Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Tıp / Biyoloji / Farmakoloji

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ayna, gücü, nöronlar, zihin

Zihin Gücü, Ayna Nöronlar

Eski 05-24-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Zihin Gücü, Ayna Nöronlar



Zihin gücü, Ayna nöronlar AYNA NÖRONLAR

Kendinizi hiç, başkalarının mimiklerini taklit ederken yakaladınız mı, ya da nerede duyduğunuzu hatırlamadığınız bir şarkının dilinize dolandığı oldu mu?
1990'larda Vittorio Gallase ve Giacomo Rizzolatti adlı iki İtalyan bilim adamı düşünce okuma konusunda maymunlar üzerinde yaptıkları deneyler sırasında yeni bir tip nöron keşfettiler Bu nöronlar, belli işleri yaparken aktif hale geliyorlardı, tesadüfen farkedilen diğer özellikleri ise bir başkası aynı işi yaparken de aktif hale geçmeleriydi Bu nöronlar primatları, insanları ve kuşları karşısındakini taklit etmeye zorluyordu! Bu özelliklerinden dolayı "ayna nöron " adını aldılar
Daha sonra yapılan araştırmalar ayna nöronların insan beyninde broca

Düşmanınızın yüzündeki ifade birazdan ne yapmanız gerektiği hakkında her zaman iyi bir fikir verir En iyi hatiplere bakın ya da kendinizi konuşurken düşünün, elleriniz ve kollarınız konuşmayı tamamlamaya çalışırlar ya da kimi zaman sözcüklerinizle saklamaya çalıştığınız düşüncelerinizi yüz ifadeniz ele verir Vücüt dili ya da empati üzerine onlarca kitap bulabilirsiniz bugün Bilim insanları günümüzde ayna nöronları psikolojinin DNA'ları olarak görüyor

Merak edilen sorudur "herşey nasıl başladı?" Herşey, yansıma ile başladı, milyonlarca kilometre öteden gelen güneş ışını dünyaya vardığında, yansıdı Yansıma bugün beyinlerimizde devam ediyor
denen ve konuşmadan sorumlu olduğu bilinen bölgede bulunduğunu gösterdi Bilim insanları buradan yola çıkarak, konuşmanın, başkalarının hareketlerini tanıma ve algılama ile başladığını düşündüler Önceleri el kol işaretlerine ve mimiklere dayanan haberleşme, zaman içinde konuşmaya dönüşmüştü
NİÇİN (KARANLIKTA BİLE OLSAK) GÖZÜMÜZDEN DARBE ALDIĞIMIZDA
"IŞIKLAR ÇAKIYORMUŞ" GİBİ HİSSEDİYORUZ?
Çünkü her bir duyu sistemimiz, o sisteme has uyaranlara karşı özelleşmiş durumda Ancak özelleşmediği uyaranlar da kuvvetli olduklarında o sistemdeki hücreleri uyarabiliyor
Gözümüzün arka kısmındaki retina tabakası dış dünyadan gelen ışık ışınlarını sinirsel sinyallere çevirerek optik sinir yoluyla beyne iletiyor Bu sinyallerse, beynin görmeyle ilişkili bölgelerinde işlemleniyor Gözümüz derimiz gibi basınca duyarlı hücreler barındırmıyor Ancak şiddetli darbeler de tıpkı ışık ışınları gibi retina hücrelerimizi uyarabiliyor Sonuçta, karanlıkta bile olsak gözümüzden darbe aldığımızda "ışıklar çakıyormuş" gibi hissediyoruz

