Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Siyasal Bilgiler / Hukuk

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
birey, devlet, siyaset

Devlet, Birey Ve Siyaset

Eski 10-09-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Devlet, Birey Ve Siyaset



ISUNUŞ

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” ifadesi yer almaktadır Bu ifadeyle, Cumhuriyetin Demokratik devlet niteliği belirtilmektedir Demokratik Devlet kavramının gerisinde de, Demokrasi idealini yaşayan, bu idealin gereklerini yerine getirmeye çalışan bir anlayış, bir rejim yatmaktadır Peki, Demokrasi idealine ulaşabilme azim ve kararlılığı içinde olmakla, uygulamada hakikaten Demokrasiyi oturtma ve yaşatma çabaları hususundaki samimiyetin derecesi acaba ne düzeyde?

Demokratik rejimlerin Demokrasiyi ne derece yaşatabildikleri tartışması bir tarafa, özünde “Halk İktidarı” ilkesini taşıyan bu mukaddes (!) rejimini ruhunu teşkil eden “Halk”ın, yani vatandaşın ,artık “Birer Seçilmiş Elit Poliarşisi” olarak nitelenen Çağdaş Demokrasiler içerisindeki etkinlikleri, bir bakıma fonksiyonları, günümüz Demokrasi sorgulamasının odağını oluşturmaktadır Zira bütün rejimlerde-rejimin adı ne olursa olsun siyasi iktidarın muhakkak bir azınlığın, tabiri caizse bir siyasi elit tabakasının elinde bulunduğu görülmektedir Demokratik, Otoriter ya da Totaliter olsun, bütün rejimlerde bu gerçeği görebilmekteyiz Ancak, bu bağlamda Demokrasiyi diğerlerinden ayıran nüans; Demokrasinin “Egemenliğin” tek meşru kaynağını ve sahibini “Millet” te aramasından ileri gelir Pek tabi, oy kullanma erkine sahip olamayan bir soyut varlık olan Millet, onu oluşturan bireylerin iradelerinin bir toplamı olduğundandır ki, “Egemenliğin meşru kaynağı ve sahibi halktır

Nedir Demokrasi? En kısa tabiriyle “Halkın İktidarı” demek Yunanca “Demos”(Halk) ve “Kratos” (İktidar) sözcüklerinden oluşan Demokrasi halkın iktidarı anlamına geliyor Eski Yunanlılar, çağdaşları doğu despotluklarına karşı kendi yönetimlerine bu adı vermişler Onlara göre Demokrasi olabilmesi için kanunların herkes için aynı olması (İsonomia) site işlerine katılmada ve siyasal iktidara katılmada eşitlik (İsegoria ve İsokratia) olması gerekir

Demokrasiyi, halkın halk tarafından yönetilmesi şeklindeki coşkunluk uyandıran ve hitabette işe yarayan tanımlamanın dışına çekmeliyiz Zira, bir halkın kendi kendini yönettiği hiçbir zaman görülememiştir, görülmeyecektir de Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bütün hükümetler aslında oligarşik yapıdadır; bu da zorunlu olarak az sayıda kişinin çokluğa hakimiyetini içerirRousseau, bir cümlesinde bunu çok güzel ifade ediyor: “Kelimenin tam anlamıyla gerçek Demokrasi hiçbir zaman mevcut olmamıştır ve olmayacaktır da Çoğunluğun yönetmesi ve azınlığın yönetilmesi, doğal düzene aykırıdır

Demek oluyor ki, Demokrasiyi klasik “Halk İktidarı” anlamında hayat bulan fanteziden sıyırıp, onun daha gerçekçi bir tanımını yapmak gerekiyor Gerçek Demokrasi, başka bir şeydir; daha mütevazı fakat daha gerçekçi bir şey Bu, herşeyden önce, ihtilal sonrası Fransa’sının 1793 Kurucu Meclisi’nde denildiği gibi “halk için ve halkın her kesimi için özgürlük” olarak tanımlanabilir Bir başka basit ve gerçekçi tanımda ise Demokrasi “yöneticilerin dürüst ve serbest seçimler yoluyla, yönetilenler tarafından seçildiği rejim” olarak ifade ediliyor Bütün bu tanımlardan sonra Demokratik Rejimi matematiksel bir ifadeye dökmek mümkün olmaktadır Demokrasi=Yönetenlerin halka dayanan meşruluğu ve halk karşısındaki sorumluluğu+Yönetilenlerin yöneticileri seçme, denetleme ve devlet yönetiminde görev alabilmeleri erki+Hukukla düzenlenmiş çevre+Haklar ve Özgürlükler Böylece Demokrasinin, modern rejimleri içerisinde (uygulamada zamana ve mekana göre oluşabilin farklılıklar bir tarafa)en iyi olduğu sunucuna ulaşıyoruz Ünlü düşünür Aristo, her ne kadar demokrasiyi bir “Çoğunluk Tiranisi” olarak çığırtkanların ve demagogların at koşturduğu rejim olarak görse de, insanların demokrasi hususundaki heyecanları ve ligileri devam etmekte

Aslında hiçbir devlet sistemi iyi veya kötü değildir Devlet sistemleri iyi veya kötü olsaydı, bazı sistemler ebediyen yaşarlar, bazıları yaşamak imkanı bulamazlardı Ancak Demokrasinin pek çok milletin mutluluk kaynağı olduğunun görüyoruz Bu cümleden hareketle, günümüzde insan haysiyetine yakışan idare şeklinin demokrasi olduğu sonucuna varabiliriz Bununla birlikte “sağlıklı” Demokrasinin bir takım şartları vardır: Tabuların hakim olduğu, bazı düşüncelerin resmi görüş haline geldiği toplumlarda demokrasiden söz etmek mümkün değildir Böyle ortamlarda kurulan demokratik rejimler, sahneye konmuş oyunlar gibidir, her şey suflörlerine bağlıdır

