meLankoLik_asaLet
|
Şefâat
Şefâat kelimesi mânâ bakımından tevessülle oldukça yakındır; tevessül daha ziyade dünyadaki aracılıklar, aracı koymalarla, şefâat ise âhirettekilerle ilgili olarak kullanılır Aynı mânâda ve yerde kullanıldıkları da vardır
Şefâat için şöyle bir tarif yapılabilir: "Bir kimsenin bağışlanması için onun adına af dileme, maddî veya mânevî bir imkânı elde etmesi için yetkilisi nezdinde aracılık yapma", özellikle dinî bir terim olarak "günahkâr bir müminin affedilmesi veya yüksek derecelere ulaşması için, Allah nezdinde mertebesi yüksek olan birinin O'na dua etmesi, dilekte bulunması" ve daha çok "bu yüksek mertebeli kulların, âhirette günahkârların bağışlanması yönünde vukû bulacak aracılık ve dilekleri"
"Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse başkası için bir şey ödeyemez; hiç kimseden şefâat kabûl olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz" (Bakara:2/48) meâlindeki âyete ve benzeri delîllere dayanan Mu'tezile bilginleri, âhirette günahkârlara şefâat edilmesinin sözkonusu olmayacağını, ancak sadece sevaba müstahak olanlara mükâfatlarının arttırılması yönünde şefâat edilebileceğini ileri sürmüşlerdir Ehl-i sünnet âlimleri ise her iki durumda da şefâatin mümkün olduğunu, günahkâr kullara peygamberler ve Allah nezdinde itibarı yüksek olan, diğer seçkin insanlar tarafından şefâat edilebileceğini savunurlar Ancak Allah'ın izin vermediği hiçbir kimse şefâat edemeyecektir (meselâ bk Bakara 2/255; Meryem 19/87; Tâhâ 20/109)
Allah'a ortak koşan kâfirlerin bir kısmı, bu ortakların O'na denk olduğuna değil, O'nun nezdinde reddedilemez şefâat, geri çevrilemez aracılık hakkına sahip bulunduklarına inanmakta ve putlara bu anlayış içinde tapınmaktadırlar Âyetü'l-kürsî içinde yer alan "Allah katında, O izin vermedikçe hiçbir kimse şefâat edemez" meâlindeki cümle bu inancın asılsızlığını ortaya koymakta, şefâatin de izne bağlı bulunduğunu, O izin vermedikçe ve dilemedikçe kimsenin böyle bir yetki ve imkâna sahip olamayacağını özlü ve etkili bir şekilde zihinlere yerleştirmektedir Allah katında kendisine şefâat izni verilenlerin durumu ve yetkileri, ödül törenlerinde ödülleri vermek üzere kürsüye çağırılan şeref konuklarınınkine benzemektedir Ödülün kime verileceğini bilen ve belirleyen onlar değildir; ancak bu merâsimi tertipleyenlere göre onlar, şerefli, saygıya lâyık, büyük kimseler olduklarından kendilerine böyle bir imtiyaz verilmiştir Allah katında şefâatlerine izin verilecek olanlar da Allah'a yakın ve sevgili kullar olacaktır Ayrıca bunların başkaları hakkında istediklerinin Allah tarafından kabûl şansı daha fazladır
Kur'ân'ın ilgili âyetlerinin üslûbundan, âhirette şefâat mümkün olmakla birlikte bunun son derece sınırlı tutulacağı ve insanların şefâate bel bağlamadan, kendi kurtuluşları için yine kendilerinin çaba göstermesi gerektiği anlaşılmaktadır Bu durum karşısında insan için gerekli olan şey, zaman kaybetmeden tevhid inancına sarılarak, Allah'a karşı kulluk görevlerini yerine getirmek ve ahlâkını düzeltmek, geçmişteki günahlarından dolayı da tövbe etmektir Çünkü gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerekse hadîslerde içtenlikle yapılacak tövbelerin