Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > Serbest Forum

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
haşişiler, kimdi

Haşişiler Kimdi?

Eski 08-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Haşişiler Kimdi?




Hasan Sabah ve ona koşulsuz itaatle bağlı Haşişi fedaileri, sahte cenneti ve ünlü kütüphanesi ile erişilmez Alamut kalesi, önemli mevkide valiler, vezirlerin bir emirle sadık Haşişi uşakları tarafından suikasta uğramaları yüzyıllardır dillere destan olmuştur Bu kısa yazımızda Haşişilerin tarihçelerini ayrıntılı bir şekilde işlemeyeceğiz Bu konuda zaten birkaç yetkin kitap ve internet kaynağı vardır Bunları yazımızın dibinde Kaynakça’da bulabilirsiniz Sadece tarihimize damgasını vurmuş bu tarikatı ve etkisini kısaca değerlendirmeyi çalışacağız

Haşişiler’in esas adı Arapçada 'koruyucu, bekçi' (bir görüşe göre gizemlerin koruyucuları) anlamına gelen asessen’den gelir Ancak, düşmanları tarafından kelime benzerlikten faydalanarak Haşişiler, yani “haşiş çekenler” (esrarkeşler) ismi onlara giydirilmiştir Aynı şekilde batıda suikastçı anlamına gelen “assasin” kelimesi de bu tarikattan türemiştir Esas itibarıyla, Haşişiler ilk zamanlar Nizari İsmaililer’in bir koluydu Bu muhalif topluluk 1094 yılında Halife el-Mutansır’un oğlu Nizar’ın ordu komutanı Bedr ül Cemali’nin tahtan indirilerek kardeşi el-Mustali’nin halife yapılmasına itiraz eden gruplardan oluşmuştur
Haşişi davasına üstlenmiş kişilere dai denir Bu kelime esasında Nizari İsmaili misyonerlere verilirdi Fedai kelimesi dai kelimesinden gelmektedir Fedakârlık kelimesi aynı kökendir Dailerden ders alan Hasan Sabah 11nci asırda İran’ın Kum şehrinde doğmuştu Genç yaşta felsefe, teoloji ve bilimin parlak öğrencisi olan Hasan Sabah daha sonra zekâsını orta doğuda dehşet saçan eşi benzeri olmayan bir tarikatı kurmak için kullanmıştı Hasan Sabah, ilki Alamut olan kervan geçmez bölgelerde yüksek ve erişilmesi zor dağların tepesinde kaleler zinciri kurmuştu Dağların Şeyhi (Şeyh-ül Cebel) Hasan Sabah efsanesini batıda duyuranlar arasında Marco Polo Seyahatname’sinde şöyle yazmıştır:

“Şeyh'in kendi dillerindeki ismi Alaaddin'dir İki dağ arasındaki bir vadinin girişlerim kapattırmış ve burayı envaitürlü meyvelerin yetiştiği, eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir bahçeye çevirtmiştir İçerisine her biri göz kamaştırıcı zarafette resimlerle bezeli, akla havale gelmeyecek görkemli köşkler ve saraylar inşa ettirmiştir Kanallardan alabildiğine şarap, süt, bal ve su akmaktadır Dünya güzeli kadınların ve genç kızların ellerindeki çalgılardan en hoş tınılar, dudaklarından en hoş şarkılar dökülür, dans figürleri izleyeni büyüler Şeyh'in gayesi tebaasmı buradan öte bir cennetin olmadığına inandırmaktır Bunun için, Hz Muhammed'in sözünü ettiği, ırmaklarından şarap, süt, bal ve suyun eksik olmadığı, sakinlerini zevklerin doruklarına eriştiren hurilerle dolu cennet tasvirini örnek almaktadır Sahiden de, bu civarda yaşayan Arapların gözünde vadi, cennetin ta kendisiydi!
“Haşîşîler olarak ayırdıklarının haricinde kimse bahçeye alınmıyordu Bahçenin girişinde, dünyaya kafa tutabilecek denli güçlü bir kale vardı, başka da bir girişi yoktu Bizzat kendi maiyeti altına almak üzere sarayında barındırdığı on iki ila yirmi yaş arası gençlere, tıpkı Hz Muhammed gibi, cennet hikâyeleri anlatıyordu; gençler de, Sarrasinler Hz Muhammed'e nasıl inanıyorlarsa aynı inançla ona bağlıydılar Önce kendilerine uyuşturucu bir iksir içirip, ardından dörderli, altışarlı ya da onarlı gruplar halinde bahçesine sokuyordu Böylece, gözlerini açtıkları vakit gençler kendilerini dillere destan bahçede buluyorlardı
“Uyanıp da kendilerim havai dahi edemeyecekleri güzellikte bir mekânda buluverince, buranın cennetin ta kendisi olduğuna kanaat getiriyorlardı Etraflarında gönüllerince oynaşan kadınlar ve genç kızlar, kendileri de gençliklerinin baharında olunca, burayı terk etmek akıllarının uçundan dahi geçmiyordu

