Prof. Dr. Sinsi
|
Komünizm Ve Sovyetler
yılların sonuna dek iki kutuplu bir dünyada yaşıyorduk İki birbirine zıt ideoloji dünya üzerinde "soğuk" bir savaşı sürdürüyor, kimi zaman söz konusu savaşın ısısı Üçüncü Dünya'nın uzak köşelerinde yükseliyor, silahlar konuşuyordu Ama ne olduysa oldu, 1990'lara ayak basarken birden bire "komünist" kanat çöküverdi Yıllardır "dünyayı tehdit eden" ideolojik ve askeri gücünün nasıl böyle aniden eriyebildiği ise akıllarda bir soru olarak kaldı
Komünist Parti'nin ünlü propaganda afişlerinden biri
Bu soru halen merak uyandırmaktadır 10 yıl önce hemen herkes tarafından neredeyse "hiç sona ermeyeceği" düşünülen Soğuk Savaş nasıl böyle birden bitiverdi? Sovyetler'in kağıttan kaplan olduğu yıkıldıktan sonra anlaşıldı, peki o zaman on yıllardır bu "iki kutuplu dünya" nasıl varlığını sürdürebilmişti? Bu sorunun cevabı belki de "dünyanın resmi tarihi"nin biraz incelenmesiyle daha iyi anlaşılabilir
Kitabın diğer bölümlerinde Ortadoğu'nun, faşizmin ve diğer pek çok önemli konunun göründüğünden daha farklı olabildiğine tanıklık ettik Acaba aynı şey komünizm ve Soğuk Savaş için de söz konusu mu? Yıllardır tüm dünyayı tedirgin eden Soğuk Savaş, acaba göründüğünden farklı bazı ilginç hesapları içeriyor muydu?
Bunun için önce şu soruya cevap vermek gerek: Soğuk Savaş taraflar için -özellikle Batı içinde yer alan belli gruplar açısından- gerçekten tehlikeli ve tedirgin edici miydi? Bu gruplar, iki kutuplu dünyadan ne kadar rahatsız oluyorlardı ya da oluyorlar mıydı? Bu soruya gazeteci yazar Mehmet Ali Birand'ın öne sürdüğü bir düşünceyle ışık tutalım:
"Batı, Sovyetler Birliği'nin dağılışından bu yana kendine yeni bir düşman arıyor Komünizm son derece yararlıydı Tek başına, değişik ideoloji, değişik din veya renkteki insanı kolaylıkla birleştirebiliyordu "Komünizm geliverir" dendi mi, herkes anlaşmazlıklarını içine atar ve ortak bir hedefe doğru birleşirlerdi Şimdi komünizm tehlikesi bitince adeta düşmansız kalındı Yeni bir düşman, yeni bir cepheleşme aranır oldu " (Mehmet Ali Birand, Sabah, 13 Mart 1993)
Evet, komünizmin varlığı Batı için -özellikle bundan menfaat sağlayan bazı gruplar için- öyle büyük bir tehlike değildi Tam tersine büyük bir avantajdı Doğu ve Batı arasında gerçekleştirilen silahsız savaşın ne uğruna yapıldığının düşünülmesi, bu avantajın ne yönde olduğunu bize açıklayacaktır Sözde ABD ve Sovyetler iki zıt ideolojinin savaşını veriyordu Birisi "özgürlük ve demokrasi" diğeri "proleterlerin ve ezilenlerin hakları"nı savunur görünüyordu Ama "icraat"a bakıldığında -çoğu insan için- bu idealist sloganların hiç de önemli olmadığı anlaşılıyordu
Sovyetler, Doğu Bloku ülkelerini ya da Afganistan'ı proleterleri korumak için mi işgal etmişti? 60 milyon "rejim aleyhtarı"nı, "halk rejimi sosyalizm" için mi öldürmüştü? Liderleri hiç de Marxist teoride söylendiği gibi, devleti feshedip yönetimi halka bırakmaya niyetli değildiler Diktatörlük, proleteryanın değil, komünist partili yönetici elitlerin diktatörlüğüydü Türk solunun ünlü isimlerinden M Ali Aybar, "Leninist Parti, Burjuva Modelinde Bir Örgüttür" adlı kitabında, Sovyet sisteminin, hiç de "işçi sınıfı"nı iktidara getirmediğini, tam tersine "burjuva" benzeri bir tür yönetici elit kadrosunun despot rejimi haline geldiğini ayrıntılarıyla anlatır