ZİHİN GÜCÜYLE BİLGİSAYAR OYUNU OYNAYABİLMEK


Ya da televizyon kumandasının tuşlarına basarak kanal değiştirebilmekYalnızca düşünerek! Biliyoruz kulağa çılgınca geliyor Ancak doğaüstü güçler değil bahsettiğimiz; bilimin ta kendisi! Duke Üniversitesi'nden araştırmacıların beyin plastisitesinde* kaydettikleri gelişim, Albert Einstein'dan ünlü bir alıntıyı getiriyor akıllara: "Yaratıcılık, bilgi birikiminden daha önemlidir" Öyle ki, nörobiyolog Miguel Nicolelis'in de içinde bulunduğu grup, üstün yaratıcılıkla bilimin birleştiği noktada omurilik yaralanmalarıyla el, kol ve bacaklarında hareket yetisini kaybetmiş pek çok hasta için büyük bir umut ışığı yakıyor: Düşünerek yapma uzuvlarını hareket ettirebilmek! Peki, bu inanılmaz başarı nasıl kaydedilmiş dersiniz? İlk aşamada, denek maymunlar basit bir bilgisayar oyunu oynamayı öğrenirken ön ve pariyetal beyin loplarına küçük elektrotlar yerleştirilmiş Bu elektrotlar, öğrenme sırasında bu beyin bölgelerinde gerçekleşen sinirsel iletinin kaydedilmesinde görev almış Özellikle ön ve pariyetal lopların seçilmesinin nedeniyse bu bölgelerin karmaşık kas hareketlerinden sorumlu beyin bölgeleri olmalarıymış Bilgisayar oyunu sırasında, maymunların oyun aracıyla (joystick) etkileşim içine girdiği her bir hareket, görebildikleri ancak dokunamadıkları bir robot kolunun farklı bir hamlesiyle eşleştirilmiş Örneğin, oyun aracını sıkıyorlarsa yalnızca görerek duyumsayıp dokunamadıkları robot kol öne doğru hareket etmiş Maymunların beyin bölgelerindeki etkinliği inceleyen bilim insanları ne tür bir beyin etkinliğinin ne tür bir kas hareketiyle ilişkili olduğunu açığa çıkarmış Bu noktadan sonra oyun aracının robot koluyla olan bağlantısı kesilerek maymunların beyin bölgelerindeki etkinliğe göre hareket edebileceği bir düzenek hazırlanmış Sonuçlar hayret uyandırıcı olmuş Çünkü maymunlar, birkaç günün içinde yalnızca zihinsel etkinlikleri ve görsel geribildirim yoluyla robot kolu istedikleri yönlerde hareket ettirmeye başlamış 2003 yılında sonuçları yayımlanmış olan bu çalışma beyin plastisitesindeki çok önemli bir noktaya parmak basıyor: Beyin, yapma araçları fiziksel bedenin bir uzantısı olarak kullanmayı öğrenebiliyor Örneğin, bir çocuk bilgisayar oyunu oynarken fareyi (Mouse) elinin bir parçası gibi kullanmayı öğrenip, ekrandaki uyaranlara karşı hareketlerini bu yolla kontrol etmeye başlıyor Birçok bakımdan, bu örneğin beynin bedene ait uzuvların kas hareketlerini kontrol etmesinden bir farkı yok aslında: Araba kullanırken direksiyonu kollarımız değil, beynimiz döndürüyor Ya da bisiklete binerken, pedalı bacaklarımız değil beynimiz çeviriyor

Miguel Nicolelis ve araştırmada kullanılan maymunlardan biri
Miguel Nicolelis ve grubunun yaptığı çalışmadan ilham alan Brown Üniversitesi'nden John Donoghue önderliğindeki bir takım araştırmacı, özel bir firmanın sponsorluğunda 5 hastaya bilgisayar çipi takmış Çipler, kas hareketlerini kontrol eden motor korteksteki 20 ila 100 sinir hücresinin etkinliğini okuyormuş Teknolojide yararlanan ilk hasta, boynuna yönelik bir bıçak saldırısıyla felç kalan 25 yaşındaki bir genç olmuş Beynine yerleştirilen alet, tamamen düşünce gücüyle fiziksel hareketlerini kontrol ederek televizyon kanallarını değiştirebilmesine, perdeleri açıp kapatabilmesine yardımcı olmuş Bilim insanlarının yakın gelecekteki hedefleriyse, bu yolla hastaların her türlü hareketi gerçekleştirebilmelerini sağlayabilmek
Kaynak: Gazzaniga, M S & Heatherton, T F (2006) Psychological Science W W Norton & Company Ltd 133-134
* Plastisite : Beynin geçmiş deneyimler, kimyasallar ya da yaralanmalar sonucu değişim geçirebilme özelliği Bilim insanları, beynin bu özelliğini kullanarak merkezi sinir sistemindeki hasarları iyileştirme yolları arıyor

İNSAN DAVRANIŞLARININ FİZYOLOJİSİ
Bu haftadan itibaren insan davranışlarının fizyolojisine giriş yapıyoruz Aşağıda sinir sisteminin temel hücreleri, sinirsel iletim ve sinaps boşlukları hakkında özet bilgiler bulacaksınız Gelecek haftalardaysa beyin ve hormon sistemine de göz atacağız

Vücudumuz trilyonlarca hücreden meydana geliyor Hücreler çekirdeklerinde genetik bilgiyi içeren yapısal ve işlevsel en küçük yapıtaşlarımız (Ancak yetişkin kırmızı kan hücrelerimizde çekirdek bulunmadığını hatırlamamızda fayda var) Bu yapıtaşları, dışarıyla madde alış-verişini sağlayan bir zarla çevrilmiş olup, yaşamaları için gerekli olan tüm sentezsel ve yıkımsal kimyasal tepkimeleri yerine getiren ve bu tepkimeler sonunda ortaya çıkan maddelerin hücre içinde taşınmasını sağlayan organeller bulunduruyorlar Hücrelerin dokuları, dokuların organları, organların sistemleri, sistemlerinse tüm bir bedeni oluşturduğunu göz önünde bulundurduğumuzda aklımıza o soru geliyor: Nasıl oluyor da trilyonlarca hücre sistemli bir şekilde hareket ederek bütünsel bir uyum yakalayabiliyor? İşte, vücudumuzdaki bu hücrelerin işleyişlerini düzene koyan iki ana sistem bulunuyor İlki endokrin sistemi olup hormon salgılarını düzenliyor Salgılanan hormonlar kan yoluyla taşındığından, bu mesajlar gidecekleri hedef bölgelere görece geç ulaşıyor Dolayısıyla etki uzun süreler içinde gerçekleşebiliyor İkinci sistemse sinir sistemi olup beyin ve omuriliğin kaslar, salgı bezleri ve duyu organlarıyla iletişimini sağlıyor Sinirsel iletim oldukça hızlı olduğundan etkisini kısa süreler içinde gösterebiliyor Beraber bu iki sistem iç organların işleyişlerini kontrol altında tutup, adına insan davranışı dediğimiz pek çok süreci düzenliyor Bu süreçler yalnızca gülme ve yürüme gibi dışarıdan gözlemleyebildiğimiz eylemleri değil, duyguları, motivasyon düzeyini, bilişsel işleyişleri de kapsıyor


