Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
destani, kurtuluş, savaşi

Kurtuluş Savaşi Destani

Eski 10-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kurtuluş Savaşi Destani



SEKİZİNCİ BAP

26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLAR

İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR

ve

İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E

BAKAN NEFER

Saat 230

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,

ne ağaç, ne kuş sesi,

ne toprak kokusu vardır

Gündüz güneşin,

gece yıldızların altında kayalardır

Ve şimdi gece olduğu için

ve dünya karanlıkta daha bizim,

daha yakın,

daha küçük kaldığı için

ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten

evimize, aşkımıza ve kendimize dair

sesler geldiği için

kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi

okşayarak gülümseyen bıyığını

seyrediyordu Kocatepe'den

dünyanın en yıldızlı karanlığını

Düşman üç saatlik yerdedir

ve Hıdırlık-tepesi olmasa

Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek

Küzeydoğuda Güzelim-dağları

ve dağlarda tek

tek

ateşler yanıyor

Ovada Akarçay bir pırıltı halinde

ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde

şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :

Akarçay belki bir akar su,

belki bir ırmak,

belki küçücük bir nehirdir

Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip

ve kılçıksız yılan balıklarıyla

Yedişehitler kayasının gölgesine girip

çıkar

Ve kocaman çiçekleri eflâtun

kırmızı

beyaz

ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki

haşhaşların arasından akar

Ve Afyon önünde

Altıgözler Köprüsü'nün altından

gündoğuya dönerek

ve Konya tren hattına rastlayıp yolda

Büyükçobanlar Köyü'nü solda

ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp

gider

Düşündü birdenbire kayalardaki adam

kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri

Kim bilir onlar ne kadar büyük,

ne kadar uzundular?

Birçoğunun adını bilmiyordu,

yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel

Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da

geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek

Dağlarda tek

tek

ateşler yanıyordu

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki

şayak kalpaklı adam

nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden

güzel, rahat günlere inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

birdenbire beş adım sağında onu gördü

Paşalar onun arkasındaydılar

O, saatı sordu

Paşalar : «Üç,» dediler

Sarışın bir kurda benziyordu

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı

Saat 330

Halimur - Ayvalı hattı üzerinde

manga mevziindedir

İzmirli Ali Onbaşı

(kendisi tornacıdır)

karanlıkta gözyordamıyla

sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi

baktı manga efradına birer birer :

Sağda birinci nefer

sarışındı

İkinci esmer

Üçüncü kekemeydi

fakat bölükte

yoktu onun üstüne şarkı söyliyen

Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı

Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı

tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam

Altıncı,

inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,

memlekette toprağını ve tek öküzünü

ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için

kardeşleri onu mahkemeye verdiler

ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için

ona «Deli Erzurumlu» derdiler

Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı

Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı

ve gözünü kırpmadan

daha bir hayli yara alabilir,

yine de dimdik ayakta kalabilir

Sekizinci,

İbrahim,

korkmıyacaktı bu kadar

bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp

birbirine böyle vurmasalar

Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :

tavşan korktuğu için kaçmaz

kaçtığı için korkar

Saat 4

Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası

On ikinci Piyade Fırkası

Gözler karanlıkta, uzakta

Eller yakında, makanizmalar üzerinde

Herkes yerli yerinde

Tabur imamı

mevzideki biricik silâhsız adam :

ölülerin adamı,

kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,

durdu boyun büküp

el kavuşturup

sabah namazına

İçi rahattır

Cennet, ebedî bir istirahattır

Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,

meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir

Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı

Saat 445

Sandıklı civarı

Köyler

Sarkık, siyah bıyıklı süvari,

çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu

Çukurova beygiri

kuyruğunu karanlığa vuruyordu :

dizkapaklarında kan,

kantarmasında köpük

İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,

atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor

Geride, köylerde bir horoz öttü

Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari

ellerinin tersiyle yüzünü örttü

Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan

bir başka horoz vardır :

baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu

Düşmanlar herhal onu çoktan kesip

çorbasını yapmışlardır

Saat beşe on var

Kırk dakka sonra şafak

sökecek

«Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak»

Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde,

On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti

ve onların genci, uzunu,

Darülmuallimin mezunu

Nurettin Eşfak,

mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak

konuşuyor :

-Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,

bilmem ki, nasıl anlatsam,

Âkif, inanmış adam,

fakat onun, ben,

inandıklarının hepsine inanmıyorum

Meselâ, bakın :

«Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın»

Hayır,

gelecek günler için

gökten âyet inmedi bize

Onu biz, kendimiz

vaadettik kendimize

Bir şarkı istiyorum

zaferden sonrasına dair

«Kim bilir belki yarın»

Saat beşe beş var

Dağlar aydınlanıyor

Bir yerlerde bir şeyler yanıyor

Gün ağardı ağaracak

Kokusu tütmeğe başladı :

Anadolu toprağı uyanıyor

Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp

ve pırıltılar görüp

ve çok uzak

çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak

bir müthiş ve mukaddes mâcereda,

ön safta, en ön sırada,

şahlanıp ölesi geliyordu insanın

Topçu evvel mülâzımı Hasan'ın

yaşı yirmi birdi

Kumral başını gökyüzüne çevirdi,

kalktı ayağa

Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa

Şimdi bir hamlede o kadar büyük,

öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki

bütün ömrünü ve hâtırasını

ve yedi buçukluk bataryasını

ağlanacak kadar küçük buluyordu

Yüzbaşı sordu :

- Saat kaç?

- Beş

- Yarım saat sonra demek

98956 tüfek

ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden

yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,

bütün âletleriyle

ve vatan uğrunda,

yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle

Birinci ve İkinci ordular

baskına hazırdılar

Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,

beygirinin yanında duran

sarkık, siyah bıyıklı süvari

kısa çizmeleriyle atladı atına

Nurettin Eşfak

baktı saatına :

- Beş otuz

Ve başladı topçu ateşiyle

ve fecirle birlikte büyük taarruz

Sonra

Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü

Bunlar :

Karahisar güneyinde 50

ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler

Sonra

Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik

Aslıhanlar civarında

30 Ağustosa kadar

Sonra

Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu

Esirler arasında General Trikopis :

Alaturka sopa yemiş bir temiz

ve sırmaları kopuk frenk uşağı

Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı

Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,»

Nurettin dedi ki : «Seni biz değil,

buraya gönderenler öldürdü seni»

Sonra

Sonra, 31 Ağustos günü

ordularımız İzmir'e doğru yürürken

serseri bir kurşunla vurulan

Deli Erzurumluydu

Devrildi

Kürek kemikleri altında toprağı duydu

Baktı yukarı,

baktı karşıya

Gözler hayretle yandılar :

önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları

her seferkinden kocamandılar

Ve bu postallar daha bir hayli zaman

üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından

seyredip güneşli gökyüzünü

ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler

Sonra

Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden

ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden

yüzlerini toprağa döndüler

Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı

Kan içindeydi yüzü gözü

Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala

Kaçanı kovalamıyordu yalnız

ulaşmak da istiyordu bir yerlere

ve sadece kahretmiyor

yaratıyordu da

Ve kılıçların,

nalların,

ellerin

ve gözlerin pırıltısı

ardarda çakan aydınlık bir bütündü

Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü

ve şu türküyü duydu :

«Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket bizim

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim»>

Sonra

Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik

ve Kayserili bir nefer

yanan şehrin kızıltısı içinden gelip

öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,

Güneyden Kuzeye,

Doğudan Batıya,

Türk halkıyla beraber

seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i

Ve biz de burda bitirdik destanımızı

Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,

Türk halkı bağışlasın bizi,

onlar ki toprakta karınca,

suda balık,

havada kuş kadar

çokturlar;

korkak,

cesur,

câhil,

hakîm

ve çocukturlar

ve kahreden

yaratan ki onlardır,

kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır

NAZIM HİKMET

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.