uzun sürmemiş  OİNONE Oinone İda dağının nympha’larından biridir  Paris ile evlenir  Paris güzellik yarışmasında yargıç olarak çağrıldığında onu vazgeçirmeye çalışır ama başaramaz; ancak bir gün yaralanırsa onu gelip bulmasını söyler  Apollon’un kendisine verdiği şifalı otlar vardır  Paris Troya savaşının sonlarında Philoktetes’in attığı bir okla yaralanınca Oinone’nin bu sözünü hatırlar, ona haber gönderir, ama nympha yardıma gelmez  Paris ölünce Oinone pişman olup canına kıyar  (Nympha: Aslında başı örtülü, yani gelin anlamına gelen nympha kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan doğal ve tanrısal varlıkların dişi olanlarına verilen addır  Homeros’a göre nympha’lar Zeus’un kızlarıdır  ) ANKHİSES Troya kral soyundan olan Asarakos’un oğlu Ankhises Tanrıça Aphrodite ile sevişmiş ve Aineias’ın babası olmuştur  Homerik denilen övgülerden Aphrodite’e ayrılmış olanı, bu sevişmeyi en ince ayrıntılarına dek anlatır: Tanrıça Ankhises’i İda yamaçlarında sığırlarını otlatırken görür, delikanlının güzelliğine vurulur ve dağa iner  Övgüde “canavarların anası, bin pınarlı İda” diye tanımlanan İda dağına Aphrodite’in inişi, peşinde vahşi hayvanlar sürükleyen ana tanrıçanın gelişine benzetilmiş, tanrıçanın büyüsüne kapılan hayvanların ormanlarda, fundalıklarda sevişmesi gösterilmiştir  Tanrıça Phrygia’lı bir genç kız kılığına girer de öyle görünür Ankhises’e  Troyalı prens arzu ile yanıp tutuşarak tanrıçaya yaklaşır  sevişmelerinin sonunda gülümser tanrıça, sevgilisine şöyle seslenir: Senin bir oğlun doğacak, Troya’lılara kral olacaktır o  Ve çocuklarına çocuklar doğacaktır sonsuzluğa dek! Tanrıça doğuracağı oğlanı büyütmek için nympha’lara vereceğini, onu beş yaşında babasına tanıtacağını ve çocuğun kimin olduğu sorulursa sakın Aphrodite’in oğlu olduğunu bildirmemesini, yoksa Zeus’un yıldırımına çarpılacağını söyler ve Ankhises’i bırakıp gider  Bir efsaneye göre Ankhises tanrıçanın sözünü tutmaz, fazlaca içtiği bir gün Aphrodite ile sevişmiş olmakla övünür ve çarpılır  Bunun sonucunda topal kaldığı, Troya’dan kaçarken Aineias’ın onu sırtına almasının nedeninin bu olduğu anlatılır   
				__________________  Arkadaşlar, efendiler            ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,            müritler, meczuplar memleketi olamaz  En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet            tarikatıdır   | 
|   | 
|  | 
|  |