Kamuoyu açık hale getirilmeli, her fikir tartışılmalıdır Zararlıyı, kötüyü ayıklamak, kamuoyunun hakkıdır Bir sınıf, iktidar veya zümre, kendisini kamuoyunun yerine koyup doğruyu yanlışı belirleyemez

Demokratik rejimde güven hakim olmalıdır İnsanlar kendilerini huzur ve güven içerisinde, emin hissetmelidirler

Demokratik rejimde iktidarın halktan kopmaması, herhangi bir menfaat grubunun oyuncağı olmaması hususu büyük önem arz eder Bu rejimin sağlıklı olması, menfaat gruplarının üzerine değil, halkın vicdanına oturmasıyla mümkün olur

Demokratik rejimin, mekanizmanın işleyebilme şartının büyük oranda -, hatta tamamiyle bu rejimin halk olgusunu dayanmasına bağlı olduğunu görüyoruz Modern çağ Avrupa siyasal düşünürlerinin ve tarih felsefecilerinin pek sevdikleri bir evrim genellemesi vardır:Eski doğu toplumların yalnızca bir kişi özgürdür (despot); Eski Yunan’da yalnızca bazıları özgürdür (köleler dışındaki halk); Modern Batı’da herkes özgürdür (yurttaşlar) Demokratik düzenin hareket noktası da bireydir Zaten bireyin toplum karşısındaki hakları ve özgürlüğü (mutlak bir hak ve özgürlük değil, sınırlı bir hak ve özgürlük) rejimin çerçevesini çizer

Demokratik rejim içerisinde bireyin sahip olduğu (ya da olması gereken) hakların en belirgini, zaten rejimin etimolojisinde de anlamını ve ruhunu barındıran “devlet yönetimine katılma” hakkıdır Bu, diğer bir ifadeyle bireyin “Siyasal Katılma” hakkı olarak da anlaşılabilir ve ifade edilebilir Bu çalışmada, Demokratik bir rejimde “Siyasal Katılma”nın anlamı, mahiyeti, rejimin sağlıklı işleyebilmesi bakımından “Katılma”nın önemi üzerinde durulacak, Türkiye’de insanların siyasal bilinçlenme düzeyi ve bu düzeyin siyasal katılmaya etkisi hususunda kişisel bir değerlendirme ortaya konacak ve nihayet Demokrasinin olgunlaşmasında bireyin üzerine düşen görev tartışılarak sonucu gidilecektir

Klasik iktisatçılar insanı “Ekonomik İnsan” (Homo Economicus) olarak tanımlarlar, zira insan yaşamını devam ettirebilmek için daima en iyiyi, en doğruyu seçecek, en faydalıya yönelecektir Bu tür kaygılar içerisinde olan, yani en ucuzu, en iyiyi bulmaya çalışan insan, niçin aynı zaman en doğruyu, en güvenliği, en adaletliyi, en insaflıyı seçmesin? İşte bu da bizi “insan, doğası gereği siyasal bir hayvandır” diyen Aristo’nun birey için çizdiği “siyasi kimlik” gerçeğini götürüyor Demek ki yalnızca ekonomik insan yok, fakat “siyasal insan” da var (Zoon Politikon) Ancak “siyasal insan” ın teşekkülü de, bireylerin belirli bir bilgi kültür ve altyapıya sahip olmalarıyla mümkündür Siyasal insan, duyarlı insandır Bir toplumu oluşturan bireylerin belirli bir bilgi birikimine ve eğitim seviyesine sahip olmaları gerekir Bireyler, çevrelerinde cereyan eden hadiseleri idrak etme, yorumlama ve çözümleme yeteneğine sahip olmalıdırlar ki, tekdüzelik yıkılsın, yerel siyasi gelenekler ortadan kalksın ve kişiler hayatın her alanına ve her problemine kafa yorabilsinler

1DEVLET, BİREY VE SİYASET

Birden fazla insanın bir araya geldiği yerde bir düzen ihtiyacı doğar Bu, hayatın başlangıcından beri böyle olmuştur Düzenin kurallarını ise kuvvetli olan koymuştur Sadece insan topluluklarında değil, bütün mahluklarda bu böyle olmuştur ve olmaya da devam etmektedir

Zaman içerisinde toplumlar geliştikçe ve genişledikçe düzenin kuralları şekillenmeye ve yayılmaya başlamış, bunları uygulayacak kurumlar oluşmuştur Neticede Devlet düzenine gelinmiştir Devletin ortaya çıkışı, yönetim olgusunun ve bir düzen içerisinden ileri gelmektedir Zira insan sosyal bir varlıktır Başkalarıyla birlikte yaşamaya ve onlarla mal, hizmet, bilgi ve benzeri konularda karşılıklı ilişkiler içinde olmaya muhtaçtır İnsanlar arasındaki iktisadi, idari, siyasal ve sosyal ilişkiler; sosyal, idari ve siyasi düzeni meydana getirmektedir, ki bu düzenin merkezinde şüphesiz Devlet yer almaktadır

