Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
biraz, değer, inanın, sabir, uzun

Sabir.. Biraz Uzun Ama İnanın Bana Değer!

Eski 02-29-2008   #1
gülgüzeli

Sabir.. Biraz Uzun Ama İnanın Bana Değer!



[KUR-AN]

NAHL/127: (Ey Peygamber!) Sabret! Sabrın da ancak Allah ın yardımı iledir Onlardan dolayı üzülme! Kurdukları tuzaklardan telaş edip sıkıntıya düşme!KEHF/ 28: Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uymaZÜMER/ 10: Ey Muhammed! Tarafımdan söyle: "Ey iman eden kullarım! Rabbinizden korkun Bu dünyada güzellik yapanlara bir güzellik vardır Allah ın yeryüzü geniştir Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir"BAKARA/155: Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz Müjdele o sabredenleri!BAKARA/156: Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah a aidiz ve sonunda O na döneceğiz" derlerHAC/ 35: Ki Allah anıldığı vakit onların kalpleri titrer Onlar başlarına gelene sabreden, namaz kılan kimselerdir Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar


[HADİS]

* Hz Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı: "Allah tan kork ve sabret!" buyurdu: Kadın (ızdırabından kendisine hitab edenin kim olduğuna bile bakmadan): "Benim başıma gelenden sana ne? dedi
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzaklaşınca, kadına: "Bu Resulullah idi! dendi Bunun üzerine, kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı (utanıp) üzüldü (Özür dilemek için) doğru aleyhissalâtu vesselâmın kapısına koştu: Ama kapıda bekleyen kapıcılar görmedi, doğrudan huzuruna çıktı ve: "Ey Allah ın Resulü, (o yakışıksız sözü) sizi tanımadan sarfettim (bağışlayın!)" dedi
Aleyhissalâtu vesselam: "Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir" buyurdu"
* Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ı şunları söylerken işittim: "Kendisine bir musibet gelen müslüman Allah ın emrettiği: "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci ün, allahümme ecirni fi musibeti vahluf li hayran minhâ "Biz Allah ınız ve ancak O na döneceğiz Bana bu musibetim için ücret ver Ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver derse Allah o musibeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir"
* Ebu Sinân anlatıyor: "Oğlum Sinan ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlani oturuyordu Defin işinden çıkınca bana: "Sana müjde vermeyeyim mi? dedi Ben: "Tabii, söyle! dedim "Ebu Musa el-Eş ari (radıyallahu anh) bana anlattı diye söze başlayıp Resulullah ın şu sözlerini nakletti: "Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler: "Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi?" "Evet" derler "Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız? Melekler yine: "Evet" derler Allah tekrar sorar:
"Kulum (bu esnâda) ne dedi? "Sana hamdetti ve istircâda bulundu derler Bunun üzerine Allah Teâla hazretleri şöyle emreder: "Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri şöyle demiştir: "Ben kimin iki sevdiğini almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükafaat vermeye razı olmam
Buhari deki ibare şöyle: "Hz Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ın şöyle söylediğini işittim: "Allah Teâla hazretleri buyurdu ki: "Ben kulumu iki sevdiğiyle imtihan edersem o da sabır gösterir (ve sevap umarsa) onlara bedel cenneti veririm (Buradaki "iki sevdiği ile gözlerini kastediyor Doğruyu Allah bilir") Buhari,
* Atâ İbnu Ebi Rabâh rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bana: "Sana cennet ehlinden bir kadın göstermeyeyim mi? dedi Ben de: "Evet göster! dedim "İşte dedi, şu siyah kadın var ya, o, Resulullah a gelip: "Ben saralıyım, (nöbet gelince) üstümü başımı açıyorum, Allah a benim için dua ediver (hastalıktan kurtulayım) dedi
Aleyhissalâtu vesselâm; "Dilersen sabret, sana cennet verilsin, dilersen sana şifa vermesi için Allah a dua edivereyim dedi Kadın: "Öyleyse sabredeceğim, ancak üstümü başımı açmamam için dua ediver dedi Resulullah da ona öyle dua etti
* Atâ İbnu Yesâr rahimehullah anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kul hastalandığı zaman Allah Teâlâ hazretleri ona iki melek gönderir ve onlara: "Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!" der Eğer O kul, melekler geldiği zaman Allah a hamdediyor ve senalarda bulunuyor ise, onlar bunu, her şeyi en iyi bilmekte olan Allah a yükseltirler
Allah Teâla hazretleri, bunun üzerine şöyle buyurur: "Kulumun ruhunu kabzedersem; onu cennete koymam kulumun benim üzerimdeki hakkı olmuştur Şâyet şifâ verirsem, onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmem ve günahlarını da affetmem üzerimde hakkı otmuştur
* Habbab İbnu l-Eret (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm) Kâ be nin gölgesinde‚ bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk: "Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun? dedik
Şu cevabı verdi: "Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu Allah a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır Öyle ki, bir yolcu devesine bindimi San a dan kalkıp Hadramevt e kadar gidecek, Allah tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak Ancak siz acele ediyorsunuz"
* Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ın kızı (Zeyneb), babasına birisini göndererek "Oğlum ölmek üzere, son nefesini verirken yanında hazır ol diye rica etti Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm); adamı geri çevirirken: "Selamımı söyle ve şunu hatırlat: Alan da Allah tır, veren de Allah tır Her şeyin O nun yanında muayyen bir eceli vardır Sabretsin ve Allah ın (sabredenlere vereceği) mükâfaatı düşünsün!
* Hz Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ebu Talha nın bir oğlu hastalandı Sonunda Ebu Talha evde yokken vefat etti Çocuğun öldüğünü bilmiyordu Hanımı, çocuğun öldüğünü görünce, (çocuğun defni için gerekli) hazırlığı yaptı, onu evin bir kenarına koydu Ebu Talha (akşam olup)eve gelince: "Çocuk nasıl oldu?" diye sordu Hanımı, "Sükûnete erdi, istirahate kavuşmuş olmasını umarım" (diye yuvarlak bir) cevapta bulundu Ebu Talha hanımının doğru söylediğini zannetti
Sonra hanımı, akşam yemeğini getirdi Yatağını hazırladı (Sonra kocası için süslendi Ebu Talha temasta bulundu) Sabah olunca Ebu Talha gusletti Evden çıkacağı zaman hanımı çocuğun ölümünü haber verdi Ebu Talha, Resulullah aleyhissalatu vesselam la sabah namazı kıldı Sonra kadının yaptığını bir bir anlattı Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Allah gecenizi hakkınızda mübarek kılmış olsun" buyurdular Sonra onlara (Allah Teâla Hazretleri) dokuz evlat verdi, hepsi de Kur an ı okudular"
* Kâsım İbnu Muhammed anlatıyor: "Hanımım vefat etmişti Bana, Muhammed İbnu Ka b el-Kurazi, ta ziye (baş sağlığı dilemek) maksadıyla uğradı Ve şunu anlattı: "Beni İsrail de fakih, alim, abid, gayretli bir adam vardı Onun çok sevdiği karısı vefat etmişti Onun ölümüne adam çok üzüldü, öyle ki, bir odaya çekilip kapıyı arkadan kapattı, yalnızlığa çekildi, kimse yanına giremedi Onun bu halini, Beni İsrail den bir kadın işitti Yanına gelip: "Benim onunla bir meselem var, kendisine bizat sormam lazım" dedi Halk oradan çekildi Kadın kapıda kalıp: "Mutlaka görüşmem lazım" dedi
Birisi adama seslendi: "Burada bir kadın var, senden birşeyler sormak istiyor, "mutlaka bizzat görüşmem lazım, bizzat sormam lazım" diyor Herkes gitti kapıda sadece o kadın var ve ayrılmıyor" İçerdeki adam: "O na müsaade edin gelsin" dedi Kadın yanına girdi Ve: "Sana bir şey sormak için geldim" dedi Adam: "Nedir o?" deyince, kadın anlattı: "Ben komşumdan iâreten bir gerdanlık almıştım Onu bir müddet takındım ve iâreten kullandım Sonra onu benden geri istediler Bunu onlara geri vereyim mi?" Adam: "Evet, vallahi vermelisin!" dedi Kadın: "Ama o epey bir zaman benim yanımda kaldı (Onu çok da sevdim)" dedi Adam: "Bu hal senin, kolyeyi onlara iâde etmeni daha çok haklı kılıyor, zira onu iare edeli çok zaman olmuş" demişti(ki, bu cevabı bekleyen kadın) atıldı: "Allah iyiliğini versin! Sen Allah ın sana önce iâre edip, sonra senden geri aldığı şeye mi üzülüyorsun? O, verdiği şeye senden daha çok hak sahibi değil mi?" dedi Adam bu nasihat üzerine içinde bulunduğu duruma baktı (ve kendine geldi) Böylece Allah, kadının sözlerinden adamın istifade etmesini sağladı"
* Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İşittiği şeyin verdiği ezaya aziz ve celil olan Allah tan daha sabırlı kimse yoktur Çünkü O na şirk koşulur, evladlar nisbet edilir O, yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder"
* İbnu Mes ud radıyallahu anh anlatıyor: "Ben, peygamberlerden (aleyhimüsselam) birinin acıklı bir hikayesini anlatmış olan Resulullah aleyhissalatu vesselam ı şu anda sanki tekrar seyrediyor gibiyim Demişti ki: "Kavmi ona şiddetle vurup yaralamıştı O hem akan kanlarını siliyor, hem de: "Allahım, kavmimi mağfiret et, çünkü onlar bilmiyorlar" demişti"
* Abdurrahman İbnu l-Kasım anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim (yokluğumdan hasıl olan) musibet, müslümanları musibetlerinde teselli etmelidir" Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Kim bir musibete uğrarsa, benim yokluğum sebebiyle maruz kaldığı musibetini hatırlasın Çünkü bu, en büyük musibettir"
* Yahya İbnu Vessab, Resulullah aleyhissalatu vesselam ın Ashabından bir yaşlıdan naklediyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlara karışıp onların ezalarına katlanan müslüman, onlara karışmayıp, ezalarına katlanmayandan hayırlıdır"

