Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ayaklanmalar, tarihimizde, yakın, önemli

Yakın Tarihimizde Ki Önemli Ayaklanmalar

Eski 08-03-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yakın Tarihimizde Ki Önemli Ayaklanmalar



YAKIN TARİHİMİZDEKİ ÖNEMLİ AYAKLANMALAR

A Osmanlı Devleti Döneminde Çıkan Ayaklanmalar

1 Patrona Halil İsyanı
2 Kabakçı Mustafa İsyanı
3 31 Mart Ayaklanması
- 31 Mart Vakası (Star Gazetesi - 30 Mart 2003)


Patrona Halil İsyanı (29 Eylül - 11 Ekim 1730)

İrticaî anlamdaki ilk ayaklanma olaylarından biri Sultan III ncü Ahmet zamanında (29
Eylül - 11 Ekim 1730) meydana gelen Patrona Halil İsyanıdır Arnavut asıllı ve
yeniçeri olan Patrona Halil ve yandaşları; 29 Eylül 1730 tarihinde Sultan Bayezit
Camii'nin Kaşıkçılar kapısı tarafında ellerinde yalın kılıç olduğu halde bayrak açıp, üç
- dört koldan hareketle "Şer ile davamız vardır; ümmet-i Muhammet'ten olanlar
dükkânlarını kapatıp bayrak altına gelsin" diye bağırarak halkı ayaklandırmışlardı
Ayaklanan bu asiler askerî kışlaları da basarak silâhlarına el koymuşlardır Asiler bu
ayaklanma sırasında üç veziri boğdurmuşlar; Sultan III ncü Ahmet'i de tahttan
indirmişlerdi Sultan III ncü Ahmet'in yerine padişah olan l nci Sultan Mahmut,
hükümet otoritesini yeniden tesis etmek, devletin huzur ve asayişini sağlamak için
Patrona Halil ve yandaşlarını bir tertip sonucu öldürtmüştür

Kabakçı Mustafa İsyanı (1808)

Sultan III ncü Selim tarafından batıya dönük özellikle orduda yapılmak istenen ıslahat
hareketlerine ve yeniliklere karşı 1808 yılında gerici güçlerin kışkırtması ve girişimleri
ile Kabakçı Mustafa İsyanı meydana gelmişti Bu isyan Osmanlı Devleti'ni çok zor
durumda bırakmış; ayrıca, Sultan III ncü Selim'in tahttan indirilmesi ve daha sonra da
şehit edilmesi ile sonuçlanmıştır Aradan belli bir süre geçtikten sonra ayaklanmanın
lideri Kabakçı Mustafa ile ayaklanmaya ön ayak olan Köse Mustafa Paşa, 300
yandaşı ile birlikte Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa tarafından idam edilmişlerdir

31 Mart Ayaklanması (13 Nisan 1909)

İstanbul'da İngiliz yanlısı Sadrazam Kâmil Paşa'nın da desteği ile gerici ve dine
dayanan Volkan gazetesini çıkaran, 6 Şubat 1909 tarihinde de "İttihad-ı Muhammedi”
cemiyetini kuran Kıbrıs doğumlu "Derviş Vahdeti"; gerek gazetesinde gerekse
kurduğu cemiyetin programında Kuranıkerim ve şeriat hükümlerinin yürürlüğe
gireceğini belirtmekte; ayrıca, Avrupa'da eğitim gördükten sonra yurda dönen batı ve
modern düşünceli subaylara ve İttihat Terakki Partisi'ne karşı halkı ve askerleri
ayaklandırmaya çalışmaktaydı

Söz konusu cemiyet, ayaklanmadan önce 20000 kişilik bir kalabalıkla birlikte yeşil
bayraklarla Ayasofya Camii önünde toplanmış ve "şeriat emirleri ve Tanrı hükümleri
bir tarafa bırakıldı Din ve diyanet hâlâ ayaklar altında kalacak mı?" gibi söylemlerle
cahil halkı tahrik etmeye çalışmıştır Nihayet, 31 Mart (Rûmi tarihle1325, Milâdî
tarihle 13 Nisan 1909) gününün sabahı İstanbul'da Taşkışla'daki 4 ncü Avcı Taburu
ayaklanmış, subayları yakalayıp hapsettikten sonra çavuş ve onbaşıların
komutasında Ayasofya Camii'ne gelmişler ve yolda "şeriat isteriz" diye bağırmışlardır
Bu ayaklanmaya İstanbul'daki bazı birliklerle beraber sarıklı ve cübbeli hocalar ve bir
kısım cahil halk da katılmıştır