Elektriksel ve kimyasal sinyalleri kullanan sinirsel iletim, kan yoluyla gerçekleşen hormonsal iletimden çok daha hızlı Beraber bu iki sistem iç organların işleyişlerini kontrol altında tutup, adına insan davranışı dediğimiz pek çok süreci düzenliyor

Sinir sistemimiz trilyonlarca sinir hücresinin beyin, omurilik ve vücudun diğer alanlarına yayılarak oluşturduğu geniş bir ağdan meydana geliyor Sinir hücreleri birbirleriyle elektriksel ve kimyasal sinyallerle haberleşiyor Bu haberleşmenin nasıl gerçekleştiğine göz atmadan önce sinir hücrelerinden biri olan nöronları tanımamızda fayda var Çünkü nöronlar yapı olarak diğer hücrelerimize göre bazı farklılıklar gösteriyor:

Aksonlar bazı hücrelerde birkaç mikrometreyken bazılarında bir metreye yaklaşabiliyor Bu uzunluk boyumuzun yarısından daha fazla!
Şekilde tipik bir nöron görüyoruz Tıpkı diğer hücrelerde de olduğu gibi hücre gövdesi çekirdek ve ribozomları bulunduruyor Dolayısıyla genetik bilgiyi içeren ve protein sentezinin gerçekleştiği kısım burası Dendrit olarak adlandırılan ve sinir hücresinin gövdesinden saçak gibi dışarıya doğru dallanarak uzanan yapılar hücrenin diğer hücrelerle iletişiminde büyük rol oynuyor Bir nöronda dendritler ne kadar uzun ve dallanmışsa iletişime geçebileceği hücre sayısı da o denli çok oluyor Akson, diğer adıyla sinir lifi hücre gövdesinden gelen sinyalleri bir sonraki hücreye aktarıyor Aksonlar bazı hücrelerde birkaç mikrometreyken bazılarında bir metreye yaklaşabiliyor İnsanın ortalama boyunu 160 metre olarak kabul edersek bir hücre için hiç de fena bir uzunluk değil, ne dersiniz?
Sinir sistemi denilince pek çoğumuzun aklına nöronlar geliyor Ancak nöronlar sinir sistemimizdeki hücrelerin yalnızca %10'unu oluşturuyor Geriye kalan %90'lık kısım glia hücrelerinden oluşuyor Ancak nöronlar glia hücrelerinden daha fazla dallandığı için beyin ve omurilik hacminin yarısını kaplıyorlar Bu noktada dendritlerin önemini bir kez daha kavramış oluyoruz "Kolları her yere uzanıyor" sözü nöronlar içi söylenmiş olmalı!
Sinir sistemi denilince pek çoğumuzun aklına nöronlar geliyor Ancak nöronlar sinir sistemimizdeki hücrelerin yalnızca %10'unu oluşturuyor Geriye kalan %90'lık kısım glia hücrelerinden oluşuyor
Peki, sayıca nöronları geçerek sinir sisteminin büyük bir kısmını oluşturan bu glia hücreleri ne işe yarıyor? İşte yanıtı:
Oligodendroglia & Schwann Hücreleri: Her ikisi de miyelin kılıf oluşumundan sorumlu İlki bu görevi beyin ve omurilikte gerçekleştiriyorken ikincisi sinir sisteminin geri kalan bölgelerinde görev alıyor Miyelin kılıf bazı sinir hücrelerinin aksonlarını çevreleyen iç içe geçmiş zarlar Bu kılıflar, elektriksel iletimin hızını arttırıp hücrede enerji tasarrufu yaratıyor Bunu nasıl gerçekleştirebildiklerine elektriksel iletimi anlatırken değineceğiz

Astroglia: (Astro=yıldız Şeklinden ötürü bu adı almış) Astroglialar;
  • Merkezi sinir sistemindeki hücre dışı sıvının iyon içeriğini düzenlemekten,
  • Damarların etrafında bariyerler oluşturarak beyne zehirli maddelerin geçişini engellemekten,
  • Embriyolarda nöronların uygun bölgelere göç edip büyümelerini tetiklemekten,
  • Nöronların metabolik işleyişlerini sürdürmeleri için destek olmaktan sorumlu
Mikroglia: Sistemdeki yabancı maddeleri yok etmekten, diğer bir deyişle merkezi sinir sistemindeki bağışıklık işleyişlerinden sorumlu