[PIRLANTA SERİSİ]

Buhârî ve Müslim müttefikan şu hadîsi naklederler: “Sabır ilk toslamada olandır” Sabrın Çeşitleri
Musibete karşı sabır, günahlara karşı direnmede sabır ve ibadet üzere ısrarda sabır
Hergün beş vakit namaz, senede en az bir ay oruç, muayyen miktarda zekat ve kulluğa müteallik diğer bütün emirler, ancak sabırla yerine getirilebilir Bunlar, insan ömrünü disipline eder ve ötelere göre bir boya çalar Böyle bir hayat, bütünüyle nuranilik çizgisinde geçer; ömür bereketlenir ve cenneti semere verir Onun için insan, dişini sıkacak, ibadetler üzerine sabredecek, ve böylece hayatını ışıl ışıl nurlandıracaktır
Sabır kelimesiyle “Sabir otu” aynı kökten gelen kelimelerdir Sabir otunun zehir gibi acı olduğu söylenir Tıbta ilaç sanayiinde de kullanılmaktır İşte sabır, bu sabir otunu yutmak kadar acıdır Ancak bu acılık, işin başlangıcı itibariyledir Neticesi her zaman tatlı olmuşturDurum Değiştirmek
Sabretme, dişini sıkma, dayanma, ****net gösterme, sarsılmama, irkilmeme, irade felcine uğramama, hergün zehir-zemberek hâdiseleri sineye çekme ve dayanma elbette kolay bir iş değildir Ancak, bütün bunlar ilk musibet şoku anında yapılmalıdır Çünkü, yer değiştirme, başka bir vaziyete intikal etme, psikolojik olarak her zaman insanın ruh haletinde değişiklik hasıl eder ve onu sarsan hâdiseleri unutturur
Diyelim ki, başımıza bir musibet geldi İlk bakışta, bu musibete dayanabilmemiz mümkün değil gibi Hemen bu şoku atlatmanın çaresine bakmalıyız Bu da ya bulunduğumuz durumu değiştirerek ki, ayakta isek oturarak, oturuyorsak yatarak veya yapmakta olduğumuz işin keyfiyetini değiştirerek; meselâ, abdest alarak, namaz kılarak veya en azından konuştuğumuz mevzudan uzaklaşarak veyahut da bulunduğumuz mekandan ayrılarak, başka bir atmosfere sığınmakla olur Bazan da bir nebze uyumak, şoku atlatmamıza yetebilir Hangi şekilde olursa olsun, hâl, durum veya mekanda yapılan bu değişiklikler, şokun tesirini kırar ve tahammül edilemez gibi görünen musibeti az dahi olsa hafifletir
Sabır, ibadetlere devam etme hususunda da çok lüzumludur İlk anda, yeni namaza başlayan bir insan için, bu ibadet çok ağır gelebilir; fakat biraz sabreder de ruhu namazla bütünleşirse, artık bir vakit namazı kılamama, o insan için dünyanın en büyük ızdırabı haline gelir Oruç, zekat, hac gibi ibadetler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür
Düşünün ki, hac gibi meşakkatli bir ibadeti, bir kere ifâ edenler, her sene gitmek için âdeta kendilerini yerler Hatta bazan konulan tahdid, onları çılgına çevirir Bu denli ibadet sevgisi bir bakıma onun ilk ağırlık şokunu atlatması demektir Bu hemen bütün ibadetlerde de böyledir
İnsan, harama karşı da aynı sabırla mukabele etmelidir Günah ilk tosladığında gösterilecek mukavemet, ondan gelecek kötü şerareleri kırar, insan da o şoku böylece atlatmış olur Onun içindir ki Efendimiz, Hz Ali ye “ilk bakış lehine gerisi aleyhine” 296 buyurmaktadır Yani, insanın gözü günaha kayabilir Ama o, hemen gözünü kapar, yüzünü çevirirse, bu onun için günah olarak yazılmaz Hatta harama bakmadığı için kendisine sevap bile yazılabilir Fakat ikinci ve daha sonraki bakışlar, zehirli birer ok gibi insanın kalbine ve ruhuna saplanır, insanın hayalinde bulantılar meydana getirir iradesi manevî gerilimini kaybeder Zira her harama bakış, bir yönüyle harama girme yollarını kolaylaştıran birer davetiye hükmündedir Dolayısıyla da her bakış, bir başka bakışı davet eder artık o insan, harama yelken açar ve dönüşü çok zor bir yolculuğa açılır İşte bu duruma gelmeden, haramın ilk tosladığı anda, sabredip haramdan yüz çevirme, harama karşı gözlerini yumma, Allah Rasûlü nün bize tavsiye ettiği altın öğütlerdendir
Epiktetos un bir sözü vardır: “Fena hülyalar, seni hayallerinde yakalayınca, ilk fırsatta hemen uzaklaşmaya çalış Sonra götürüldüğün yerden geriye dönemezsin” der Onun bu ifadesi de ilham yüklüdür Eğer, Allah Rasûlü nden sonra yaşamış olsaydı, mutlaka ilhamını Allah Rasûlü nden aldığını söyleyebilirdik
İnsan, harama karşı böyle davrana davrana, bu onda bir huy, bir karakter haline gelir Zira, yaptığı egzersizlerle kalbinde hasıl olan imanın nuru, cehennemden bir kıvılcım durumunda olan günahlara karşı âdeta bir sütre olur Öyle ki artık harama bakmama, onun asıl ve fıtrî davranışları arasına girer Aksi bir durum aklına gelse, hemen parmağını, gönül peteğindeki iman balına batırır ve bu sağlam mülâhaza sayesinde tattığı aşkın tadıyla kendini bu manevî atmosferden uzaklaştıran her şeyden kaçar Bu durumda olan bir insanın, iradî olarak günaha girmesi pek düşünülemez
Her musibetin kendine göre bir şoku vardır O atlatıldığı zaman, musibet rahmete, elemler lezzete, dertler de zevke inkılâb eder Böyle bir sînede artık ızdırap dinmiş, yerini de sonsuz bir neşeye terk etmiştir Ancak bütün bunlar, ilk şok anının başarıyla atlatılmasına bağlıdır Bu kadar tafsilatlı, derin bir mevzuyu Allah Rasulü, sadece dört kelime ile ifade buyurmaktadır “Sabır, ilk toslama anında olandır”Soru: Yapılan hizmetlerde her şeyin ilahî inayet endeksli olduğunu her fırsatta anlatıyor; İlahî inayeti celbin vesilesi olarak da Kur ân ın, “sabır” ve “salâtı” (namaz) tavsiye ettiğini beyan ediyorsunuz “Sabır” ve “salât” nasıl ve ne şekilde hayatımıza hakim olmalı ki, Kur ân ın emrini yerine getirmiş olalım?
…Bizim bu türlü küçük meselelerde dahi meydana gelen hadiselere, iradelerimize dayanarak sahip çıkmak ne kadar garip ve yanlış ise; “hizmet” gibi çok önemli bir meselede, davranışlarımıza terettüb eden neticelere sahip çıkmamız da, o ölçüde, hatta daha da fazla garip ve yanlıştır Çünkü, yeme-içme meselesinde sistem bellidir Fakat, insanların kalbine imanı koyma, hatta onların imanlarını şahlandırma ve coşturma gibi meseleler, fizik dünyanın ötesinde cereyan eden öyle enteresan, öyle gizli ve öyle büyülü hadiselerdir ki, insanın bunlarda dahlinin olduğunu iddia etmesi mümkün değildir