Asiler, kabinenin çekilmesini, II nci Tümen Komutanı Cevdet Paşa ile Hassa Ordusu
Komutanı Musa Paşa'nın görevden alınmasını, ayrıca şeriat hükümlerinin kesin
olarak uygulanmasını istiyorlardı Ayaklanmanın ilk günü Lazkiye Mebusu Arslan Bey
ile Adliye Nazırı Nazım Paşa öldürüldü Ayrıca, ele geçirilen genç subaylar da
kurşuna dizildi Yıldız Kışlası subaylarından altısı kışlanın mutfağı önünde
boğazlandı Ayrıca, Asar-ı Şevket zırhlısı Kaptanı Deniz Binbaşısı Ali Kabuli ise
gemisinin erleri tarafından Yıldız Sarayı'na götürülüp Padişah Abdülhamit'in gözleri
önünde şehit edildi Gericilerin İstanbul'daki ayaklanmaları Bursa, Erzincan, Erzurum
ve Adana vilayetlerine de sıçramıştı Ayaklanmanın ikinci günü Bursa'da hocalar ve
şeyhlerle birlikte binlerce insan ellerinde yeşil bayraklarla telgrafhane önünde
toplanarak İstanbul'daki isyancıları desteklediklerine dair İttihad-ı Muhammediye
Cemiyetine ve Kıbrıslı Derviş Vahdetî'ye telgraf çekmişlerdi

Sonuçta ayaklanmayı bastırmak üzere Mahmut Şevket Paşa komutasında
oluşturulan ve komutanlığını Hüseyin Hüsnü Paşa, kurmay başkanlığını ise kolağası
(Yzb) Mustafa Kemal (ATATÜRK)'in yaptığı Hareket Ordusu 14 Nisan 1909 tarihinde
Selanik'ten İstanbul'a hareket ederek Yeşilköy'e gelmişti Asilerin lideri eski
Trablusgarp valisi Arnavut asıllı İngiliz dostu İsmail Kemal, İstanbul'daki İngiliz
elçiliğine sığınmış, İngiliz bayrağı taşıyan bir vapurla Yunanistan'a kaçmıştı 23 Nisan
1909'da Hareket Ordusu, Sirkeci, Aksaray, Edirnekapı ve Beyoğlu olmak üzere dört
kol halinde İstanbul'a girdi İsyancıların merkezi haline gelen Taksim Kışlası ile
Selimiye ve Yıldız kışlalarındaki asiler etkisiz hale getirilmiş ve böylece halkın ve
devletin bekasını ilgilendiren önemli bir ayaklanma olayı bastırılmıştı

Osmanlı Padişahı Sultan II nci Abdülhamit, bu olaylardan sonra Millet Meclisince
tahttan indirilmiş; yerine 27 Nisan 1909 tarihinde Sultan V nci Mehmet (Reşat)
getirilmiştir Ayrıca, Osmanlı Harp Divanı, 31 Mart ayaklanmasında suçlu gördüğü 49
kişiyi asmak suretiyle idam etmiştir, idam edilenlerin içinde ayaklanmanın
elebaşılarından, irticaî yayın yaparak halkı isyana teşvik eden Volkan Gazetesi sahibi
Derviş Vahdetî de bulunuyordu

31 Mart Vakası

31 Mart ayaklanması, geleneksel Osmanlı halk
ayaklanmalarının son örneğiydi; bu isyanların amaçları ve
müttefikleri hiç değişmedi

Bugünse varoşların eğitimsiz, işsiz, asosyal kitleleri ile tarikat
bağlantılı sözde din adamlarından oluşan yeni ittifakın amacı
aynı, fakat araç farklı: Artık amaçlarına seçim sandığı aracılığıyla ulaşmayı
öğrendiler

Yanlış bilinen tarihi gibi, 94 yıl önce İstanbul'u kasıp kavurduğu 11 gün boyunca
yaşanan olayları ve nedenleriyle çeşitli ve genellikle eksik, yanlış, çarpıtılmış
yorumlara konu olan 31 Mart Olayı, muhalefetin demokratik bir gövde gösterisi olarak
başladı, ama siyasal deneyimsizlik sonucu esnaf, suhte ve askerlerden oluşan
kitlenin irticai başkaldırısına dönüştü

31 Mart 1325 (bugün kullandığımız takvime göre 13 Nisan 1909) sabahı erken
saatlerde İstanbullular sokaklardan akın akın geçen askerlerin haykırışlarıyla
uyandılar O güne dek Hürriyet Bekçileri (Nigehban-ı Hürriyet) adıyla tanıtılan Selanik
4 Avcı Taburu askerleri sokakları doldurmuştu Alaturka saat 7'de (gece yarısı)
subaylarını bağlayan er ve erbaşlar, Arnavut Hamdi Çavuş önderliğinde, isyan
sarhoşluğuyla haykırıp ateş ederek Meclis'in bulunduğu Sultanahmet Meydanı'na
doğru akıyordu