Bu sorulara kolayca "hayır" cevabı verebiliriz Bu durumda karşılaştığımız gerçek, on yıllar boyu sürdürülmüş olan Soğuk Savaş'ın, ideolojik temellere ve "idealist" yaklaşımlara dayanmadığıdır Bu ideolojik karşıtlık, iki ülkenin halkları için ya da diğer ülkelerin ateşli Amerikan ya da Sovyet taraftarlarının bir kısmı için geçerli olabilir, ama süper güçlerin lider kadrolarında yer alan bir kısım insanlar için söz konusu değildir Söz konusu Amerikan ya da Sovyet yönetici elitlerin hesapları, ideoloji üzerine değil, "çıkar" üzerine olmuştur
Bu sihirli kelimeyi "çıkar"ı inceleyelim Yine bir soru soralım "Çıkar" kimin çıkarıdır? Şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, bu "çıkar" kesinlikle sokaktaki adamın çıkarı olamaz Vietnam Savaşı'nın ya da Afganistan'ın işgalinin ABD ve Sovyet toplumları için, oğullarını kaybetmek ya da en azından ekonomik sıkıntı içine düşmekten başka hiçbir sonucu olamazdı Vietnam Savaşı, örneğin, ABD'li silah tüccarlarının çıkarlarına uygundu Her iki kutupta da yönetici elit içinde yer alan bazı çevreler, ellerindeki propaganda araçlarını da kullanarak -Sovyetler'de resmen ve tümüyle ABD'de ise örtülü bir biçimde ve büyük ölçüde bu propaganda araçları yönetici elitin güdümündeydi- çıkarları doğrultusunda uyguladıkları eylemleri süslü ideolojik sloganlarla destekler ve meşrulaştırırlardı Söz konusu insanlar, yalnızca "yolcu" politikacıları değil, hatta onlardan daha çok, çeşitli örgütlenmeler ve güç merkezleri sayesinde "hancı" haline gelebilmiş kişileri içeriyordu Bu sisteme karşı çıkan Başkan Kennedy'nin uğradığı son bu yönden düşündürücüdür
Bu noktadan biraz daha ileri giderek, her iki blokun da yönetici elitlerinin -ideolojileri ciddiye almadıkları gerçeğini de göz önünde bulundurarak- bir anlamda bir anlaşma içinde bulunduklarını düşünelim Her iki blokun da politik dengeler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin, herşeye rağmen 'detant'ın (yumuşamanın) zedelenmeyeceği'ni özellikle belirtmeleri dikkat çekiyordu Çünkü detant, politik yumuşamanın değil, ekonomik yumuşamanın adıydı Bu da "çıkar" anlamına geliyordu Kimi Batılı şirketlerin -her iki tarafında yönetici elitleri için karlı olan- Rusya'daki yatırımlarının zarar görmemesine özellikle dikkat ediliyordu Sanki iki taraf arasında yazılı olmayan fakat "fiili durumla" kendini belli eden bir anlaşma vardı
Sonuçta her iki tarafın yönetici elitlerinin "çıkar" gibi ortak bir hedef peşinde iken, "çıkar"larının örtüşmesi ve bunun sonucunda görünmeyen bir ittifak uyguladıkları gibi bir düşünce öne sürebilir Bu haliyle, yalnızca mantıksal bir varsayım olan bu düşünce ilerleyen satırlarda ele alınacaktır
İki blokun yönetici elitleri arasında bir çeşit ittifak olduğu düşüncesi, acaba realiteye uygun mu? Bu soruya çoğu kimse ilk başta olumsuz cevap verebilir Dünyanın "resmi tarihi", dünyanın yönetimini paylaşanlar tarafından yazılır ve telkin edilir Bu nedenle, Sovyetler ve ABD'nin, hatta daha ileri gidersek kapitalizm ve sosyalizmin arasında bir çeşit "ittifak" olabileceği düşüncesi, genel kabul gören doğrulara çok terstir Bu bölümde, söz konusu "telkin edilmiş kabul"lerin dışına çıkarak bu konuyu incelemeyeceğiz
Elbette böyle bir ittifakın olabilmesi için, kapitalist ve sosyalist liderlerin -tabii hepsini kastetmiyoruz- arasında görünmeyen bir bağ olması gerekiyor Gizli ve dışa kapalı, yalnızca kendi üyeleri arasında tam mahiyeti bilinen bir örgütlenme bunu sağlayabilir Bu örgüt masonluktan başkası değildir ,