Glia hücrelerinin mikroskop altındaki görünümleri

Gördüğümüz gibi sinir sisteminde yer alan glia hücreleri nöronların sağlıklı bir şekilde iş görebilmesi için bir anlamda destek görevi üstleniyorlar
Sinir sistemini meydana getiren hücreleri tanıdık Peki, sistem nasıl işliyor? Nöronlar sinirsel iletimi nasıl gerçekleştiriyorlar? Ayrıntılara geçmeden önce, genel resme hep beraber bakalım:
Nöronlar, işlevsel olarak üç farklı sınıfa ayrılıyorlar: Aferent nöronlar Eferent nöronlarsa beyin ve omurilikten kas, salgı ve diğer nöron hücrelerine sinyal götürüyor Yani sinir sisteminde bilgi akışı çift yönlü: Merkezden gövdeye, gövdeden merkeze Merkezi sinir sisteminde nöronları birbirine bağlayan sinir hücreleriyse internöron ismini alıyor Nöronların %99'unu internöronlar oluşturuyor Basit refleksler için (örneğin, diz refleksimiz) hiçbir internöron devreye girmezken belleksel işleyişlerimiz için milyonlarca internöron görev yapabiliyor bedenimizdeki çeşitli doku ve organlardan merkezi sinir sistemine (beyin & omurilik) bilgi taşıyor


Basit refleksler için (örneğin, diz refleksimiz) hiçbir internöron devreye girmezken belleksel işleyişlerimiz için milyonlarca internöron görev yapabiliyor
Nöronların birbirleriyle haberleşmesi pek çok fiziksel ve kimyasal olay barındırıyor Bu iletimde etkili olan en önemli dengelerden biri de hücre içi ve dışındaki iyon yoğunlukları Yediğimiz yemeklerden ve içtiğimiz sıvılardan vücudumuza aldığımız iyonlar pek çok sistemde olduğu gibi sinir sisteminde de büyük önem taşıyor Sinir sisteminde adını sıkça duyacağımız iyonlar sodyum, klorit ve potasyum Bu iyonların hücre içi ve dışındaki yoğunluk oranları, sinir hücrelerinin uyarılma ya da uyarılmama durumunu birebir etkiliyor Nasıl mı?

Hücre zarları, dış çevreyle madde alış-verişinde bulunabilecek bir yapı sergiliyor Ancak bu zar her maddenin geçişine kolaylıkla izin vermiyor, dolayısıyla yarı geçirgen Hücre zarına bu yarı geçirgen özelliğini veren etmenlerden birisi yağ yapısı Diğeriyse bazı maddelerin geçişine izin veren, diğerleriniyse engelleyen protein kanalları İyonlar yağda çözünemediklerinden zardan direk geçemiyor Bu nedenle ki, hücreler içerideki ve dışarıdaki iyon yoğunluklarını genellikle enerji harcayan pompa mekanizmaları ya da pasif geçiş sağlayan protein kanalları gibi yapılarla düzenliyorlar Tıpkı sinir sisteminde de örneklerine rastladığımız gibi Bir sinir hücresi hiçbir sinyal iletmiyorken yaklaşık -70 mili voltluk bir sakin zar potansiyeli ne sahip oluyor (hücrenin içindeki elektriksel yükün dışarıdaki elektriksel yükle oranı) Bu dengede 3 iyonik güç büyük rol oynuyor: Sodyum (Na+), potasyum (K+) ve eksi yüklü organik moleküller (amino asit ve proteinler) Sakin durumdaki bir aksonun içinde dış sıvıya göre 30 kat daha fazla K+ varken, 10 kat daha az Na+ bulunuyor Artı ve eksi yük dengesini oluşturan bu iyonların farklı yoğunlukları hücre zarı boyunca değişik etmenlerle korunuyor: elektriksel çekim ve itim, sızma, aktif taşınım (sodyum/ potasyum pompası) ve zarın bu iyonlara karşı duyarlılığı Sakin durumdayken akson zarı potasyuma sodyumdan daha duyarlı olduğundan sakin zar potansiyeli yaklaşık potasyum denge potansiyeli civarında oluyor Aksiyon potansiyeli, çok kısa bir süre içinde (~1ms) akson zarındaki potansiyelin -70 mV'dan + 40 mV'a ulaşması ve tekrar sakin konuma geri dönmesi olarak tanımlanıyor Bu uyarım her zaman aynı şiddette gerçekleşip "Ya hep ya hiç" prensibiyle işliyor Aksiyon potansiyeli sırasında hücre bir süre için başka bir uyarana yanıt veremiyor


