![]() |
Mor Mürekkep / Nazan Bekiroğlu / (Eleştiri) |
![]() |
![]() |
#1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Mor Mürekkep / Nazan Bekiroğlu / (Eleştiri)Mor Mürekkep / Nazan Bekiroğlu / (ELEŞTİRİ) kitap Hakkında: İyi Adam Yayıncılık Nazan Bekiroğlu’nun yazılarının toplandığı Mor Mürekkep’i yayınlamış İyi de yapmış Zaten iyi kitaplar yayınlıyor İyi Adam Kitabı elime alır almaz, henüz sahifeleri arasında gezintiye çıkmadan, arka kapaktaki bir kelime gözümü tırmaladı: Örneğin Bir ‘facia’ değil belki bu; fakat yine de itici bir yanı var Onun yerine konabilecek en az on kelime bulabilirdi yazar isteseydi Kitabın içindeki kelimelerden ‘sözcük’ de yazarın kanat çırptığı uçsuz bucaksız ufuklar göz önüne alındığında kifayetsiz kalıyor Söz-cük Yani söz değil, belki nim-söz Söz-cük, yani miniminnacık bir şey Kuru, somut, sınırlı bir ifade Ama kelime öyle mi? Kelimenin hemen akla gelebilecek çağrışımlarını buraya kaydetsem bu yazı burada biter Mor Mürekkep, birbirinden bağımsız, farklı tarihlerde yazılmış yazıların istifi (hüsn-i hattaki istif gibi düşününüz bu kelimeyi) olsa da ortak bir ruhu var Yani her şeyden önce ruhu var Bekiroğlu’nun üslûbunda derinden derine bir Cemil Meriç rayihası hissediliyor; ama bir de mor mürekkep akışkanlığı Mor Mürekkep, şimdi kaybolan, hatta bir zamanlar sahip olduğumuzu bile unuttuğumuz duyarlıklarımıza da işaret ediyor sık sık Bir örnek: Sanatkârın tevazuu ‘Tanpınar’ın, Sinan türbesi ile Süleymaniye külliyesi arasından kurduğu mimarî irtibat bu tevazuun sanatkârane ifadesi Mimarının, külliyenin bir köşesine adeta bir tevazu abidesi olarak kuruverdiği bu türbe için Tanpınar, ‘son Selâtin camii’ der, ‘sağ alt köşeden imzalar gibi’ ‘Sağ alt köşe: İmza köşesi Neredeyse hiç, neredeyse yok Neredeyse yokluğuyla muazzam 196) Ikinci bir örnek: Sükûtun dili Han Şah Nakşibend öyle demiştir ya: ‘Bizim sükûtumuzdan istifade edemeyen, sohbetimizden hiç istifade edemez’ Heyhât, şimdi sükût değil söz dahi anlaşmaya yetmiyor ‘Neredeyse hiç laftan anlamıyorlar’ (Kur’an-ı Kerim) ‘Eski kültür susmanın meziyetini telkin eder () Ancak güzellemesi yapılan susma, susan değil söyleyen susmadır Sözün yetersiz kaldığı yerde, sözün bittiği yerde susulandır esas olan O yerde kalemin ucu kırılır’ ‘() Mevlânâ, susmanın güzelliğinden neredeyse ısrarla ‘söz’ eder Divan’ındaki pek çok şiirin son beyti susmanın güzelliğine tahsis edilmiştir’ ‘() Çünkü söz sınırlı, ‘sayılı harf’ Susmak sınırsız, ‘sayısız harf 197) Harf deyince efendim, bizim bir zaman bir başka harflerimiz vardı ‘Nûn bir kâse, kanım alev Yanmak için bir nûn, yana yana yazmak için iki nûn gerekli Ben bir N harfiyim Kırık dökük çizgilerin, sivri uçların elindeyim ‘Düştüm nûn’un kapısına, dizlerim üstündeyim Elifbâ’nın gülle yıkanan gözleri önce, sonra virgül, sonra siz; Nûn, efendimsiniz 174) ‘() Boşluğa ürkek bir titreşim halinde dökülürken siz, aruzda medli okunamayan hecelerin sonundaki harfsiniz Nûn ile biter ân, nûn ile biter cân Nûn ile biter nirân, zaman, zindan, feyezan Nûn cennetin ortasında ‘Peygamber çiçeği’, eller ve gözler Önce virgül, virgülden sonra daima siz, Nûn efendimsiniz’ (Sayfa 175) Hugo Notre Dame’ı gezerken bir duvara kazınmış şu kelimeyi okumuştur: Fatalis Yani kader Işte Notre Dame de Paris adlı eserinin ilhamını bu bir tek kelimeden almıştır Bu yüzden görmek ve görülmek mühim bir şeydir () FATALIS sözcüğüne sığdırdığı bir ömürlük macerayı Notre Dame duvarlarından birine kazıyarak görülmek isteyen ortaçağlı ile Notre Dame de Paris’yi kağıda yazan Hugo, bir varlık problemi olarak baktığımızda, çok da farklı değildirler Aradaki basit bir hacim farkı ‘Bağrı Yanık Dilfirib’, onun şanssızlığı ise bir Hugo’yla karşılaşamamış olması 16) Dilfirib kim mi? Nazan Bekiroğlu’nun Mor Mürekkep yazılarında bunun cevabını belki bulabilirsiniz Malum, ‘imaları, göndermeleri sezerek şifreyi çözmek, hazineden katına düşeni çıkarmak okuyanın payında 191) |
![]() |
![]() |
|