II. Abdülhamid’in Tahttan Indirilmesi |
|
|
#1 |
|
GöKKuŞaĞı
|
II. Abdülhamid’in Tahttan Indirilmesiİstanbul hem maddeten, hem de mânen puslu günlerinden birini yaşıyordu Dışarıda yağmur yağdı yağacaktı 31 Mart kargaşasının tortuları tüm cadde ve sokaklarda gözlemleniyordu Cadde ve sokaklar tarihinde görülmedik derecede kirliydi Şehir ağlıyordu Etraf çöplüğe dönüşmüştü Yine de insan ruhuna abanıp kasavete boğan başka bir şey vardı: Sanki İstanbul ölüyordu Puslu Nisan gününün içinde karakalem resimlerden fırlamış gibi gözüken gölgeler Yıldız Sarayı’na girdiler Görkemli sofalardan geçip Küçük Mabeyn Dairesi’nin önüne geldiler Durdular Yapacakları işin ağırlığı altında ezilmiş gibi iki büklümdüler Yüksek sesle konuşmaktan korktukları için fısıldaşıyorlardı: “İçerde mi?” diye sordu gölgelerden biri ![]() “Öyle olmalı” diye karşılık verdi diğer gölge ![]() Beyaz yağlıboya kapısı önünde Esad Toptanî Paşa’nın Arnavut lehçesiyle çınlattığı bu kelimeler, 8-10 saniye süren bir sessizlik darbesiyle kesilmişti Artık gözler konuşuyordu![]() “Ya kaçmışsa? ![]() ”“Mümkün değil” dedi uzun boylu gölge irkilerek, “Asla kaçmaz! Kendine yediremez ”Mabeyn Başkâtibi tarafından fark edilene kadar fısıldaştılar İçeri girmeye cesaret edemiyorlardı Nihayet Başkâtip geldi Bin parça olmuş yüzünü nefretle buruşturarak konuştu:“Hünkâr sizi bekliyor ”Ses tonu nefretten ıslığa dönüşmüştü Her kelime ayrı ayrı “defolun!![]() ” diye bağırıyordu![]() Gölgeler Başkâtib’in açtığı yağlı boya ile boyalı kapıdan ürke-korka içeri girdiler ![]() Gözlerini kaldıramıyorlardı Göz kapakları kurşun gibi ağırlaşmıştı Padişah’ın tek kelimesiyle yere çökecek, af dileyecek gibiydiler Bu işin bu kadar zor olacağını bilseler kabul etmezlerdi Ama artık vaz geçmelerine imkân yoktu Esat Toptani Paşa, bütün cesaretini toplayarak Sultan II Abdulhamid’e baktı Her kelimesini gırtlağında yuvarlayarak, “Millet sizi azletti!![]() ” diye kekeledi![]() Padişah, her zamanki gür-vakur sesiyle, şaşkınlık ya da kasıtla yapılan bir terbiyesizliği hemen düzeltti: “Galiba hâlletti demek istiyorsunuz ”Arnavut asıllı Esat Paşa’da sözün tam manasıyla şafak attı Diğerlerinin içi ürperdi Kalan cesaretlerini de yitirmemek için Padişah’a bakmamaya çalıştılar Oysa tahttan indirildiğini tebliğ etmeyi üstlenirken, akıllarından neler geçiyordu Padişah’ı ellerinden geldiği kadar küçümseyecek, hatta suçlayacaklar, konuşmaya başlarsa susturacaklardı Bugüne bugün Meclis-i Meb’usan’ın iradesini temsil ediyorlardı Ayrıca da ellerinde, silah zoruyla alınmış bile olsa, Şeyhülislâm Ziyaeddin Efendi tarafından imzalanmış kapı gibi “hâl fetvası” vardı Sultan Abdülhamid, dudaklarında alaycı bir tebessümle sordu: “Pekala, hallimiz için gösterilen sebep nedir?” Bu kez Bahriye Feriki Arif Hikmet Paşa söz aldı Şeyhülislâm Ziyaeddin Efendi’den silah zoruyla alınan “hâl fetvası”nı okumaya başladı![]() ![]() Sultan Abdülhamid asla yapmadıklarıyla itham ediliyor ve yapmadıkları yüzünden halline fetva veriliyordu Güya o gençleri öldürtmüş, din kitaplarını yasaklamış, devlet hazinesini yağmalamıştı (Ne gariptir ki, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi de bu palavra gerekçelere