Batı dillerindeki “etat, state, staat “ gibi kelimelerin manası, Latince “durmak, yerleşmek , ikamet etmek” manalarındaki “status” dan gelmekte ve Devlet’i ifade etmektedir Oysa bizim dilimizde Devlet “hareket ettirmek, döndürmek, dolaştırmak, işleri çekip çevirmektir” Latinler, yerleşik olmayan topluluklara, müslümanlar da “işlerini çekip çeviremeyen” bir mekanizmaya Devlet denmeyeceğini ifade etmektedirler

Devlet’in ülke, insan topluluğu, iktidar hukuki ve siyasal düzen üzerine oturmuş bir kurum olduğunu söyleyebiliriz Bu unsurları birleştirdiğimizde ortaya Devlet tanımı çıkacaktır “Devlet, belli bir ülke üzerinde yerleşmiş, zorlayıcı yetkiye sahip bir üstün iktidar tarafından yönetilen insan topluluğunun meydana getirdiği siyasal bir kuruluştur” Bu en büyük siyasal kuruluş, bireyler arasındaki ilişkileri düzenler ve bu ilişkilerin saptanmış kurallara uygun olarak yürümesini sağlar Aynı zamanda Devlet, anlaşmazlıkları çözümler, kamusal mal ve hizmet üretir, bu yönleriyle en üst egemen meşru gücü temsil eder

Büyüklüğü ne olursa olsun, bütün devletlerde, yukarıda ifade edilen ülke, insan, iktidar ve ortak yasalar unsurlarını görmek mümkündür Ülke, yani toprak parçası, ancak ona can ve dinamizm veren “insan topluluğu” ile mana kazanır, ki bu topluluğa “millet” adı verilmektedir Sacayağının bir üçüncü unsuru iktidar, yani yönetenlerdir ki onlar da saptanmış genel ve soyut kurallara, başka bir ifadeyle hukuk düzenine bağlı kalmak zorundadırlar

Yöneten ve yönetilen ayrımı, aynı zamanda Devlet-Birey ayrımıdır Devlet, asli görev olan ülke idaresini yani yürütmeyi hükümetler vasıtasıyla gerçekleştirir Devletin siyasal teşkilatı, başta hükümet olmak üzere, devlet teşkilâtına dahil olan kamu kurum ve kuruluşlarıyla, bunların görevli personelinden oluşur Aslında Devlet gözle görülen elle tutulan bir varlık değildir Devlet, bireyler onu düşündükleri için vardır Nitekim bireyler bir şefe, bir derebeyine, bir hükümdara değil, onların fizik varlıklarının üstünde ve ötesinde adına Devlet denilen sürekli ve soyut bir varlığa itaat etmek istemişlerdir Ancak, Devlet düzenini kuranlar, Devlet otoritesini kullananlar, Devletin kanunlarını yapanlar yine insanlardır Devletin kanunlarını yapanlar yine insanlardır Böylece fizikötesi bir güç, bir ideal, bir sembol olan Devletin de, aslında insandan soyutlanamayacağı gerçeğine varılır Zira, Devlet mekanizmasını işletenler, çarkı döndürenler, kuralları koyanlar da, yine halkın arasından gelmiş kişilerdir Toplumu oluşturan diğer bireylerden farkları, onların artık “yöneten” kimliği taşımalarıdır Bu bakımdan yukarıda ifade edilen Devlet-Birey ayrımı da aslında Yöneten ile Yönetilen ayrımıdır Demokratik rejimlerde yönetenlerin kalıcılığından, sürekliliğinden ve hegomonyasından söz edilemez Devlet, insan ömrünü aşar, zamanla da sınırlı olmayan bir kurumdur Demokrasi, bir takım insanların ya da grupların ihtiraslarına meydana vermeyen bir “halk egemenliği” rejimidir Yönetenlerle yönetilenler arasındaki menfaat ve hak mücadelesinde dengeyi kurabilen ya da kurabileceğine inanılan yegane sistem olarak görülen Demokraside, Devlet-Birey ayrımı, çok keskin sınırlarla ve çok kalın çizgilerle çizilmemiş olduğundandır ki, birey zaman zaman da olsa, ülke yönetiminin seyrini değiştirecek kararlar alabilme ve bunu uygulayabilme imkanına sahip olabilmekte Hatta kimi zaman ülke yönetimine bizzat katılabilmektedir Yönetilen “birey” in, yöneten üzerinde kontrol, denetim ve beğenmediğinde onu değiştirebilme hakkı da vardır Tüm bunlar bireyin, Demokratik bir sistemde “egemenliğin tek meşru kaynağı olan halk”ın bir üyesi olması münasebetiyle sahip olduğu haklardır Bireyi, siyasi iktidarı belirleme, onu denetleme ve gerektiğinde değiştirebilme hususunda gösterdiği davranışlar bütünü, bizzat bireyin iktidarda yer alması olgusuyla birlikte “siyasal katılma” kavramıyla açıklanabilir

Bilindiği üzere siyaset, topumda yaşayan insanlar arasında bir çatışma, bir mücadele ve kavgadır Kavganın, çatışmanın sebebi ise bireylerin düşünce, menfaat ve eğilim farklılıklardır İşte siyasetin temelini bu “farklılıklar” dan doğan çatışma oluşturur Çatışmanın asıl hedefinin iktidarı ele geçirerek, tabiri caizse onun “nimetlerinden” faydalanmak olduğu söylenebilir Pek tabi, siyasetin sadece bu yönün düşünmek, hadiselere at gözlüğüyle bakmak gibidir Zira, daha yumuşak manası itibariyle siyaset, toplumda bütünlüğü sağlamak, özel çıkarlara karşı koyarak genel yararı ve insanların “ortak iyiliğini koyarak genel yararı ve insanların”ortak iyiliğini” gerçekleştirme hususunda yapılagelen faaliyetlerdir