Şekilde sinir hücreleri arasındaki elektriksel iletimi görüyoruz

~Detaylar~
Eğer ki çift kapılı bir iyon kanalı iyonların geçişi sırasında hiçbir durumda enerji harcamıyorsa bu geçiş hücre içi ve dışındaki yoğunluk ve elektriksel yük farkına göre gerçekleşiyor Daha açık bir deyişle, o iyon hangi tarafta fazlaysa oradan yoğunluğunun az olduğu bölgeye geçiyor Ya da hangi yüke sahipse, o yükün daha az bulunduğu bölgeye çekiliyor Eğer hiçbir dış etken yoksa arasında geçirgen bir zar bulunan iki sıvı yük ve yoğunlukları eşitlenene kadar birbiriyle alış-veriş içinde bulunmaya devam ediyor Ancak sinir hücrelerinin zarları yalnızca bu enerji harcamayan kanallardan oluşmuyor Onların yanı sıra, bir de enerji harcayan pompa kanallar bulunuyor Sodyum/ potasyum pompa kanalı hiçbir uyaran yokken dışarıya pompaladığı her 3 sodyum iyonu için içeriye 2 potasyum iyonu alıyor Dolayısıyla hücrenin içinde potasyum, dışarıda ise sodyum yoğunluğu daha fazla tutuluyor Klorit iyonuysa hücre dışında daha fazla Bu nedenle hücre içindeki eksi yükün büyük kısmını kloritten çok protein ya da fosfat gruplar gibi eksi yüklü organik moleküller oluşturuyor Uyarım almayan sakin durumdaki bir sinir hücresi ortalama -70 mili voltluk bir hücre içi gerilime sahip Bu potasyum iyonunun denge gerilimi olan -90 mV'luk değere oldukça yakınken, sodyum iyonunun denge gerilimi olan + 60 mV'luk değere oldukça uzak Çünkü sinir hücrelerinin zarları potasyum iyonlarına karşı daha geçirgenken, çok az sayıda pasif sodyum kanalı bulunduruyor Dolayısıyla hücrenin sakin zar gerilimi büyük ölçüde potasyum iyonlarıyla düzenlenmiş oluyor Ancak hücre herhangi bir uyarım aldığında dengeler değişiyor -70 mV'luk bir sakin zar gerilimine sahip hücredeki gerilim uyarım nedeniyle -55mV'a geldiğinde eşik değere ulaşılmış oluyor ve gerilim değişikliklerine hassas sodyum kanalları açılıyor Bu kanallar içeriye sodyum girişini arttırıyor, zar gerilimi giderek artıya tırmanan hücrede 0 mV'a ulaşıldığında daha da fazla sodyum kanalı açılıyor ve hücrenin gerilimi + 50 mV'a kadar tırmanabiliyor (ki bu değer, sodyum denge gerilimi olan + 60 mV'a oldukça yakın)


Bu doruk noktaya ulaşıldığında gerilim değişikliklerine hassas potasyum kanalları açılıyor ve hücre içindeki potasyum hücre dışına sızmaya başlıyor Dolayısıyla hücrenin gerilimi giderek düşüyor ve bir süre -70 mV'un bile altında seyredip tekrar -70 mV'a ulaşıyor Hücre geriliminin aktivasyon sırasında -70'lerin altına düşmesindeki neden gerilime hassas sodyum ve potasyum kanallarının farklılık göstermesi Hücre içinde potasyumun, dışındaysa sodyumun daha fazla olduğundan bahsetmiştik Dolayısıyla potasyum kanalı açıldığında potasyumun (artı yük) dışarı sızmasını, sodyum kanalı açıldığındaysa sodyumun (artı yük) içeri girişini bekliyoruz Gerilim doruk noktaya ulaştığında sodyum kanalları kapanıp potasyum kanalları açılıyor Ancak sodyum kanalları daha çabuk açılıp kapanırken, potasyum kanalları daha geç açılıp kapanıyor Dolayısıyla bir süre için dışarı çıkan artı yük, içeri girenden daha fazla bir seviyeye ulaşmış oluyor Hücrenin içindeki gerilim -70 mV'un da altına düşüyor Bu durumdaki bir hücreyi uyarabilmek için gereken uyarım şiddeti normale göre daha fazla olduğundan hücre bir sonraki uyarıma bir ölçüde karşı koymuş oluyor
Herhangi bir sinir hücremiz uyarılmış oldu Peki, bu hücre diğerlerini nasıl etkileyecek? Dendritleri ve hücre gövdesinden uyarım alan sinir hücresi öncelikle bu sinyali kendi aksonu boyunca taşıyor Bu taşıma sırasında miyelin kılıf enerji tasarrufu bakımından önemli bir rol oynuyor Çünkü bu kılıf boyunca hiçbir protein kanal bulunmuyor Dolayısıyla iletim, miyelin kılıflar arasında yer alan Ranvier boşlukları nda gerçekleşiyor Bir boşluktan diğerine atlayan elektriksel sinyal, iletimi hızlandırmış oluyor Üstelik miyelin kılıf boyunca enerji harcayan sodyum/potasyum pompaları bulundurmayan hücre enerjisini de korumuş oluyor Sinir sistemimizdeki pek çok sinir hücresi miyelin kılıf bulunduruyor Eğer ki hücreler gerektiğinden daha az miyelin kılıf bulunduruyorsa sinirsel iletim sağlıklı bir şekilde gerçekleşemiyor ve duyularda azalma ya da felç gibi belirtiler ortaya çıkabiliyor
Hücre boyunca da ilerleyen sinirsel sinyal hücremizin sonuna ulaşmış oluyor Bu noktadan sonra iki ihtimal var: İki hücre arasındaki bağlantı boşluğu ( sinaps ) elektrikselse, yoluna devam edecek Eğer kimyasalsa hücre kimyasal maddeler salgılayıp bir sonraki sinir hücresini o şekilde etkileyecek Elbette ki elektriksel sinapslar iletimde çok daha hızlı Ancak kalp ve çizgisiz kaslarımızda bolca bulunmalarına rağmen memelilerin sinir sistemindeki baskın sinapslar kimyasal olanlar

