Prof. Dr. Sinsi
|
Edebiyat Eleştirisi
Edebiyat eleştirisi, edebiyat sorunlarını ve yapıtlarım konu alan inceleme, yorum ya da değerlendirme Geniş anlamda kullanıldığında felsefi, betimleyici ve değerlendirici eleştiriyi içerir Felsefi eleştiri, yapıta estetik kuramı açısından yaklaşır; bir yapıtı "edebiyat" ya da "sanat" yapan niteliği araştırır Dar anlamda ya da uygulamalı edebiyat eleştirisi ise dilsel, biçimsel ve anlamsal özellikleri inceleyerek yapıtı belirli ölçütlere göre değerlendirir
Eski Yunan ve Roma Edebiyatın niteliği ve değeriyle ilgili ilk felsefi görüşlere Pla-ton'un diyaloglarında rastlanır Platon'a göre madde dünyası, gerçek değil görünüştür; duyularla algılanan varlıklar, idealar dünyasının kusurlu kopyalarıdır Sanatçı gerçeklerle değil, duyuların dünyasıyla ya da görünüşlerle uğraşır Platon'a göre sanat, doğanın taklit edilmesidir; kopyanın kopyasını yapan şair de insanları gerçeklikten uzaklaştırır Üstelik bunu Şarap ve Coşkunluk Tanrısı Dionysos'un esiniyle, "aklı başında değilken" yaptığı için daha da etkili olmakta, genç zihinleri karartmaktadır Bu nedenle Platon, ideal devletinde şairlere yer vermez
İlk sistemli edebiyat kuramcısı olan Aristoteles'e göre de sanat taklittir (mimesis) Ama şair tekil ve sıradan bir olguyu değil, doğanın da içinde yer aldığı evrensel düzeni taklit eder Sanatın eğitici bir işlevi vardır; örneğin tragedya okurda ya da seyircide önce korku ve acıma uyandırır, ama sonra gene kendi kurallarının işleyişiyle bu duyguları kişisel ve tedirgin edici özelliklerinden arındırır, düzene sokar ve evrenselleştirir Aristoteles olayların daha dingin bir uzaklıktan görülmesini sağlayan bu arınmaya katharsis adım verir Peri poetikes (Poetika) adlı yapıtında, şiiri iç yapısına göre inceler, edebiyatı öğelerine ayırır ve sınıflandırır
Aristoteles'in Poetika'sı Rönesans'ın sonuna değin Batı estetiği için temel kaynaklardan biri oldu Roma döneminde Hora-tius ve Quintilianus gibi şair ve kuramcılar daha çok, "doğru ve güzel yazma kuralları" anlamında retorik ile ilgilendiler; Aristoteles'in destan, tragedya ve komedya türlerine lirik şiir, pastoral, yergi, eleji ve epiğram gibi yeni türleri eklemekle yetindiler Bu dönemde yalnızca Longinus'a ait olduğu sanılan Peri hypsous (Yücelik Üzerine) adlı yapıtta sanatın ruhsal boyutu üzerinde durulduğu görülür
Ortaçağda, edebiyat eleştirisinde kutsal metinleri yorumlama ve açımlama yöntemleri geçerliydi Bu dönemde edebi sanatların doğru kullanılmasıyla ilgili retorik kuramlarının etkisi de sürüyordu
Rönesans ve yeni-klasik dönem Rönesans'ta Eski Yunan ve Roma kaynaklan yeniden önem kazandı Eleştirmenler, edebiyatın değişmez kurallarını saptamak için eski şiirlere ve tiyatro yapıtlarına döndüler Aristoteles'in tragedya için öngördüğü "konu ya da eylem birliği" kuralına, Lodovico Castelvetro gibi eleştirmenler "mekân birliği" ve "zaman birliği" kurallarını eklediler Fransız edebiyat kuramcısı Nicolas Boileau 1674'te yayımladığı L'Art poetique (Şiir Sanatı) adlı yapıtında hâlâ "üç birlik" kuralını savunuyordu Bununla birlikte, edebiyattaki bu kuralcılık sanatın dinin etkisinden çıkmasını, kendine ait yasaları olan özerk bir alan haline gelmesini de sağladı
Rönesans ve sonrasında da yazarlar, Eski Yunan filozofları gibi,' edebiyatın işlevi ve değeri sorunuyla uğraştılar Elizabeth dönemi ingiliz şairlerinden Philip Sidney, Defen-ce ofPoesie'de (1595; Şiirin Savunusu) şiirin soyut ahlaki ve felsefi doğruları somutlaştır-dığı ve duyusallaştırdığı için felsefeye; tekillikten kurtardığı ve evrenselleştirdiği için de tarihe üstün olduğunu söyler Sonraki yüzyılda yeni-klasik şair John Dryden da Of Dramatick Poesie, An Essay'de (1668; Dramatik Şiir Üzerine Bir Deneme) edebiyatın görevinin "insanlığa zevk vermek ve onu eğitmek amacıyla" dünyayı doğru biçimde yansıtmak olduğunu öne sürer Bu yaklaşım, 18 yüzyıl İngiltere'sinde Alexander Pope'un „ Essay on Cnricism'inde (1711; Eleştiri Üzerine Deneme) ve Samuel John-son'ın yapıtlarında da yeniden gündeme gelir