Aslına bakılırsa siyasetin ne sadece ilk, ne de sadece ikinci anlamını taşıdığı görülür Siyaset bu iki ifadenin karışımıdır, hatta halk dilindeki iş bilirlik, kurnazlık, manevra kabiliyeti gibi karşılıkları da eklendiğinde, kavram daha da zenginleşmiş olur Ancak siyaset denilince, kısaca Devlete ait işleri veya Devlet yönetimini anlayabiliriz Demokratik rejimde Devlet-Birey ayrımının keskin olmaması sebebiyle bireyin siyaset aracılığıyla Devlete ait işlerde rol oynaması mümkün olabilmektedir Bireyin rolü ise hangi nispette “siyasallaşabildiğine” bağlıdır Yani siyasal bilinç, siyasal kültür, ya da başka bir ifadeyle siyasal altyapının belirleyici rol oynadığı “siyasal insan” kimliğine bürünebilmek, katılma olgusunda büyük önem arz etmektedir
2SİYASAL İNSAN VE SİYASAL TOPLUMSALLAŞMA

Aristo, bilindiği gibi insanı siyasal hayvan olarak nitelemiştir Aristo’nun, insanın sosyal ve siyasal yönüne işaret ettiği bu ifadenin anlamı şudur: İnsanlar tek başlarına değil, topluluk halinde yaşamayı severler Birlikte iş yapmak, bir araya gelip konuşmak, görüşmek, tasada ve sevinçte ortak olmak insanlarda bulunan temel özelliklerdir

Kişiliğin temel unsurları olup kendilerini sosyal ve siyasal alanda belli eden birtakım nitelikler vardır: Varlığını koruma, iyi yaşama ve güvenlik ihtiyacı, buna bağlı olarak korkudan, baskıdan, kuşkudan, tehditten, hastalıktan, işsizlikten ve fakirlikten uzak kalma isteği İnsan ruhunun bir başka belirgin özelliklerinden birisi de iktidar duygusudur İnsan, ya bazı amaçlara varmak için ya da sırf iktidar için iktidarı istemektedir Birinci durumda iktidar bir amaç olmaktadır İktidarı insanlar ya kendileri için, ya da toplum için isterler İkinci isteğin ağırlık kazanması, insanı gerçek “Devlet Adamlığı” kimliğine büründürür

İnsanları “siyasal hayvan” yapan ve diğer varlıklardan ayırma en önemli özelliklerden birisi, eğitime olan büyük gereksinimleridir Bir kuşaktan diğerine düzenli bir bilgi akımı olmazsa, insanların bireysel ve toplumsal yaşamı tam anlamıyla sekteye uğrayabilir Kişinin siyasal değer, inanç ve tutumları zaman içinde meydana gelmektedir Kişi içinde yaşadığı siyasal kültürün içerdiği değer yargıları, anlayışlar, davranış kuralları çerçevesinde “siyasal bir insan” olarak biçimlenmektedir Siyasal insan, siyasal kültüre, siyasal bilince, siyasal altyapıya sahip insandır ve aynı zamanda hayatın her alanına ve her problemine kafa yoran insandır En azından kavramın ideal tanımı bu olmalıdır

Yukarıda ifade edilen kuşaklar arası bilgi akımı, “toplumsallaşma” adı verilen olguyu meydana getirirBirey, doğuştan sahip olmadığı siyasal değer yargılarını, inançlarını ve tutumlarını bir öğrenme süreci içinde zamanla geliştirmektedir Kişinin toplumun bir parçası haline gelmesine genel anlamda “toplumsallaşma” ve bu öğrenme sürecine ise “siyasal toplumsallaşma” denilmektedir Bir başka ifadeyle toplumsallaşma, siyasal kültürün aktarılması ya da siyasal yaşamın yeniden üretilmesi olgu ve sürecidir Buna paralel olarak siyasal inanç, davranış ve değerlerin birey tarafından benimsenme süreci de siyasal toplumsallaşma olarak ifade edilebilir

3SİYASAL TOPLUMSALLAŞMANIN ÇEVRESEL DİNAMİKLERİ

Siyasal Toplumsallaşama sürecinde birey, birtakım faktörlerin etkisi altındadır Bireyin toplum içindeki yeri, topluma hakim olan ideoloji, demografik yapı (nüfus), kültür, siyasal kurumlar, din, birincil ve ikincil gruplar, kitle iletişim araçları gibi çevresel faktörler, bireyin “siyasal” kimliğinin teşekkülünde son derece önemlidir

Belirli bir sınıfın, belirli bir çağda, özgür sayılabilecek toplumsal düşünce sistemi olan ideoloji, bilimsel gerçeklerin yanısıra somut tarihsel-ekonomik yapının belirlediği değer yargılarını, önyargıları, toplumun doğru işleyişiyle ilgili kanıları da kapsar Deneylerle test edilemeyen bu siyasi inanç sistemi, belirli bir olayda , bireyi belirli bir yönde düşünmeye sevk eden önemli bir etkendir