Sinir sistemindeki Miyelin kılıflar zarar gördüyse sinirsel iletim büyük ölçüde aksıyor ve çeşitli hastalıklar baş gösteriyor MS hastalığı da bunlardan biri

Sinir sisteminin kimyasal mesajcıları nörotransmiterler Bu mesajcılar sinir hücrelerinin akson uçlarındaki keseciklerde depo ediliyor Ne zaman ki elektriksel sinyal akson ucuna ulaşıyor, bu kesecikler sinapsa doğru yol alıp hücre zarıyla bütünleşiyor ve içlerindeki nörotransmiterleri iki hücre arasındaki boşluğa bırakıyorlar Bu maddelerin salgısında rol oynayan ana iyon kalsiyum Çünkü keseciklerin hücre zarına taşınabilmesi için ortamda kalsiyum bulunması gerekiyor Sinaps boşluğuna bırakılan nörotransmiterler bir sonraki hücrenin alıcılarına bağlanıp bu hücredeki bazı iyon kanallarının açılıp kapanmalarını etkiliyor Bu alıcıların hangi kanalları etkiledikleri, sinyalin uyarıcı etkiye mi yoksa bastırıcı etkiye mi neden olacağını belirliyor Bir hücreye farklı sinapslardan aynı anda etki eden sinyaller birikimli etki yaparak o hücrenin uyarılmasını sağlayacak gerilim eşiğine ulaşmasını tetikliyor
Davranışlarımızı ve duygu durumumuzda değişikliklere neden olan nörotransmiterler kimyasal yapılarına göre farklı gruplara ayrılıyor Küçük bir tabloyla özetlememiz gerekirse:
NÖROTRANSMİTER BAZI BİLİNEN ETKİLERİ Glutamat Sinir sistemi boyunca nöronların uyarılması GABA Beyindeki nöronların bastırılması Glisin Omurilik ve alt beyindeki nöronların bastırılması Dopamin Duygusal uyarım, zevk ve ödül, istemli hareket, dikkat Seratonin Uyku ve duygusal uyarım, öfke, acı, duygu durum Asetilkolin Öğrenme ve bellek Endorfin & Enkefalin Vücutta ağrının kesilmesi Efinefrin & Norefinefrin Duygusal uyarım, kaygı ve korku

Vücuttaki endorfin salınımının tetiklenmesi, akupunktur tedavilerindeki ağrı kesici etkinin nedenlerinden biri olarak görülüyor


__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Zihin Gücü, Ayna Nöronlar

Eski 05-24-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Zihin Gücü, Ayna Nöronlar



TEST: BU FİLMİN İSMİ NEDİR? Bilim gelişimiyle beraber etik tartışmaları da beraberinde getiriyor Giderek daha da büyüyen bir alan olan sinir bilim bir takım kimyasallarla zihnimizdeki anıları silme peşinde İlaç firmalarınca da desteklenen bir takım çalışmalarla, bizleri duygusal yönden olumsuz etkileyen travmatik anıların silinip etkilerinin yok edilmesi hedefleniyor
Aşk acısı da tıpkı diğer büyük acılar gibi deneyimleyeni kalbinden yaralayabiliyor Senaryosunun ilhamını zihnimizdeki kötü anıların silinmesine yönelik bilimsel çalışmalardan alan söz konusu filmimizin başrol oyuncuları Jim Carrey ve Kate Winslet Filmde ilişkileri kötü giden bir çiftin ayrılık noktasına geldiklerinde bir sinir bilim uzmanına zihinlerinde birbirlerine ait ne kadar anı varsa sildirmelerine tanık oluyoruz Bu filmi tanıyabildiniz mi?