dayandırılmıştır)![]() “Bu ithamları doğrulayan delilleriniz var mı?” diye sordu Padişah ![]() Sus-pus oldular Söylediklerinin tutarsız olduğunu en iyi onlar biliyorlardı Çünkü “fetva”yı kendileri yazmış, Şeyhülislâma sadece imzalamak kalmıştı İmzalarsa Padişah yalnızca tahtından olacaktı, ama imzalamazsa kendisi canından olacaktı İktidar için gözü dönmüş İttihad ve Terakkici militanların elinden başka türlü kurtulmak mümkün değildi “Bu kararı hangi makamın verdiğini bilmek hakkımız ”“Efendim, kararı Meclis-i Millî verdi ” “Acaib: Meclis-i Milli, gayr-i milli bir karar vermiş!” Mecliste bu karar alınırken, tek itiraz Yorgiadis Efendi’den gelmiş, “Yazıktır efendiler, ayıptır, günahtır” diye inlemişti “Sus alçak, mürteci, satılmış!” ithamlarıyla onun da sesini kesmişlerdi![]() Padişah tekrar baktı gelenlere Gözleri, Ermeni Aram Efendi’den Yahudi Emanuel Karasso’ya kayar kaymaz şimşekler düştü gözlerinden, kara bir öfke bulutu kapladı bakışlarını, kükredi birden: “Bunun aranızda ne işi var?”Bu işin içinde bir mason oyunu olduğunu biliyordu Karasso, Filistin’de devlet kurmak için toprak istemeye gelen Siyonist heyetin içindeydi Utanmadan rüşvet teklif etmeleri üzerine, “Dünyanın bütün altınlarına memleketimin bir karış toprağını satmam!” diyerek huzurundan kovmuştu Çıfıt, şimdi intikam alıyordu Ellerini arkasına bağladı, gerildi, dimdik gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı:“Milletimiz, devletimiz için tam 33 sene çırpındık Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de Resulullah’tır Bu memleketi nasıl bulduksa öylece teslim ediyoruz Hiç kimseye bir karış toprak vermedik Ne çare ki, düşmanlarımız bütün hizmetimize kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular ” Padişah halledilmiş, (27 Nisan 1909) sıra evini yağmalamaya gelmişti ![]() ![]() Yavuz Bahadıroğlu/Vakit
__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar ![]() Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar NFK ![]() GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
|
|
Görgü Şahitlerinin Gözüyle Yıldız Yağması |
|
|
#2 |
|
GöKKuŞaĞı
|
Görgü Şahitlerinin Gözüyle Yıldız YağmasıTakvimler 29 Nisan 1909’u gösteriyordu İki gün önce Sultan II Abdülhamid’i tahttan indirmekle tatmin olmayan bazı İttihad ve Terakki mensupları, 29 Nisan’da sarayını yağmaladılar![]() Servet içinde yüzdüğü, lüks içinde yaşadığı ve çok altın biriktirdiği sanılıyordu Yatak odasına girdiklerinde donup kaldılar Neredeyse sıradan bir yatak odasıydı Hiçbir tantanası, şaşaası yoktu Sultan Abdülhamid’in karyolası, en âdi hastanelerde kullanılan cinsindendi![]() Yaptıklarına pişman olacaklarına öfkelendiler Deli gibi her şeye saldırmaya başladılar O zamana kadar Hareket Ordusu’nun içinde siperlenen yağmacı güruh Yıldız Sarayı’nın her yerine girdi Ne buldularsa aldılar Hatta Sultan Abdülhamid’in havuzun altındaki gizli odaya zor zamanlar için sakladığı hazineyi bile bulup bölüştüler ![]() Yağmacı güruh başlarında İttihadcı subaylar olduğu halde sarayı talan etti Muazzam bir servet topladılar Bir envanterini bile çıkarmadılar Meclis’i de haberdar etmediler Bu yüzden çalınan servetin miktarı konusunda bilgimiz yok Yalnız çok büyük