Nüfus hareketleri, nüfus yapısındaki değişmeler, nüfusun köy-kent biçiminde dağılmasını bir sonucu olarak bireyler arasındaki ilişkilerin sıklaşıp gevşemesi ve bireyin yetiştiği çevrenin bir ürünü olmasından dolayı sahip oluğu kültür de onun siyasal kimliğini etkiler Kültür toplumsaldır ve toplumu oluşturan gruplar ile bizzat bireyler tarafından meydana getirilir ve paylaşılır Öğrenilmiş, saklanmış ve başkalarına öğretilmiş alışkanlıkları ifade eden kültür, siyasal yaşam üzerine etkilidir ve onu da yönlendirmektedir

Yasal ortamı sağlayan anayasa ve diğer yasalar ile siyasal ortamı sağlayan siyasi kurumlar ve onların örgütü olan devlet, siyasal iletişime sınırlar çizerler ve siyasal toplumsallaşmayı etkilerler Bireyler “siyasal” kimliğe bürünmelerinde, hem düşüncelerinde, hem eylemlerinde dinin etkisiyle törelere sızmış belirli toplumsal yaptırımlar ve tabular tarafından da sınırlanmaktadırlar

Bireyin “siyasal” kimliğinin teşekkülünde birincil gruplar olarak ifade edilen aile ve arkadaşlık gruplarının etkisi de inkar edilemez Siyasal toplumsallaşmada aile önemli bir yere sahiptir Ancak deneysel çalışmalar, siyasal parti seçimi dışında ailenin özgül bir etkisinin bulunmadığını ortaya koymaktadır, üstelik yıllar geçtikçe, ailenin, yaşı büyüyen birey üzerindeki etkisi azalmaktadır O halde ailenin gücünün daha çok siyasi parti bağlarının aktarılmasında ön plana çıktığı görülüyor Arkadaşlık grupları ise daha sonraki yıllarda ailenin yerini almaktadır Okul, iş çevresi, siyasal partiler, bireyin siyasi kimliğini şekillendirmede daha ileriki aşamalarda devreye girmekte ve etkili olmaktadırlar Ancak, herhalde günümüzde bireyi üzerinde oldukça etkili yeni bir kuvvet ortaya çıkmıştır ki görsel, işitsel, yazılı iletişim araçlarını kapsayan ve kamuoyu oluşturmada önemli bir mevkiye oturan bu “medya” kuvveti, dördüncü kuvvet tanımlamalarını neredeyse hak edecek durumdadır

4SİYASAL KATILMA

“Siyasal insan” olabilmenin ve “Siyasal Toplumsallaşma”nın hemen akabinde “Siyasal katılma” olgusu gündeme gelecektir Siyasal katılma; toplumsal düzenin kuruluşu, yönetimi ve denetimine ilişkin politikaların saptanması, kararların alınması ve uygulanmasına ilişkin çabaların bilfiil içinde bulunmaktır Bir bakıma bireylerin siyasal sistem karşısında durumlarını, tutumlarını ve davranışlarını belirleyen bir kavramdır

“Siyasal Katılma”nın boyutlarını şöylece sıralayabiliriz: siyasal olayları izlemeyi ifade eden “ilgili olma”, siyasal olaylara “önem verme” olaylar ve sorunlar hakkında “bilgili olma” nihayet siyasal olaylara aktif olarak “karışmayı” ifade eden eylem Siyasal faaliyetlere katılma değişik düzeylerde kendini göstermektedir Kimileri “seyirci” faaliyetinde bulunurlar, yani iletişim araçları yoluyla siyasal olayları izlerler ve tartışırlar Bir üst davranış tarzı “ açıkca vaziyet almak”tır Gazetelerde ve dergilerde siyasi yazılar yazmak, radyo ve televizyonda program yapmak, mitinglerde konuşmak gibi Nihayet, siyasal katılmanın en ileri kademesi doğrudan doğruya olayların içine karışarak aktif rol almaktır Ancak , özellikle belirtmeliyiz ki, bu davranışlar normal demokratik katılım yollarıdır Kurulu düzeni değiştirmek için yapılacak illegal davranışları siyasal katılma olarak nitelendirmek doğru değildir

Bazı insanlar siyasal sistemi olduğu gibi kabul ederek davranışlarını sisteme göre ayarlarlar Bazıları ise sistemi düzeltmek yada değiştirmek için çaba harcarlar Siyasal sistemle yakından ilgilenen ve ona faal olarak katılanlar “aktif” vatandaşlarıdır, sisteme az ilgi duyanlar ise “pasif” vatandaşları oluşturur Nihayet, siyasal sistemle ve siyasal faaliyetlerle hiç ilgilenmeyen bir grup vatandaş vardır ki bunlar “hareketsiz” vatandaşlardır Ancak,bu nadir grubun pek görülmediği, insanların şu veya bu şekilde, az da olsa siyasal hayata katıldıkları görülür Muhakeme kabiliyetindeki farklılıklar, sosyal statüden gelen etkiler, irsiyet vb etkenler, bireylerin siyasal eyleminin yönün çizerek onların liberal veya muhafazakar eğilimli olmalarını belirler