Genel olarak Rönesans ve yeni-klasik dönem için edebiyat, genel ölçü ve kurallara bağlı kalması ve kişisellikten ya da duygusallıktan uzak durması gereken, insanın ruhundan çok, aklına ve beğenisine seslenen bir sanattır Kuşkusuz Shakespea-re ve Rabelais gibi, bu genel çerçevenin dışına taşan, edebiyata kendi ölçütlerini getirmiş Rönesans yazarları da vardır Ama 17 yüzyılın tipik edebiyatçıları, her yapıtın kendi türünün kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalması gerektiğini savunan Racine ve Cor-neille gibi Fransız dramatik şairleridir
Romantizm 18 yüzyılın ikinci yansında İngiltere ve Almanya'da romantizmin başlamasıyla, edebiyatta "yaratıcılık", "hayal gücü", "duygu", "tarihsellik" ve "bireysellik" gibi ölçüler öne çıktı Bu eğilim, daha Rönesans içinde, barok ve rokoko gibi üsluplarda kendini belli etmişti
Romantizmin doğuşunda Herder ve Hum-bolt gibi Alman filozof ve filologlannın tarihselci görüşleri etkili oldu Her çağın ve her ulusun kendine özgü doğruları olduğu düşüncesi, her çağda geçerli evrensel edebi kurallar düşüncesinin yıkılmasına yol açtı Romantik edebiyat anlayışı ilk ifadesini, William Wordsworth'ün Lyrical Ballads'a (1800; Lirik Baladlar) yazdığı önsözde bulur Wordsworth'e göre şiir, güçlü duyguların birdenbire taşmasıdır; şiirin amacı "gerçeği tutkulu bir biçimde insanların yüreğine ulaştırmaktır" Wordsworth'ün dostu şair Coleridge daha sistemli bir edebiyat kuramı geliştirir Biographia literaria (1817; Edebi Yaşamöyküsü) adlı yapıtında Kant, Schel-ling, Schlegel kardeşler gibi Alman filozofların görüşlerinden yararlanarak bütünsel bir romantik estetik kuran Coleridge'in en önemli katkısı "hayal gücü" kavramıdır Coleridge'e göre hayal gücü birleştirici, kaynaştırıcı bir yetidir; karşıtları bir araya getirir, tikel ile evrenseli, ruhsal ile duyusalı bütünleştirir Bir sanat yapıtının değeri, kendi bütünlüğü içinde bir araya getirdiği karşıt öğelerin yarattığı gerilimle ölçülür Daha sonra, Fransız romantizminin temsilcilerinden Victor Hugo da aynı düşünceyi savunmuş, hatta sanatın güzelin yanında çirkine de yer vermesi gerektiğini öne sürmüştür Hugo'ya göre, güzel bir sanat yapıtı "yalnızca güzel"dir, oysa güzelin yanında çirkini de içerdiğinde "yücelik" katına yükselir Romantizmin, bugün de etkisini sürdüren öteki önemli kuramcıları Almanya'da Schlegel kardeşler, ABD'de Ralph Waldo Emerson ve Edgar Allan Poe'dur Genel olarak bütün romantik yazar ve eleştirmenler, sanatçıya tanrısal bir yaratma gücü yakıştırmışlardır Sanatçı, klasik görüşte olduğu gibi, kendinden önce var olan ve bilinen bir düzeni, bir düşünce, sistemini yansıtmakla, "resmetmekle" yetinmez, kendi gerçeğini, kendi doğrusunu yaratır Bu yüzden yapıtın değeri, dış gerçeğe benzemesiyle değil, okurda uyandırdığı coşkuyla^ yarattığı apansız aydınlanmayla ölçülür İngiliz romantik şairi Shelley'e göre şiir "dünyanın üstünden aşinalığın yarattığı örtüyü çekip alır, orada uyuyan çıplak güzelliği ortaya çıkarır" Romantizm genel olarak şaire, gerçekler karşısında daha etkin, daha müdahaleci, daha "yaratıcı" bir rol yüklemiştir