“Bizim ihtiyar dediğimiz Efendi, sarayım alabildiğine görkemli bir hale getirerek, basit dağlı halkı kendisin! Yüce bir peygamber olduğuna inandırmıştı Haşîşîlerinden birini bir göreve yollamak istediği vakit, aynı iksirle bu kez sarayına taşıtıyordu Genç adam gözünü açtığı vakit, kendisini cennetten sonra hiç de hoş gelmeyecek kalenin içerisinde
buluveriyordu Ardından, Şeyh'in huzuruna çıkarılıyordu ve genç adam bir peygamberin huzurunda olduğuna canı gönülden inanarak önünde hürmetle secde ediyordu Şeyh nereden geldiğin! soruyordu, o da cennetten geldiğini ve burasının Hz Muhammed'in Kur'aıı'da sözünü ettiğinin tıpatıp aynısı olduğunu söylüyordu Bu da hiç şüphesiz, yanında hazır bekleyen ve bahçeye henüz davet edilmemiş olanların bir an için dahi olsa bahçeye girebilme arzularım kamçılıyordu

“Şeyh, bir hükümdarın katlini isteyeceği vakit gence şöyle diyordu: "Git ve şunu, şunu oldur; geri döndüğünde meleklerim seni cennete taşıyacaklar Ölsen dahi, seni cennete almaları için meleklerimi yollayacağım" Bu sözlerle, geri dönmek için can attığı cennetin anahtarına ilelebet sahip olduğuna inanan genç, sabırsızlıkla düşmanım katletmeye koşuyordu Bu sayede, Şeyh'in, ölümüne karar verdiği kim varsa müritleri sırada bekliyordu Elindeki böylesi muazzam gücün yarattığı korku hissi, kendilerin! hançerin uçunda hisseden hükümdarları kendisiyle iyi geçinmeye mecbur kılıyor, tehdit yaratacak fiillerden alıkoyuyordu Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Şeyh'in emrinde, kendisiyle tıpatıp aynı tarzda hareket eden başka kimseler de bulunuyordu Bunlardan birini Şam'a, bir diğerini de Kürdistan'a yollamıştı” (kaynak Haşişiler – Bernard Lewis)
Ancak, Haşişiler hakkında farklı görüşler de ortaya atılmıştır İsmail Kaygusuz Hasan Sabah ve Alamut adlı eserinde şöyle yazmıştır: “Hasan Sabbah'ın özgürlükçü, barışçıl, eşitlik ve paylaşımcılık temelleri üzerine kurduğu Alamut Devleti, 167 yıl hüküm sürmüştü Alamut, Pamir'den güneydoğu Akdeniz kıyılarına ve Filistin'e kadar uzanan geniş Ortadoğu coğrafyası içinde, 300'e ulaştığı bilinen Baş Dai'lerin yönetiminde, ortaklaşa çalışarak, aynı kazandan yeniden, özel mülkiyetin olmadığı kale yerleşim birimleri "Darül Hicar"lardan (Göçmenevleri, Göçmenler yurdu) oluşan bir devletti


Alamut



“Hasan Sabbah, düşmanların iddia ettiği gibi kale devletinde ne katiller (assasins) ve suikastçılar yetiştirmiş ne de uyuşturucu cenneti yaratmıştı Hasan Sabbah esasen tarihi be, Selçuklu Sultanları, Haçlılar, Moğollar) sayıca üstün oluşları, O'nun Alamut'ta savunma amaçlı bir gerilla tanıtma fikrine götürmüştür Hasan Sabbah'ın seçkin savaşçılardan oluşan bir silahlı birlik (Fedain) yetiştirdiği anlaşılıyor Bu "Fedailer" iddiaların aksine, yalnızca bölge halklarına zulmeden baskıcı yöneikastlar düzenlemişlerdi