Bizim hizmetimiz, inayet eksenli fakat iman hedefli bir hizmettir Bundan dolayı da Cenâb-ı Hakk, sebeplerin çok fevkinde başarılar ihsan etmektedir Bütün bu lütuf ve ihsanlara baktığımızda, görünen o dur ki, her mesele tam bir inayet üzerinde cereyan etmektedir
Bizler yapılan hizmetlerde inayetin yanında “riayetin” yani görme ve gözetmenin de bulunduğunu, bizim dışımızda onları idare ve kontrol eden birinin var olduğunu anlıyoruz Mesela, bu yol, “kandan irinden deryaların, menzilinin çok, geçidinin yok” olduğu bir yoldur Peygamberler başta olmak üzere, bu yolun yolcuları, yollarında ilerlerken bir çeşit olumsuzluklarla karşılaşmışlardır Ancak bugün ortaya konulan hizmetlere gelince, karşımıza çıkan bunca husumete rağmen gösterilen cehd ve gayretin neticesiz kalmadığı da bir gerçektir Bu ise, apaçık bunların bir İlahî inayet ve riayet altında bulunduğunu ve “Hasbünallâhu ve ni mel vekîl, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi l aliyyi l azîm” sırrının tecellisine mazhar olduğunu göstermektedir
Ancak, böyle bir inayet ve riayete mazhariyetin de, şart-ı âdi planında bir kısım sebeplerinin olması lazımdır Çünkü Zülkarneyn bile, harikulâdeler kuşağında fütuhât dantelasını örerken, sebepleri elden bırakmamıştır “Feetbea sebeben, sümme etbea sebeben” (Kehf, 18/84,85,89,92) yani “Zülkarneyn, bir sebepten diğer bir sebebe sıçrayarak sebepler devr-i daimi veya sebeplerin doğurganlığını değerlendirmiştir” ferman-ı Sübhani si, Zülkarneyn in bu anlayışını anlatmaktadır Şimdi eğer bir Nebi için sebepler söz konusu ise, bizlerin sebeplerden bağımsız hareket etmemiz herhalde düşünülmemelidir
Sebepler, maddî veya manevî olabilir Maddî sebepleri eksiksiz yerine getirdikten sonra, İlahî inayet eksenli hizmetimizin devam ve temadisi için manevî sebepler adına bu inayetleri bizlere lutfeden Allah la münasebetimizi devam ettirmemiz ve O na yönelmemiz gerekmektedir
Evet, her şeyden evvel O na yönelmek çok önemlidir Zira büyük problemler ve yapılmaz gibi görülen büyük işler, ancak O na teveccüh ile gerçekleştirilebilir Dolayısıyla büyük olarak addettiğimiz bütün ideallerimizi gerçekleştirebilmek için, Kudreti Sonsuz a teveccüh etmemiz gerekmektedir İşte bu teveccüh de, bir yönüyle sabır ve namazla olmaktadır Esasen bu ikisi arasında bir telâzum vardır Yani bunlar birbirinden ayrılmaz iki parça gibidir Çünkü namaz, Allah a imandan sonra kulluk adına yapılabilecek en büyük bir iştir Evet namaz; malî, bedenî bütün ibadetleri câmî bir ibadettir Hac, oruç ve zekat gibi ibadetlerin nüvelerini de onda görmek mümkündür Yalnız bu, kâmil mânâda eda edilen namaz için geçerlidir Dolayısıyla her insan namazını kılarken kâmil mânâda eda etmeye çalışmalıdır Namaz, her şeyiyle halis bir ibadet ve mi rac için yegane vesile, sonra da Allah Rasulü (sas) ne, gökler ötesi seyahatinin en son noktasında tevdi edilen İlâhî bir armağandır
Nebiler Serveri (sas), Mi raca “kâb-ı kavseyn” ruhuyla yönelmişti O, sebepler üstü yaşadığı o noktada, namazla müşerref oldu ve onu hayatı boyunca da en kâmil mânâda eda etti O noktada başka bir şey değil de beş vakit namazın hediye olarak verilmesi dikkate şayandır Zira namaz tamamen Allah Rasulü nün misyonu ile alâkalıdır Evet, O nun (sas) misyonu; beşerin ulaşamadığı noktalara ulaşmak, kurbetin hazzını tadıp geriye gelmek; sonra da duyup tattığı hakikatleri başkalarına anlatmak ve o zümrüt tepelere onları da götürmektir Öyleyse, mi racın esas armağanı namazdır ve bu aynı zamanda her mü minin mi racı olarak, onları da mi raca götürecek nurdan bir helezondur Bundan dolayı Allah Rasulü (sas) ne bir milyon cennet bahşedilmiş olsaydı belki de başkalarının ayağının altına uzatılacak böyle nurdan bir helezonun verilmesi kadar onu sevindirmeyecekti
Evet, namaz öylesine büyük bir armağandır ki, bu armağan içinde, herkese kılacağı namazı ölçüsünde bir mi rac mukadderdir Öyleyse, o inayet ve riayete mazhar olmak için böylesine büyük bir ibadete talip olunmalıdır Şayet hedefimizde mükemmel mânâda bir namaz olursa; gerçek mânâsıyla edasına niyetlendiğimiz namazı yakalayacağımız âna kadar kıldığımız namazlar da -inşaallah- hüsn-ü kabul görür Zira mü minin niyeti, amelinden hayırlıdır
Allah ın inayetine talib olmada ikincisi esas “sabır”dır Esasen, böyle bir inayet yolunda, birinci esas olarak arzettiğimiz namaz için de, maddî sebepler dünyasında koşmak için de hep sabra ihtiyaç vardır Şiddet-i vuzuhundan gizli olan bu sabır meselesini, şimdiye kadar defaatle ele aldığımız için sözü fazla uzatmak istemiyorum
Evet, bu yol sabır ister İbadet ü taata karşı sabır şartların bütün bütün ağırlığına rağmen kulluğun devam ettirilmesine sabır Allah ın seni mükâfatlandıracağı günü beklerken zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır
İşte namaz ve sabır, bir yerde böylesine özdeşleşmektedir Allah ın inayetine talib olmanın yolu ve yöntemi, sabırla hizmetlerinin arkasını takip etmek; namazla sürekli konsantrasyon aramak; Mahbûb-u Hakîkî olarak her lahza Allah ı (cc) düşünmek ve O nu her şeye tercih etmektir Sabır ve Sadakat Mihengi
Sabır ve sadakat ancak imtihanlarla belli olur Her türlü imtihan karşısında, Hakk (cc) kapısından ayrılmayanlar ve orada kalmaya kararlı olanlar ve kapının her açılıp kapanışında, başı kapının eşiğinde bekleyenler bu imtihanı kazanmış olacaklardır Az bir sıkıntı ile yol-yön değiştirip, kapının önünden ayrılanlar da kaybetmiş olacaklardırSabır-İbadet İlişkisi
Her gün beş vakit namaz, senede en az bir ay oruç, muayyen miktarda zekat ve kulluğa müteallik diğer bütün emirler, ancak sabırla yerine getirilebilir Bu ibadetler, insan ömrünü disipline eder ve hayata, ötelere göre bir boya çalarlar Böyle bir hayat ise, artık bütünüyle nuranîlik çizgisinde geçer ömür bereketlenir ve cenneti semere verir Onun için insan, sürekli dişini sıkıp ibadetler üzerine sabretmeli ve sabırla hayatını ışıl ışıl nurlandırmalıdır

