Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Tıp / Biyoloji / Farmakoloji

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
tanıyalımresimli, vücudumuzu

Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Canlılarda bazı tepkilerin alınmasını sağlayan hücreler vardırBu hücreler duyu organlarını meydana getirir Bu duyu organları beyin tarafından kontrol edilir


Duyularımız ve Beyin
Çevremizde olup bitenleri duyularımız aracılığıyla anlarız Örneğin, çevredeki cisimleri gözlerimizle görür, sesleri kulaklarımızla işitiriz İyi ve kötü kokuları, burnumuzla algılarız Besinlerin tatlarını dilimizle anlar, cisimlerin sertliğini, yumuşaklığını, soğukluğunu ve sıcaklığını derimizle hissederiz
Duyuların alınmasını sağlayan yapılar reseptörler olarak adlandırılır

Reseptörlerle alınan uyartılar duyusal sinirlerle beynin ilgili merkezlerine iletilir
Kısacası duyu organlarımız, çevreden gelen uyarıları, duyu sinirleriyle beynimize gönderir Beyin aldığı uyarıları değerlendirir, sonucu hareket sinirleriyle duyu organlarına bildirir Sonuçta organlar, görevlerini yerine getirerek, çevreyle uyum içinde olmamızı sağlar Her duyu organı almış olduğu uyartıyı beyinde değerlendirip, tepkisini ilgili organda gösterir

Her bir reseptör uyaranın ne olduğuna bakmaksızın ancak özelleşmiş olduğu cevabı verir Örneğin göz ışığa duyarlıdır, kulak titreşime duyarlıdır, burun ve dil suda çözünen maddelere duyarlıdır, deri dokunmaya duyarlıdır
İnsanda dış ortama açık 5 duyu organı vardır Görme, işitme, tatma, dokunma ve koklama olmak üzere beş duyumuz vardır Görme duyusu organımız gözler, tat alma duyusu organımız dildir Koklama duyusu organımız burun, işitme duyusu organımız kulaktır Derimiz ise dokunma duyusu organımızdır



GÖZ VE GÖRME DUYUSU

Gözler ışığa duyarlıdır İnsanlarda göz,ışık alan ve bundan dolayı görme olayını gerçekleştiren çok özelleşmiş bir organdır Gözler kafatasının göz çukuruna yerleşmişlerdir Göz görme işinde doğrudan görev alan kısımlar ve bunları koruyan yapılardan meydana gelmiştir Bu koruyucu yapılar; kaşlar ,göz kapakları, kirpikler, gözyaşı bezleri ile göz yuvarlığını göz çukuruna bağlayan ve hareketini sağlayan kaslardır Göz kapakları göz yaşı bezlerinin çıkardığı sıvıyı kırpma hareketi ile gözün saydam tabakasına yayarak bu tabakanın kurumasını engeller Ayrıca kapanarak gözü korur

Gözün görmeyi sağlayan kısımları ise; reseptörler, mercek ve ışık etkisiyle oluşan uyartıları (impulslar) beyne ileten sinirlerden ibarettir
Göz yuvarlığı dıştan içe doğru 3 tabakadan oluşur Sert tabaka, damarlı tabaka ve ağ tabaka dır

1- SERT TABAKA

Göz yuvarlığını en dıştan saran, parlak beyaz, sık telli bağ dokudan yapılmış sert bir tabakadırBu tabaka gözün iç kısmında bulunan daha nazik dokuları korur ve göz yuvarlağına dayanıklılık kazandırarak gözün şeklinin bozulmasını önler
Sert tabaka, gözün ön tarafında ve ortasında incelerek saydamlaşır ve “saydam tabaka”yı oluşturur Işığı geçiren saydam tabakaya "KORNEA" denir Saydam tabaka (kornea) göze gelen ışığı kırarak gözün iç bölgesindeki göz bebeğine geçirir

2- DAMAR TABAKA

Sert tabakanın altında yer alır Gözü besleyen kan damarları bu tabakada bulunur Damar tabakanın iç yüzeyinde, siyah renk maddesi taşıyan hücrelerin (melanin) meydana getirdiği bir tabaka bulunur Bu tabaka fazla ışığı emerek göz yuvarlağının içini karanlık bir oda haline çevirir
Damar tabaka gözün ön kısmında kalınlaşarak merceği tutan askılarla, İRİS adı verilen renkli kısmı meydana getirir İRİS,düz kaslarla donatılmış ve renk maddesi (pigment) yönünden zengin hücrelerle, dokulardan yapılmıştır İris taşıdığı renk maddesine göre kahve rengi, yeşil ve mavi renklerde olur İrisin ortasında, göz bebeği denilen ve göze ışığın girmesini sağlayan küçük bir delik vardırGöz bebeği iristeki kaslarla büyütülüp küçültülebilir Böylece göze giren ışık miktarı ayarlanır Kuvvetli ışıkta göz bebeği küçülür, az ışıkta büyür

GÖZ MERCEGİ irisin arkasında yer alır İki taraflı dış bükey olan saydam bir yapıdırÜzeri esnek saydam bir zarla örtülüdürMercek göz bebeğinden giren ısınları kırılarak ağ tabaka üzerine düşmesini sağlar Mercek, halka seklindeki mercek bağları ile gözün kirpiksi cismine tutunur Kirpiksi cisim ,sert tabaka ile saydam tabakanın bırlesme bölgesine yakın bir yere tutunan dairesel ve uzunlamasına kas liflerinden meydana gelmiştirBunlara kirpiksi kaslar denir Saydam tabaka ile mercek arasında kalan boşluğa ön oda adı verilirGöz merceği ile iris arasında kalan küçük boşluğa ise arka oda verilirMercek ile ağ tabaka arasında kalan kısmı,camsı cisim denilen berrak ve jelatinimsi bir madde ile doludur

3- AG TABAKA (RETINA)

En içteki tabakadır Işığa duyarlı reseptör hücreler ile sinir hücreleri ile döşenmiş karmaşık bir yapıya sahiptir Reseptör hücrelerde sinirler bu tabakaya ağ gibi yayıldığı için Ağ tabaka denmiştir
Ağ tabakadaki duyu sinirlerinin aksonları göz yuvarlağının arka tarafında bir noktada birleşerek göz sınırını meydana getirirler Optik sinirin göz yuvarlağından çıktığı bölgede reseptörler olmadığı ve görüntü meydana gelmediği için kör nokta adını alır
Saydam tabaka ile göz merceğinden geçen eksenin, gözün arka kutbunda retinayı kestiği yerde çukurca bir bölge vardır"SARI LEKE" denilen bu kısımda ağ tabaka oldukça incedir

Görmenin fizyolojisi

Cisimleri görmemizi sağlayan duyu organımız gözlerimizdir Ancak, görmenin gerçekleşebilmesi için ışığa ihtiyacımız vardır Cisimlerden yansıyan ışık saydam tabaka ve göz bebeğinden geçerek merceğe gelir Mercekte kırılan ışık, ağ tabaka üzerindeki sarı benekte ters bir görüntü oluşturur Bu ters görüntü, duyu sinirleriyle beyne iletilir Beynimiz aldığı uyarıyı değerlendirir ve cismi düz olarak görmemizi sağlar

Göz uyumu : Uzağa veya yakına baktığımızda göz merceği yassılaşıp şişkinleşerek odak uzaklığını ayarlar Böylece görüntü net olarak retinaya(ağ tabaka) düşer Buna göz uyumu denirCismin görüntüsü sarı lekeye ters ve cisimden küçük olarak düşer Görme sinirleri uyartıyı beyine gönderir Beyinde görüntü düz ve cisme eşit olarak algılanır
Mercek gözü iki bölüme ayırır Saydam tabaka ile mercek arasına “ön oda” , mercek ile ağ tabaka arasındaki geniş boşluğa”arka oda” denir Göz yuvarlağının içi ışığı kırma ö-
zelliği olan “göz sıvısı” ile doludur Arka odayı dolduran sıvıya “camsı cisim” denir
Sarı lekedeki hücrelerin iyi görev yapabilmesi için “A” vitamini gereklidir A vitamini eksikliğinde “gece körlüğü” hastalığı ortaya çıkar


KULAK VE İŞİTME DUYUSU

İşitme ve denge organımızdır Üç kısımda incelenir
Dış Kulak : Kulak kepçesi ve kulak yolundan oluşur Ses dalgalarının toplanarak kulak zarına iletilmesini sağlar Kulak yolu içindeki kıllar ve kulak yolundan salgılanan sıvı kulağa yabancı toz gibi maddelerin girmesini önler Kulak yolundan salgılanan sıvı(kulak kiri) aynı zamanda kulak zarının yumuşaklığını sağlar Kulak zarı dış kulakla orta kulağı birbirinden ayırır

Orta Kulak : Kulak zarı ile oval pencere denilen zar arasında küçük bir oda gibidir Kulak zarına bağlı ilk kemik “çekiç” kemiğidir İkinci kemik “örs” ve üçüncü kemik “üzengi” kemiğidir Bu kemiklerin üçüne birden “kemik köprü” denir Bu kemikler kulak zarından alınan ses dalgalarını iç kulağa iletir Vücudumuzun en küçük kemiği üzengi kemiğidir

Orta kulak “östaki borusu” ile yutağa açılır Östaki borusu dış kulak ile orta kulak arasındaki hava basıncını dengeleyerek kulak zarını korur

İç Kulak : İşitmeyi sağlayan yerdir İçinde işitme sinirleri ve duyu hücreleri bulunur Orta kulaktan itibaren “oval pencere”ile başlar İç kulaktaki “dalız” oval pencere yoluyla gelen ses dalgalarını sıvı dalgalanması halinde “salyangoz” a iletir Salyangozun içinde işitme duyu hücrelerinin bulunduğu “korti organı” bulunur Buradan da işitme duyu sinirleriyle alınan u-yartı beyine taşınır ve ses beyin tarafından algılanır Salyangozun üst kısmında “üç yarım daire kanalı” bulunur Bu kanalların içindeki sıvı ile vücudun dengesi algılanarak beyine bildirilir Kulak, işitme görevinin yanı sıra, vücudun dengede durmasına da yardım eder Bu dengeyi, iç kulakta bulunan yarım daire kanallarıyla sağlar Vücudun dengesini “beyincik” sağlar

İşitmenin fizyolojisi

Dış ortamdan gelen ses dalgaları kulak kepçesi tarafından toplanarak dış kulak yolu boyunca kulak zarına iletilir Kulak zarı; dış kulak ve orta kulağı birbirinden ayırır Ses dalgalarının kulak zarında yaptığı titreşimler orta kulakta bulunan ve sırasıyla çekiç,örs ve üzengi olarak isimlendirilen kemikçiklerde hareket oluşturur Bu kemikçikler kulak zarı ile iç kulak arasında irtibat oluştururlar Yani kulak zarında oluşan titreşimleri iç kulağa iletirler İç kulakta labirent adı verilen ve işitme ve dengeden sorumlu organ tarafından alınan ses dalgaları işitme siniri boyunca beyne iletilir Beyin gelen ses dalgalarını analiz eder ve işitme fonksiyonu gerçekleşmiş olur

Ses dalgalarının izlediği yol :
Ses – Kulak yolu – Kulak zarı - Kemik köprü –D alız - Salyangoz

DİL VE TATMA DUYUSU

Tat alma organımızdır Ancak tat dışında sindirim ve konuşma gibi olaylarda da görev alır Dil kaslardan yapılıdır Üzerinde girintili çıkıntılı tat alma cisimcikler i(tat memecikleri , papilla) bulunur Dilimiz suda çözünebilen maddelerin tadını alabilir ve dört farklı tada duyarlıdır Dilin farklı bölgeleri farklı tatlara duyarlıdır Ucu tatlı, orta kenarları tuzlu, arka kenarları ekşi ve arkası acı tatları algılar

Tat almanın fizyolojisi

Üzeri deriyle kaplı olan dilimiz, tükürük bezlerinin yardımıyla sürekli ıslak kalır, besinleri tükürük yardımıyla ıslatır Islanan besin maddeleri sinirler üzerinde kimyasal bir etki meydana getirir Bu etki, sinirler tarafından beyne iletilir Beyin, tadın hangi maddeye ait olduğunu anlamamızı sağlar



BURUN VE KOKLAMA DUYUSU

Burun koku alma organıdır Uç kısmı kıkırdak, arka kısmı kemikten yapılıdır Burun boşluğu “sapan” kemiği ile ikiye ayrılır Boşluklardan ortaya doğru üçer tane kemik çıkıntı iner Aralarında hava dolaşan bu kemiklere “boynuzcuk kemikleri” denir Bu kemiklerin arasındaki boşluklara “sinüs” denir Sinüslerin iltihaplanmasına “sinüzit” denir Burun boşluğu mukus salgısı yapan epitel hücreleriyle döşenmiştir Burun içindeki kıllar ve mukus kirli havayı temizler, mukus havayı nemlendirir, burun içindeki kıvrımlar havayı ısıtır

Koku almanın fizyolojisi

Koku alma sinirleri burun boşluğunun üst tarafındaki “sarı bölge” de bulunur Havaya karışan koku zerrecikleri mukus içinde çözünerek koklama sinirlerini uyarır Duyu sinirleri bu uyartıyı beyine taşır Böylece koku algılanır
Koklama ve tatma duyuları suda çözünebilen maddelere duyarlıdır Bu nedenle birbiriyle yakından ilgilidir Örneğin nezle olduğumuzda koku ve tat alma duyularımız iyi çalışmaz
Erişkin bir insan yaklaşık birkaç bin kadar kokuyu rahatlıkla ayırt edebilir Kadınların ve çocukların koku alma duyusu daha gelişmiştir İnsanların CO gibi zehirli gazları algılayabilme yeteneği yoktur
Koku reseptörleri çok çabuk adapte olurlar Kokunun alındığı ilk saniyede yaklaşık %50oranında adaptasyon gerçekleşir Ve sonraki birkaç dakika içinde o kokuya adapte olunur Koku duyusu ile tat duyusu birbiri ile ilişkilidir Üst solunum yolları enfeksiyonlarına bağlı olarak kokunun alınmasında bir sorun olduğu zaman maddenin tadı farklılaşır Koku duyusu tat duyusundan çok daha yüksek oranda hoşa gitme veya gitmeme şeklinde lezzetin ortaya çıkmasında etkilidir

DERİ

Dokunma duyu organımız deridir Ancak derinin duyu dışında başka görevleri de vardır
Dıştan içe doğru ölü tabaka, üst deri, alt deri ve yağ tabakalarından oluşur Üst derinin canlı olan alt kısmında deriye rengini veren renk tanecikleri (melanin pigmenti) bulunurAlt deri üst deriden daha kalındır Alt deride kıl kökleri, yağ bezleri, ter bezleri, duyu cisimcikleri, kılcal kan damarları, duyu sinirleri bulunur

Derinin Görevleri:

a) Dokunma duyu organıdır Basınç, sıcak-soğuk, ağrı ve sertlik-yumuşaklık, düzlük- pürüzlülük gibi duyuları algılar
b) Terleme yaparak boşaltıma yardım eder
c) Gaz alışverişi yaparak solunuma yardım eder
d) Vücudumuzu dış etkilerden(çarpma, mikroplar vb) korur
e) Vücudumuza desteklik sağlar Estetik ve güzellik verir
f) Vücut ısısının ayarlanmasına yardım eder
__________________