Demokratik rejimde siyasal katılma, bir takım olanaklar çerçevesinde cereyan etmektedir Siyasal katılma, öncelikle yasalarla, en başta da Anayasayla verilen siyasal haklarla birlikte hayat bulabilir 1982 Anayasası’nda düzenlenen siyasal haklar: Vatandaşlık, seçme ve seçilme, siyasal partilerde çalışma, kamu hizmetine girme, dilekçe haklarıdır Siyasal katılma bakımından, bu hakların her birinin vazgeçilmez bir önemi vardır Özellikle de seçme hakkı ile siyasal partilerde çalışma hakkiıbüyük önem arz etmektedir Siyasal katılmada geniş ölçüde bireyin sosyo-ekonomik statüsü ve cinsiyeti de etkilidir Bu alanda erkekler kadınlara göre ileri durumdadırlar Ancak siyasi tercihlerde kadın ve erkek birbirlerini etkileyebilmektedir (Evli kadınlar kimi zaman kocalarının tercihlerini benimserken,bazende onların siyasi tercihlerini etkileyebilmektedirler Herhalde ikinci duruma daha az rastlanmaktadır) Türkiye’de siyasal katılmada eşitsizlik meydana getiren en önemli etmenlerden biri de eğitimdir Ülkemizde seçmen olabilmek için bir eğitim koşulu yoktur Buna karşılık seçilmenin ya da birtakım kamu görevlerinde yer almanın eğitim seviyesiyle bağlantılı oluğu görülmektedir “Oy verme” şeklinde tezahür eden en popüler siyasal katılma çeşidinde, insanların muhakeme kabiliyetlerine bakılmaksızın hepsine eşit oy hakkı tanınmıştır Bu sebeple, okur-yazar nüfusun yüzde üçünden daha azı siyasal katılmada gerçekten etken bir rol oynama olanağına sahipken,geri kalan büyük çoğunluk eğitim yetersizliği nedeniyle hem oy kullanmada birtakım tesirler altında kalmakta, hem de seçimle gelinen kamu görevlerinden mahrum kalmaktadır

Bölgesel gelişmişlik farkının oy verme yoluyla katılmaya yansıma biçimi, köy-kent ayrımında doğrulanmaktadır Kuramsal olarak kentlerde katılma oranının daha yüksek olması beklenirken, en yüksek katılma köylerde olmaktadır Bunun sebebi, gelişme düzeyi düşük yörelerdeki “güdümlü katılma” olgusudur Yerel güçlüler, seçmenleri kolaylıkla etkilemekte ve yönlendirebilmektedir Seçmenin özgür seçimi söz konusu olmamaktadır Gelişmiş yörelerdeki seçmenler, ki özellikle eğitim düzeyleri ve muhakeme kabiliyetleri yani siyasal insan kimlikleri daha kuvvetli olanlar, daha bağımsız davranabildiklerinden “serbest katılma” olgusu daha belirgindir Ancak unutulmamalıdır ki, din ve sınıf bilince de “güdümlü katılma” da çoğu kez etken olabilmekte, seçmenler demokrasi gereği farklı alternatiflerden en iyiyi, en doğruyu seçecekken ilgi göstermektedirler Bu durum, demokrasi idealinin, hakikaten halkın idrak ettiği ve yaşatmak istediği

bir olgu mu olduğu, yoksa realiteden çok farklı ve sun’i bir ideal mi olduğu problemini gündeme getirebilir

Pek tabi, şimdiye kadar ifade edilen müspet ya da menfi yönleriyle işin katılma boyutu Bir de madalyonun öteki yüzü var: “katılmama” ve “menfi katılma” olguları Bazen siyasal otoriteler vatandaşın siyasal işlere fazla karışmamasını, fazla ilgili olmamasını isterler, hatta sınırlar ve yasaklarla siyasal katılmayı önleyebilirler (özellikle otoriter ve totaliter rejimlerde) Buna bir de vatandaşın kendisinden kaynaklanan ilgisizliği eklendiğinde “Depolitizasyon” denilen siyasetten uzaklaşma olgusuyla karşılaşılır “menfi katılma” ise, bireylerin, düzenin meşru görmediği yollardan gerçekleştirdikleri bütün katılma biçimlerini; kısaca düzen karşıtlığını, sistem karşıtlığını, yasa karşıtlığını kapsar Ancak, ideal demokrasi tanımının gerçek hayata tam manasıyla oturtulabildiği nispette, bu tür menfi katılma yollara azalacak , hafifleyecektir Zira demokrasinin eninde sonunda toplum için en doğruyu, en uygunu, en güzeli bulacağına inanılır

5TEMSİLİ DEMOKRASİDE SEÇİM VE SİYASAL PARTİLER

Türkiye gibi temsili demokrasilerde egemenliğin tek meşru kaynağı olan millet, bu egemenliğini kendisini temsil eden organlara devretmektedir Bu organların oluşturulup iş başına geçirilmesi ise “seçim” yoluyla olur Seçilenler kendilerini seçenleri değil, tüm milleti temsil edeler Bireylerin seçimlere katılmaları demokratik siyasetin ayırt edici özelliğidir Çoğu demokrasi teorisyeni, bireylerin demokratik sürece önemli ölçüde ilgileri olmadan demokratik sürecin amaçlarına ulayabilmesinin mümkün olmadığını ileri sürerler Seçimlere bireylerin katılımı ve ilgisi, aynı zamanda demokratik meşruluk duygusunun güçlendirir ve bu da şiddeti sınırlayıp düzenli yarışma yollarını ortaya çıkarır Her ne kadar oy verme, bireylerin siyasete ilgilerinin sadece bir biçimi ise de, bu konu siyaset biliminde ve demokratik işleyişte merkezi bir yer işgal etmektedir Zira bireysel düzeyde oy verme “siyasal ilgilinin” ve dolayısıyla da katılmanın önemli bir biçimidir