[RİSALE]

…Musibet ve hastalıklarda insanların şekvâya üç vecihle hakları yoktur
Birinci Vecih: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san atına mazhar ediyor İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ ( mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder)Name=9; HotwordStyle=BookDefault;
İkinci Vecih: Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider
Üçüncü Vecih: Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, şekvâ değil, şükretmek gerektir
Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi Müsbet kısmı malûmdur Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar
Bu ubudiyete riyâ giremez, hâlistir Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer Kısacık ömrü uzun bir ömür olur Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hafız Ahmed isminde bir zâtın müthiş bir hastalığına ziyade merak ettim Kalbime ihtar edildi: "Onu tebrik et Herbir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor" Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu

[MUSİBET ZAMANI UZUNDUR]

…Bir iki Sözde beyan ettiğimiz gibi, her insan geçmiş hayatını düşünse, kalbine ve lisanına ya "ah" veya "oh" gelir Yani, ya teessüf eder, ya "Elhamdülillâh" der
Teessüfü dedirten, eski zamanın lezâizinin zeval ve firakından neş et eden mânevî elemlerdir Çünkü zevâl-i lezzet elemdir Bazan muvakkat bir lezzet daimî elem verir Düşünmek ise o elemi deşiyor, teessüf akıtıyor
Eski hayatında geçirdiği muvakkat âlâmın zevâlinden neş et eden mânevî ve daimî lezzet, "Elhamdü lillâh" dedirtir Bu fıtrî hâletle beraber, musibetlerin neticesi olan sevap ve mükâfât-ı uhreviye ve kısa ömrü musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse, sabırdan ziyade, şükreder, Name=10; HotwordStyle=BookDefault; (küfür ve dalaletin dışında her türlü hal için Allah a hamd olsun) demesi iktiza eder Meşhur bir söz var ki, "Musibet zamanı uzundur" Evet, musibet zamanı uzundur Fakatörf-ü nâsta zannedildiği gibi sıkıntılı olduğundan uzun değil, belki uzun bir ömür gibi hayatî neticeler verdiği için uzundur

[SABIR KUVVETİNİ DAĞITMAMAK]

…Yirmi Birinci Sözün Birinci Makamında beyan edildiği gibi, Cenâb-ı Hakkın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp, halihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar Adeta-hâşâ-Cenâb-ı Hakkı insanlara şekvâ eder Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekvâ edip sabırsızlık gösterir
Çünkü, geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevâlindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış Bundan şekvâ değil, belki mütelezzizâne şükretmek lâzım gelir Onlara küsmek değil, bilâkis muhabbet etmek gerektir Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mesut bir nevi ömür hükmüne geçer Onlardaki âlâmı vehimle düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir
Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır "Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım" diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir Öyle de, gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selb ediyor Elhasıl, nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de, şekvâ musibeti ziyadeleştirir Hem merhamete liyakati selb eder

[MUSİBETİN KÜÇÜLMESİ]

…Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehâcüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün O güldükçe küçülür, eder tebeddül
Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adâvet musalâhaya, husumet şakaya döner, adâvet küçülür, mahvolur, tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir

[TEFSİR]

Lokman/17 Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir
Burada Kur an-ı Kerim in peşi peşine zikrettiği önemli dört husus var Namaz kılma, iyiliği emretme, kötülüğü nehyetme ve başa geleceklere sabır…
Müslümanlığı hakiki manada yaşama ve başkalarına telkin bahis mevzuu olduğu her yerde sabır da söz konusu Bir başka ayet bu hususu daha net bir biçimde vurgular “Sabır ve namaz ile Allah tan yardım isteyin” (Bakara 45) Yani her çeşidiyle sabır ve her şekliyle namaza sığınarak yolunuza devam ediniz Aslında günde beş defa, kırk rekat namaza devam ve sebat dahi iyi bir sabır örneği Bu büyük ibadet, Allah karşısında saygıyla kalbi ürperenlerin dışındakilere çok zor ve ağır olsa gerek…
Kehf/28 Sabah akşam Rablerine, O nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme
Kureyş den bazı ileri gelenler, Efendimiz (sas) e, Ashab-ı Kiramdan fakir olanları yanından kovmasını ve yanına gelip gitme mevzuunda kendilerine bir hususiyet tanınmasını teklif etmişlerdi İçtimai yapının gereği, onların Müslüman olmasıyla çokların Müslüman olması düşünülebilirdi Ama Efendimiz (sas) daha bu konuda karara varmadan, semavi teyid imdada yetişti Ayet, Nebiye tercihte yardımcı oluyor ve Allah ın rızasının esas olduğu bir kere daha vurguluyor, kemiyetin o kadar önemli olmadığını hatırlatarak peygamberin yanına belli şartlar koşarak gelmek isteyen insanların dünya peşinde ve gaflet içinde kimseler olduğuna dikkat çekiyordu…