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Bağışıklık sistemi, insan vücudunun hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan karmaşık bir sistemdir, vücudu yabancı ve zararlı maddelerden korur
Bu sistem vücudumuza giren milyonlarca bakteri, mikrop, virüs, toksin ve parazitlere karşı korunmak için düzenlenmiştir
İnsan vücudu, hastalıklara karşı bir savunma sistemiyle donatılmıştır ve bu yüzden de kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir Hastalığa yol açan maddeler tarafından uyarıldığında, bağışıklık sistemi harekete geçer Sistem, yabancı olarak algıladığı bir mikroorganizmayla karşılaşır karşılaşmaz, belirli hücreler bundan kurtulmak için savaşmaya başlar Daha önce rastladığı bir mikroorganizmayı tanıyan sistem ikincisinde ondan kurtulmak için çok daha çabuk tepki verebilir Buna kazanılmış bağışıklık denir
Bu sistemin çalışmasının en güzel ve basit örneği mikropların vücudumuza girdiğinde onlara karşı antikorların oluşması ve bunlarla savaşılmasıdır Aynı mikropla tekrar karşılaşıldığında bu antikorlar bizi hastalanmaktan korur Antikor vücuda giren yabancı maddelere karşı savunma hücrelerinin verdiği yanıttır
Farklı şekillerde faaliyet gösteren bu sistem, faaliyetlerini oldukça sessiz yürütmektedir Bağışıklık sisteminin çeşitliliği ancak bu sistemin bir sebepten ötürü aksadığı zaman anlaşılabilir Bir sivri sinek vücudu ısırdığı zaman, ısırılan bölge kırmızılaşır ve şişer Bu olay bağışıklık sisteminin çalıştığını gösterir

Mesela nefes aldığımızda havada bulunan binlerce bakteri ve virüsü akciğerlerimize taşınır Bağışıklık sistemi bunların hepsini elimine eder ancak bazı durumlarda bazılarını geçirir ve soğuk algınlığı yada grip adını verdiğimiz rahatsızlıklar ortaya çıkar


Bağışıklık tipleri

Kalıtsal (doğal) ve kazanılmış bağışıklık olmak üzere, iki bağışıklık tipi mevcuttur Bağışıklık mekanizmalarından T ve B lenfositleri ile antikorlar kazanılmış bağışıklıkta, diğer bağışıklık mekanizmaları ise, kalıtsal bağışıklıkla rol oynarlar

1- Kalıtsal (doğal) bağışıklık: Genetik yapıda mevcuttur Doğumla birlikte kazanılıp, ölünceye kadar varlığını sürdürür


2- Kazanılmış bağışıklık: Doğumda olmayan, daha sonraki zamanlarda spesifik antijenlere karşı kazanılmış bağışıklık tipidir Sistem, yabancı olarak algıladığı bir mikroorganizmayla karşılaşır karşılaşmaz, belirli hücreler bundan kurtulmak için savaşmaya başlar Daha önce rastladığı bir mikroorganizmayı tanır ve ikincisinde ondan kurtulmak için çok daha çabuk tepki verebilir Buna kazanılmış bağışıklık denirAktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılır


Aktif bağışıklık, antijenlere maruz kaldıktan sonra ortaya çıkan bağışıklıktır Doğal kazanılmış bağışıklık çevredeki antijenlere maruz kaldıktan sonra gelişir Yapay kazanılmış bağışıklık ise aşılarla sağlanan bağışıklık tipidir


Aşılanma: Aşılama, bağışıklık kazanmanın yapay şeklidir Aşılar ölü veya zayıflatılmış mikroorganizma içeren (bakteri veya virüs) ve enfeksiyon hastalıklarının tedavi ve korumasında kullanılan biyolojik ürünlerdir Mikroorganizma zaten işlemden geçirildiği ya da ölü olduğu için hastalık kapma tehlikesi yoktur Aşıların etki mekanizması doğal hastalığa benzerdir; her ikisi de bağışıklık sistemini uyarır ve vücuda girmiş olan mikrobu tanır ve hafıza oluşturur Daha sonra aynı mikrop vücuda yeniden girdiğinde bağışıklık sistemi onu tanır ve hastalık yapmasına fırsat vermeden onunla savaşır ve gerekli antikorları üreterek onu yok eder Böylece, kişi aynı tip bir aktif canlı organizmayla karşılaştığında bağışıklık sistemi zaten nasıl tepki vereceğinin bilincinde olarak ve yabancı organizma hastalığa yol açma şansı bulamadan antikor hazırlamak için hiç vakit kaybetmeyecektir


Pasif bağışıklık Başka bir insan veya hayvan tarafından oluşturulmuş koruyucu antikorların diğer bir insana aktarılmasıdır (genellikle enjeksiyon yoluyla) Bu yolla koruma etkindir ancak kısa sürelidir ve haftalar veya aylar içinde kaybolur
Doğal pasif bağışıklık annenin ürettiği antikorların anne karnında plasenta yoluyla, doğumdan sonra ise süt yoluyla çocuğa sağladığı bağışıklıktır Yapay pasif bağışıklık ise hastalığı önlemek için daha önce antikor hazırlanmış olanlardan alınan immun serum ile kazanılan bağışıklıktır



Bağışıklık sisteminin temel öğeleri



Bağışıklık sisteminde yer alan organ, yapı ve hücreler ayrıntılı bir etkileşim içindedir Bu sistemin temel bileşenleri olan timus bezi, kemik iliği, dalak, lenf sistemi akyuvarlar (lökositler) hormonlar ve bazı proteinler hepsi birlikte birbirlerini tamamlayıcı bir işbölümü içinde çalışırlar


Lenf düğümleri



Vücudun bir çok bölgesinde gruplar halinde bulunmakla beraber en çok karın ve kasık bölgesinde, boyunda, koltuk altında ve göğüste yer alır Boyun, koltuk altı ve kasık bölgesindeki düğümler elle hissedilebilir



Lenf düğümlerinin başlıca görevi vücuda giren yabancı maddelere karşı bir süzgeç oluşturarak, mikropların vücuda yayılımlarını engellemek ya da geciktirmektir Düğümler içinde bağışıklık sistemine ait sayısız hücre bulunmakta, bu hücreler insana zarar verebilecek maddelerin geçişine engel olmaya çalışmaktadırlar Bu mücadele sırasında lenf bezeleri şişerek elle ya da gözle fark edilebilecek boyutlara ulaşabilmektedir

Lenf düğümleri her gün yaklaşık 10 milyar lenfosit üretirler
Bademcikler de birer lenf düğümüdür Bakteriler ya da virüslerle yoğun bir biçimde savaştığında, bademciklerimiz şişer ve iltihaplanır

Timus

Göğüs boşluğunun ön üst kısmında, akciğerlerin ortasında yer alan ve iki parçadan oluşan bir organdır Lenfosit, T lenfosit veya sadece "T hücreleri" timus'ta büyür, olgunlaşır ve bağışıklık sisteminde üstlendikleri görevleri yerine getirmek üzere yeniden kana karışırlar Küçük çocuklarda akciğer filmlerinde rahatlıkla farkedilecek kadar büyük olan bu organ 20 yaşından sonra giderek küçülür



Dalak


Karın boşluğunun sol üst tarafında diyaframın altında yer alır En önemli fonksiyonu kanı süzmek yani fonksiyon dışı kalmış kan hücrelerini kandan filtre etmek ve bağışıklık sisteminde rol oynayan antibadi üreten hücrelerin gelişmesini sağlamaktır


Kemik İliği

Kemiklerin ortasında bulunan yağlı ve gözeli bir dokudur Bağışıklık sisteminde çok önemli işlevleri olan akyuvarlar da dahil olmak üzere bütün kan hücrelerinin yapım yeridir


Akyuvarlar (Lökositler)
Akyuvarlar bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir Lökositler damar içinde dolanır iken, tehlike sinyallerini aldıkları bölgelerde damardan ayrılıp bakteri ve ölü doku gibi yabancı cisimlerin etrafını sarabilirler Lokositler plazma kaynaklı kan proteinleri birlikte organizmanın bütünlüğünü sağlamakta askeri güç gibi görev yaparlar Bu savaşçıların da bakteri ve virüslerin yok edilmesinde çalışan farklı çeşitleri vardır



BAĞIŞIKLIK MEKANİZMALARI
İnsanda bağışıklığı oluşturan savunma mekanizmaları spesifik ve nonspesifik savunmalar olmak üzere ikiye ayrılır
Spesifik savunmalar, sadece belirli bir mikroorganizma türüne etki edip diğerlerine etki etmektedir Doğumdan sonra gelişmeye başlar
Nonspesifik savunmalar; vücuda zarar veren unsurların hepsine karşı direnç gösteren savunma tipidir



A Vücudun dış ve iç yüzeylerini örten tabakalar:
Dokuları örterek koruma vazifesi yapan vücut yapılarıdır Deri ve ağız mukozası sağlam olduğu takdirde hiçbir mikroorganizma vücudumuza ve buradan da kana giremez



B Flora bakterileri (faydalı bakteriler):

İdrar ve üreme kanallarında, deri, boğaz, bağırsaklar ve gözde sürekli bulunan ve normal şartlarda hastalığa sebep olmayan bakteriler vardır Bu faydalı bakteriler, bizim için çalışırlar ve hastalık yapıcı bakterilerin bu bölgelerde yerleşmelerini engellerler Anne karnındaki bebekte bu bakteriler bulunmaz Doğumdan hemen sonra bu korumayı yapacak faydalı bakteriler buralara kısa sürede yerleştirilir



C Mekanik temizlik
Salgılar ve silyalarla geçekleşir Salgılar, tükürük salgısı kulak arkası, çene altı ve dil altındaki bezlerden sürekli salgılanan tükürük, ağzımızı yıkamak suretiyle, dışarıdan giren zararlı bakterilerin uzaklaştırılmasına sebep olur Ayrıca bakterilerin, gıda kaynağı olan yemek artıklarının da temizlenmesine neden olmasıyla diş çürüklerinin ve diş eti iltihaplarının önüne geçilmiş olur



Gözyaşı, konjunktivanın (gözün beyaz dış yüzeyini ve göz kapaklarının iç kısmını kaplayan tabaka) ve korneanın (gözün saydam tabakası) yıkanarak temizlenmesini sağlar
Silyalar, mikroskobik büyüklükte tüycük şeklindeki hücre uzantılarıdır Burundaki silyalar; burun mukozasının üzerini kaplayan mukus (sümüksü madde) isimli koyu kıvamlı yapışkan bir sıvı, havadaki toz parçacıklarını ve mikropları tutar Alt solunum yollarındaki yapıları (nefes borusu, bronşlar ve bronşiyoller) döşeyen epitelin üst yüzeyi de mukus ile kaplıdır Buradaki epitel hücrelerinin de silyaları vardır Bu silyalar da, yukarı doğru kamçı vuruşu şeklinde salınmalar yaparak, mukusu ve içindeki partikülleri ve mikroorganizmaları yutağa doğru ilerletirler Bunlar da yutulur veya öksürerek dışarı atılır



D Salgılarda bulunan enzim, asit ve antikorlar:
Ø Lizozim: Vücut salgılarında (tükürük, ter, gözyaşı, genital organ salgısı vb) bulunan ve bakterileri öldüren bir maddedir
Ø Mide asidi (hidroklorik asit, HCl): Mide bezlerinden salgılanan HCl, besinlerle mideye gelebilen bakterileri parçalayan kuvvetli bir asittir
Ø Antikorlar: Hem kanda hem de vücut salgılarında bulunan antikorlar, mikroorganizmalara karşı savunmada rol alırlar Anne sütünde bulunan antikorlar ise, annenin kanından süte geçirildiğinden, yeni doğan bebeğin enfeksiyonlardan korunmasında önemli bir rol oynarlar



E Akyuvarlar (Lökositler)

Akyuvarlar bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir
Akyuvarlarların % 50-60'ı granülositlerdir Bunlar da, nötrofiller, eozinofiller ve bazofiller olarak üç sınıfa ayrılırlar:

• Granülositler
Nötrofiller: Akyuvarların en yüksek oranda bulunan (% 60-70) tipidir Kemik iliğimiz hergün trilyonlarca nötröfil üreterek kan dolaşımına bırakır ama yaşam süreleri kısadır ki bu genelde birgünden azdır Nötrofiller kan dolaşımına girdikten sonra hızla dokuların kapiller duvarlarına doğru hareket ederler Elimize kıymık battığında ya da elimiz kesildiğinde nötrofiller hızla bu bölgeye göç ederler ve salgıladıkları enzimler, deterjan ve çamaşır suyu etkilerine benzer hidrojen peroksit veya diğer kimyasal maddelerle, karşılaştıkları bakterileri veya yabancı molekülleri öldürürler

Eozinofiller: Deride ve akciğerde bulunan parazitlere öldürebilen lökosit türüdür Parazitlere tutunarak sitoplazmalarının ihtiva ettiği granülleri (kesecikleri) parazitin içine boşaltırlar Bu granüllerin içinde parazitleri parçalayan enzimler bulunur

Bazofiller: Histamin denilen özel proteinler taşıdıklarından enflamasyona (iltihap) sebeb olmalarından ötürü önemlidirler Bu hücreler allerjik hastalıkların gelişmesinden sorumludurlar



• Lenfositler

Bağışıklık sisteminin en karmaşık organizasyonuna ve stratejilerine sahip hücreleridir Bağışıklık mekanizmalarının en önemlisi ve en güçlüsü bu hücreler, kandaki akyuvarların % 20-30 kadarını teşkil ederler Tüm lenfositler kemik iliğindeki ana hücrelerden kaynaklanır Karşılaştığımız çoğu bakteri ve virüsü yok edebilen bu hücreler, T ve B lenfositleri şeklinde ikiye ayrılırlar Bunlar diğer mekanizmaların baş edemediği mikroplara karşı son savunma hattını oluştururlar



a- T lenfositleri:



Kemik iliğindeki kök hücrelerinden salındıktan sonra T hücresi oluşturmak üzere yönlendirilmiş olan hücreler timus'a göç ederler ve orada olgunlaşırlar T-lenfosit adı da buradan gelir
T-lenfositler daha sonra timusdan ayrılarak kanda ve lenf sisteminde dolaşmaya başlarlar T lenfositlerinin de farklı işlevlerini yerine getiren farklı çeşitleri vardır Bunlardan öldürücü T lenfositler diye adlandırılanlar bakterilere ve özellikle virüslerle enfekte olmuş vücut hücrelerine saldırırlar Virüs taşıyan hücreleri saptayıp bu hücreleri öldürürler Diğer T lenfosit çeşitleri de öldürücü lenfositleri destekleyen işlevleri yerine getirirler Yardımcı T hücreleri olmazsa kazanılmış bağışıklık sistemi çöker
T lenfositleri makrofajlar tarafından uyarıldıkları zaman, T lenfositlerinin bir çeşidi olan yardımcı T hücreleri lenfokin denen maddeyi salgılarlar Lenfokinler; hem bir diğer T lenfosit türü olan sitotoksik (mikropları öldüren) T hücrelerini, hem de B lenfositlerini uyararak çoğalmalarını sağlarlar


b- B lenfositleri:
Lenfositler de kemik iliğinde üretilirler Bu hücreler doğrudan doğruya mikroplar tarafından uyarılırlar Ancak tam uyarılıp harekete geçebilmeleri için, yardımcı T hücrelerinden salgılanan lenfokinlere ihtiyaç vardır Lenfokinler, B lenfositlerinin çoğalmasını ve plâzma hücrelerine (plazmositlere) dönüşmesine sebep olacak özelliktedirler Plâzmositler de kana antikor salgılarlar