Yanıtınıinciayhan@yahoofrBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır adresine gönderen ilk okuyucumuzu sitemizde kısaca tanıtarak psikoloji üzerine kendisiyle ufak bir röportaj yapacağız

Geçen haftaki "Vaka Analizi" testimizin yanıtı şizofreni olacaktı Bize ulaşan ilk doğru yanıt "Grena Rose" takma isimli okuyucumuza ait Kendisini kutluyoruz
PİCASSO VE NÖROPSİKOBİYOLOJİ
İçerisinde pek çok algısal öğe barındıran sanat, psikolojiyle yakından ilgili Görsel algıya nöropsikobiyolojik bir bakış açısıyla yaklaşacak olursak, bu çerçevede Picasso da farklı bir kimlik ve duruş kazanıyor Gerçek hayatta nesneleri sürekli olarak farklı açılardan ve uzaklıklardan algılıyoruz İşte, görüntüyü bir fotoğraf karesi canlılığında, olduğu gibi aktaran ressamların paradoksu da tam bu noktada başlıyor: Tek bakış açısı ve tek uzaklık Oysa Picasso'nun en büyük temsilciliğini üstlendiği "kübist" akım nesnenin zamana yayılan her durumunu tek bir darbede birleştirerek hareketi durağan bir şekilde temsil etmiş oluyor Gerçek hayatta farklı açılarda, uzaklıklarda, ışık şiddetlerinde algılanan her bir nesne tüm bu farklı şartlara rağmen zihnimizdeki kendine has kimliğini korumaya devam edebiliyor İşte bu algısal gerçeklik, Picasso'nun tablolarına beynin işlevsel yolları taklit edilerek yansıtılıyor Nasıl ki beynimiz pek çok görüş açısından aldığı görüntü bilgilerinden tek bir görüntü elde ediyorsa, Picasso da tablolarında aynı yolu izliyor Örneğin, 1900'lü yıllarda yaratmış olduğu "Avignonlu Kadınlar" isimli tablosuna göz atalım
Picasso'nun "Avignonlu Kadınlar" isimli tablosu
Bu tablonun alt sağında oturan figürde ilginç bir belirsizliğe rastlıyoruz Yaklaşık 500 yıllık bir İtalyan Rönesans Dönemi özelliği olan matematiksel perspektif ve tekil, durağan bakış açısı yıkılarak, kafası bedeninden 180 derece döndürülmüş "eşzamanlı" bir görüntüye kucak açmış oluyoruz Picasso'nun tablolarındaki bu belirsizlikler nesnelerin oldukları gibi temsil edilme çabası olarak yorumlanıyor Ancak başarısızlık olarak görülen şu ki, beyin bu değişik bakış açılarını toparlayarak tek bir nesne sınıflandırması yapabiliyorken, kâğıt üzerindeki bu çizimler bu hedefe varamıyor ve ait oldukları nesne sınıfına çok da uyum sağlayamıyorlar
ACI
Acı, sebepleri çeşitlilik gösterse de hepimizin günlük hayatında sıkça deneyimlediği bir his Güneşten cildimiz yandığında, elimizi kapıya sıkıştırdığımızda, midemiz ağrıdığında nasıl bir acı duyabileceğimizi biliyoruz Ya da sevdiğimiz bir kişiyi kaybettiğimizde, ondan ayrıldığımızda Söz konusu, sebepleri ve içerikleri bu denli farklı deneyimleri tek bir anlatı altında toplamak olunca da, acıyı belli bir terim çerçevesinde tanımlamak zor bir hal alıyor kuşkusuz Uluslar arası bir örgütün (Uluslar arası Acı Çalışmaları Birliği) tanımı ise bu konuda bizlere ışık tutabilecek nitelikte:
"Gerçek ya da olası bir doku zedelenmesi ile bağdaştırılan, ya da davranışlara da yansıyabilen herhangi bir zararla tanımlı duyusal ve duygusal hoşnutsuzluk yaratan deneyimler "
Yine de bu tanımın "acı"yı ifade etmekte yetersiz kaldığını düşünebilirsiniz Çünkü acı, biyolojik, psikolojik, kültürel pek çok değişkenin kontrolü altında Öyle ki, şiddeti aynı uyaranlar karşısında bile her birimizin algıladığı acı hissi çeşitlilik gösteriyor Kimimiz acıya karşı daha dayanıklıyken, kimimiz daha kolay acı duyumsayabiliyoruz
Her ne kadar sebepleri çeşitlilik de gösterse, acı günlük hayatımızda sürekli olarak deneyimlediğimiz bir his Kaynağı ister güneş yanığı olsun, ister aşk acısı, ya da bir baş ağrısı
Evrimsel açıdan oldukça işlevsel olan bu algı aslında hayatta kalabilmemiz için güçlü bir koruma mekanizması Bedenimiz herhangi bir şekilde bir zarar gördüğünde, incinmiş olan bölgeye karşı daha hassas davranmamızı ve yaralanmaya sebep olan uyarıcıya karşı önlem almamızı tetikleyerek bizleri tehlikelere karşı haberdar ediyor Aslına bakarsanız, zihnimizdeki acı algısı büyük ölçüde beynin kendi işlevselliği çerçevesinde şekilleniyor Diğer bir deyişle, iç ve dış dünyamızdaki duyusal iletiler beyne ve bilince oldukları gibi, hiçbir değişimden geçmeden iletilmiyor Beyne iletilen duyusal iletiler, burada bir filtreden geçirilerek, kimileri eleniyor, dikkatin odaklaştırıldığı ve hayatsal mücadele açısından daha önemli duyulara ise daha fazla odaklanılıyor Bunu hepimizin günlük hayatında sıkça yaşadığı basit bir örnekle açıklayalım: Üzerimizi değiştiğimizde, giydiğimiz giysilerin cildimize uyguladıkları basınç ilk başta farkındalık eşiğimizin üstündeyken, bir süre sonra bu hissi duyumsamamaya başlıyoruz Ya da taktığımız kol saatlerini de benzer şekilde örnek verebiliriz Ancak ne zaman ki dikkatimizi bu uyaranlara tekrar yöneltiyoruz, onların cildimiz üzerlerinde yarattıkları hissi tekrar deneyimlemeye başlıyoruz Beynin, gelen duyular üzerindeki bu seçici filtre görevini neye dayanarak yaptığı tam olarak bilinemese de, araştırmacılar acı algısının bu konuya dair ipuçları verebileceğini düşünüyor
Acı, evrimsel açıdan hayatta kalma mücadelemizde büyük yere sahip Bedenimiz herhangi bir şekilde bir zarar gördüğünde, incinmiş olan bölgeye karşı daha hassas davranmamızı ve yaralanmaya sebep olan uyarıcıya karşı önlem almamızı tetikleyerek bizleri tehlikelere karşı haberdar ediyor
Duyusal tüm deneyimlerimizin arasında acı, belki de inançlarımızdan, beklentilerimizden ve duygusal durumumuzdan en çok etkileneni Bunu kolaylıkla uygulayabileceğiniz küçük bir deneyle sınayabilirsiniz Baş ağrısı yaşadığınız bir gün bilincinizi duyusal hislerinizin küçük detaylarına odaklayın O an için ağrının kesildiğini göreceksiniz

