gülgüzeli
|
Ben Üzerine. Ben!.. Sadece ve Yalnız “Ben”!
Ben! Sadece ve yalnız “ben”!
Her şey ona göre ve her şey onun kölesi  Davranış ve hareketler hep onun direktifleriyle  Ötesinde hiçbir şey yok  Öyle mi?!
Bence hastalık bu  Belki de asrın en korkunç ve tehlikeli hastalığı  Üstelik gizli ve sinsi  Hem de bulaşıcı 
Asrın Beyin Yapıcısının “ben” ile ilgili tesbit ve tavsiyesini buraya almadan geçemeyeceğim:
“Hakikaten, insanda en tehlikeli damar, benliktir Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler Şu asırda ehl-i dalâlet eneye binÂmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor Ehl-i hak, bilmecburiye beni terk etmekle hakka hizmet edebilir ‘Ben’ demeyiniz, ‘biz’ deyiniz Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyedir ”
Evet, “ben”i olması gereken istikamete yönelten bu ışık düstura gönülden alkış tutarak diyoruz ki, insanın onca noksanı diz boyu olÂmuşken ve ruhunda da bir o kadar yama varÂken, “ben” diye tutturması pek garip ve güÂlünç doğrusu  Ama bizler kendi kendimizin yalancı şahidi olmuşsak, bu pek âlâ mümkünÂdür de 
“Ben”imiz kafestir bizim için Kendi prangamızı, kendi zincirimizi kendimiz takarız Sonra, gel de kurtulabilirsen kurtul bu esaretÂten!
Ben yaptım  Ben çattım  Ben bulÂdum  Ben yazdım  Ben çizdim  Ben olmasaydım !
Ben, ben, ben 
Aşılmaz bir duvardır artık; onulmaz bir yara, silinmesi güç bir kara  Evet, kara ben 
Niye, “ben kusurluyum, ben hatalıyım, gerçek suçlu benim, bu yolun günahkâr benÂdesi ben!” eksenli “ben” olmayız, bilmem ki?!
Gerçekte bu “ben”in, yani kendimizin biÂle sahibi değilken, onun adına âlemi sahiplenmek ne garip!?
Sadece söylemeyi becerebiliyoruz işte! Yoksa, başkaca gücümüz yok Ne elimiz, ne gözümüz, ne de aklımız bizimdir! Bilmekte, faÂkat zaman zaman gafletle unutmaktayız ki, bunlar bize, belli fonksiyonları yerine getirebilÂmek için verilmiş birer emanetten başka bir şey değildirler 
Kendimizi bildik bileli “ben” diyoruz “Ben” diyebilmek, yani insan olmak gibi essiz bir zenginliğe sahip olduğumuz halde, gerçekÂte acaba kendimizi hakkıyla tanıyabilmekte miyiz?! O halde, peki ne diye ve ne hakla hâlâ ben!?
Bizim olmadığı açık seçik ortada  EmaÂneten verilmiş bir ölçü, bir mikyas bu ben  Meçhulleri keşfetmek, denklemleri çözmek için ve sırlan açmak için bir şifre 
Hep düşünmek, fikretmek gerek!
Ve düşünüyorum  Buncacık gücüm, bilÂgim ve sanatımla ancak bu kadarını yapabiliyoÂrum  Oysa ki, arkada öyle muazzam eserler var ki, benim yaptıklarım onların yanında çoÂcuk oyuncağı bile değil
Peki ya ötesi?! Ya diğer göz kamaştırıcı sanat harikaları?!
Evet, basit bir taştan menekşeye, kelebeÂğe ve insana uzanan çizgide sonsuz sayıda ve güzellikte sanat eserleri 
Görüldüğü gibi, bu muhteşem sergide “ben” de bir sanat Onun diğerlerinden tek farkı ise, bazı şeyleri düşünecek, akledecek ve yapacak kadar şuur ve kabiliyete sahip olmaÂsı  Yani onun yapabildikleri de, kendi SahiÂbi’ nin eseri
Şu halde, yapılacak en önemli iş sahipÂlenmek değil, kendimizin ve de her şeyin gerÂçek Sahibi’ni tanımak 
“Ben-kondu”yu yıkıp “biz” çatısını çatÂmak “Ben” buz tanelerini “biz” havuzunda eritmek 
Elhâsıl; sahte benlik davasını bırakarak, “ben” kafesinden kurtulup hürriyete kavuşmak  Ve bu emanetin, en büyük gerçeği tanıÂyıp bulma yolunda insana verilmiş mukaddes bir armağan olduğunu unutmayarak 
__________________
|