Antikor sentezi yapan lenfositler doğrudan doğruya kemik iliğinde üretilir B lenfositler, her antijene (vücuda yabancı olan ve antikor üretimine neden olan maddeler ya da canlılar) özgü antikor üretirler Vücuda herhangi bir antijen girdiğinde, B lenfositler çoğalır ve milyonlarca antikor üretirler 6 aylık bebekken vücudumuz antikor üretmeye başlar O zamana kadar anneden bebeğe geçen antikorlar iş görür

Antikorlar, antijen niteliği taşıyan bakteri virüs ya da zehirli maddelere tepki veren Y biçiminde protein molekülleridir Y biçimindeki antikorların kısa kollarının uç kısmında antijenlere bağlanabilmelerini sağlayan özel bölgeler bulunur Herhangi bir antijene bağlanmış olan antikorlar, ya onların hareketine engel olur ya da bağışıklık sisteminde rol alan başka proteinlerin, hormonların ve makrofajların devreye girmesi için işaret verirler Bu antikorlar kişiyi ikinci kez aynı mikrop ile hasta olmaktan korurlar



"Immünoglobülinler" de denilen antikorların Ig G, Ig A, Ig M, Ig D, Ig E olmak üzere beş çeşidi vardır Ayrıca karaciğerde yapılarak kana geçen bazı özel proteinlerin de, antikorların işlevlerini tamamlayıcı farklı rolleri vardır



B lenfositlerinin antikor oluşturmak dışında iki önemli görevi daha vardır Bunlardan birisi T lenfositlerine antijen sunma görevi; diğeri de saldıkları kimyasal maddelerle (sitokinler, lenfokinler) başka immunolojik hücreleri etkilemektir



c- Doğal Öldürücü Hücreler (Katil hücreler)



Doğal Öldürücü Hücreler de kemik iliğinde yapılmaktadır Bu hücreler kan kemik iliği ve dalakta bulunurlar Doğal bağışıklıkta rol alırlar, yani T ve B lenfositleri gibi önceden uyarılmalarına ihtiyaç yoktur Bilhassa virüslerle enfekte olmuş veya kanserleşme eğilimi gösteren vücut hücrelerine saldırırlar Böylece virüslere karşı önemli bir ilk savunma hattı oluşturur ve kanserin gelişmesine mâni olurlar Bunlar büyük görünümlü lenfositlerdir En önemli görevleri, tumor hücrelerini ve virus taşıyan hücreleri öldürmektir Virüs taşıyan hücreleri öldürdükleri halde normal hücrelere zarar vermezler


• Monositler ve Makrofajlar:



Akyuvarların %7 kadarını Monositler oluşturur Kemik iliğinde yapılıp kan dolaşımına geçen monositler 12 saat içinde dokulara girerler ve makrofajlara dönüşürler

Monosit ve makrofaj gibi büyük lökositler bağışıklık sistemimizin en önemli hücreleridir Her dokunun kendine özgü makrofajları vardır

Makrofajlar, büyük botutlu hücrelerdir En önemli becerisi sindirme ve hazmetme yani fagositoz yapabilmesidir Fagositoz, bağışıklığın en önemli öğelerinden biridir Çünkü enfeksiyona karşı çabuk ve çoğunlukla da kesin bir koruma sağlar Makrofajların önemli bir görevi de; ölmüş nötrofilleri temizlemektir Kandaki bir akyuvar çeşidi olan monositler, kılcal damarlardan dokulara geçerek burada doku makrofajları denen çok güçlü fagositoz yapan (mikropları yutan) dev hücrelere dönüşürler Makrofajlar vücuda giren her türlü bakteri ve virüsü yutarak parçalarlar Bu hücreler, vücudun birinci savunma hattını oluştururlar, yani bunlar hazır öncü kuvvetlerdir Bu hücreler, ayrıca T lenfositleri adı verilen çok özel hücreleri uyararak onların çoğalmalarını sağlarlar

F Plâzmadaki (kan sıvısındaki) faktörler



Ø Antikorlar: Plâzma hücreleri tarafından kana salgılanırlar Hangi mikrop tarafından uyarılmışlarsa, ona karşı savunmada rol alırlar Antikorlar tesirlerini ya doğrudan (bakteri zehirlerini nötralize ederek veya bakterileri kümeleştirip çöktürerek, virüsleri nötralize ederek, mikroorganizmaları parçalayarak) yahut kompleman ismi verilen çok özel bir sistemi harekete geçirerek gösterirler



Ø Kompleman proteinleri: Plâzmada inaktif olarak bulunan kompleman proteinleri, antijen ve ona karşı meydana gelmiş antikor kompleksi tarafından uyarıldığında, aktif kompleman bileşikleri oluşur Bu bileşikler çeşitli tesirlere sahiptirler (kemotaksis, opsonizasyon, mast hücreleri ve bazofillerin uyarılması sonucu inflamasyon gelişmesi, mikroorganizmaların parçalanması)



Ø İnterferonlar: Virüsler vücut hücrelerine girip, hücrelerde çoğalmalarını sağlayan proteinlerin sentezlenmesine sebep olurlar Lenfositler ve diğer lökositler tarafından salgılanan interferonlar, virüslerle tanışmış vücut hücrelerine bağlanarak bu proteinlerin yapımına engel olacak şekildedirler Böylece virüsler çoğalamaz



Ø Properdin: Plâzmada bulunan bir proteindir Bazı virüsleri nötralize ettiği, bazı bakterileri de parçaladığı bildirilmiştir



Ø Akut faz proteinleri: Karaciğer tarafından hızla sentezlenen çok sayıda serum proteinleri (C-reaktif protein, fıbronektin, vb) enfeksiyon sırasındaki müdafaada rol alırlar



Ø Beta-lizin: Bazı bakterileri parçalayan bir maddedir



G- Enfeksiyonun sebep olduğu olaylar



Ø İnflamasyon (iltihap): İnflamasyon, enfeksiyonlar veya konumuz dışındaki travma ve sıcak gibi faktörlere bağlı olarak doku harabiyetine karşı, dokuda yaratılan korumaya verilen cevaptır Mikroorganizmalar tarafından istila edilen doku, harap olmaya başlayınca, parçalanan doku hücrelerinden (mast hücreleri gibi) açığa çıkan bazı maddeler (histamin gibi) bölgede bazı reaksiyonlara sebep olur Dokuya kan getiren küçük damarların genişletilmesiyle o bölgeye kan akımı artar ve dokuya daha çok nötrofil gelir Bu arada o bölgede kızarma olur Kılcal damarların geçirgenliğinde artışa bağlı olarak, nötrofîller dokuya daha rahat geçerler Sonuç olarak; inflamasyon (iltihaplanma); mikroorganizmaları o bölgede hapsederek vücuda yayılmalarını önlemiş olur



Ø Ateş: Vücut ısısındaki artış olan ateş inflamasyonundoğal sonucudur Bazı bakterilerden çıkan toksinler ve mikropları fagosite eden hücrelerden salgılanan bir kısım maddeler, vücut sıcaklığının yükselmesine sebep olurlar Ateş, mikroorganizmaların üremelerini durdurur ve yapılarını bozarak ölümlerine yol açar Dolayısıyla hastalıkta ateşin yükselmesi faydalıdır Çünkü vücudun direnç gösterdiğini ve mikropları öldürmek için savaş verdiğini göstermektedir Bu sebepten ateş çok yüksek olmadığı beyne zarar vermediği sürece düşürülmemelidir

Ø Öksürük: Solunum yollarındaki mikropların dışarı atılmasını sağlar Bu sebepten öksürük kesici ilâçlar hemen kullanılmamalıdır



Ø İshal (Diyare): İshal, dışkının hızlı bir şekilde dışarı atılmasına sebep olur Dolayısıyla ishali durdurucu ilâçlar da kullanılmamalıdır Ancak gerek öksürük ve ateş, gerekse de ishal durumunda kişinin kendini iyi tanıması ve bağışıklık sisteminin gücünü bilip ona göre direnmesi gerekir


Bağışıklık sistemine yönelik risk faktörleri



Bağışıklık sistemimiz yaşamımız boyunca bizi desteklemektedir Ancak vücudumuzun normal yapısını ve çalışmasını bozan etkenler vücudumuzun direncini de azaltmakta dolayısıyla bağışıklık sistemimiz içinde risk oluşturmaktadır Bu etkenlerin başlıcaları aşağıda açıklanmıştır:



Stres; Uzun süreli strese maruz kalma, kişilerin üst solunum yolları enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını artırmaktadır Stres vücudumuzdaki bazı hormonların aşırı miktarda salgılanmasına ve buna bağlı olarak da belleği ve öğrenme - algılama yeteneğini zedelemekte, öfke, yorgunluk, depresyona neden olmakta ve bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır Kronik streste, hastalıkla savaşan hücrelerin sık sık bastırılması sonucu vücudun enfeksiyonlara karşı direnci azalmaktadır



Kötü Beslenme; Beslenme vücudun direncine ve mikroplara etki edebilmektedir Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenme bağışıklık sisteminde görevli yapıların vücudumuzu savunma gücünü zayıflatır

Eksik beslenme enfeksiyonlara ve bunların komplikasyonlarına zemin hazırlamaktadır Oluşan enfeksiyon da beslenmeyi bozar ve bağışıklığı azaltabilir



Oksijen; Oksijen kullanan her canlı, "serbest radikaller" olarak bilinen şeyleri üretir Serbest radikaller, hücreler oksijen tüketirken oluşurlar Yani serbest radikaller değişen oksijen molekülleridir Serbest radikaller yaşam için gereklidir Bu serbest radikaller kontrolsüz bırakılırlarsa, bağışıklık sistemimize zarar verme ve kronik hastalıklar gelişme riski ortaya çıkabilir



Radyasyon; Bağışıklık sistemi, UV ışınları gibi çevresel faktörlerden kaynaklanan değişimlerden zarar görür Bilim adamları, güneş yanıklarının insanlarda güneşe maruz kaldıktan sonra 24 saat ve daha fazla süre içerisinde kandaki beyaz kan hücrelerinin hastalıkla savaşım fonksiyonunda bir azalma görüldüğünü belirtmişlerdir UV radyasyonuna sürekli maruz kalma vücudun bağışıklık sistemini etkileyen zararlara neden olabilir Hafif güneş yanıkları insanlarda ki bütün cilt tiplerinin bağışıklık fonksiyonlarını baskı altına alabilir



Yüksek gerilim hatlarının yaydığı radyasyon da insan sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir Bu etkileşim, insanın bağışıklık sistemi bozup, hastalıkların başlamasına yol açabilmektedir Yüksek gerilim altında yerleşik insanlar, başta kanser olmak üzere birçok hastalıK açısından risk altındadır

Alkol ve sigara; Alkolün, özellikle kronik alkol alışkanlığının ve sigaranın organizmanın immun savunması üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kanıtlanmıştır


Uykusuzluk; Uyku sırasında vücudumuz ve beynimiz dinlenirken bağışıklık sistemi dinlenmez Aksine işgalci organizmalara karşı hazırlık yapar Eğer iyi dinlenilmezse bağışıklık sistemi bozulabilir

Bu etkenlerin dışında bazı ilaç tedavileri, yorgunluk, aşırı spor yapma, mevsimsel ve hormonal değişikliklerde immun sistemimizi zayıflatan faktörlerdendir
__________________________________________________ ___________________

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Endokrin sistem, vücudun kontrol ve düzenleme görevini sinir sistemi ile birlikte yürüten sistemdir
Endokrin sistem sinir sistemi birlikte çalışarak organizmanın bütünlüğünü sağlar Endokrin sistemin başlıca üç işlevi vardır
• Büyüme, gelişme ve üremeyle ilgili olayların başlıca düzenleyicisidir
• Metabolik aktivite ve vücut sıvılarındaki kimyasalların yoğunluğunu ayarlayarak homeostazın korunmasını sağlar
• Sinir sistemi ile birlikte strese karşı dayanıklılığı arttırır

Endokrin sistem endokrin bezlerden oluşur Bu bezler hormon denen salgıyı salgılar

Ürettikleri salgıları kana veren bezlere iç salgı bezi bu salgılara da hormon denir Ürettikleri salgıları kanala veren bezlere ise dış salgı bezi denir Bu salgılara da enzim denir
İç salgı bezleri sistemi ( endokrin sistem ) birbirleriyle iletişim halindeki farklı bezlerden meydana gelir İç salgı bezleri insan vücudunu kontrol eden bir sistemdir Bu sistem sinir sistemiyle birlikte vücudun çalışmasını düzenler Vücudun olağan ve olağan dışı olaylara tepkisini ayarlar İç salgı bezleri bu işlevini salgıladıkları hormonlar vasıtasıyla sağlar Değişik bezlerden salgılanan çeşitli hormonlar kan yoluyla ilgili organlara ulaşırlar ve bu organlara çeşitli emirler taşırlar

Hormon

Canlıların vücudunda bulunan bezler tarafından üretilip, kan ile taşınan maddelerdir Her hormonun etki edeceği hücre, doku veya organ farklıdır
Az miktarda üretilip, protein ve yağ yapısındadırlar Vücutta hormon üreten bezler; hipofiz, tiroid, paratiroid, adrenal, pankreas ve eşey bezleridir


Hormonlar etki yerlerine göre 3 tiptir
Genel etkili hormonlar: Kan yoluyla ulaştıkları, vücudun br çok yerinde etkili olan hormonlardır, örneğin büyüme hormonu
Hedef yapılara etkili hormonlar: Sadece belli doku ve organlara etkili olan hormonlardır
Lokal etkili hormonlar: Sadece salgılandıkları alanda etkili olan hormonlardır

Hormon Üreten Bezler


a Hipofiz Bezi
Beynin tabanında hipotalamusun altında yer alır Merkezi sinir sisteminin hipotalamus kısmı ile olan bağlantısı sayesinde diğer bezleri kontrol eden ana bezdir



İki kısma ayrılır Ön lobuna adenohipofiz, arka lobuna ise nörohipofiz adı verilir Adenohipofiz, hipofizin gerçek endokrin bölümüdür Hipotalamusta üretilen hormonlar taşıyıcı damarlar vasıtası ile adenohipofize gelir ve hipofiz hormonlarının salınmasını ya da baskılanmasını sağlar
Nörohipofiz ile ile hipotalamus arasında sinir bağlantıları vardır

Hipofiz bezinde üretilen hormonlar ve görevleri



Büyüme hormonu (growt hormon, GH) : Büyüme ve gelişmeyi sağlar Özellikle kemik ve kas dokusunun gelişmesinde etkilidir Metabolizmayı doğrudan etkiler Büyüme döneminde fazla salgılanması devliğe az salgılanması cüceliğe sebep olur
Tiroid stimüle edici hormon (TSH): Tiroid bezini uyararak tiroid hormonlarının sentezlenmesi ve salgılanmasını sağlar
Prolaktin: Dişilerde gebelik döneminde memedeki süt bezlerinin çalışarak süt üretmesini ve enjeksiyonunu sağlayan hormonu salgılar
Folikül stimüle edici hormon (FSH) : Folikül stimüle edici hormon kadınlarda her bir menstrual siklus sırasında ovaryumda folikül hücrelerinin büyümesini ve östrojen salgılanmasını, erkeklerde ise sperm üretimini sağlar