Acıyı Hafifletebilmek

Yapılan araştırmalar öyle gösteriyor ki, kaygı, hissettiğimiz acı seviyesini arttırıyorken korku, stres ya da farklı şeyler üzerine yoğunlaşmak bu hissimizi bastırıyor Peki, bilim insanları kültürün, beklentilerin ve farklı duyu sinyallerinin acı algımız üzerindeki bu etkilerini nasıl açıklıyor? İşte kuram:
Kapı - Kontrol Kuramı
Bu kuram, acı mekanizmalarının kontrolünden sorumlu "Merkezi Sinir Sistemi"ne (beyin ve belkemiği) vurgu yapıyor Duyu sinirleri belkemiğinin arka bölgesine bilgi taşıdıklarında beyinden ya da yakındaki diğer duyu sinirlerinden gelen mesajlar acı sinyallerini azaltıp arttırabiliyor Kulağa biraz karmaşık gelmiş olabilir Ancak detaylara ve örneklere göz atacak olursak aslında kuram basit
Vücudumuzda duyu sinirlerimize dair iki çeşit sinir lifi bulunuyor Adına A-lifleri denilen sinirler geniş çaplı Nasıl ki kalın kablolar ince kablolara göre daha hızlı internet erişimi sağlıyorsa, bu sinirler de sinirsel bilgiyi hızlı bir şekilde iletiyorlar A-lifleri çeşitli duyusal uyaran bilgisi taşıyorlar Ani ve şiddeti yüksek acı da bunların içinde Ne zaman ki acı bilgisini taşımaya başlıyorlar, A-lifleri sinaps yaptıkları sinirlerin aktive olmaları engelleyerek sonraki acı sinyallerine karşı iletimi zayıflatmış oluyorlar Daha küçük çaplı sinirler ise ki bunlar C-lifleri ismini alıyor, daha sürekli ve monoton acı bilgilerini taşıyor Kısa aksonları sinirsel bilgiyi yavaş aktardığından A-lifleri tarafından kapatılmış iletim bölgesine yaklaştıklarında taşıdıkları sinyallerin bir kısmı engelleniyor Ve acı hafifliyor
Son yıllarda adından oldukça söz ettiren akupunktur tedavileri de, kapı - kontrol kuramıyla açıklanıyor İğnelerle A-lifleri uyarılarak C-liflerine acı geçiş kapıları kapatılıyor ve acı hafifletiliyor
İşte tüm bu anlattıklarımız, bir yerimizi kestiğimizde ya da yaktığımızda bu bölgenin yan taraflarına iğne ya da sivri cisimler batırdığımızda acımızın niçin hafiflediğini açıklıyor Bu basınçlar, bölgedeki A-liflerini uyararak C-liflerinden gelen sinyallerin geçişini engelliyor
Tıpkı benzer şekilde, beyin ya da belkemiğimizden gelen iletiler de bu acı geçişlerini açıp kapatabiliyor Bu nedenle de sakin ya da kaygılı olma durumumuza bağlı olarak, deneyimlediğimiz acının şiddeti de çeşitlilik gösteriyor

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.