Karl Marx'ın Bulanık Görüntüsü
Marx, "sosyalizmin babası", sömürülen işçi sınıfının en büyük "koruyucusu", materyalizmin ateşli savunucusu ve dinin de en büyük düşmanıydı "Proleterler"e sözde bir yeryüzü cenneti vaat ediyordu Şartı ise insanlarının din ahlakını tamamen göz ardı etmeleriydi Bu konuda, aslında kapitalist Batı görüşüyle ortak bir noktada, "din dışı"lıkta birleşiyordu Sosyal bilimci Karl Popper bile Marx ile Eski Ahit (Tevrat) arasındaki paralellikten sözeder Marx son derece dindar bir Musevi aileden gelmesine rağmen, tüm bu mirasa yüz çevirmiş ve dini reddetmişti Marx'ın geçmişine bakmak bu tezleri doğrulayacak bilgileri verir:
Marx
"Marx, Batı Prusya'da Yahudi bir ailenin oğlu olarak doğmuştur Babası Heinrich'in esas adı Hirchel Ha-levi ve bir Talmud öğrencisi, dedesi ise haham Marx'ın yazdığı ilk makale Yahudi sorunlarıyla ilgili Marx'ın ailesi birkaç nesildir Talmud öğrencisi, Hirchel'in erkek kardeşi Truer'in başhahamı, Heinrich Marx, Hanrietta Pressburg adında Nijmegen'li bir hahamın Macar kökenli kızıyla evleniyor " (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf 1071-1074)
Ancak ne ilginçtir ki Yahudi inancını reddeden Marx, bu inancın içindeki dejenere bir öğretiden, yani Kabala öğretisinden etkilendi:
"Marx'ın yabancılaşma ve özgürlük teorileri sürgünden bir dönüş gibi, Lurianic Kabala gibi anlaşılmalıdır Fishman, Marx'ın sosyal gerçek anlayışında Yahudiliğe dayalı bir yan bulduğunu ortaya koydu " (Jewish Chronicle, 10 Nisan 1992)
Yahudi dinini reddeden Marx, koyu bir din düşmanı oldu Olayın bir de "metafizik" boyutu vardı Kabala'dan esinlenen Marx'ın, bunun sonucu olarak "satanizm" (şeytana tapınma) ile de ilginç bağlantıları vardı:
"Gençlik dönemlerinde, Berlin Üniversitesi'nde Karl Heinrich Marx, kin duygusunu depreştiren çok tehlikeli törensel bir tür satanizme ilgi gösterdi O günden sonra yazdığı şiirleri 'Oulanem'e adadı 'Oulanem' şeytan için kullanılan mistik bir isimdi " (The Keys of This Blood, Malachi Martin, sf 200)
Marx'ın karanlık yönleri bunlarla sınırlı değildir Sosyalizm-kapitalizm birlikteliğinin ilk örneği belki de Marx'tır Çünkü, garip ama gerçek, ateşli burjuvazi düşmanı Karl Marx, İngiltere'nin en büyük "burjuva"sı Yahudi banker Rothschild ve benzeri kişilerle ilişki içindeydi
"Marx'ın ekonomik görüşleri City of London'daki banka kuruluşlarının ve özellikle The House of Rothschild (Rothschild Bankası)'in görüşleri ile tamamen uyumlu idi, Karl Marx'ın Moskova'da değil, Londra'da ortaya çıkmış olmasının bir rastlantı olmaması gibi Rothschildlar tarafından, Çar'ın Avrupa ve New York bankalarında bulunan 1 milyon dolarının getirilmesinin Bolşeviklerin zaferindeki payı da bir rastlantı değildi Marx'ın, Jenny von Westphalen'le olan evliliği aracılığıyla İngiliz aristokrasisiyle olan yakın ilişkisini de çok az kişi bilir " (The World Order, A Study in Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf 48)
Bunun yanı sıra Marx, devrin mason locaları ile de yakın iş birliği içindeydi Almanya'da Adam Weishaupt'un örgütlediği "illümine" masonların kurduğu "Bund der Gerechten" (Doğrular Birliği) Marx'ın ilişki içinde olduğu loca idi Bu locanın ismi daha sonra "Bund der Kommunisten"e dönüştü Marx ve Engels Komünist Manifesto'yu bu loca için kaleme aldılar Manifesto'nun 20 yıl boyunca yazar ismi olmadan çıkmasının nedeni buydu