Melanosit stimüle edici hormon (MSH) : Deriye renk verici maddeleri uyaran hormondur
Lüteinleştirici horman (LH) : Kadınlarda ovulasyonu (yumurtlamayı), progesteron ve östrojen salgılanmasını, erkeklerde ise testesteron salgılanmasını sağlar

b Tiroid bezi
Tiroid bezi, boynun ön kısmına yerleşmiş olan, salgıladığı hormonlarla vücut metabolizmamızı düzenleyen ve yaklaşık 25-40 g kadar olan bir bezdir Tam olarak yutak ve gırtlak arasında yer alır


Gırtlağın ön tarafında bulunan tiroid bezi salgıladığı hormonlarla, vücuttaki tüm organların işleyişini ve metabolizmasını etkiler İki çeşit hormon üretir
Tiroksin : Vücut metabolizmasını hızlandırır Tiroksin hormonu iyot varlığında sentezlenir Alınan yiyeceklerde iyot eksikse tiroksin salgılanamaz ve tiroit bezi büyür Buna guatr denir Tiroksin hormonu az salındığında hücreler arası sıvıda sodyum ve suyun, kanda ise kolesterolün yükselmesine yol açar
Kalsitonin : Kandaki kalsiyum ve fosfatın kemiklere geçmesini sağlar Kanın kalsiyum ve fosfor konsantrasyonunun ayarlanmasında düşürücü etkiye sahiptir
Paratiroid bezi : Tiroid bezinin arkasında yer alan dört küçük bezdir Salgıladığı parathormon, kemikten kalsiyum serbestleşmesini, kemikte kalsiyum depolanmasını sağlayan osteoblastları inhibasyonunu, kalsiyumun böbrekten atılmasını azaltıp fosfor atılımını arttırmak gibi fonksiyonları yerine getirir

c Böbrek üstü bezleri (adrenal bezler)
İki böbreğin üst kısmına yerleşmiş bir çift bezdir Dışta yer alan kabuk (korteks) ve içte yer alan öz (medulla) olmak üzere iki kısımdan oluşur



Kabuk (korteks) kısmından salınan hormonlar: Adrenal korteks hormonlar steroid yapıdadırlar Su ve iyon dengesini sağlayan hormonlardır, En önemlisi aldosterondur Aldosteron böbreklerde iyonların (sodyum ve klor) emilimini arttırır

Öz Bölgesinden (medulla) Salınan Hormonlar: Adrenalin ve noradrenalin hormonlarını üretir Bu hormonlar, kavga veya kaçış durumları için gereken ani bedensel tepkileri oluşturur ve desteklerler Adrenalin korku, heyecan, öfke anında salınır Kan basıncını yükseltir, kalp atışlarını hızlandırır, damarları daraltır, göz bebeklerini büyütür, kılları dikleştirir



d Pankreas Bezi
Pankreas bezi karma bir bezdir Ürettiği enzimleri özel bir kanalla on iki parmak bağırsağına gönderir
Pankreas bezi salgıladığı iki çeşit hormon ile kandaki şeker dengesini ayarlar
İnsülin, kanda şeker miktarı arttığı zaman salınır Kandaki şekerin {glikozun} fazlasının karaciğerde glikojen şeklinde depolanmasını sağlar İnsülin yeterli salgılanmazsa kandaki şeker oranı yükselirbu da şeker hastalığına sebep olur Şeker hastalığı olan kişilerin idrarında glikoza rastlanır
Glukagon ise kandaki glikoz miktarı azaldığı zaman salınır Karaciğerde depolanmış glikojende'" gereken miktarını glikoza dönüştürerek kana geçmesini sağlar

e Böbrekler
Böbrekler iki değişik yapıda hormon salgılarlar

Kalsitriol : Steroid yapıda olan bir hormondur Vücutta kalsiyum iyonunu destekler D vitaminin aktif şeklidir

Eritropoietin : Kırmızı kemik iliğinden eritrosit yapımını uyarır Böbreklerdeki düşük oksijen oranına cevap olarak salınır Böylelikle artan eritrosit yapımı sonucunda oksijen taşıma kapasitesi de artar

f Eşey Bezleri

Üreme sistemi hormonlarını kadınlarda ovaryum ( yumurtalık), erkeklerde ise testisler üretirler Eşey bezleri ergenlik çağına girildikten sonra hipofiz bezinin etkisiyle faaliyet gösterir

Testislerde erkeklik hormonları olan androjenler üretilir Bunlardan testosteron hormonu fonksiyonel sperm yapımını ve olgunlaşmasını ikincil cinsiyet özelliklerinin (sakal ve bıyık çıkması,kılların büyümesi,sesin kalınlaşması,kemiklerin gelişmesi erkek tipi kaslı bir vücut yapısının oluşması) ortaya çıkmasını sağlar

Yumurtalık dişilerde bulunan bir çift bezdir Ergenlik dönemine ulaşıldığında bu bezden östrojen ve progesteron hormonları salgılanır Östrojen dişilikle ilgili ikincil cinsiyet özelliklerini (dişilere özgü ince ses gelişimi,üreme organlarını gelişimi,dişiye ait vücut yapısının oluşması) sağlar
Progesteron hormonu ise gebeliğe hazırlanmada önemli rol oynar Embriyonun gelişmesi için rahmi hazırlar, embriyonun uterin tüpü boynuna iletilmesini sağlar ve meme bezlerinin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir
__________________________________________________ ___________________

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Üreme sistemi canlılığın devamını sağlayan sistemdir Türün devamlılığı iki ayrı cins tarafından gerçekleştirilir
Erkek ve kadın üreme sistemi anatomisi ve fizyolojisi birbirinden oldukça farklı yapılardan oluşmuştur Ayrıca erkeğin üremedeki rolü kadına göre daha basittir

Kadın üreme sistemi
Kadın üreme sistemi, erkek üreme sistemine göre daha karmaşık bir yapıya sahiptir Dişi üreme sistemi dişi üreme hücresi olan yumurta üretimini, döllenmeden sonra zigotun taşınması, beslenmesi ve gelişen embriyonunun korunmasını sağlar Ayrıca meme bezleri salgısı ile doğumdan sonra bebeğin beslenmesi sağlanır

Organizasyonu

Dişi üreme sistemini meydana getiren organlar dış ve iç üreme organları olarak iki kısımda incelenir
Dış üreme organlarının tümüne birden vulva adı verilir Bunlar; büyük ve küçük dudaklar, klitoris, kızlık zarı ve vajina girişidir
İç üreme organları; vajina, rahim (uterus), yumurtalıklar (overler) ve fallop tüpleri,

İç üreme organları

Vajina


Üretra ve mesanenin arkasında ve rektumun önünde yer alır Rahim ile dış ortam arasındaki bağlantıyı sağlayan boru şeklinde, esnek ve 8-10 cm kadar olan bir organdır Vajinal duvar düz kaslardan ve fibroelastik bağ dokusundan oluşur
Cinsel birleşmenin olduğu yerdir Cinsel birleşme sırasında vajina penisin girişini kolaylaştırmak için serviks bezlerinden gelen müköz salgılarla kayganlaştırılır
Vajina asidik bir ortama sahip olması sayesinde bakteriyel infeksiyonların önlenmesinde de önemli yere sahiptir
Doğum sırasında bebek buradan geçerek dünyaya gelir

Rahim (uterus)


Mesanenin arka kısmında ve rektumun önünde yer alan şeklinde kasl ve bağ dokusundan oluşmuş bir organdır Yaklaşık 7-8 cm uzunluğunda, 40-50 gr ağırlığında olan bu organ tersine duran bir armut görüntüsüne benzer Geniş olan üst kısmına fundus, alt kısmına ise serviks denir Fundus uterin tüplerinin açıldığı, serviks ise vajinaya açılan kısımdır



Uterus dıştan içe doğru 3 tabakadan oluşur;
En dış tabaka perimetriumdur ve uterusu iki geniş ligamentle pelvisin yan duvarlarına tutturur
Orta tabaka olan miyometrium kaslı bir yapıya sahiptir Doğum sırasında bu kaslı yapı sayesinde gerçekleşen kasılmalar bebeğin geçişini kolaylaştırır Ayrıca miyometrium kadın ******ında da kasılır
En iç tabaka ise endometriumdur Bu tabaka her ay çocuğun yerleşmesi için östrojen hormonu etkisi ile kalınlaşır Progesteron hormonu ise zigotun alınmasını ve beslenmesi için gerekli olan hazırlıkları sağlar Her bir siklus sonunda gebelik olmazsa aylık kanama (menstruasyon, regl, adet kanaması) şeklinde dışarı atılır Kanam sonucunda endometrium kendisini yenilemek için yeni bir siklusa başlar
Bebeğin anne karnındaki gelişimi uterusta olur Gebelik döneminde uterus bebeği, çevresindeki sıvıyı bebeğin büyümesine imkan sağlayacak şekilde barındırır ve büyüyerek tüm karın boşluğunu kapsar

Fallop tüpleri (uterin tüpleri)
Uterusun iki yanından çıkıp yumurtalıklara doğru uzanan bu tüpler 10 cm uzunluğunda olup yumurtalıklardan atılan yumurtayı ovaryumdan uterusa (rahime) iletir Bu yumurtaların erkek üreme hücresi tarafından yakalanıp döllenmesi tüplerde gerçekleşir ve döllenmiş yumurta da bu tüpler aracılığıyla uterusa iletilir

Yumurtalıklar (ovaryum)

Rahmin her iki yanında yer alan, gri-pembe renkli, badem şekilli yassı ve oval 6-8 gr ağırlığında iki organdır

Ovaryumun başlıca fonksiyonu yumurta (ovum) ve dişi eşey hormonları olan östrojen ve progesteron üretmektir Ayrıca hipofizin ön lobundan salgılanan folikül stimüle edici hormonu kontrol eden ihibini (baskılayıcı) salgılar

Dış üreme organları
Dış üreme organlarının tümüne birden vulva adı verilir
Büyük dudaklar (labia majör)
Vulvanın dışındaki en belirgin kısımdır ve ik kalın deri katlanması şeklindedir İçlerinde ter ve yağ bezleri, kan damarları ve sinirler bulunur Puberteden sonra burası kıllanır

Küçük dudaklar (labia minör)
Büyük dudakların hemen altında yer alan iki küçük deri kıvrımıdır Vajina girişini çevreleyen bu kısım kılsız, ince ve kan damarlarınca zengindir

Klitoris

Vulvanın üst kısmında, küçük dudakların bittiği yerde bulunur Klitorisin hemen altında idrar deliği, onun da altında vajina girişi bulunur Kan damarlarının yoğun olarak bulunduğu klitoris, cinsel birleşme esnasında sertleşip duyarlılığı sağlayarak kadın ******ında önemli rol üstlenir

Kızlık zarı ( himen)
Vajina girişinden hemen sonra yer alır Bağ dokusu ve damarlardan oluşmuş bu zarın dayanıklılığı kişiden kişiye değişmektedir İlk vajinal cinsel ilişki sırasında zarda zedelenme ve yırtılma olur Bu esnada bir miktar kan gelir bazı kızlarda bu zar çok sağlamdır ve bazen doğum yapana kadar yırtılmayabilir

Adet Döngüsü

Adet döngüsü ergenlik dönemiyle başlayıp menopoz dönemine kadar devam eden bir süreci kapsar Ergenlik döneminde beyinden gelen uyarılarla yumurtalıklardan östrojen ve progesteron denilen ve adet döngüsünü düzenleyen hormonlar salgılanır Ergenlikle beraber yumurtalıklarda doğuştan var olan yumurtaların her ay biri olgunlaşarak vücuttan atılır İlk adet görme yaşı kişiden kişiye değişir ve 9 ile 16 arası herhangi bir yaşta görülebilir

Rahim iç yüzeyinde her ay olgunlaşmış yumurtanın , gelip yapışmasına ve buradan beslenmesi için damarlanmasını sağlayacak bir tabaka oluşur (endometrium) ve eğer döllenme yoksa bu duvar görevini tamamlayıp yerini alttan gelen yeni dokuya bırakarak dökülür, rahimden dışarıya atılır Her ay aynı şekilde tekrarlanan bu işleme adet kanaması (menstrüasyon, regl, aybaşı) denir
Bileşik bir hormon grubu tarafından işareti verilen ve beyin tarafından kontrol edilen bu süreç, genellikle gebelik hariç, her ay gerçekleşir Kadınlar, yeni bir yumurtanın oluşmasından önce adet görürler
Bir adet döngüsü ortalama 28 gündür fakat, bu kişilere göre değişebilir Adet döngüsünün 21 ile 35 gün arasında olması normaldir Adet döngüsü, çeşitli uzunluklarda olabilir

Meme dokusu

Memeler ergenlik dönemi başlayana kadar kızlarda ve erkeklerde aynı büyüklüktedir Ancak kızlarda ergenlik dönemiyle beraber salınan östrojen hormonunun etkisiyle hızla büyürler

Meme büyüklüğü, genetik yapı, vücudun yağ oranı ve büyüklüğüyle yakın ilişkilidir
Memeler, bebeğin belli bir süreye kadar besin ihtiyacını karşılamak için süt üretir ve salgılarlar Ayrıca memeler cinsel uyarılmada da etkilidir
İç yapısında salgı bezleri, yağ ve bağ dokusu bulunur Meme dokusu içerisinde üretilen sütün dışarı taşınması için çok sayıda süt iletim kanalları bulundurur

Erkek üreme organları

Erkek üreme sisteminin dış organları penis, skrotum ve testislerdir İç organlar ise vas deferens, üretra, prostat bezi ve seminal veziküllerdir Erkeğin genlerini taşıyan sperm testislerde yapılır ve seminal veziküllerde depolanır Cinsel ilişki sırasında sperm meni adı verilen bir sıvının içinde vas deferensten sertleşmiş penise taşınır

Penis

Penis hem cinsel birleşme, hem de idrar boşaltma organıdır Penis başı, ince bir zarla çevrilmiş süngerimsi yapıdadır Penis başının deri rengi koyu olup, uç kısmında idrar deliği bulunur


Penis gövdesinin büyük bir bölümü erektil (sertleşebilen) dokudan oluşan üç silindirik alandan (sinüsler) meydana gelir Büyük olan iki alan (korpus kavernosum) yanyanadır Üçüncü sinüs olan korpus spongiosum (süngersi cisim) üretranın çevresini sarar Bu alanlar kanla dolunca penis büyür, dikleşir ve sertleşir (ereksiyon)

Skrotum (Erbezi kesesi, torbalar)


Skrotum penisin alt kısmında yer alan, içerisinde yumurtalar ve sperm kanallarının bir kısmının bulunduğu ince kırışık derili kesedir
Testisleri sarar, korur, darbelerde ve sıkışmalarda yumurtaların zarar görmesini engeller
Skrotum testisler için bir ısı kontrol sistemi olarak görev yapar; spermlerin normal gelişmesi için testislerin vücut sıcaklığından biraz daha düşük ısıda (35ºC) olması gerekir Skrotum duvarındaki kaslar gevşeyip kasılarak testisler için uygun ısıyı sağlarlar

Testisler (Erbezleri, yumurtalar)

Skrotumun içinde bulunan testisler bir kordon vasıtasıyla vücuda bağlanmışlardır Bu kordonun içinde damarlar, sinirler ve sperm kanalı bulunur Testisler sperm yapımı ve testosteron (başlıca erkek seks hormonu) sentezini gerçekleştirirler


Vas deferens (Meni kanalı)