19 yüzyılın ikinci yarısında, romantizm duraksama geçirmeye, çözülmeye başladı Almanya'da romantizmin kurucularından sayılan Goethe, daha 1820'lerde bu akımdan yüz çevirmiş ve "klasik sanat sağlıklı sanattır, romantik sanat ise hastalıklı sanat" demişti Romantik akımın uç noktası Fransa'da Baudelaire ve Theophile Gautier, İngiltere'de de Swinburne ve Oscar Wilde gibi adlann temsil ettiği "sanat için sanat" anlayışıydı Bu hem Fransız Devrimi'nin yarattığı evrensel özgürlük beklentisinin boşa çıkmasının ve sanatçının toplumsal alandan iç dünyaya dönmesinin; hem de sanatın daha Rönesans'ta başlamış olan özerkleşmesinin, dinden, felsefeden, ahlaktan ve dış gerçekten kopmasının doğal bir sonucuydu Buna karşılık, İngiliz şair ve eleştirmen Matthevv Arnold edebiyata hâlâ toplumsal bir işlev yüklüyordu Dinin ve toplumun etkisinin zayıflamasıyla ortaya çıkan kültürel boşluk, ancak edebiyatın eğitici işleviyle doldurulabilecekti Toplumsal edebiyat anlayışı Rusya'da da Belinski, Plehanov gibi eleştirmenlerin yapıtlarında daha siyasal bir boyut kazandı
20! yüzyıla doğru edebiyat eleştirisi giderek bir akademik disiplin haline geldi Dinsel metinlerin yorumlanması, filolojik inceleme, tarih, toplumbilim, yeni pozitivist felsefenin ampirik veri toplama yöntemleri gibi birbirinden çok farklı disiplinler, edebiyat araştırmalarında bir araya geldi Bu sistemli yaklaşımın ilk örneklerinden biri, edebiyatın bütünüyle tarihsel ve toplumsal çevre koşullarıyla belirlendiğini savunan Fransız eleştirmen Hippolyte Taine'in dört ciltlik Historie de la littirature Anglaise (1863-64; İngiliz Edebiyatı Tarihi) adlı yapıtıdır Fransız Sainte-Beuve ve İtalyan Bene-detto Croce gibi eleştirmenler ise, tarihsel zeminin, ancak bireysel farklılıkların öne çıkmasına yarayan bir arka plan oluşturduğunu savundular
20 yüzyıl Edebiyat eleştirisi alanında 20 yüzyılda üç önemli gelişme oldu: Eleştiri yapıtlarının sayısı olağanüstü bir artış gösterdi ve eleştiri başlıbaşına bir edebi tür olarak görülmeye başladı; edebiyat eleştirisi üniversitelerde okutulan bir disiplin haline geldi; toplumbilim, antropoloji, dilbilim, psikoloji gibi disiplinlerden edebiyat eleştirisinde gittikçe daha geniş ölçüde yararlanılmaya başladı
Bu yüzyılda, eleştiri alanında, birbiriyle yarışma halinde birkaç ana akım ortaya çıktı Bunlardan biri Marksist eleştiriydi Marksist eleştirinin en yetkin örnekleri Macar eleştirmen György Lukâcs'ın Die Theorie des Romans (1920; Roman Kuramı, 1985) adlı kitabıyla, Avrupa romanı ve estetik üzerine yapıtlarıdır Lukâcs'ın izleyicilerinden Lucien Goldman'ın da adı bu bağlamda anılmalıdır Bunun dışında bir yandan Ezra Pound, T S Eliot, T E Hulme gibi şair ve yazarların yapıtları, bir yandan da I A Richards ve William Emp-son gibi İngiliz eleştirmenlerin temellerini hazırladığı Yeni Eleştiri( ) akımı, çağdaş edebiyat eleştirisinin gelişiminde önemli bir rol oynadı ABD'de John Crowe Ransom ve Cleanth Brooks'un öncüsü olduğu Yeni Eleştiri anlayışına bağlı eleştirmenler, yapıtı toplumsal koşullardan ve yazarın bireysel psikolojisinden bağımsız, kendine yeterli bir bütün olarak incelediler Ransom'ın The World's Body (1938; Dünyanın Bedeni) ve Northrop Frye'ın The Anatomy of Criticism (1957; Eleştirinin Anatomisi) adlı yapıtlarında en yetkin ifadesini bulan çağdaş edebiyat eleştirisi, 1960'larda giderek yapısalcılığın ve psikanalizin etkisine girdi Fransa'da Roland Barthes, Rene Girard, Gerard Genette, Jacques Derrida, ABD'de de Paul De Man ye Harold Bloom gibi eleştirmenlerin geliştirdiği anlayış, daha sistematik oluşu ve "yazar" kavramını eleştirinin gündeminden çıkarmasıyla dikkati çeker Çoğu dilbilimden yararlanan bu eleştirmenlere göre, yapıtta anlam, yazarın niyetinin ürünü değil, dildeki ve kültürel ortamdaki anlam oluşturucu yapıların ürünüdür Aynı dönemde 1920'lerin Rus biçimciliğinin de yeniden gündeme geldiği görülür T W Adorno ve Walter Benjamin gibi eleştirmenler ise, edebiyatın toplumsal içeriğine önem veren Marksist eleştiri ile yapıtın biçimsel özellikleri üzerinde duran akımlar arasında, bu ikisini bütünleştiren, yapıtın gerçeğini ve toplumsal içeriğini biçimin içinde arayan bir yaklaşım geliştirmişlerdir
|