Tabiidir ki, siyasal partisiz modern bir siyasal hayat düşünülemez Siyasal partiler, siyasi hayatın adeta birer motorudurlar Belirli bir program çerçevesinde bira araya gelen ve iktidarı elde etme ya da en azından paylaşma yoluyla amaçlarını ve tercihlerini uygulama fırsatı arayan kuruluşlar olarak ifade edebileceğimiz siyasal partiler, günümüz siyasal yaşamında bireylerin oy verme yoluyla ülke siyasetini, kamu politikalarını belirleme hususundaki demokrasinin ruhundan gelen doğal yetkilerini kullanabildikleri birer mekanizmadırlar Siyasal partiler de, diğer sosyal örgütler gibi bir piramidi andırırlar Siyasal partilerin en aktif grubunu militan ya da partizanlar oluşturur, bunları daha pasif olan kayıtlı üyeler ve nihayet seçmenler (taraftar veya sempatizanlar) takip eder

Siyasal partiler, bireylerin oy vererek ülke siyasetini belirleyebildikleri birer ara mekanizma olmakla birlikte, siyasal katılma olgusuna sadece demokrasinin gereği birer kuruluş olarak etki etmektedir Bazı partiler belirli bir tabakayı hedef alırken, bazısı kitleye hitap ederek, bireylerin büyük bölümünün katkısın sağlama arzusundadır Ancak temelde bütün partilerin belli başlı görevleri seçimlerde aday göstermek, kamuoyu oluşturmak halkı sandık başına çekmek, hükümeti denetlemek ve tenkid etmek, bizzat hükümetin sorumluluğunu taşıma ve bu vesileyle atanmışlar üzerinde seçme ve kontrol yetkisidir

Görülüyor ki, önceki bölümlerde ifade ettiğimiz değişik katılma boyutları bir tarafa, temsili demokraside seçimler yoluyla katılma, en etkin yoldur Ancak, gerek seçim periyodlarının uzunluğu, gerek seçmenlerin yeterli siyasal kültüre , altyapıya sahip olup olmadıkları sorunu ortaya çıkınca üstelik seçmenlerin, demokrasinin özünde bulunan “halk” kavramıyla ne kadar örtüştüğü tartışılırsa, siyasal partiler, seçim sistemi ve bu yolla demokrasinin (pek tabi, ideal demokrasinin) ne ölçüde işletildiği sorunu gündeme gelecektir Zira, seçim yoluyla katılma boyutunda, demokrasinin bir “milli irade” tezahüründen ziyade, bir “seçmen çağındaki bireylerin siyasi tercihlerinin” tezahürü olduğu fikri savunulmaktadır Yine de, bütün boyutlarıyla, katılma, devleti kamu yararına yöneltmenin büyülü anahtarıdır, aynı zamanda devletin kendi çıkarı için toplumu ezmesinin de panzehiridir

IISONUÇ

Halk iktidarı ve yönetenlerin halka dayanan meşruluğu şeklinde ifade edebileceğimiz Demokrasi’nin en önemli siyasal katılma mekanizmalarından biri “seçim” dir Seçim alternatifler arasından en iyiyi, en doğruyu bulup çıkarmaya yönelik fiildir Seçmenler de belirli periyodlarla, seçilenler üzerinde etkili olan bir baskı unsurudur Demokrasilerdeki bu seçen-seçilen ayrımı devlet yönetiminin, yani siyasal iktidarın devamlı surette bir baskı, bir denetim altında bulunması sonucunu doğurur Zira, menfi icraatların cezası seçmen tarafından sandıkta verilecektir Seçim mekanizması iktidarları işbaşına getiren, gerektiğinde onlara destek veren ve gerektiğinde değiştiren bir mekanizmadır

Ancak bazen seçim sistemi siyasi istikrarsızlıklara yol açabiliyor Belli bir düzeyi tutturamama olarak ifade edebileceğimiz istikrarsızlığın kaynağı ise, seçim sisteminden dolayı ülke yönetiminin sıkça koalisyon hükümetlerinin elinde bulunagelmesidir (Türkiye Cumhuriyeti, bu durumla çok sık yüzyüze gelmektedir) Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), toplumsal yaşantıyı düzenleyecek olan ve devlet yaptırımlarıyla desteklenmiş genel ve soyut kuralları çıkarmak ve tabiri caizse devlet çarıkının mükemmel bir şekilde işlemesini sağlamakla mükelleftir Zira TBMM, bu görevi halktan alır ve halk adına kullanır Oysa ki, seçim sistemi sonucunda meydana gelen meclis aritmetiği, çarkın işleyişini zorlaştırmaktadır Örneğin Türkiye’de bir parti enflasyonu vardır İstikrarlı birkaç siyasal partinin yerine, çoğu kişisel çekişmeler , ihtiraslar sonucu kurulmuş partiler mevcuttur Üstelik Türkiye’de seçmenlerin pek çoğunun eğitim düzeyi, dolayısıyla siyasal kültürü ve siyasal bilinci “eksik”tir Seçmenler “oy” gibi önemli bir silaha sahip bulundukları halde çoğu kez akıldan çok duygunun, bilgiden çok reflekslerin yönlendirmesiyle hareket etmektedirler