[NÜKTELER]

Vehb bin Münebbih der ki:
- Havarilerden birinin elindeki kitaptan şu parçayı yazıp aldım:
“Eğer önünde bir bela yolu açıldı ise buna sevin Çünkü peygamberlerin ve Salihlerin yoluna koyuldun demektir Buna karşılık eğer önünde bir rahatlık yolu açılmışsa buna ağla Çünkü peygamberler ile Salihlerin yolundan ayrıldın demektir

[BESMELENİN FAZİLETİ]

Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı Bu kadın " Bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı Kocası,onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah a dua ederdi
Bir gün,kadının kocası iyice öfkelenmiştiKarısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine :
" Suna bir oyun çevirenimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı
Hanımını çağırdı, ona bir kese altın vererek:
- Bunu iyi sakla !!! diye tembih etti Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti,besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı Bu arada kocası da onu gizlice takip ediyordu Sonra karisinin haberi olmadan keseyi, karisinin sakladığı yerden aldı İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı Aradan çok gedmeden karisini çağırdı ve:
- Sana verdiğim bir kese altını hemen getir dedi
Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere,
" Bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı
Tam o anda, Allahu Tealinin emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu Islanan keseden suları damlıyordu Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok sasırdı ve karisinin söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı
Sonra karısına ;
- Sana çok zulmettim,çok canini yaktım,beni affet diye yalvarmaya başladı Allah a tevbe ve istiğfar etti İbadetlerine bağlı bir insan oldu O günden sonra dua ve yakarışlarında hep söyle derdi ;
- Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahirenim için hayırlı, Saliha bir kadını es olarak verdiğin için,sana hakkiyle şükretmekten acizdim,beni affet Allah ım
O saliha kadın ise ;
- Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı Salihlerden eyledin,diye dua ediyordu
Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çokturBüyükler demişler ki;
" Sabrın kendisi acıdır,lakin meyvesi tatlıdır"

[GÜNAHLARA SABIR]

Musa (as), Hızır a:
-“Ne gibi bir çalışman karşılığında Allahu Teala sana ledun ilmini bildirdi?” diye sormuş, Hızır da:
-“Allah için, masiyete karşı sabretmem sayesinde,” diye cevap vermiştir

[EYYUB SABRI]

Eyyub peygamber, cömert ve merhametli bir kimse ,idi Zenginken fakire, misafirlere, yetimlere çok yardım ederdi Onların dertleriyle dertlenir, sıkıntılarına çare bulmaya çalışırsı
Sabır ve ****neti ise, dillere destan olmuştu
Bir rivayete göre, on sekiz sene malum hastalığı çekmiştir Hiçbir zaman, en ufak bir şikayette bulunmamıştı Bir gün hanımı kendisine:
-Cenab-ı Hakk a dua etsen de bu dertler bitse, çektiğin hastalığın gitse olmaz mı? Demişti Hz Eyyub ona şu cevabı vermişti:
-Benim bolluk ve refah içinde yaşadığım müddet 80 senedir Bu darlık ve sıkıntı zamanı ise, o müddete henüz gelmemiştir Bu durumda ben Allah tan utanırım O na nasıl dua ederek, bu halin üzerimden gitmesini isterim…
Yine bir rivayete göre, kendisine bir bela geldiğinde şöyle derdi: “Ey Allah ım, sen aldın, sen verdin…”

[YAVAŞ YAVAŞ]

Şüphe yok ki yavaş iş Rahman dandır Acele edişinse, mel un Şeytan dan…
Önüne bir lokma atsan, köpek bile köpekliğiyle önce koklar da sonra yer, a ihtiyatlı adam!
O burnuyla koklar, biz ise aklımızla Hele bir bak, demek ki biz de her şeyi inceleyen aklımızla kokluyoruz
Allah bile yerlerle gökleri altı günde yarattı
Yoksa “kün” der demez yerler de olurdu, gökler de…
Allah bütün kudretiyle insanı, yavaş yavaş ve kırk yılda kemal sahibi eder Halbuki insanları bir anda yokluktan uçurup, bu aleme getirmeye kâdir değil midir?
Dilediğin şeyi yavaş yavaş, fakat sağlam bir halde yapman lazım… işte bu yavaşlık, sana bunu öğretmek içindir (Mevlana dan)

[ADAM YETİŞTİRMEDE SABIR ÖRNEĞİ]

…İslam a yeni iltihak edenlerin içinde bazıları kaba- saba hareket ediyor, önceleri sahip oldukları bir takım hoşa gitmeyen halleriyle birlikte İslam a giriyorlardı
…bir zat bir gün Hz Resulullah a:
-“Ya Resulullah, Allah cennetine sadece ikimizi koysun, başkalarını almasın!” diyerek ne kadar dar bir anlayışa sahip olduğunu ispat da etmiş, Resul-i Ekrem Hazretleri buna üzülmüşse de azarlamadan:
-Yazık ki uçsuz bucaksız bir sahayı çok dar bir çember içine aldın, diyerek tebessüm etmişti
Ashab içinde rahatsız edici tutumu devam eden bu yeni zat, bir gün ne yaptı biliyor musunuz?
Medine mescidinin tabanı o gün çakıl taşlarıyla kaplıydı Güneş bu çakılların üzerine tavandaki hurma yapraklarının arasından süzülerek iner, taşlardaki yaşlılığı hemen anında kuruturdu Bir gün mescide bir gürültü çıktı Ashabın bir kısmı bağırıp çağırıyor, her biri bir şeyler söylüyordu
Resulullah bu gürültüyü duyunca hane-i saadetinden dışarı çıkıp mescide girdiğinde, bütün ashabı ayakta buldu Hadise şuydu: “Allah cennetine sadece ikimizi koysun, başkalarını almasın” diyecek kadar dar anlayışlı olan zat mescidin bir köşesini ıslatmış, yani bevletmiş, güneşin bunu hemen kurutacağını ileri sürerek, bunda ayıplanacak bir şey olmadığını da söylemek istemişti Ashabın ayaklanmasının sebebi buydu
-Ya Resulullah, mescidimizi kirletti, secde yerlerimizi ıslattı… diye şikayette bulunuyorlardı
Davasına adam kazanma örneği veren Resulullah, bunlara karşı :
-Kolaylık gösterin, kolaylık! Bilmiyor, öğrenmeye ihtiyacı olduğunu ifade etmiş oluyor Öğretin, anlatın, çağırıp bağırmayın!
…Bir fikre inanan, bir davaya gönül veren, Resulullah ın bu sabırlı ve hazımlı tutumundan ibret almalı, kazanmak istediği kardeşlerinin kusur ve hatalarını yumuşak bir eda, kaçırmayan bir seda ile düzeltmeli, müşfik bir tavırla öğretmelidir…

[ASR SURESİ]