Epididimden spermi alıp taşıyan kordon benzeri bir kanaldır
Her bir testisten çıkan kanal prostatın arkasından yukarı çıkar ve üretraya girerek ejakülasyon kanallarını oluşturur Vas deferense paralel giden kan damarları ve sinirler gibi diğer yapılar bir arada sperm kordonunu oluşturur

Epididim
Testislere bitişik olan epididim yaklaşık 6 metre uzunluğunda bir tüp yumağıdır Testislerden spermi alır ve spermin olgunlaşmasına elverişli bir ortam yaratır Sol testis sağdakine göre biraz daha aşağıdadır

Prostat bezi
Pelviste mesanenin hemen altında yer alır ve üretranın orta bölümünü çevreler Genellikle ceviz büyüklüğünde olan bu bez yaşla birlikte büyür Prostat ve üstündeki seminal veziküllerde spermin beslenmesini sağlayan bir sıvı yapılır Bu sıvı spermin ejakülasyon sırasında içinde bulunduğu salgı olan meninin hacminin büyük bir bölümünü oluşturur Meninin içerdiği diğer sıvılar vas deferens ve penis başındaki müköz bezlerden gelir

Üretra (İdrar Yolu)

Bu kanal idrarı mesaneden aşağı taşıyan idrar yolunu ve üreme sisteminde meninin dışarı atıldığı bölümü oluşturur

Erkekde cinsel işlev

Cinsel aktivite sırasında penis sertleşir ve dikleşir (ereksiyon), cinsel ilişki sırasında girişe olanak verir Ereksiyon nörolojik, damarsal, hormonal ve psikolojik eylemlerin karmaşık bir etkileşimi sonucu gerçekleşir Duyulardan kaynaklanan zevk veren uyaranlar beyinde bir reaksiyona neden olur Beyin omurilikten aşağıya penise sinir sinyalleri gönderir Korpus kavernosumlar ve korpus spongiosuma kan getiren atardamarlar buna genişleyerek yanıt verir Atardamarların genişlemesi bu alanlardaki kan akımının dramatik olarak artmasına, bu alanların kanla dolup şişmesine yol açar Normal olarak penisten dışarı kan akımını sağlayan toplardamarların çevresindeki kaslar kasılarak dışarı kan akımını yavaşlatır Penisteki kan basıncının yükselmesi boyu ve çapının artmasına neden olurCinsel heyecanın doruğunda, glans penisteki sürtünme ve diğer uyaranların beyin ve omuriliğe sinyaller göndermesiyle ejakülasyon (boşalma) meydana gelir Sinirler epididim ve vas deferens, seminal veziküller ve prostat çevresinde kasların kasılmasını uyarır Bu kasılmalar meninin üretraya geçmesini sağlar Üretranın çevresindeki kasların kasılması meniyi daha da ilerletir, penisten dışarı atılmasına neden olur Meninin mesaneye geri dönmesini engellemek üzere mesane boynu da büzülür Ejakülasyon gerçekleştikten (ya da uyarı durduktan) sonra atardamarlar büzüşür, toplardamarlar gevşer Bu kan akımını azaltır, kanın dışarı akımını artırır, penis yumuşar

Üreme fizyolojisi ve Gebeliğin oluşması



Üreme olayı sayesinde canlılığın devamı sağlanır Türün devamlılığı iki ayrı cins tarafından gerçekleştirilir

İnsanların üreyebilmesi için cinsel ilişki sırasında vajinaya boşalan spermlerin (erkek üreme hücrelerinin) fallop tüplerinde dişi yumurta hücresini döllemesi gerekir

Gebelik erkek üreme hücresi olan sperm ile dişi yumurta hücresinin birleşmesiyle başlayan bir süreçtir

Yumurtlama kadınlarda bir sonraki adet kanamasından iki hafta önce olur Dişi yumurta hücresi yumurtalıklardan ayrıldıktan sonra 12-24 saat canlı kalırken, spermler rahim boynundaki kıvrımlarda ortalama 6 gün kadar canlı kalırlar Testislerde her gün milyonlarca sperm üretilir, ancak bunlardan sadece bir tanesi dişi yumurta hücresi ile birleşme şansına sahiptir

Cinsel ilişki esnasında erkeğin penisinden spermler rahim boynuna yakın bir alana boşaltılır daha sonra da rahimden fallop tüplerine doğru hareket ederler

İşte hareket yeteneğine sahip olan spermlerden bir tanesinin dişi yumurta hücresiyle birleştiği anda gebelik başlar Dişi ve erkek üreme hücrelerinin çekirdeklerinin birleşerek yeni bir hücre oluşturmasına döllenme denir Bu birleşmenin gerçekleştiği yer fallop tüpleridir

Döllenmiş olan yumurta hücresi 8-9 gün içerisinde çoğalıp bir hücre yumağı haline gelir ve rahim içine ulaşır Bu hücre yumağına embriyo denir Embriyo rahim içine ulaştıktan sonra endometriyumu yani rahim duvarını eriten bir enzim salgılayarak bir kovuk oluşturur ve bu kovuğun içine yerleşir Burada hücreler daha hızlı çoğalmaya başlar ve anne karnından plasenta adı verilen bir damar yumağı sayesinde beslenir Embriyo döneminde (ilk 12 hafta) gebeliğin sürdürülmesinden yumurtalıklardan salgılanan progesteron hormonu sorumludur İlk 12 haftadan sonraki dönemde henüz doğmamış olan bebek fetus olarak adlandırılır Bu süre içinde büyüme gerçekleşir Bu dönemde plasentanın salgıladığı hormonlar ile gebeliğin devamlılığı sağlanır
__________________________________________________ ___________________

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #5
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Sinir sistemi

Sinir sistemi vücudun en karmaşık sistemidir ve vücut ağırlığına göre oranı %2’ dir
Çok hücreli canlılarda birtakım iletileri, işaretleri çevreden organizmaya ve organizmanın da bir kısmından diğer bir kısmına taşımakla görevli, ileri derece farklılaşmış bir sistemdir

Sinir sistemini oluşturan hücrelere nöron adı verilir Basit ya da karmaşık her türlü davranış, beynin değişik bölgelerinde yer alan bir grup nöronun etkinliği ile gerçekleşir Beynin çalışabilmesi için nöronlar arasında iletişim zorunludur Bu iletişim, aksiyon potansiyelleri denilen elektriksel sinyallerle sağlanır Sinir sistemi vücudun elektrokimyasal iletişim ağıdır

Nöronların Yapısı
Bir nöron, soma, dentrid ve akson denilen üç ana kısımdan oluşur



Soma: Çekirdek (nukleus) ve çekirdekçiği (nukleolus) ihtiva eden esas hücre kısmıdır

Dentrid: Soma içerisinden çıkan çok sayıda dallanmalardır Yapı olarak bir ağacın dallarını andırır Dentridlerin görevi diğer nöronlardan gelen uyarıları alıp, nöron gövdesine iletmektir

Akson: Gövdeden çıkan ve dallanama göstermeyen sitoplazmik uzantı kısmıdır Her nöronda bir tane bulunur Gövdeden çıkan akson, sinir hücresinden gelen işaretleri çevreye taşımakla görevli olup, böylece sinir hücresini diğer sinir hücreleri veya bir kas hücresi veya bir salgı bezi gibi iş yapan (effektör) hücrelerle bağlar Mesaj iletiminde önemli rolü vardır
Nöronlar işlevlerine göre 3 sınıfta incelenirler
1- Duyusal nöronlar; duyuların alınmasını sağlarlar
2- Motor nöronlar; doku, organ ya da organ sistemlerinin işleyişinde değişiklikler oluştururlar
3- İnternöronlar; duyu ve motor nöronlar arasında yer alırlar

Her nöron, dentritleri aracılığı ile diğer nöronlardan gelen uyarıları alır ve nöron gövdesine iletir Bu uyarılar ya inhibitör ya da eksitatör niteliktedir Değişik kaynaklardan gelen zıt yönlü uyarıların nöron gövdesindeki toplamına göre, nöron eksite ya da inhibe olur ve bu enformasyon nöronun aksonu aracılığıyla bağlı olduğu nöronlara ya da efektör organa (kas, salgı bezi) iletilir Basit ve karmaşık davranış arasındaki temel fark, karmaşık davranışta daha çok sayıda ve değişik enformasyon içeren nöron gruplarının olaya katılmasıdır

Genellikle nöronlar, dentritleri ve aksonları arasında karmaşık ilişkilerin kurulduğu birimler oluştururlar Her birim diğeriyle karşılıklı ilişki içindedir ve her birim alınan uyarıyı modifiye ederek ilişki içinde olduğu diğer birimlere iletir Sinir sistemi omurilikten beyin kabuğuna, hiyerarşik bir düzen içinde birbirine eklenmiş birimlerden oluşmuştur

Nöronlar arasındaki bağlantı noktaları; Sinapslar
Uyaranların bir nörondan başka bir nörona geçişi sinaps adı verilen yapılar sayesinde gerçekleşir Sinaps boşluğundan uyarıların (impuls) iletimi nörotransmitterler (aracı maddeler) veya mediatörler denilen maddeler sayesinde gerçekleşir Nörotransmitterler iki sinir hücresi arasındaki bağlantıyı sağlayan kimyasal maddelerdir Başta serotonin adı verilen madde olmak üzere henüz yapısı tam olarak açıklanamamış olan binlerce madde nörotransmitter olarak görev yapmaktadır

Sinapslarda presinaptik tarafa ulaşan aksiyon potansiyeli, bu uçtan kimyasal bir mediyatör salınmasına yol açar Bu mediyatör postsinaptik taraftaki reseptörlerle etkileşerek, bazı iyon kanallarını aktive eder ve postsinaptik zarda elektriksel potansiyel değişikliğine yol açar Sinaptik geçişi (transmission) sağlayan mediyatörler, nöronlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen temel ögelerdir Bugün 30 kadar nöromediyatörün varlığı bilinmektedir

Sinir sisteminin organizasyonu
Sinir sistemi; merkezi (santral) sinir sistemi ve çevresel (periferik) sinir sistemi olmak üzere ikiye ayrılır

Merkezi Sinir Sistemi
Merkezi sinir sistemi, beyin ve omurilikten oluşur



Beyin (serebrum)
Ortalama bir erişkinin beyni 1300-1400 gramdır Kafatası boşluğunda yer alan beyin, 100 milyar sinir hücresi (nöron) ve trilyonlarca “glia” denilen destek hücrelerinden oluşur

Beyin ve omurilik meniks denen üç zarla koruma altına alınmıştır En dıştaki zar dura mater adını alır ve kafatası kemiklerinin iç yüzeyine tutunur Ortadaki zar bağ dokudan oluşan araknoid zardır En içteki zar ise beyni tamamen saran ve besleyen pia mater denen zardır
Beyin enerjisini glukozun yıkımından sağlar Beyin oksijensiz ya da glukozsuz kalırsa faaliyetini yitirir

Beynin başlıca kısımları




Serebral korteks
Serebrumun tüm kıvrımlarını örten serebral korteksin kalınlığı 2-6 mm arasındadır Serebral korteksin sağ ve sol yarısı korpus kallosum denilen, kalın bir bant oluşturan sinir lifleri ile birbirine bağlanmıştır İnsanlarda serebral korteksin yüzeyi pek çok girinti ve çıkıntıyla kaplıdır Korteksdeki çıkıntılara girus girintilere ise sulkus denir Bunlar yüzey alanının arttırılmasını sağlamışlardır



Serebral korteksin fonksiyonu, düşünme, istemli hareket, dil, sonuç çıkarma, algılamadır

Serebral hemisferlerden her biri vücudun zıt tarafını kontrol eder İnsanların % 90-95’inde sol hemisfer baskındır

Sol serebral hemisfer, sağ elin kontrolü,konuşma ve yazma dili, bilimsel ve sayısal yetenek,düşünme ve mantık ve çözümleme gibi motor alanlara sahiptir

Sağ serebral hemisfer ise sol elin kontrolü, görme ve hayal, müzik ve sanat yeteneği, yüzlerin ve üç boyutlu şekillerin tanınması ve idrakın tamamlanması gibi özelliklere sahip motor alanlar bulunur

Beyin sapı

Omurilik ile beyin arasındaki bağlantıyı sağlayan yapıdır Beyin sapındaki bazı alanlar kan basıncı, kalp hızı ve solunum gibi hayati fonksiyonların düzenlenmesinden sorumludur

Beyin sapındaki yapılar, medulla oblangata (omurilik soğanı), pons (köprü), retiküler formasyondur

Beyin sapının omurilikle birleşen en alt kısmına omurilik soğanı (medulla oblangata) denir Omurilik soğanı solunum ve dolaşım merkezidir Köprü (pons), omurilik soğanı ile orta beyni birleştirir ve formasyonu oluşturur

Retiküler formasyonun hem duyusal hem de motor fonksiyonları vardır Serebral korteksi gelen duyusal sinirlere karşı uyarır

Orta beyin (mesencephalon), beyin sapının en kısa bölümüdür Görme ve işitme ile bunların başlattığı reflekslerle ilgilidir Orta beyinde substantia nigra denen geniş ve koyu renkli çekirdekler bulunur Dopamin salgılayan bu bölgenin hasarı sonucu parkinson adı verilen hastalık oluşur

Serebellum (beyincik)
Beyin sapının hemen arka kısmında yer alan beyincik, merkezi sinir sistemi ağırlığının yaklaşık % 10’luk kısmını oluşturur Serebellum, serebral korteks gibi hemisferlere ayrılır ve bu hemisferleri saran bir korteksi vardır
En önemli fonksiyonları hareket, denge ve duruşun sağlanmasıyla ilgilidir Kas hareketlerinin zamanlamasını ayarlar

Omurilik ( medulla spinalis)
Omurilik omurgayı oluşturan omurlar içerisinde yer alan bir yapıdır Vücudun büyük bir kısmı ile beyin arasında iletişimi sağlar Hem somatik hem de visseral spinal refleks hareketlerini gerçekleştirir Somatik spinal refleksler kas ve derideki duyu reseptörlerinden gelen uyaranlara tepkidir Bu refleksler duruş şeklinin ortaya çıkmasını ve hareketlerin oluşmasına yardımcı olur Visseral spinal refleksler ise iç organlardan gelen uyaranlar ile ortaya çıkar

Beyin-omurilik sıvısı

Özellikle kandan oluşan ve açık renkli olan bu sıvı travmalarda bir su yastığı görevi yaparak beyni korur Ayrıca beyin ile kan arsındaki besin maddesi ile atık madde değişimini sağlar Muhteviyatında, çok az miktarda protein, oksijen, karbondioksit, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve klor iyonları, glukoz birkaç lökosit ve bazı organik bileşikler bulunur

Hipotalamus

Beynin tabanında yer alan bezelye büyüklüğünde bir yapıdır Hipotalamus, vücut ısısının düzenleyicisidir Eğer vücut çok ısınırsa, hipotalamus bunu algılar ve derideki kapiler damarların genişlemesini sağlar, bu da vücudun soğumasına yol açar Hipotalamus aynı zamanda hipofiz bezini de kontrol eder Duyguların, açlığın, susuzluğun düzenlenmesinde rol oynar




Talamus

Talamus çevreden gelen duyusal bilgiyi alıp bunu serebral kortekse iletir Ayrıca serebral korteksden gelen bilgileri de omurilik ve beynin diğer kısımlarına iletir Fonksiyonu duyusal ve motor integrasyondur