geri çevrilmeyeceğine dair çok açık ve kesin açıklamalar vardır Kur'ân'ın şefâat konusundaki -2/48 âyette olduğu gibi- ümit kırıcı üslûbu, şefâat beklentisinin insanları dinî ve ahlâkî hayatlarında gevşekliğe sürüklemesinden; yine Kur'ân'ın tövbelerin kabûl buyurulacağına dair çok net ifadeleri ise, tövbenin kişiye hatâlı inanç ve davranışlarını terkettirmesinden, böylece düzeltici ve ıslâh edici bir fonksiyon icrâ etmesinden ileri gelmektedir İşte peygamberlerinin kendilerine şefâat edeceklerine güvenerek İslâm'ı kabûl etmemekte ve Hz Muhammed'e (s a v ) inanmamakta direnen Yahudileri uyarmakta olan bu âyet, aynı zamanda bütün insanlar ve müslümanlar için de bir ikaz anlamı taşımakta; insanın asıl kurtuluşunun, yanlışlardan dönmesine ve başta imanı olmak üzere, dünya hayatında kendisinin yaptığı hayırlı işlere bağlı olduğunu vurgulamaktadır
Buhârî, Müslim gibi sahîh hadîsleri toplayan müelliflerin kitaplarında yer alan birçok hadîs, bütün insanların mahşerde, korku içinde bekleşirken işlemin bir an önce başlaması konusunda Peygamberimiz'e (s a v ) mahsus şefâatten ve bunun yanında gerek O'nun ve gerekse diğer peygamberlerin, salih kulların, hocaların, talebelerin, dostların şefâatlerinden söz etmekte, bu şefâatlerin hak ve gerçek olduğunu söylemektedir Dünyada insanların Hz Peygamber'in (s a v ) kabrini ziyaret etmek, O'na salât ve selâm okumak, ezan okunduktan sonra vesîle duasını yapmak, iyi insanlarla beraber olmak, onların sevgisini kazanmak, iyi evlât ve öğrenci yetiştirmek gibi amellerinin (iş, hizmet ve eserlerinin) ilgililerin şefâatlerini hak etme bakımından tesirleri olduğunu ifade eden sahîh hadîsler de mevcûttur
Bütün bu delîller karşısında bir kimse, diğerine "bana şefâat et" derse bunda bir yanlışlık olmaz "Şefâat yâ Resûlallah!" demek de böyledir Bunu diyen kimse, Hz Peygamber'in (s a v ) şefâatini istemektedir Bunu isterken de Allah'ın O'na şefâat selâhiyet ve izni verdiği bilgisine dayanmaktadır "Allah izin versin vermesin sen bunu yapabilirsin" diyen yoktur ve bu talebin açık veya gizli bir şirkle alâkası bulunamaz Olsa olsa şu denebilir: "Hz Peygamber vefât etmiştir, bu durumda kendisinden şefâat dilemenin anlamı ve faydası yoktur" Böyle düşünenler öldükten sonra O'nun, başkalarına eşit hale geldiği kanâatinde oluyorlar Şefâat isteyenler ise, O'nun Allah katındaki derece ve konumunu bildikleri için, öldükten sonra da O'ndan şefâat istemenin yararlı olabileceği kanâatinde oluyorlar Bu iki kanâatin kesin olarak biri siyah diğeri beyaz değildir
Biz bunları yazarken, söylerken dinde olmayan, dince yanlış olan bir sözü, "sırf birilerini memnun etmek, insanları bölmemek, daha çok insanı kapsamak için" söylemiyoruz ki İsra sûresinin ilgili âyetlerinin nüzûl sebebinin kapsamına girelim! O âyetlerden maksat, dost kazanmak ve birilerini memnun etmek için dinden taviz vermeyi yasaklamaktır Hz Peygamber'in böyle bir şeyi yapması düşünülemeyeceğine göre onun şahsında ümmet uyarılmaktadır Peygamberlerin ısmet (günahtan korunma) nitelikleri vardır, âyetler "böyle olmasaydı peygamber bile insanları memnun etme duygusuna kapılabilirdi" demek istiyor ve başkalarında ısmet sıfatı olmadığı için onları uyarıyor
|