Kur an-ı Kerim in en kısa suresi olan Asr Suresi ni anlayarak, içine sindirerek, yüreğine yedirerek tekrar tekrar oku ve ondaki kurtuluş ilkelerinden olan dört esası hayatına tatbik ederek kendini hüsrandan, yani bulanımlardan uzak tutarak her dem taze olmaya çalış:
Ø İnsanı iç yalnızlığından kurtaran ve irade gücü kazandıran iman;
Ø İnsana işe yaradığı inancını veren güven duygusu ve mutluluk kazandıran hayırlı iş;
Ø Hakka, gerçeğe saygılı ve riayetli yaşamak, doğruluk ve haklılığın verdiği yüksek moralle başkalarına da örnek olmak anlamına gelen hakkı tavsiye;
Ø Ve nihayet kurtulmak için, ilerlemek ve başarmak için gerekli olan sabır ve sebat; hayır gördüğü işe azimle sarılmak, hak bildiği yolda yılmadan yürümek demek olan sabrı tavsiye;
İmam Şafi hazretlerinin : “Kur an dan başka bir şey inmeseydi bu sure insanlara yeterdi” dediği bu sure Asr suresini, Peygamberimiz in (sas) ashabının birbirlerine okuyarak moral verdiklerini de hatırında tut ve hayatına uygula

[SABIR TANIMLARI]

Efendimiz (sas) : “Sabır, belanın ilk şiddetli zamanındadır
Hz Ali(ra) : “Sabır imanda, bedendeki baş gibidir
Cüneyd-i Bağdadi : “Sabır, senin acı şeyi yüzünü ekşitmeden içmendir Yani şikayet ve feryada bulunmadan, hoşnutsuzluk göstermeden, gelen belaya katlanmandır”
Zinnun-i Mısri : “Sabır, muhalefetten sakınmak, belaların acılığını yudum yudum tadarken sakin olmak, geçimde fakirlik baş gösterince zengin görünmektir”
Havas : “Sabr-ı meallah, kitab ve sünnet hükümleri üzerine sebattır

[KABİR AZABI-SABIR]

Yezidi Rekkasi der ki:
- Kul kabre girince kıldığı namazlar sağına ve vermiş olduğu zekatlar soluna dikilir Yapmış olduğu öbür iyilikler onu gölgesi altına alırken sabır ona göğüs gererek diğer koruyucularına “eğer onu koruyabilecekseniz mesele yok; fakat eğer koruyamayacaksanız çekilip yerlerinizi bana bırakınız da onu azaptan koruyayım” der

[BELAYA SABIR, NİMETE ŞÜKÜR]

Halin iki durumdan başka yorumlanamaz Onlar, belâ ve nimet halidir
Belâ içinde isen sabretmeye çalış Sabretmeye çalışmak, her insan için en az yapılması gereken bir vazifedir Bundan sonra sabırlı olmak var Zorla sabretmek, pek iyi sayılmaz Bizzat haliyle sabırlı olmak daha iyidir Ama güzeli rızadır Bundan sonra uysallık gelir Uysal olmak, bir insan sahibi için en iyi şeydir Kendini yok görüp kadere teslim olmak da iyidir, ama herkes bunu yapamaz Bu, varlığını ilahî varlığa veren zümrenin işidir
Sana gelen nimet olduğu takdirde şükür yolunu tutman gerekir Bu şükür ise üç şekilde olur: Dille, kalple ve bütün duygularla
Dil İle Şükür: Bütün nimetlerin Allah ın olduğunu itiraf etmek Nefse, kuvvete, halka, güç ve kuvvetine bir pay çıkarman şükrü bozar Birçok vasıta ile sana iyilik yapılabilir Bunları da Allah tarafından yaratılmış birer sebep bilmen gerek Çünkü dış görünüşte her ne kadar bazı sebepler ve deliller varsa da bunların Ötesinde ilahî kudreti sezmen gerek
Her şeyi yapan Allah tır; yaradan, veren, getiren O dur O, şükredilmeye herkesten daha lâyıktır Neden sebeplere bağlanmak doğru görülsün? Asıl sebebi de yaratan Allah olduğuna göre şükre hak kazanacak olan da Allah *(cc) olmalı, değil mi?
Sana bir hediye gelse, o hediyeyi getiren güzele mi bakman lâzım? Ona mı nimet sahibi diye itibar göstermen gerek? Hayır, asıl o hediyeyi sana gönderene şükür ve saygılarım takdim etmen gerekir Nimeti getireni görüp onun esas sahibini unutuyorsan şu ayetin bildirdiği zümreye dahil olursun:
- "Onlar, dünya hayatının dışını bilirler, bunun ötesinden gafildirler"
Akıllı kimse, işin sonunu bilendir Sebeplere bağlanan kısa akıllıdır Dışa bağlanıp işin iç alemini unutmak bir cahillik sayılır
Kalp île Olan Şükür: Bu bir itikat işidir Buna inanmak lâzımdır Kopmaz bir manevî bağa sarılmak gerektir O bağ şöyle gelişmelidir; bilmelisin: içinde ve dışında durmanda veya yürümende ne gibi tad ve iyilik varsa hepsi Allah ındır Hatta yaptığın şükür bile Kalben bunları bildikten sonra dilin ona bir tercüman olmalıdır
Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin şu ayetlerine iyice inanmalısın Çünkü kalpten bunlara inanmış olman bir şükürdür:
- "Sizde olan bütün nimetler Allah tandır Allah, dışınıza ve içinize nimetlerini bol bol sermiştir/
- "Allah ın nimetlerim saymakla tüketemezsin"
Bunlara inanmış olan bir iman sahibi için Allah tan başka yardımcı ve şükre layık kimse düşünülebilir mi? Duygulara Olan Şükür: Bu da bütün duyguları ibadetle kullanmakla olur Şunu da ilave edelim ki Allah ın emirleri dışında hiçbir sese kulak vermemek lazımdır Bu durumda nefis, şeytan ve şahsî arzu uyulmaması gereken şeylerdir Allah tan gayri hiçbir şeye uymamak lâzımdır Hele Allah a ibadet eder gibi bir şeye tapmak hiç olmaz Bu yapıldığı takdirde zalimler içine girilmiş olur Bu zümreye zalim denildiği gibi haksızlıklar için cebir kullanan demek de olur Allah ın emri dışında başkasına emir vermek, bir zor kullanma olmasa dahi zulümdür Bu hali insan şahsi için yapsa da zulüm olur Bu yol, salih ve yararlı insanların yolu sayılmaz Bunlar hakkında ilahî hüküm şudur:
- "Allah ın emri haricinde hüküm veren fasıktır” Denir, Diğer bir âyetle ise kâfir olduğu beyan edilir
Bu işin sonu da iyi olmaz Netice ilahî bir azap olan cehenneme kadar götürür O cehennem, akla gelen basit ateş gibi değildir Onu tutuşturacak şey, kükürt taşı ve insandır Dünyanın hafif ateşine bir an dayanmak imkansızdır Ahire tin büyük azabına nasıl dayanılır? Nefse uyar, halka tapar, Hakkı bırakırsan gideceğin yerin cehennem olacağını unutma O gün orada:
- "Kurtuluş, kurtuluş"
Diye bağırmak fayda getirmez Her ne kadar:
- "Allah Allah Allah"
Söylesen yine seni çıkaran olmaz Ancak imanın elden gitmemişse bir zaman yanar, sonra çıkarsın Ancak günah kadar yanmak lâzımdır
Nimet ve belâ halinde ol ve onların icaplarını yerine getirmeye bak Bütün ömrün bunların dışında değildir Yukarıdan beri anlattığım gibi her şeyin has hakkını öde Belâya sabret Nimete de şükür
Belâ halinde insanlara şikâyette bulunma Bu halinde en ufak bir sıkıntı hali dahi belli etmemeye çalış Halini kimse bilmesin Hakkı itham etme Hikmetine karışma Nimetini boşa götürme Dünya ve âhiretle işlerine yarayacak şeyleri seç Eğer bir derdin varsa Allah istemedikten sonra kimse şifa veremez
- Derdi Allah verdi; şifayı kul verdi Deme Derdi veren Allah, şifa sebebini de veren yine O Aksi halde Hakk a eş koşmak olur Halbuki O na mülkünde ortak yoktur
O nun izni olmadan iyilik ve kötülük olmaz Ne gelir olur ne de gider Gerek afiyet gerek gayrı hepsi O nun emriyle olur Gerek dış âleminde gerekse iç âleminde insanlara fazla kıymet verme Herkesi olduğu kadar değerlendir Netice de onlar da senin gibi bir kuldur Allah ın isteği olmasa senin hiçbir şeyin zayi olmaz Bu hallerde sana düşen en büyük iş, sabretmek ve razı olmaktır Çünkü Hakkı bırakıp halka koşmak haramdır, yasaktır
Hakkı her Kötülükten tenzih et Nefsin şerrinden ona sığın Tevhid yoluna gir Onun birliğini itiraf et Nefsin elinden kurtulman en büyük iştir; buna çalışman lâzımdır Taa ömür sona erip nefsin bitinceye dek sabırlı ol; Hakkın emirlerine uy
Elbet darlık gider Bir gün olur darlık kalkar Nimet gelir; saadet selamet yolları açılır Peygamberimizin (sav) halini düşün Diğer peygamberlerin başına gelenleri dinle Bilhassa Eyyûb Peygamberin hali senin için en büyük derstir Hepsinin sıkıntısı gitti; hem de gecenin gündüze karşı yok olan karanlığı gibi Yaz olunca kaybolan kışın soğuğu gibi Her şeyin bir zıddı vardın Her şeyin bir sonu ve her şeyin bir bitim tarihi olur Sabır, her iyiliğin anahtarı hükmündedir Bir Hadis-i Şerifte:
- "Bir vücut için kalp ne ise iman sahibi için de sabır odur"
Buyuruldu Diğer yerde ise:
- "Sabır, imanın hepsidir” Buyurulmuştur
Şükür, nimetin saklanma kabıdır Gelen her nimet bir muhafazaya muhtaçtır Muhafaza edilmezse yok olup gider Nimetlere şükür etmediğin zaman elinden hepsi gider Bu anlatılanlar, büyük öğütlerdir; bunları oku İbret al İnşaallah bir gün kurtulursun