Limbik Sistem

Limbik sistem, verilen bir uyarıya karsı gösterilen duygusal cevabi kontrol etmede önemlidir Bu sistemin pir parçası olan hipokampusun ise öğrenme ve hafıza olaylarında önemli fonksiyonu vardır



Bazal Ganglia

Ganglia kelimesi ganglion kelimesinin çoğuludur, yani ganglionlar anlamına gelir Bazal ganglia hareketin koordinasyonundan sorumludur Globus pallidus, kaudat nükleus, subtalamik nükleus, putamen ve substantia nigra denilen yapılardan oluşur


Perıferik Sinir Sistemi



Sinir sisteminin bu bölümü beyin ve omurilik dışındaki diğer sinir hücreleri ve tellerinden oluşur

Periferik sinir sistemindeki nöron topluluklarına ganglion denir

Periferik sinir sistemi, somatik sinir sistemi ve otonom sinir sistemi olmak üzere iki bölümde incelenir



a) Somatik Sinir Sistemi

Merkezi sinir sistemine duyusal bilgi gönderen periferik sinirlerden ve iskelet kaslarını uyaran motor sinir liflerinden oluşur Afferent (duyusal) ve efferent (motor) bölümlerden oluşur Afferent bölüm kas, eklemler, tendonlar ve duyu organlarından gelen uyarıları alır, efferent bölüm ise bu uyarıları değerlendirir

b) Otonom (visseral) Sinir Sistemi

Otonom sinir sistemi salgı bezlerini, kalp kasını ve iç organların düz kaslarını kontrol eder Otonom sinir sistemi ikiye ayrılır: sempatik sinir sistemi, parasempatik sinir sistemi
• Sempatik Sinir Sistemi: Duygularla paralel hareket eden sinir sistemi bölümüdür Korku, sevinç, heyecan gibi durumlarda sempatik sinir sistemi aktive olur, kan basıncı artar, kalp hızlanır ve sindirim yavaşlar
SSS ekstremitelerdeki kan damarları üzerine sürekli konstrüktör etkide bulunur Korku ve öfke gibi uyaranlarla vücudu “dövüş yada kaç” reaksiyonuna hazırlar Kalp hızlanır, göz bebekleri genişler, deri terler Kan deri ve sindirim sisteminden iskelet kaslarına yönlendirilir, sindirim ve üriner kanallardaki sfinkterler kapanır

• Parasempatik Sinir Sistemi: Parasempatik sinir sistemi genelde sempatik sinir sistemini dengeleme yönünde fonksiyon gösterir Uyaranları duyu nöronları ile merkezi sinir sistemine getirir ve cevaplarını motor nöronlarla effektör organlara götürür Parasempatik sistem kalbi yavaşlatır, tükürük ve barsak salgılarını artırır ve barsak hareketlerini artırır

__________________________________________________ ___________________


__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #6
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Kas Sitemi

Toplam vücut ağırlığının yaklaşık yarısını kas dokusu oluşturur
İskeletin üzerini sararak vücudumuza esas şeklini veren ve eklemlerle birlikte hareketi sağlayan yapılara kas denir Kaslar, kasılıp gevşeyebilen liflerden oluşan yapılardır
İnsanlarda yaptıkları işe göre büyüklüğü ve şekli değişen 600’den fazla kas vardır
Kas dokusu uyaranlara tepki verebilme, uyaranları iletebilme, kasılabilme, uzayabilme ve esneyebilme gibi yeteneklere sahiptirler

Kasların fonksiyonları

*
Kaslar, çeşitli organların veya vücudun tamamının hareketini sağlar Duruş ve hareketten sorumlu olan iskeletin üzerindeki kaslar, kemiklere bağlıdır ve eklemlerin etrafında toplanan kaslar birbirlerine zıt yönlerde hareket ederler
*
Vücutta madde taşınmasını sağlarlar

*
Kalp kası, kan basıncını ayarlar ve kanı tüm vücuda pompalar
*
Düz kaslar, sindirim, boşaltım ve üreme sistemlerinin hareketini sağlar
*
İskelet kası lenf akımına yardımcı olur
*
Kemiklerin etrafında bulunan iskelet kasları hareketle beraber, vücut şeklinin oluşmasını sağlarlar
*
Kaslar ısı üretiminde görev alırlar İskelet kası bir iş yaptığı zaman aynı zamanda ısı üretir Vücut ısısının yaklaşık %85’i kas kontraksiyonundan meydana gelir

Kasların yapısı

Kaslar kas teli denilen çok sayıda ince kas lifinden oluşur Kas liflerinin membranına sarkolemma, sitoplazmasına ise sarkoplazma denir Kas hücrelerinde enerji ihtiyacı fazla olduğu için sitoplazmada kasılmayı sağlayan çok sayıda mitokondri bulunur

Kasların yapısında aktin ve miyozin denen miyofilamentler bulunur



Miyozin filamenti yaklaşık 200 miyozin molekülünden oluşmuştur Miyozin başı kas kasılmaları sırasında önemli görevlere sahiptir Miyozin başı ATPaz işlevine sahiptir

Aktin ise proteinlerden oluşmuştur
Kaslar kemiklere kirişlerle bağlanmıştır Kiriş; kırmızı kasların ucunda bulunan beyaz renkli, sağlam ve kası kemiğe bağlayan kısımdır



Kas tipleri


3 ana tip kas vardır; iskelet kasları, düz kaslar ve kalp kası

İskelet kasları (çizgili kaslar,istemli kaslar)

İskelet etrafında bulunan, hareketi sağlayan ve istemli olarak hareket ettirdiğimiz kaslardır Bu kaslar, tüm kas boyunca uzayan çok sayıda liften oluşmuştur Bu lifler de miyofibrillerden meydana gelir Her miyofibrilde ise yanyana uzayan aktin ve miyozin filamentleri bulunur Bu filamentler, dizilişlerinden dolayı bir koyu bir açık bölge oluşturarak miyofibrilin enine çizgili görünmesini sağlarlar

Yüz ve mimik kasları, gövdede bulunan kol kasları, kaburgalar arası kaslar, kol ve bacak kasları isteğimize bağlı olarak hareket ettirebildiğimiz kaslardır


Kalp kası
Sadece kalpte bulunur Miyofibrillerin dizilişi yönünden iskelet kasına, istemsiz kasılması açısından düz kasa benzer Kalp kası hücrelerinde bol miktarda bulunan mitokondri, kasın devamlı çalışmasını sağlar Kalp kas lifi dallanmış ve birbiri içine geçmiş şekildedir


Düz Kaslar

İsteğimiz dışında, kendiliğinden çalışırlar Çalışmaları otonomik sinir sistemine bağlıdır Vücutta en çok sindirim, dolaşım, solunum ve ürogenital sistemler gibi içi boşluklu sistemlerde bulunur İskelete bağlı değildir Düz kaslar barsak duvarı, damar duvarı, rahim kasları gibi iç organlarda bulunan kaslar düz kaslardır Uzun süre yorulmadan kasılmalarını sürdürebilirler

Kasların kasılması

Kasların kasılmasında kalsiyum ve magnezyumun rolü vardır Kasın kasılması, miyozin moleküllerinin başından oluşan çapraz köprülerin aktin miyofilamentini çekmesi ile ortaya çıkar Kasılan kasın boyu kısalır ve böylece bağlı bulunduğu kemiği çekerek iş yapmış olur


Kas kasılması için gerekli enerji kaynağı ATP’dir Enerjinin çoğu çapraz köprülerin aktin filamentlerini çekmesinde kullanılır

Kasılmada esas enerji kaynağı besinlerle alınan karbonhidrat, yağ ve proteinlerin oksidatif yıkımından elde edilen ATP’dir

ATP’yi yeniden oluşturabilmek için gerekli enerji kaynağı, kasta depolanmış olan glikojenden gelir

Kasılma tipleri

İzometrik kasılma : Bu kasılma tipinde kasın boyunda önemli bir değişiklik olmaz

İzotenik kasılma : Belirli bir yüke karşı yapılan ve kas boyunda kısalmanın görüldüğü kasılma tipidir

Tetanik kasılma : Uyarıların hızlı bir şekilde tekrar edilmesi sonucunda kasın gevşemeden sürekli kasılması durumudur Spazm ve kramp iskelet kasında görülen tetanik kasılmaya örnektir

Vücut kasları
Mimik ve çiğneme kasları

Yüz mimiklerinin belirginleşmesini sağlayan kaslardır Gülümseme, konuşma, dudak hareketleri, çiğneme sırasında gerçekleşen tüm hareketler, nefes alıp verme sırasında burun deliklerinin genişlemesini, yüzle ilgili tüm ifadelerin gelişmesini sağlayan kaslardır

Boyun kasları

Başın sağa sola döndürülmesini, öne eğilmesini, arkaya bükülmesini, dikliğini ve boyun derisinin gerginliğini sağlayan kaslardır

Sırt kasları


Omuzu aşağıya ve yukarıya çeken, kolun rotasyonunu (kendi ekseni etrafında dönmesini) ve addüksiyonunu (orta hatta yaklaşmasını) sağlayan kaslardır

Göğüs kasları

Mpectoralis major, göğüsteki yüzeysel kastır, kolun addüktörü ve içe rotatörüdür Mpectoralis minör göğsün yukarı kısmında ve derinde bulunan kastır

Diyafram, göğüs kafesini kapatan, göğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinden ayıran ince bir kastır Nefes alıp vermede önemli bir role sahiptir Kasıldığında göğüs boşluğunu genişletip büyüterek nefes alınmasını sağlar

Karın kasları

Diyaframın solunum için iniş çıkışını, işeme, ıkınma ve doğum olayı ile belin öne ve yana eğilmesi gibi görevleri yerine getiren kaslardır


Omuz ve kol kasları

Kolun orta hatta yaklaştıran, orta hattan uzaklaştıran, kolu büken , eklem açısını azaltan ve genişleten kaslardır

Önkol ve el kasları


Önkolda ele ve bileğe doğru uzanan çok sayıda kas vardır Önkol, el ve parmak hareketlerini sağlayan kaslardır

Leğen ve uyluk kasları


Uyluk kemiğini büken, eklem açısını azaltan ve arttıran, tüm hareketlerini sağlayan kaslardır


Bacak ve ayak kasları

Diz eklemini büken, ayak ekleminin içe ve dışa döndüren, ayak ve parmakların hareketlerini sağlayan kaslardır



__________________________________________________ ___________________


__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #7
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Solunum Sistemi

Tüm canlı hücreler yaşamlarını sürdürmek için oksijene ihtiyaç duyarlar Solunum sistemi vücut hücrelerine gerekli olan oksijeni sağlar ve karbondioksit atığını uzaklaştırır
Tüm canlı hücreler yaşamlarını sürdürmek için oksijene ihtiyaç duyarlar Solunum sistemi vücut hücrelerine gerekli olan oksijeni sağlar ve karbondioksit atığını uzaklaştırır İnsan oksijensizliğe en fazla 3-6 dakika dayanır Canlılar oksijene enerji ihtiyaçlarını karşılamak için gerek duyarlar
Dakikada 16-18 defa soluk alıp veririz Bebeklerde bu sayı 30-40’a kadar yükselir Solunum hızı omurilik sağındaki solunum merkezi yönetir


Solunum sisteminin fonksiyonları
* Havanın akciğerlere ulaştırılması

*Akciğerlerde hava ile kan arasındaki alışverişi sağlamak (oksijen ve karbondioksit değişimi)

* Solunum yüzeyini sıcaklık değişimlerinden ve diğer çevresel faktörlerden korumak

*Solunum sistemini ve diğer dokuları patojenlerin girişine karşı korumak

*Sesin oluşumunu sağlamak

*Homeostazın korunmasına yardımcı olmak

*Kaslar ile idrar çıkarmada ve defekasyonda yardımcı olmak


Solunum Sistemi Organları


Solunum sistemi burun, ağız, farinks (yutak), larinks (gırtlak), trakea (soluk borusu), bronşlar, bronsioller, ve alveollerden oluşur Trakeadan sonra ilk dallanan yapılara bronşlar, broşlardan sonraki daha dar çaplı yapılara da bronsioller denilmektedir

Burun
Havanın akciğerlere giriş yeridir Burun boşluğu nasal kemiklerle desteklenmiştir Burun boşluğunun sırt, yani dış yan kısmı damarlı solunum mukozası ile kaplıdır Bu mukozada mukus salgısı yapan özelleşmiş hücreler bulunmaktadır
Burun yoluyla alınan hava içerisindeki toz ve partiküller öncelikle burun kılları tarafından tutulmaya çalışılır Böylelikle akciğerlere mümkün olan en temiz hava ulaşmış olur Ayrıca burundan alınan havayla akciğerlere giren hava ısıtılır
Burun boşluğunun üst kısmında doku epiteli yer alır
Burun boşluğunun tabanında sert damak (palatum durum) bulunur



Yutak (farinks)
Solunum sistemi ile sindirim sistemini birbirinden ayıran bölümdür Farinksin üst bölümü (nazofarinks) yumuşak damakla ağız boşluğu ve burun boşluğunu birbirinden ayırır Alt bölümü (laringofarinks) ise trake ve özofagusla bağlantı yapar





Gırtlak (larinks)



Soluk alma sırasında, hava ağız ya da burundan farenkse geçer Farenks hem yiyecekler hem de hava için ortak bir geçiş yoludur Farinks 2 tüpe ayrılır, birisi özafagustur ve buradan yiyecekler mideye geçer, diğeri ise larinksdir ve bu da havayolunun bir parçasıdır Farenks sesin çıkartıldığı yerdir Ses telleri larinkste bulunur, geçen havanın bu telleri titretmesi ile ses oluşur Larinks trakea denilen uzun bir tüpe açılır



Soluk borusu ( trakea)



Trakea yaklaşık 2-5 cm genişliğinde ve 10 cm kadar uzunlukta olan boru şeklinde bir yapıdır Trakea sağ ve sol 2 tane ana bronşa ayrılır Bir bronş sağ akciğere bir bronş da sol akciğere girer Ana bronşlar akciğere girdikten sonra dallanması devam eder, ve her bir dallanma daha dar, daha kısa, ve daha çok sayıda tüp oluşması ve ağaç gibi bir yapı oluşturması ile sonuçlanır Bu küçük dallanmalar bronşiyol olarak adlandırılır Bronşiyoller bronşlara göre daha fazla düz kas içerirler



Akciğerler
Göğüs boşluğu içerisinde en fazla hacmi kaplayan akciğerler 2 tane olup, süngerimsi yapıda, rengi açık pembe olan organlardır Akciğerler dıştan göğüs kafesi ve alttan da göğüs ve karın boşluğunu ayıran diyaframla çevrilmişlerdir
Sağ akciğer 3, sol akciğer 2 bölümden yapılmıştır Bu bölümlere lob denir Sol akciğerin 3 lobunun yerlni kalp almıştırSağ akciğer lobu, sol akciğere göre % 10 daha büyüktür