Cumhuriyetin ilk atmış yılında, sandıkla iş başına gelen hükümetlerden yalnızca ikisi yine sandıkla gitmiş, son yirmi-otuz yıldır da ülke yönetimi büyük çoğunlukla koalisyonlara, ara rejimlere mahkum olmuştur Uygulanan tek turlu nispî temsil sisteminin bunda büyük etkisi vardır Türkiye’deki parti enflasyonu ve karmaşık meclis aritmetiği bu durumda bir müddet daha davam eder görünüyor Koalisyonlar, özellikle popülist politikacıların en sevdiği ortamlardır, zira her türlü olumsuzluktan kendilerine pay çıkarmaya çalışırlar Bu durum, demokratik sistemin işleyişini de bozar Parlamenterler de, seçildiği andan itibaren yeniden seçilebilmeyi düşünür, hesabını yapar Hatta bu hesabı yapanlar arasında seçilme şansı daha yüksek partiye kayanlar, saf değiştirenler görülür Parti disiplini, delege seçiminden ilçe ve il kongrelerine, büyük kongreye, parti gurubuna hakim olur Mekanizma, tümüyle demokrasinin inkarıdır Bu, bizim sistemimize has garip ve incitici bir uygulamadır Bunun yanısıra, birer demokratik kurum olan partilerin, kendi iç yapılarında ne derece demokratik olup olmadıkları problemi önemli yer işgal etmektedir Türkiye’deki siyasal partilerde bir “parti içi demokrasi” problemi var ve bir “Liderler Sultası” gerçeği hakim Üstelik doğrudan katılma kurumları olarak demokrasilerde önemli bir yer işgal eden siyasal partilerin, seçim dönemlerinde, kendi belirlediği aday listelerini “dayattığı” gözlenmektedir Halk, kendisine ait olan egemenliğini kendi seçtiği temsilcisine değil, partinin seçtiği temsilciye aktarmakta Bunda, babadan oğula, dededen tarzına geçen yerel siyasi geleneklerin ve “güdümlü katılımın” etkisi büyük olsa gerektir Öyle ki, seçim zamanlar miting meydanlarında partizanlığın doruğuna çıkanlar, diğer zamanlarda hükümet politikalarından (örneğin zamlardan, işsizlikten, refah kaybından serzenişte bulunmaktadırlar Bu çelişkiyi sadece sisteme veya meclis aritmetiğine bağlamak doğru değildir Türkiye’deki seçmen profili de önemli bir problemdir Parti programlarını muhakeme etme yerine parti liderleri dikkate alınmaktadır, önceleri ifade etmeye çalıştığımız sosyo-kültürel faktörler, özellikle de siyasi gelenekler de cabası

Peki, çözüm nedir? Her şeyden önce demokrasi denilen mukaddes rejimin baş tacı olan halkın, kendi gücünün farkında olması gerekir Bunun için öncelikle mükemmel bir eğitim, beraberinde mükemmel bir altyapıyı ve kültür getirecektir Bireyler, çevrelerinde cereyan eden hadiseleri daha iyi idrak edecekler, daha iyi yorumlayacaklar ve daha iyi çözümler üreteceklerdir Böylelikle bireyler, hayatın her alanına ve her problemine kafa yorabileceklerdir Böylece, çoğunluğu siyasal kültürden ve bilinçten yoksun eğitimsiz seçmenlere ait değersiz oyların ezici üstünlüğü azalacak, oylar daha değerli hale gelecektir Değerli oy, kuvvetli oydur, bu da geçici iktidarlarını olabildiğince artı puanla (!) kapatmayı arzu edenlerin korkulu rüyası olacaktır Bilinçli oylar, daha istikrarlı hükümetlerin ortaya çıkmasına, kötülerin elenmesine ve siyasetçilerin attıkları adımlara daha çok dikkat etmelerine sebep olan birer silah olacaktır

Kuvvetler ayrılığı prensibine dayanan “Parlamentarizm” in Türkiye’de aldığı hal dikkat çekicidir Sanki tanıma inat edercesine ve aksine Türkiye’de bir kuvvetler birliği ilkesi vardır Çoğu zaman yasama organı ile yürütme organı örtüşebiliyor, dolayısıyla yasama organının yürütme üzerindeki heybeti, yahut denetleme mekanizması işlevi ortadan kalkarak “fren ve karşı ağılık” prensibi zayıflayabiliyor Amerika Birleşik Devletleri gibi tek turlu çoğunluk sistemini uygulayan ülkelerde daha istikrarlı bir durum söz konusudur Seçim sistemi, siyasi yaşamda iki büyük partinin (Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti) yer almasına sebep olmaktadır Böylelikle iktidardaki parti, kamu politikaları oluşturulurken daha hassas, daha dikkatli davranmak durumunda kalmıştır Başkanlık sistemi de, güçler arasında muazzam denge kuran etkili bir mekanizma olarak vücut bulmuştur Ancak bu sistemin mayasının başka demokrasilerde tutup tutmayacağı meçhuldür

Sonuç olarak, demokrasinin ideal manada işletilebilmesi bakımından siyasal katılma ve özellikle de seçim mekanizması büyük önem arz eder Siyasal katılma, büyük oranda siyasal kültüre ve bilimce erişmiş bireyler vasıtasıyla gerçek kuvvetine ulaşır Birey, yaşamın her alanında kendi yazgısına egemen oldukça, insan olma onurunu ve hazzını daha çok duyumsayacaktır Katılma, tarihin oyuncağı olmaktan kurtulup onun bilinçli yapımcısı durumuna gelmek olmalıdır

Demokrasi nazik bir çiçektir Kurumaması için sulanmalı, kötü dallardan arındırılmalı, budanmalıdır Mutlak manada ideal demokrasiye ulaşmak belki zor, ama “kayıtsız” ve “şartsız” millete ait olan egemenliğin de gerekten millet adına kullanılabilmesi ve de en mühimi milletçe kullandırılabilmesi ideale ulaşmada hatırı sayılır bir adım olacaktır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.