[TAŞ MI SERT, KAFA MI?]

Vaktiyle bir çocuk vardı Medresede okurdu Kavuklu hocalardan ders alır, öğretilenleri anlamaya çalışırdı
Fakat kafası kalınca idi Bütün gayretine rağmen pek bir şey öğrenemezdi Okumaya karşı da fazla istek duymazdı Arkadaşları onu geçmiş, okumayı ilerletmişlerdi O ise hâlâ bir yıl öncesinin kitaplarını okuyordu
Günlerden bir gün kararını verdi:
- Kafam çok kalın, diye düşündü Zekâm az Bu durumda okuyamam İyisi mi köyüme dönüp tarla işlerine
Bu maksatla bir sabah yola koyuldu Az gitti, uz gitti bir ovaya düştü Sıcak bastırmıştı Çok da yorulmuştu Yolun kenarında bir mağara vardı, ama girmeye korkuyordu
İçerisinin serin olduğundan emindi Çünkü güneş almıyordu, ama ya ayıya filan rastlarsa ne olacaktı?
Bunları düşündüğü için yüreği ürperiyor, içeri girmeye bir türlü cesaret edemiyordu
Sonunda sıcak ve yorgunluk baskın çıktı Ne olursa olsun mağaraya girecekti Kararını verdi Adımlarım ağır ağır attı
Korktuğu şeylerle karşılaşmayınca sevindi Korkusu biraz olsun dağıldı Bir köşeye büzüldü Sonra uzanıverdi
Birden gözü mağaranın tavanından yere damlayan suya takıldı Yukarda birikiyor, büyüyor ve damla kendini taşıyamayacak kadar büyüyünce kopup yerdeki taşın üstüne düşüyordu
Kim bilir kaç yıldır böyle devam edip gidiyordu bu Taş oyulmuştu Oysa taş sertti Su damlası ise yumuşacıktı Yumuşacık su damlası nasıl oluyor da taşı deliyordu?
Birden şimşekler çaktı beyninde Yumuşacık su damlaları senelerce aka aka sert taşlan deliyordu Kendisi de ısrarla derslerine çalışır, okuma isteğiyle hocalarını dinlerse zamanla kafasına bir şeyler girerdi
- Benim kafam şu taştan daha sert değil ya, diye söylendi
Önemli olan sebat etmekti Şu su kadar sebat etmek
Şu taş kadar sebat etmek, o zaman kitaplarda yazılı olanlarla hocaların anlattıkları, kalın da olsa, kafada izbırakırlardı
Hızla kalkıp gerisin geri medreseye döndü Çalıştı, çabaladı, arkadaşlarına yetişti Hattâ zaman içinde hepsini geçti Öyle bir bilgin oldu ki kitapları hâlâ ellerde dolaşır, Bu yüzden "Taş oğlu" mânasına gelen "İbn-i Hacer" dendi adına
Bunu anlattım ki, hiç biriniz herhangi bir konuyu anlamadığım söylemesin Dinledikten, direndikten ve çalıştıktan sonra anlaşılmayacak konu yoktur

[DOSTUN EZİYETİ]

Zünnun-i Mısrî nin iç dünyasındaki mevcelenmelerden anlamayan insanlar onun bir kısım hallerinden rahatsız oldular ve onu tımarhaneye attırdılar Bunu duyan dostları ziyaretine gitti Zünnun onlara bağırarak:
- Siz kimsiniz? dedi
- Bizler senin dostlarınız, dediler Halini, hatırını sormaya geldik
Zünnun, gelenlere saldırmaya, üzerlerine taş toprak atmaya başladı Hepsi kaçarak bir yana dağıldı Zünnun bir kenara çekilmiş gülüyor ve şöyle diyordu:
- Neden böyle köşe bucak kaçıyorsunuz? Hani dostumdunuz? Dostun eziyeti dosta ağır gelmez Dostluğun alâmeti, dosttan gelen zorluğa katlanmakla belli olur
İnsanların, başlarına gelen bir musibet karşısında en ufak bir yanlış tavra girmemek için yürekleri titremeli, Ondan gelene "safa geldi, hoş geldi" demeye çalışmalıdırlar, insanın vazifesi naz değil, niyazdır En ufak bir sıkıntıda dostuna mırın kırın etmek vefasızlık ve nankörlüktür O, bazen dostunun dostluğunu deneyebilir Arkasında büyük lütuf muradı olabilir Sabır, sıkıntıya ilk uğranılan anda gösterilen tavırdır
Kim bilir bilmeden ne vefasızlıklara düşüyoruz

[SAKIN HA]

Bak Duyduğun acıyı mecbur kalmadıkça kimseye söyleme; sezmesinler,
Zinhar Çektiğin meşakkati tahammülün nispetinde kimseye söyleme; bilmesinler
Sakın Başında dönen ve imtihandan ibaret olan değirmen taşlarından mümkünse kimseye bahis açma; duymasınlar
Kader tarafından intibahın için atılan taşlara işaret parmağını bile uzatma; görmesinler

[BELA NIN ÖNÜNDEN SAPMASINI BİLİN!]