Özellikle son zamanlarda orta doğuda meydana gelen olaylardan dolayı Haşişiler hakkında çok şey yazılmıştır Bu konuda Bernard Lewis “Haşişiler – İslâm’da Radikal Bir Tarikat” kitabında şöyle yazmıştır:
“Şüphesiz, Ortaçağ'ın Haşîşleri ile günümüzdeki suretleri arasında yadsınamaz bir benzerlik mevcuttur: Suriye-İran bağlamışı; terörün planlı bir şekilde kullanımı; davasının hizmetinde ve öbür dünyada mekânının cennet olacağına inanan suikastçı ajanın, kendini kurban etmeye varan adanmışlığı Saldırıların odağında haricî bir düşmanın yer alması bağlamında, geçmişte Haçlı ordularına, bugün İsrail’e yönelik eylemlerde bu benzerlik durumu iyice su yüzüne vurmaktadır
“Benzeşimler listesine bir ekleme daha yapacak olursam, o da, Haşîşîlere ait eylemlerin yanlış anlaşılması durumudur Ortaçağdan bu yana Batı dünyasında yaygın olarak kabul gören bir görüşe göre, Haşişlilerin öfkesi ve hançerleri evvela Haçlılara çevrilmiştir Bu, düpedüz yanlıştır Arkalarında bıraktıkları sayısız kurbanların bir çetelesini tutacak olsak Haçlıların azınlıkta kaldıklarım, üstelik bunların Müslümanlar arasındaki karışıklıkların neticesinde hesaptan düşülmüş olduklarını görürüz Davalarının önünde bertaraf edilmek üzere duran engeller, İslam dünyasının haricî düşmanları değil, bilakis İslam dünyası içinde yer alan, çağdaşları olan İslam dünyasının seçkinleri ve bu kimselerin görüşleri olmuştur Günümüzde kimi İslamcı terörist örgütlerin İsraillilere ve Batılılara karşı faaliyet yürütmekte oldukları doğrudur Fakat uzun vadede daha ses getirecek muhtemel hedefler olarak, İslam dünyasının mevcut - kendi deyimleriyle mürtet-rejimlerini bellemişlerdir ve hedefleri, bu rejimleri alaşağı edip yerlerine kendi nizamlarını hâkim kılmaktır Bu bulgular, Enver Sedat'ın suikastçılarının beyanlarında ve referans aldıkları eserlerde alenen göze çarpmaktadır Grubun lideri gururla "Firavunu öldürdüm" dediğinde, hepimizin tarih kitaplarından tanıdığı Firavun'u İsrail'le barışmakla itham etmemiştir herhalde
“Yol yordam noktasında da aralarında ilginç benzerlikler ve zıtlıklar mevcuttur Ortaçağ'ın Haşîşîleri, kurbanlarım istisnasız mevcut düzenin idarecileri ve liderleri - krallar, generaller, vaizler ve önde gelen din adamları - arasından seçmişlerdir Sadece tepede yer alanlara ve güç sahibi olanlara saldırmışlar, işinde gücünde olan sıradan insanlara dokunmamışlardır Silahlarım - bizzat suikastla görevli Haşîşî’nin kullandığı hançer - neredeyse hiç değiştirmemişlerdir
“İslam; Hıristiyanlık ve Musevîlik gibi ahlâkî bir dindir ve inançlarında veya uygulamalarında terör ve şantaja asla yer yoktur, İslam hukuku cihadı dinî bir vazife olarak emretmişse de, ne gibi hallerde savaş açılabileceği ve savaşa son verileceği, sivillere nasıl muamele edileceği, hedef gözetmeksizin zayiat yaratan kimi silahların kullanılmayacağı gibi, savaşın idaresi hususundaki meseleleri en ince ayrıntısına dek belirlemiştir
İsmaililer görünüşte İslami bir yapıya sahipken, İslam öncesi birçok öğretilere sahiplenmekteydiler Halife İsmail soyundan gelen Fatımiler farklı dinlere tolerans, sosyal adalet ve ilime önem verirlerdi İsmaili Haşişiler Batıni gizli öğretilerini aşama aşama aktaran dokuz dereceli bir tarikattı Üst derecelerde radikal heterdoks inançlar verildiği saptanmıştı Cihangir Gener’in Ezoterik Batıni Doktrinler Tarihi’nde aşağıda yazdıkları Haşişilerin radikal fikirler hakkında biraz fikir verebilir