bir meblâğ olduğu muhakkak (Ne var ki, bu servet çalanlara da yaramayacak, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki şartlarda hepsi dünyanın bir tarafına savrulacaktır)![]() Neden sonra sayım yapılma kararı verildi ve bu iş için Halit Ziya Uşaklıgil’in (meşhur romancımız) de yer aldığı bir heyet oluşturuldu Olayı Halit Ziya’dan dinleyelim:“İlk şaşırmak ilk adımda başladı Daire-i Hususiye (Padişah’ın özel dairesi) bu mu idi? Bütün Abdülhamid siyasetinin mihveri şu basık tavanlı loş köşeciklerden ve onun içi tıklım tıklım kâğıt desteleriyle dolu dolaplarından ibaret miydi? “Medhalden sonra hemen ilk karanlık odada bir divan gösterdiler Bu, Abdülhamid’in istirahat yeriydi Belki de yatağı… Zaten daire-i Hususiyede en basit şeklinde bile bir yatak odası görmedik… “Bir kenarda içinde yumurta yenmiş sahanı ile bir tepsi, gene onun hususi eğlence yerini teşkil eden marangozhaneyi gördükten sonra Küçük Mabeyn namiyle anılan daireye geçtik…” Sultan II Abdülhamid, demek ki son derece sade bir hayat yaşıyor, bu konuda da Peygamber’ini takip ediyordu![]() Tahsin Demiray “Yıldız yağması” konusunda şunları söylüyor: “İttihatçılar Abdülhamid'i Yıldız'dan ani olarak uzaklaştırır uzaklaştırmaz, sarayın elmas, mücevher, zümrüt, yakut, altın, inci vesaire; kıymetli her nesi varsa ortadan kaldırmışlardır “Değeri milyonlar tutan ve aynı zamanda tarihi bir hazine teşkil eden küçük parça eşya büyük sandıklara doldurulup hemen Harbiye Nezareti’ne getirilip orada büyük dış kapının yanlarındaki-bugün biri rektörlük, diğeri Türkiyat Enstitüsü olan- binaların alt katlarına yerleştirilmişlerdir ”Bu nakil işine bakan Şehremini Ebubekir H N Tepeyran, hatıralarında, bizzat mühürlediği kapıların birileri tarafından açıldığını ve yağmanın orada da devam ettiğini söylüyor![]() Sultan Abdülhamid, Selanik'te Alatini Köşkü’nde sürgünde iken, Yüzbaşı Debreli Zünnun'a şöyle demiş: “İttihatçılar bu büyük hazineden hiç olmazsa Meclis-i Mebusan’ı haberdar edeceklerdi, onu dahi yapmadılar ”Netice: Bu muazzam servetin üzerine bir perde-i nisyan (unutturma perdesi) örtüldü ![]() Yıldız Sarayı’nda 29 Nisan 1909 günü ve gecesi yağmalanan sadece nakit para ve mücevherat değildi… Sarayın kadife ipek perdeleri, her biri tarihi eser olan muazzam avizeleri, özel dokunmuş Hereke halıları, sedef tabakları, oymalı kapılar, altın vazolar, gümüş şamdanlar ve mangallar, ceviz ve maun ağacından imal yapılmış koltuklar-kanepeler, kaşık-çatal takımları, yatak örtüleri, atlas yorganlar, gümüş mutfak eşyaları da çalındı ![]() O gün Yıldız’da sadece bir saray değil, bir tarih yağmalandı ![]() Memduh Paşa diyor ki: “Yıldız Sarayında hizmetle mevki tutmuş olanlar, hal'inden (Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden) bir gün evvel kuvve-i müsellaha (silahlı kuvvet) ile çıkarılıp hırpalanmış ve tevkif hücrelerine sokulmuşlardır Kadın Efendiler, Şehzadelerle Sultanlar ve Cariyeler ayrıca çıkarıldıklarından sarayın Hazinesinde mevcut cevahir ve nukut (Nakit para) memurini askeriye vasıtası ile ahz ve nakledilmiştir ” Gerçekler tüm çıplaklığıyla bir gün ortaya çıkacak ve o gün kahramanlarla hainler en doğru şekliyle ortaya çıkacaktır
|
|
|
|