Okyanus adlı dev bir lügati Arapçadan Türkçeye çevrine Asım Efendi, bir öğrencilik hatırasını şöyle anlatmaktadır:
- Tahsilim zamanında bizim medreseye en yakın fırından ekmek alırdım
Senelerce bu fırının müşterisi olmaya devam ettim Bir sabah yine âdetim üzere ekmek almak maksadıyla bu fırına geldiğimde, fırında çalışan bir işçinin, bir haksızlığına maruz kaldım Herkese ekmek veriyor, sıram gelip geçtiği halde bir türlü beni görmüyordu Adamı şöyle ikaz ettim, böyle hatırlatmada bulundum ise de, hep bana ters cevap veriyordu Ön sırada beni görmezlikten gelip, hep arka sıralardakileri tercih ediyordu Artık canım burnuma gelmişti, bu haksızlık karşısında Fırının yanında, ayak altında duran bir taşı kaptığım gibi, adamın üzerine yürümeye karar verdim Ama tam o sırada birden aklıma geldi:
- Bu adam bir belâya müstahak hale gelmişse, neden bunu benim elimden bulsun? Ben de onu belâya atan adam suçunu yükleneyim? Sabredeyim, mutlaka bunun içinde bir hayır vardır, dedim
En nihayet herkes ekmeğini alıp gittikten sonra, bana da istediğimi verdi, dershaneme geri döndüm
Bir gün sonra fırına gittiğimde ise, adamın yerinde olmadığını gördüm Sordum Dediler ki:
- O işçi, dün aniden hastalandı, şu anda ölümle burun burunadır Fakat bir türlü ölemiyor, can çekişip duruyor
Hemen aklıma geldi, ona vurmayı niyet ettiğim taşı alıp, ziyaretine gittim Taşı alnına değdirip yorganın üstüne koydum Az sonra adam kolayca son nefesini veriverdi Çünkü bu taşla onun eceli gelecekti Bununla ömrü bitecekti
Fakat sabrım sebebiyle, o taşı ona vuran ben olmaktan kurtulmuştum
Bu olaydan alınacak ders şudur:
Siz de suçsuz yere bir sataşmaya uğrarsanız, işi kavga ve münakaşaya götûrmeyinizî Belânın önünden sapmasını bilin ve:
"Bu adam bir musibete müstahaktır, fakat benden bulmasın, * diyerek çekilin
O kişi neye lâyıksa onu bulacaktır Yeter ki bu belâ sizin elinizle gelmesin, başınızı derde sokmasın

[SABIR ÇİLESİ]

"Sabır acıdır fakat meyvesi tatlıdır" demiş atalarımız Sabır acıdır Evet çileli, ve ızdaraplıdır sabır, iğneli fıçı içine düşmüş bir insan nasıl acı çekerse, nasıl inlerse öyle kıvrandırır acıdan ızdıraptan
Sabır, insanı yükselten kanat Sabır, ruhu bir meyve gibi olgunlaştıran güç Sabır, ruhun kanı, cismin canı, aklın feri ve her çilenin zaferidir Sabır, hayat suyudur gönüle Sabır, bahar rüzgârı gibi diriltici soluklar sunar iç dünyaya tohum tohum, filiz filiz, çiçek çiçek, dirilişe erdirmek için hisleri, duygulan Bakın şair bu hususta kalbini nasıl teselli ediyor:
Seni dağladılar değil mi kalbim, Her yanın içi su dolu kabarcık,
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim, Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık
Sensin gökten gelen oklara hedef, Oyası ateşle işlenen gergef
Çekme üç beş günlük dünyaya esef, Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık
NF, Kısakürek
Sabır, üzüntü ve kederin pranga ve zincirlerini kırar ruhun boynuna geçmiş Sabır düşünceyi ve vicdanı engin bir bağımsızlık ikliminde mest eder Fakat Hakk ın kölelik tasması boynunda olarak
Sabır, ruhtaki bütün değerleri imbikten geçirmektir Kalbin damarlarından vücuda pompalanan kan gibi gönülden cisme yayılan ve oradan da hayata akseden iman, azim ve sevgi ışığını damıtır kalp mahzeninde O mahzen bazen dar, sıkı ve sıkıntılıdır Bazen bir tek pencere açılmaz ondan dış dünyaya Fakat sonunda gözlerde ışıyan huzur, dudaklarda beliren tebessüm, yüze akseden aydınlık hepsi o mahzenden akıp gelen bengisu sızıntılarıdır
Bazen insan: "Bunca çile ve ızdıraplar da çekilir mi?" der, der ama "sabrın sonu selamettir" atalar sözünü hiç düşünmez "Yokuşta akmayan ter, çukurda gözyaşına dönüşür" vecizesine hiç kulak asmaz
"Allah, sabredenlerle beraberdir" kutsî sözünü bir kez olsun idrak imbiğinden geçirmez Sonunda:"Çekilmez bu hayat" der "Geçmez bu ömür" der Fakat ebedî mükâfat için her çileye katlanılır Bunu bilemez Zira Yâkub olup Yusuf için kanlı gözyaşları dökmeden, Eyyub olup yara bere içinde acı ve ızdırap çekmeden, Sümeyra olup Medine den Uhud un bağrına: "Zülf-ü yare bir zarar dokundu" diye çığlık olup düşmeden bu sarp ve yalçın engeller aşılmaz, kandan irinden deryalarla dolu yollar geçilmez
Sabretmeliyiz Sabrın tatlı meyvelerini devşirmek için en sağlam ve yalçın surlarla çevrili bir sabır çemberi içinde dayanmalıyız hayatın çile ve ızdırabına Zafer ufkuna ulaşmak için kollarımızda-ki "hayata bağlılık, dünya sevdası, tenperveriik, mal tutkusu" zincirlerini kırıp yokluğa savurmak için sabretmeliyiz Sevgi dolu bir dünyaya kanatlanmak, öz bütünlüğümüzü dış dünyada nakış nakış dokumak ve İdealimizi kalp ve kafalara satır satır yazmak, ışık ışık çizmek için sabretmeliyiz

[ŞİİR]

SABIRSabır bir büyülü dermân, arkasında îmân,
Sabretmeyenin hali hicran üstüne hicran!
Her şeyde var bir usûl, sabır da zafere yol,
Sık dişini azıcık kurtulanlarla kurtul
Sabırla pişen insan kemâle erer inan!
Acelecinin işi duman üstüne duman
Teennî eden erer, acele etme sakın!
Vurulup dövünsen de ıraklar olmaz yakın
Örümcek bekleyerek, ağa ağ ekleyerek,
Gider hedefe varır nice emekleyerek
Sıratdan ince bir iş, koş geçenlere yetiş,
Geçen sabırla geçti, aksi bir sürü teşviş

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.