"Komünist Derneği'ni yöneten illümine masonlar Karl Marx'dan Bavyera İllümineleri'nin programını bir manifesto şeklinde hazırlamasını istediler Marx, 1847 Aralığı'nda çalışmalarına başladı Çalışmanın adı da Komünist Manifesto oldu Marx'ın burada yaptığı, Bavyera İllüminelerinin kurucusu olan Adam Weishaupt tarafından 70 yıl önce geliştirilen devrimci prensip ve programları gün ışığına çıkarıp düzenlemekti " (Le Pouvoir Occulte, Fourrier du Communisme, Jacques Bordiot, sf 102, 103)
"Komünist Manifesto'yu hazırlayan üçüncü kişi de yine Yahudi bir aileden gelen Jean Laffite idi  Gerçekte Komünist Manifesto'nun başlangıcı üç zengin burjuvaya dayanıyordu, Marx, Engels ve Laffite" (Le Pouvoir Occulte, Fourrier du Communisme, sf 120-131)
"Burjuvazi örgütü" olarak nitelendirilen masonluğun, Marx'ın ardından komünizmin yayılması için gösterdiği gayret de ilgi çekiyordu Bu durum, ister istemez Paris Komünü'nde "kahramanca çarpışan" loca üyelerini akıllara getiriyordu
Anarşist Komünizmin Kurucusu: Joseph Proudhon
Komünist felsefenin gelişmesinde Marx'ın yanı sıra, başka ilginç kişiler de vardı Bunlardan biri "anarşist komünizm"in kurucusu Proudhon'dur
Proudhon, anarşist bir bireyciydi, geliştirdiği kuram ve doktrinler 'Anarşizm' diye tanındı Proudhon fikirlerini, "Anarşi, bugünkü toplumların, hiyerarşik ilkel toplumların var oluş şartıdır" diyerek ifade etmekteydi (Meydan Larousse, cilt 10, syf 349) 1840 yılında yayınlanan ünlü kitabı "Mülkiyet Nedir?" anarşist komünizmin temel kaynağı oldu
"Proudhon, zamanın tüm sosyalist önderleri gibi masondu" (Le Nouvel Observateur, France 30 Ocak - 5 Şubat 1987 - Le Crapouillot, Yeni Dizi, no:49, Paris 1979)
Fikir alış verişinde bulunup yardımlaştığı çevresi de hep masondur 1843-46 yılları arasında Paris'te Martin Nodand masondu (Mülkiyet Nedir? Kronoloji Bölümü, sf 10), Bakunin de masondu (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Liou, sf 102) Her ikisi de Karl Marx ile sık sık görüşüp birlikte olmuşlardır Marx, "La Sainte Famille" adlı eserinde "Mülkiyet nedir?" i ve Proudhon'u uzun uzun övmüştür
Proudhon, 1848'de mason olan Fransa Kralı Napoleon Bonaparte (Masonluk Üzerine, sf 10) ile tanışıp sürekli görüşmeye başlamıştı; hatta çevresindekiler Proudhon'u, Napoleon'un ajanı olarak nitelendiriyorlardı
Proudhon'un ortaya attığı bu sapkın sistem, yani ANARŞİZM, kişi üzerindeki her türlü otoritenin reddidir Bu otorite özellikle din ve ahlak öğretileri ve devlettir Proudhon'a göre, hakim sınıfın maşası olan devlet, en kısa zamanda yıkılmalı, yerini halkın tümünü temsil eden bir rejime bırakmalıdır ve bu rejim de komünizmdir Devletin yıkılması için asıl yöntem kanlı ihtilallerdir Tıpkı Fransız, Rus ve Alman ihtilallerinde olduğu gibi Ayrıca din ve ahlak öğretileri diye adlandırdığı kıstasların da kişilerin özgürlüğünü engellediğini savunmuştur Bu yüzden devlet gibi, dini ve ahlakı da reddetmiştir
Oysa bu değerlerin hiçbiri insan üzerinde otorite kuran unsurlar değil, tam tersine insanın huzur ve güvenliği için şart olan öğelerdir Devletin, ahlaki değerlerin ve en önemlisi de din ahlakının olmadığı bir ortam, sürekli kaosun hakim olacağı bir ortamdır Kaos ise insanlığa hiçbir zaman fayda getirmez
kaynakça:masonluk net
|