|  | Evliya Çelebinin Seyahatnamesinden |  | 
|  08-25-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Evliya Çelebinin SeyahatnamesindenEvliya Çelebinin Seyahatnamesinden Viyana’da Bîr Hastanın Ameliyatı Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti  Doktor ve yardımcısı bu mermiyi  çıkarmak için  ameliyata başladılar  Ben de izin istedim ve sessizce  onları izledim  Doktor öncelikle hastanın alnının ortasından  başlamak  üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu  Ardından başının  yan  tarafından bir delik açtı  Sonra bir demir parçasıyla kafatasını   kaktırarak a-yırdı  Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi   birbirine geçmiş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü  Ben hastaya  daha  yakından bakmak için yaklaştım  bu arada mendille ağzımı  kapattım  Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın deyince: “Belki  hapşırırım  ve hastaya zarar verebilirim  ”  deyince doktor: “Sen doktor  olmalıymışsın  ” dedi  Ardından doktor  kurşunu çıkardı  kurşunun yerini  de bir süngerle temizledi  Sonra da  kemikleri eskisi gibi birleştirdi  Deriyi de kapattı  Ardından yüzlerce  iri at karıncası getirdiler  Doktor  karıncaları tek tek derinin  bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu  Karınca  bu bi*tişen deriyi ısırır  ısırmaz  doktor karıncayı belinden kesiyordu  Böylece deriyi baştan  başa kapattılar  Birkaç hafta sonra adam iyileşti  karınca parçaları da  kendiliğinden döküldü  Erzurum’un Soğuğu Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır: Bir dervişe “Nereden geliyorsun?” demişler  O da “Kar rahmetinden geliyorum  ” demiş  Bunun üzerine “O ne   diyardır?” demişler  Derviş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur  ”   demiş  “Orada yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler  Derviş “Vallahi 11   ay  29 gün sakin oldum  Halk hep yaz gelecek dedi  Ben göremedim  ”   demiş  Bir diğer fıkra da şudur: Kedinin biri kara kışta bir damdan   diğer dama sıçrarken havada donup kalmış  Sekiz ay sonra don çözülünce   miyavlayarak yere düşmüş  Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir   parçasına yapışsa derhâl donar  Elini demirden koparmak ihtimali   ol*maz  Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden kurtulabilir  İstanbul Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi 70 oda  80 kubbe ve 200 memuru vardır  İpek altın işlemeli  bürümcük   gecelikleri vardır  Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve   ilaç verirler  Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir  Vakıf   kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir: “Eğer mutfakta   keklik  turaç ve sülün kuşlarının eti bulunmazsa bülbül  serçe ve   güvercin pişirilip hastalara bol bol verilsin  ” diye yazılıdır  Hastanelerde  akıl hastalarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler   ve okuyucular tayin edilmiştir  İstanbuldaki Marifet Sahibi Üstadlar: Hezarfen Ahmed Çelebi Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde  rüzgârın sert olduğu sırada kartal   kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uçarak talim etmiştir  Sonra  Murad  Han  Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken  Galata  Kulesi’nin ta tepesinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar   uçabilmiştir  Lagarı Hasan Çelebi ve Bir Nükte Murad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler  Bu   Lagarı  elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı  Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fişeğe bindi  Çırakları fişeği   ateşlediler  Lagarı: Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum  diyerek göğe yükseldi  Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz   yüzünü aydınlattı  En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal  kanatlarını  açıp denize indi  Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi  ve:  “Padişahım İsa Peygamber size selam söyledi  ” diye şakaya başladı   İstanbul Beyanındadır Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir  Ayrıca Türklerin bu şehri   almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır  Sözün   kısası Türk gümbürtüsü  Türk görkemi  Türk velvelesi  Türk debdebesi ve   Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur  Yunan  ve  öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri  hikâye  şöyledir  Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce  Hazret-i  Süleyman  insanlara  cirilere  kuşlara  vahşi hayvanlara ve  rüzgâra  hükmederken  bir padişah ona isyan etti  Hazret-i Süleyman bu  padişahın  ülkesine varıp  onu tutsak etti  Ancak bu padişahın periler  kadar güzel  bir kızı vardı  Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla  evlenince onu  Rum illerine getirdi  Kız  şeytanın aldatmasıyla durmadan  ağlamakta idi  Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin  nedenini sorunca:  “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için burada büyük bir  saray yaptırırsın  ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle  geçiririm  ” diyerek  ricada bulundu  Hazret-i Süleyman uzun  araştırmalardan sonra İstanbul  toprağına geldi  Şimdi Hünkâr Bahçesi  denilen Sarayburnu’na gelip orada  otağını kurdu  bir gecede su ve  havasının güzelliğine vuruldu  Orada da  büyük bir saray ve rengarenk  bah*çeler içinde köşkler yaptırdı  Daha  sonra da İstanbul için şöyle  bir duada bulundu: “Bu şehir cihan  yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh  kalsın  ” İstanbul’un Adlarım Söyler: İstanbul’un ilk yapısı Makdonye adını taşır  Andan Yan-ko bina ettiği için   Yankovice dediler  Sonra İskender tekrar kurduğundan bu kez adı   Aleksandri oldu  Ondan sonra da bir zaman Pozant dediler  bir zaman da   Zondovina  Yağfuriye dediler  Dokuzuncu kez Kostantin yaptırdığı için   Yunan dilinde Pozantiyum ya da Kostantiniye dediler  Nemçeliler   Kos-tantinopol derler  Rus dilinde ise Terkuriye derler  Buna göre   Grekler Grandoza  Macarlar Zendovar  Lehliler Kanatorya  Çekler Albanar  İskoçlar Herakliyan  Felemenkliler Astagania  İspanyollar Agrandoza  Portekizler Kostia  Araplar Kostantiniye  İranlılar Kayser-i Rum-i   Zemin  Hintliler Taht-i Rum  Moğollar Çarğrad  Tatarlar ve Sakalibe ile   Âl-i Osman’da yani Türkler de ise adı İslambol’dur  Türk’ün görkemi  diye  âleme ün salmıştır  Allah onu koruya! | 
|   | 
|  | 
|  |