Akciğerlerin çok önemli olan ıki görevi vardır Dışarıdaki havayı alıp (soluk alma), hava içindeki oksijenin alveollerin etrafındaki kılcal kan damarlarına geçmesini ve organlardan kirli kanla gelen karbondioksidi alveollere alıp dışarı atılmasını (soluk verme) sağlar
Akciğeri örten çift katlı zara (membran) plevra adı verilir Bu membranın akciğerin dış yüzeyini saran saran tabakasına visseral plevra, göğüs kafesinin iç yüzündeki tabakasına ise parietal plevra denir
Bu zar, akciğerleri sarma ve koruma fonksiyonunun yanında, içerdiği sıvı sayesinde akciğerlerin rahatça daralıp, gevşemesini sağlar
Akciğerlere iki grup atardamardan kan gelir Akciğeri besleyen kan, bronkial arterden gelir Kirli kanın temizlenmek üzere geldiği damar ise pulmoner arterdir
Bronşlar akciğerlerin içinde bronşcuklarla devam eder Bronşcukların ucunda üzüm salkımına benzeyen alveol denilen hava keseleri bulunur
Akciğerlerin fonksiyonel birimleri olan alveoller, küçük ve içi hava dolu keseciklerdir Her bir akciğerde 300 milyondan fazla alveol bulunur Alveoller kılcal kan damarları ile çevrilidir Görünüşü üzüm salkımına benzer



Gaz değişiminin (karbondioksit-oksijen) gerçekleştiği yer olan alveoller yaklaşık 25 mikrometre çapındadır
Alveole giren havadaki oksijen kılcal kan damarlarına geçer Kirli kandaki karbondioksit de yine alveollerde tutularak dışarı verilir Buna hücre dışı solunum denir
Alveoller fagositik alveolar makrofajlara sahiptirler Bu makrofajlar (savunma hücreleri) alveole giren mikroorganizma veya toz partikülleri gibi yabancı maddeleri yok ederler



Solunum olayı
Alveollerin yalnız epitel dokudan yapılmış incecik duvarları vardır Alveol duvarlarının dış yüzeyleri atar ve toplardamar kılcallarıyla bir ağ gibi sarılmıştır Akciğer atardamarı aracılığıyla alveollerin dış yüzeylerine sürekli olarak karbon dioksit yüklü kan gelir Buna karşın, alveollerin içine de hava borularıyla oksijen yönünden zengin hava girer ve ince duvarları aracılığıyla, içlerinde havayla kan arasında bir gaz alışverişi olur Sayısı yaklaşık dört yüz milyon civarında olan alveollerin akciğerlerde oluşturdukları gaz alışveriş yüzeyi oldukça büyüktür Derin bir soluk alma sırasında alveollerin yüzeyi, yani solunum yüzeyi toplamı yüz metrekareye yükselir Bu yüzey, bir insanın vücut yüzeyinin yaklaşık elli katı demektir
Alveollerin ince duvarlarının dış yüzeylerine gelmiş olan kandaki karbon dioksit miktarı, alveoller içindeki havaya oranla çok fazladır Oksijen miktarı ise bunun tam tersidir Aradaki bu gaz yoğunluğu farkı nedeniyle bir geçişme olayı olur Kanın plazması ve alyuvarlarla getirilmiş olan karbon dioksit alveol duvarından alveollerin içine geçer Bu sırada alveollerin içindeki oksijen de kana geçer ve kanın alyuvarlarındaki hemoglobin tarafından kimyasal olarak bağlanır İçinde demir bulunan hemoglobin, oksihemoglobin haline dönüşür Alveollerin yüzeyinde oksijence zenginleşen kan, toplardamar kılcalları ağıyla toplanarak akciğer toplardamarı yoluyla kalbin Sol kulakçığına getirilir Kalbin pompalaması sonucu, oksijence zengin olan kan, sol karıncığa, sol karıncıktan aort ve kolları aracılığıyla tüm vücut hücrelerine yayılır Hücrelere yanaşan alyuvarlar, akciğerlerden beri taşıdıkları oksijeni hücrelere verirler ve hücrelerdeki biyolojik yanma kalıntısı olan karbon dioksiti ve diğer artık maddeleri alırlar

Diyafram kası
Göğüs boşluğunun alt kısmını kaplayan yassı bir kastır Aşağı-yukarı kasılıp gevşeyerek göğüs boşluğunun hacmini değiştirir Bu nedenle akciğerlere hava girişi ve çıkışı kolaylaşır Ayrıca göğüs kasları kasılıp gevşeyerek kaburgaların açılıp kapanmasını ve akciğerlere havanın girip çıkmasını sağlarlar

Diyafram aşağıya doğru çekilip, göğüs kasları kasıldığında kaburgalarımız yukarı kalkacağından, göğüs boşluğunun hacmi genişler Akciğerlere hava dolar, soluk alırız Diyafram yukarı doğru şişkin; kaburgalarımızı hareket ettiren kaslar gevşek iken göğsümü-zün hacmi küçülür Bu durumda dışarıya hava verilir
Soluk almada ilk olarak kaburgalar arasındaki kaslar, diyafram kası kasılır Göğüs boşluğu ve genişler akciğerler genişler Akciğerlerdeki hava basıncı düşer ve oksijen alveollere kadar gelir
Soluk vermede ise kaburgalar arası kaslar ve diyafram kası gevşer Göğüs boşluğu ve akciğerler daralır Son olarak da alveollerdeki karbondioksit dışarı atılır

__________________________________________________ ___________________


__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #8
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Boşaltım sistemi

Boşaltım sistemi vücutta homeostazın sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir
Böbrekler, üreterler ve mesaneden oluşan boşaltım sistemi, metabolizma sırasında ortaya çıkan atık maddelerin atılımından sorumludur Vücut fonksiyonlarının devamı için hücrelerden atık maddelerin atılması lazımdır Katı ve sıvı atıklar, kan içinde erimiş olarak taşınırlar ve böbreğe ulaştırılarak filtre edilirler (süzülürler) Bu atıklar üreterler yoluyla mesaneye geçerek, belli aralıklarla mesanede idrar olarak depolanıp, periyodik olarak vücuttan atılırlar

Boşaltım sisteminin fonksiyonları


• Hücrelerden atık maddelerinin uzaklaştırılmasını sağlar
• Kanın hacmini ve basıncını idrarla su kaybının düzenlenmesi yoluyla ayarlar
• Sodyum, potasyum ve klor gibi elektrolitlerin plazma konsantrasyonlarını ayarlar

Böbrekler

Böbrekler omurganın her iki yanında, kaburgaların hemen altında bulunup, sağ böbrek üzerinde bulunan karaciğer dolayısıyla biraz daha aşağı seviyededir Yetişkin bir insanda her biri 130-150 gr ağırlığında olan böbrekler, yumruk büyüklüğünde, fasulyeye benzeyen bir çift idrar yapan organdır


Fonksiyonları

Böbreklerin vücut için oldukça önemli fonksiyonları vardır Böbreğin başlıca işlevleri vücutta su, tuz, kalsiyum dengesinin sağlanması, idrar aracılığı ile zararlı maddelerin ve ilaçların vücuttan atılması ve hormon, şeker metabolizmasına olan katkılarıdır

• Böbrekler kanı süzerler Böbrekler, kanı nefron adı verilen milyonlarca mikroskobik filtre aracığıyla temizleyerek idrar oluşturur Kan atardamarlardan böbreğe doğru akarken yüksek basınçtan dolayı plazma (kanın sıvı bölümü) hücreler ve büyük proteinler hariç glomeruler kapsüle (böbreğin kabuk bölümündeki damar ve sinir yumağı) geçer Hücreler ve büyük proteinler glomeruler kapsülde kalırlar Bu olaya glomeruler filtrasyon adı verilir

• Vücut için gerekli olan suyun alım ve atım dengesini yani homeostazı sağlarlar Böbrekler vücutta bulunan suyun durumuna göre seyreltik ya da yoğun idrar çıkarırlar

• İdrar aracılığıyla vücutta metabolizma sonucu oluşan zararlı maddelerin kandan atılmasını sağlarlar Bu atık maddelerinden özellikle üçünün atılımı homeostazın korunmasında oldukça önemlidir Bunlar; üre, ürik asit ve kreatinindir Bunlarla beraber Na, K, CI gibi iyonların gerektiğinden fazlası uzaklaştırılır

• Böbrekler vücut için gerekli bazı hormonları salgılarlar Bunlar kemiklerde kırmızı kan hücrelerinin üretimini harekete geçiren eritropoetin; kan basıncını düzenleyen renin ve sağlıklı kemikleşme için gerekli olan D vitaminidir

• Bunun dışında kan basıncının düzenlenmesi, kan hücrelerinin yapımının kontrolü, kemik gelişiminin sağlanması gibi başka görevleri de vardır


Yapısı


Böbrekleri saran tabakalar içten dışa doğru capsula fibrosa, capsula adiposa ve fascia renalis’dir
Böbrek çevresinde bulunan bağ dokusunun kalınlaşmasıyla oluşan tabaka fascia renalis adını alır Fascia renalis, capsula fibrosa denilen ve böbreği çevreleyen sağlam zara sıkıca tutunmuştur Fascia renalis arkasında yer alan yağ dokusuna corpus adiposum pararenale denilir Fibröz kapsül ile böbrek fasyası arasında capsula adiposa (perirenal yağ dokusu) denilen bir yağ tabakası daha vardır
Böbreğin damarlarını, sinirlerini ve pelvis renalis'i içeren kısmına hilum renale adı verilir Hilum böbreğin iç kenarında yer alan çukur yeridir Hilumun böbrek içinde açıldığı boşluğa sinus renalis denir
Böbrek cortex renalis (kabuk) ve medulla renalis (öz) olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur Korteks homojen görünümde olup, kırmızımsı-kahverenklidir ve idrar yapan oluşumları içerir Medulla ise soluk ve daha koyudur ve toplayıcı kanallardan oluşur Medulladan sinus renalise (böbrek sinirleri) doğru uzanan konik şekilli yapılara böbrek piramitleri denir Sayıları her böbrekte 12-14 kadardır
Böbrekler, dıştan içe doğru dış korteks, santral medulla ve internal kaliksler ve pelvisten meydana gelirler
Böbreğin fonksiyonel birimi nefron adını alır Böbrekte idrarın yapıldığı morfolojik üniteyi oluşturan nefron, kanın süzüldüğü glomerül ve devamı olan tüplerden oluşur Bir böbrekteki nefron sayısı 1-3 milyon arasındadır Nefronlar ortak açılma kanalları ile böbrek papillaları üzerindeki deliklere açılırlar Böylece oluşan idrar ilk olarak kalikslerde ve dolayısı ile pelviste biriktirilmiş olur Nefronlarda gerçekleşen süzme (filtrasyon), salgılama (ekskresyon) ve geri emilme (rezobsiyon) aşamalarından sonra idrar şeklinde atılan miktar 15 lt kadardır


Bir nefron şu kısımlardan oluşur:

1- Renal korpüskül (Bowman kapsülü + Glomerulus)
2- Proksimal tübül (düz kısım + kıvrak kısım)
3- Henle kulpu (inen kol + yükselen kol)
4- Distal tübül kıvrık tübül
5- Toplayıcı kanal

Glomerulus
Böbreğe gelen kanın süzüldüğü filtredir Nefronun asıl görevi kanın böbreklerden geçişi esnasında içindeki istenmeyen maddeleri temizlemektir
Atar damarlar yoluyla nefrona gelen kanın içindeki atık maddeler burada filtre edilerek süzülür Glomerul, kılcal damarlardan oluşmuş yumak şeklindeki bir yapıdır Buradaki kılcal damarlar vücudu saran diğer kılcal damarlardan farklı olarak üç katmanla sarılmıştır




Böbreğe gelen kanın içinde glikoz, bikarbonat, sodyum, klor, üre ve keratin gibi birçok madde vardır Böbrek, bu maddelerin bazılarının tamamını, bazılarının ise bir bölümünü vücuttan atarken, bazılarını da tamamen kana gönderir Temizlenmesi gereken maddeler özellikle üre, ürik asit, kreatinin gibi metabolizmanın son ürünleridir Ayrıca sodyum, potasyum, klor gibi iyonların gerektiğinden fazlası uzaklaştırılır
Glomerüllerin bu seçiciliği sıvının içindeki moleküllerin elektrik yüklerine ve büyüklüklerine bağlı olarak belirlenir Glomerüller, sıvının içinde karışık olarak bulunan sodyum ile glikozun molekül ağırlığını hesaplama ve proteinlerin negatif elektrik yüklü olduklarını tespit edebilme yeteneğine sahiptir Böylece vücut için hayati öneme sahip olan proteinlerin vücuttan atılmayıp, tekrar geri alınması sağlanmış olur
Proksimal Kıvrımlı Tübül: Bowman kapsülüne yakın olan kısımdır Glomerulusta kandan filtre edilen sıvıdan su, üre, elektrolitler, glukoz ve bazı aminoasitlerin geri emildikleri yerdir

Henle kulpu: Proksimal tübülden sonra gelen kısımdır İnen ve çıkan henle kulpu olarak adlandırılan iki kısımda incelenir
İnen henle kulpunda su, sodyum, klor ve ürenin geri emilimi devam eder Çıkan henle kulpunda ise sodyum, klor ve bikarbonatın geri emilimi devam eder

Distal kıvrımlı tübül: Tübüler yapının son bölümüdür Çok fazla sayıda mitokondri içerir Bu mitokondriler buradan gerçekleşen aktif taşıma için gerekli enerjiyi sağlarlar

Toplayıcı kanallar: Distal kıvrımlı tübülden geçen filtrat toplayıcı kanallara akar Filtrat artık bundan sonra idrar adını alır

Böbreklerin beslenmesi
Genellikle her bir böbreği aortdan çıkan tek bir renal arter besler Renal arter, anteriorda (ön kısım) yer alan renal ven ve posteriorda (arka kısım) yer alan renal pelvis arasından hilusa (bronş ve damarların akciğere girdiği bölge) girer Böbreğe girmeden önce iki veya daha fazla dala ayrılabilir Pelvis ve üreter dublikasyonunda genellikle her bir renal segmentin ayrı beslenmesi vardır Renal arter anterior ve posterior dallara ayrılır Posterior dal arka yüzün orta segmentini besler Anterior dal ise üst ve alt polleri ve ön yüzü besler
Renal venler arterlerle yan yana yer alırlar Fakat bir dalın tıkanması durumunda başka bir dal drenajı üstlenir Bazen klinik önemi de olabilen aksesuar dallar olabilir Çünkü bunlar üretere baskı yapıp hidronefroza sebep olabilirler

Üreterler
Üreterler, böbrek ile idrar torbası arasında bulunurlar 25-30 cm uzunluğunda, 4-7 mm çapında, kas liflerinden oluşmuş boru şeklinde yapılardır Böbreklerde oluşan idrar bu ince borucuklar vasıtasıyla idrar torbasına ulaşır
Ureter pars abdominalis ve pars pelvica olmak üzere iki kısımda incelenir Ureterin üç yerde darlığı vardır Birinci darlık başlangıç yerinde, ikinci darlık linea terminalis’i çaprazladığı yerde, üçüncü darlık da mesaneye girdiği yerdedir (en dar yeri burasıdır)


Mesane (İdrar Torbası)
Mesane yoğun kas liflerinden oluşmuş, idrarın depolandığı, genişleme özelliğine sahip torba şeklinde yapıdır Mesane dolduğunda mesane duvarını oluşturan kas lifleri gerilerek idrara çıkma hissi uyandırır ve duvarındaki kasların kasılması ile mesane boşalır Kadınlarda pelvis boşluğunun tabanında, erkeklerde rektumun önünde ve prostatın üzerindedir


Üretra
İdrarın mesaneden alınarak, vücut dışına atıldığı son kanaldır Kadınlarda 3-4 cm, erkeklerde yaklaşık 20 cm uzunluğundadır