“MS 874'den, 1256'ya kadar orta doğuda İsmaililer son derece etkin olmuşlardı Güçleri o denli artmıştı ki, 1164 yılında, İsmaili İmamı 2 Hasan, Ramazan ayının ortasında şeriatı kaldırdığını açıklamıştı Oruç tutmanın yanısıra, namaz kılma ve diğer ibadet zorunluluklarının da kalktığını duyurmuştu Oğlu, İmam 2 Muhammed de onun sistemini devam ettirdi İslam dininin öngördüğü zorunlu ibadetlere ancak, Selçuklu yönetiminin, Bağdat hilafeti üzerindeki İsmaili baskısını kaldırması ile geçilebildi
Yine son zamanlarda işlenen bazı görüşe göre Hacı Bektaş Veli bir dai idi ve ayrıca batıda mevcut çoğu gizli cemiyetlerin Haşişilerden esinlendiği düşünülmektedir Templiyerlerin Haşişilerden ne derece etkilendiği bilinmemektedir, ama bir etki olduğu kesin Ayrıca günümüzde Michael Baigent ve Richard Leigh’in Tapınak Şövalyeleri – Mabet ve Loca gibi kitaplar Masonluğun kökeni bazı iddialara göre duvarcı loncalarda değil, Templiyer tarikatında bulunduğunu kanıtlamaktadır Diğer bir İsmaili cemiyet olan Saflık Kardeşleri veya İhvan-üs Safâ’nın Batıda Gül Haç’ın kaynağı olduğuna dair bir görüş de var Cihangir Gener’e göre (Ezoterik Batıni Doktrinler Tarihi):
“Hugs De Payens ve diğer Şövalyeler, davet üzerine, Hasan Sabbah'ı Alamut kalesinde ziyaret ettiler Burada Sabbah'ın kurduğu sistemi gözleriyle gören Şövalyeler, örgüt ve Batıni doktrin hakkında da ilk ağızdan bilgiler aldılar Kudüs'e geldikleri sırada Katolik inancın en önde gelen savunucuları arasında yer alan Templiyerler, Hasan Sabbah ve Dailerini tanıdıktan, İsmaili öğretisini derinlemesine inceledikten sonra, Katolik inanç tarzından giderek uzaklaşırlar ve akılcılığı ön plana çıkaran Ezoterik doktrine bağlandılar Templiyer'lerdeki bu inanç değişikliği, kurdukları güçlü örgüt sayesinde tüm Avrupa'ya yayılırken, Katolik kilisesinin de giderek zayıflamasına yol açtı İsmaililerle ilişkileri Templiyerler'in tüm felsefesini değiştirmişti ancak bu ilişki, örgütün sonunu getiren suçlamayı da bünyesinde barındırdı Templiyerleri yok etmek için bahane ararken Papalık, tarikatı "Müslümanlarla ilişki kurmak ve hatta Müslümanlaşmakla" suçladı
S Ameer Ali’ye göre “Avrupa'da dinsel ya da din dışı, tüm gizli örgütlerin oluşmasına yol açan temel kavramlar Haçlılar tarafından İsmaili'lerden alınmıştır Tampliye ve Hospitalye şövalyeleri, Loyola tarafından kurulan Cizvit'ler gibi örgütlerin tümü davalarına kendilerini adayış biçimleri günümüzde asla görülemeyen özveri sahibi kişilerden oluşmuştur Haşin Dominiken'ler, ılımlı Fransisken'ler ve tüm kardeşlik örgütleri, ya Kahire'ye ya da Alamut'a ulaşacak biçimde geriye bağlanabilirler Özellikle Tapınakçı Şövalyeleri, Büyük Üstad'ları, Prior'ları, dinsel adanmışlıkları ve hiyerarşik yapıları ile Doğu'daki İsmaili'lerle en güçlü benzeşmeyi gösterirler
1256 yılında Haran’ı yıkan, Bağdat’tı bir kül yığına döndüren, bir tek canlı bırakmayan Hülago han Haşişileri de silip süpürdü

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.