İdrar oluşumu
İdrar oluşumunda üç önemli olay yer alır

1- Glomerüler filtrasyon
2- Tübüler reabsorpsiyon (geri emilim)
3- Tübüler sekresyon (salgılama)

Glomerüler filtrasyon idrar oluşturmada ilk basamaktır Filtrasyon, hidrostatik ve onkotik basınçların bir sonucu olarak gerçekleşir Oluşan ultrafiltrat nefronların tübüllerinde hacim ve kompozisyon olarak önemli değişikliklere uğrar Bazı maddeler tamamen yada kısmen reabsorbe (geri emilim) edilirken, bazı maddeler de filtrasyona ilaveten peritübüler hücreler
tarafından tüp lümenine salgılanır
Tübüler reabsorpsiyon ve sekresyon olayları aktif ve pasif olarak gerçekleştirilir Maddelerin tüp lümeni ile peritübüler bölme arasındaki değişimi transsellüler ve parasellüler yolla gerçekleşir



Her iki böbrekteki nefronlardan bir dakikada meydana gelen filtrata glomerüler filtrasyon hızı denir ve bu yaklaşık 125 ml/dkdır Bu miktarın sade 1 ml/dksi idrar olarak mesaneye ulaşır

İdrarın özellikleri
İdrar, metabolizma sonucu üretilen artık maddelerin taşındığı % 95 oranında sudan oluşan sarı renkli bir sıvıdır Normal bir insan günde 1200-1700 ml kadar idrar çıkarır Bu miktar bazı durumlara bağlı olarak değişir
İçilen su miktarı, beslenme tarzı, diüretik kullanımı, kullanılan ilaçlar, ortamın sıcaklığı, kan basıncına bağlı olarak idrar miktarı ve niteliği değişir

_________________________

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #9
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Hareket sistemi

Hareket sistemi vücut şeklinin ortaya çıkmasını ve hayati öneme sahip organların korunmasını sağlar
Hareket, omurgalı hayvanlarda ve insanlarda bir iskelet ve onun etrafındaki kas dokusu yardımı ile gerçekleşir
Hareket sistemi iskelet ve kas sistemi olmak üzere iki kısımda incelenir

İskelet sistemi

Kemiklerden meydana gelen, vücuda şeklini veren, iç organları koruyan ve kaslara tutunma yeri olan yapıya iskelet adı verilir


İskelet sistemi vücudu destekleyen, dış uyaranlara karşı direncini sağlayan dokular bütünüdür
Yerçekimine karşı gelerek kasların da yardımı ile vücudun hareketini sağlar, organları korur İnsanlarda iskelet 206 kemikten oluşur
Kemik sürekli değişen ve pek çok fonksiyonu olan vücut dokusudur Bütün kemikler bir araya gelerek iskeleti oluşturur
İskeleti oluşturan kemikler genel olarak 5 grupta incelenir

1- Uzun kemikler
2- Kısa kemikler
3- Yassı kemikler
4- Düzensiz kemikler

Kemik yapısı
Yapısında inorganik madde bulunan tek dokudur Dıştaki sert katman büyük oranda kollajen proteinlerden ve hidroksiapatitten oluşur


Kollajen teller gerilmeye karşı direnç sağlar Kalsiyum ve diğer minerallerden oluşan hidroksipatit, vücudun kalsiyum deposudur ve kemiğin sağlamlığından sorumludur Kemiğin organik yapısında kalsiyum ve fosforun yanı sıra kalsiyum sülfat, sülfat, sodyum ve magnezyum bulunur Vücutta bulunan kalsiyumun(yaklaşık 1 kg) % 99’ u kemikte bulunur
Yetersiz kalsiyum ve fosfor alımı kemiğin sağlamlığının azalmasına, kolay kırılabilir olmasına ve bazı kemik hastalıklarının oluşmasına sebep olur
Kemiğin içinde bulunan kemik iliğinin yumuşak ve gözenekli bir yapısı vardır; burada kan hücrelerinin üretildiği hücreler bulunur Damarlar kemiklerin içinden geçer ve etrafı sinirlerle çevrilmiştir

Kemik dokusu tipleri
Kompakt kemik dokusu : kemiklerin oldukça sert olan en dış tabakasıdır
Spongioz kemik dokusu : kısa ve uzun kemiklerin metyafiz ve epifizlerinin iç kısımları ve yassı kemiklerin iç yüzeylerinde bulunur
İskeleti oluşturan kemikler 4 grupta incelenir Bunlar baş kemikleri, omurga kemikleri, göğüs kemikleri, alt ve üst taraf kemikleri

Baş kemikleri (ossa cranii)
Baş kemiklerinin en temel fonksiyonu hayati önemi olan beyni korumaktır
Kafatası kemikleri baş ve yüz kemikleri olmak üzere 2 kısımda incelenir

Baş kemikleri

Oksipital kemik (artkafa kemiği): Kafatasının alt ve arka kısmında bulunur

Sphenoid kemiği (temel kemik): Kafatasının tabanında bulunan kemiktir

Frontal kemik (alın kemiği): Kafatasının ön yüzünde ve göz yuvalarının (orbita) üst bölümünde yer almıştır

Parietal kemik (yan kafa, çeper kemiği): Kafa boşluğunun yan bölümlerini kaplayan, geniş yüzeyli bir çift kemiktir

Temporal kemik (şakak kemiği): Parietal, sphenoid ve occipital kemikler arasında yer alan bir çift kemiktir Bu kemiklerin iç tarafında işitme ve denge organları bulunur

Etmoid kemik (kalbur kemiği) : Sfenoid kemiğin önünde ve frontal kemiğin arkasında arda bulunan kemiktir

Yüz kemikleri
Maxilla ( üst çene kemiği) : Hareketsiz olan çene kemiğidir Ağız boşluğunun üstünde, göz çukurunun altında bulunur

Os lacrimale (gözyaşı kemiği) : İnce bir kemik olup, göz çukurunun iç duvarının ön parçasını oluşturur

Os palatinum (damak kemiği) : Burun boşluklarının arkasında yer alır

Os nasale (nazal kemik, burun kemiği) : Ortada bir çizgi boyunca bağlanmıştır Üst çene kemiğinin alın çıkıntıları arasında ve dört köşeli yassı bir kemik olup burun sırtının iskeletini yapar

Os zygomaticum (elmacık kemiği) : Göz çukurlarının dış alt kısımlarında bulunur

Mandibula (alt çene kemiği) : Yüz kemiklerinin en büyüğüdür Çiğneme fonksiyonu ile sindirim sistemine yardımcı olur

Os hyoideum (dil kemiği) : Dil kökünün aşağısında ve gırtlağın üst kısmında yer alır

Vomer (sapan kemiği) : Burun boşluklarını birbirinden ayıran kemiğin arka ve alt parçasını yapan, ince dikdörtgen şeklindeki kemiktir

Omurga


Vücudun dorsalinde (arkada, sırtta) omurlardan meydana gelmiş, vücudun ağırlığını taşıyan ve destekleyen iskelet bölümüdür Boşluğunda sinir sisteminin önemli bir parçası olan omurilik (medulla spinalis) koruma altına alınmıştıromurgayı meydana getiren omurların sayısı 33 tanedir Bu sayı erginde 26’dır

Omurga beş bölümde incelenir
Boyun bölgesi (servikal) omurlar : Boyun bölgesi 7 omurdan meydana gelmiştir
Göğüs (torasik) omurlar : Göğüs omurları 12 tanedir
Bel (lumbar) omurları : Bel omurları 5 tanedir Vücut ağırlığının taşınmasında önemli role sahiptir Diğer omurlara göre daha büyük ve enine çıkıntılara sahiptirler
Kuyruk sokumu (sakral) omurları : Çocukta 5 ayrı omur, ergenlikte birleşerek tek omur haline gelir
Kuyruk (koksik) omurları : Sayısı 3-5 arasında değişen kuyruk omurları erginde tek kemik haline gelir

Göğüs iskeleti (toraks)

Göğüs iskeleti, kaburgalar (costae) ve göğüs kemiği (sternum) olmak üzere iki kısımda incelenir
Omurga dışında göğüste 25 tane kemik bulunur Bunlardan 12 çifti kaburga bir tanesi ise göğüs kemiğidir
Sternum önde ve yassıdır Kaburgalar sağ ve solda 12’şer tanedir Kaburgaların hepsi arkada omurga ile bağlantılıdır Önde ise kaburgaların ilk 7 çifti sternuma bağlanır 8,, 9, ve 10 çift kaburgalar 7, çifte bağlanır 11 ve 12 çiftlerin uçları boştadır
Kaburgaların sternuma birleştiği yerde kıkırdak doku yer alır Bu sayede göğüs kafesi elastikiyet kazanır

Üst taraf kemikleri
Köprücük kemiği (clavicula)
Sternum ve kürek kemiği ile eklem yapar 15-17 cm uzunluğunda, 2-3 cm genişliğinde ve herhengi bir travmada kolay kırılabilir bir kemiktir

Kürek kemiği (scapula)
Üçgen şekilli yassı iki kemiktir Ön ve arka olmak üzere iki yüzü vardır Ön yüzde omur kaslarının bağlandığı noktalar vardır

Kol yada pazu kemiği (humerus)
Vücudun üst kısmına ait en uzun kemiktir Üstte kürek kemiği, altta ise önkol kemikleri ile eklem yapar

Dirsek kemiği (ulna)
Üst ucu kalın, alt ucu incedir

Radius (önkol kemiği)
Önkolun dış yan tarafında bulunan kemiktir Ulnaya paralel uzanır fakat daha kısadır

El kemikleri
Toplam 27 kemikten oluşur El bilek kemikleri (8), el tarak kemikleri (5) ve el parmak kemikleri (14) olmak üzere 3 grupta incelenir

Alt taraf kemikleri

Kalça kemiği (os coxae)
Kalça kemiği kanadı (os ilii), oturga kemiği (os ischii) ve çatı kemiğinin (os pubis) ergenlik çağında birleşmesi ile oluşur

Leğen kemiği (pelvis)
Arkada sakrum ve koksik, yanlarda ise kalça kemiklerinin aralarında eklemleşmesinden meydana gelir geniş olan üst parçasına pelvis major (büyük pelvis), alt parçasına ise pelvis minör (küçük pelvis) denir
Pelvis çapları önemlidir Çünkü doğum sırasında uterus ve karın kaslarının kasılması sonucu aşağıya itilen çocuğun dışarıya çıkabilmesi için önce küçük pelvisten geçmesi gerekirerkek pelvisi ile kadın pelvisi arasında farklılıklar vardır Kadın pelvisi daha geniş, yüksekliği daha az, sakrum daha kısa ve geniştir


Uyluk kemiği, femur (os femoris)
İskeletin en uzun, en kalın ve en sağlam kemiği olup kalça kemiği ve tibia ile eklem yapar

Diz kapağı kemiği (Patella)
Tabanı yukarda olan bir üçgen gibidir Ön yüzü deri altından hissedilir

Kaval kemiği (tibia)


Vücudun en uzun ikinci kemiğidir Tibianın üst ucu alt uca göre daha incedir İnce fakat çok sağlam bir kemiktir


Baldır ,kamış kemiği (fibula)
Yaklaşık olarak tibia ile aynı boyda fakat daha ince olan bacak kemiğidir

Ayak kemikleri
Toplam 26 tanedirler Ayak kemikleri iki sıra halinde dizilmişlerdir Arka sırada iki büyük kemik olan eklem kemikleri (talus),ve topuk kemiği bulunur Ayak tarak kemikleri eldeki gibi 5 tanedirler fakat daha uzundurlar Ayak parmak kemikleri eldeki gibi 14 tanedir

Eklemler


İskeleti oluşturan kemikleri birbirine bağlayan anatomik oluşumlardır
Eklemlerde iki kemiğin uç noktaları, yumuşak, yoğun, koruyucu ve sürtünmeyi azaltıcı görev üstlenen kıkırdakla kaplıdır Eklem kıkırdağı 2-5 mm kalınlığındadır Kemik yüzeylerini örten eklem kıkırdağının özelliklerinden biri sürtünme katsayısının çok düşük olmasıdır; bu sayede iki yüzey rahatlıkla birbirleri üzerinde kayar Diğer özelliği baskıya karşı dayanıklılığıdır Ne kan damarları ne de sinir uçları kıkırdağa girmez Kıkırdak, sinir ucu içermemesi nedeni ile ağrıya duyarsızdır

Komşu eklem yüzleri arasındaki büyüklük ve şekil farklılığı fazla ise bu yüzlerin birbirine uyumunu sağlayan iki eklem yüzü arasına sokulan menisküs ve disküs denen oluşumlar bulunur
Menisküsler, eklem yüzlerinin yan kısımlarında bulunur ve eklem yüzlerini büyütürler Ayrıca dokuların elastikiyeti sayesinde ve hareket sırasında basıncın etkisi ile eklem yüzlerinin şekil ve durumlarını değiştirirler
Diskuslar, şekil ve durum değiştirme yeteneği daha fazla olan ve çeşitli hareketlerin meydana gelmesini sağlayan oluşumlardır
Eklemlerin diğer parçaları stabilizasyonu ve sürekli kullanımdan oluşabilecek aşınmanın azaltılmasını sağlar
Eklemlerde ayrıca eklem kapsülünü oluşturan ince ve yumuşak bir zar (sinoviyal zar) mevcuttur Sinoviyal dokuda bulunan hücreler eklem kapsülünü dolduran bir sıvı (sinoviyal sıvı) üretirler Sinoviyal sıvı, proteinler, elektrolitler ve glukozdan oluşan karmaşık, çok özelleşmiş bir sıvıdır Eklem daha hızlı hareket ettikçe daha akışkan hale gelen bir yağ gibidir Bu sıvı sürtünmeyi azaltır, kayganlık sağlar, eklem yüzeylerinin hareketini kolaylaştırır

Eklem bağları (ligamentler) eklemleri sarar ve kemikleri birbirine bağlar Bu bağlar belirli yönlere harekete imkan sağlayarak, eklemlerin stabilize olmasına yardım eder
Bursalar, hareket sisteminin komşu yapıları arasında tampon işlevi gören içi sıvı dolu keselerdir Bursalar, hareket sırasında birbirine sürtünen dokuların yıpranmasını önlerler Bir eklemi oluşturan yapılar hareketi kolaylaştırmak için birlikte çalışırlar

Eklemler fonksiyonlarına göre 3 sınıfta incelenir
Oynamaz eklemler
Kafatası kemikleri arasında bulunan ve sutura adı verilen eklemler bu türdendir Bu tip eklemler yoğun bir fibröz doku kitlesi ile birleştiklerinden, bazen fibröz eklemler adını da alırlar
Yarı oynar eklemler
Bu tip eklemlerde hareket önemsiz seviyededir Omurga kemikleri arasındaki eklemler bu tipe en belirgin örnektir Kemikler arasındaki yarı gevşek eklem bir miktar harekete izin verir
Oynar eklemler
Tam oynar eklemler (sinoviyal eklemler): Eller, ayaklar, kollar ve bacaklarda bulunurlar Farklı anatomik tipleri vardır Hepsinde bir eklem boşluğu, bunu örten bir sinoviyal zar ve bu boşluğun içinde sinoviyal sıvı mevcuttur Tüm hareketli eklemler sinoviyal eklemler adını da alırlar

__________________________________________________ ___________________


__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli

Eski 05-27-2009   #10
bonsoir
Varsayılan

Cevap : Vücudumuzu Tanıyalım...Resimli



Paylaştığınız bu değerli bilgiler için teşekkürler
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.