'Yaşasın asker!', 'Şeriat isteriz' çığlıkları ile bölünen derin bir uğultu meydanı sarmıştı
Sarı elbiseli avcı askerlerinin süngüleri ışıldıyor, ellerindeki beyaz yeşil bayraklar
sabah serinliğinde dalgalanıyordu Alaturka saat 5'te (1245) meydan hareketlendi;
boru sesleri arasında ellerinde yeşil bayraklarla tekbir getirerek Divanyolu'ndan gelen
kalabalık bir grup fark edildi Meydan bir anda 'papatya tarlasına' dönüştü: Gelenler,
medrese talebeleri (suhte), cami hocaları, vaizlerden oluşan alt düzey ulemaydı
İşte 31 Mart Olayı adıyla tarihimize geçen kanlı ayaklanma böyle başladı

Ayaklanmanın ilk gününde 20'ye yakın mektepli zabit katledildiği gibi, Tanin ve Şurayı
Ümmet gazetelerinin matbaası basıldı, makineleri parçalandı Adliye Nazırı Nazım
Paşa ile Lazkıye mebusu Emir Arslan Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İT) ileri
gelenleri sanılarak 'yanlışlıkla' öldürüldü Dükkanlar yağmalandı, başıbozuk askerin
tüfekleriyle sağa sola ateş etmesi sonucu kazara yaralananlar, ölenler öldü
Kısacası İstanbul, isyancıların egemenliği altında kaldığı 11 gün boyunca, geçmiş
yüzyılların kazan kaldıran Yeniçerileri'nin günlerine benzeyen olaylara sahne oldu
Geleneksel Osmanlı halk ayaklanmalarının son örneği olan 31 Mart isyanını,
Makedonya'daki İT yanlısı gönüllü sivil ve askeri güçlerin oluşturduğu Hareket
Ordusu bastırdı İlan edilen sıkıyönetimi izleyen Divan-ı Harp yargılamaları sonucu
pek çok askerle birlikte ulemadan, Volkan gazetesi yazarları Derviş Vahdeti ile
Enderunlu Lütfi de asıldı

31 Mart İsyanının Nedenleri

Asilerin ilk başta meclisin önünde toplanarak dileklerini mebuslara aktarmak
istemeleri, olayın meşrutiyetçi demokratik boyutunu gösterir Serbesti, Zaman, İkdam
gazetelerinde, asker ve din adamlarının Kanun-u Esasi'ye bağlı olduklarının sık sık
dile getirilmesi de bir başka ipucudur Peki ama, demokratik bir gövde gösterisi nasıl
olup da bir 'irtica' olayına dönüşmüştü?

Bunun için biraz daha geriye, isyandan tam 8 ay 21 gün önce (10 Temmuz 1324/23
Temmuz 1908) ilan edilen Meşrutiyet'in günlük yaşamda yarattığı değişikliklere göz
atmak ve bunların siyasal ve toplumsal bağlamdaki gelişmelerdeki yansımalarını
değerlendirmek gerekiyor

1Günlük Yaşamın Değişmesi
2
Meşrutiyetin ilanını İstanbullular'ın dinmek bilmez sevinçlerini ifade ettikleri sonu
gelmez gösteriler izledi Hürriyet kahramanları Niyazi, Enver ve Eyüp Sabri'nin
fotoğrafları elden ele geziyor, adlarına şarkılar besteleniyor, kartpostallar
bastırılıyordu

Hürriyeti herkes kendine göre anlıyordu: Meşrutiyeti herkesin istediğini yapma
özgürlüğü olarak kabul edip işlerine gitmeyenler bile vardı Öyle ki, sonunda İT
'herkesin işinin gücünün başına dönmesi gerektiğine' dair birkaç bildiri yayınlamak
zorunda kaldı

Meşrutiyet'in ilanından sonra onlarca yeni gazete ve dergi kuruldu; bu gazete ve
dergilerde kadınlar da yazmaya başladı Kadınların sesi siyasal yaşamın içinde de
duyuluyordu Yaşam değişmişti; farklı siyasal olaylara tepki olarak boykotlar, bağış
kampanyaları, balolar düzenleniyor toplantılar yapılıyordu

2 Siyasal Muhalefetin Doğuşu

2 Eylül'de İstanbul'a dönen Prens Sabahaddin ve taraftarları İT'den bekledikleri
yakınlığı göremeyince bir muhalefet partisi kurdular 17 Eylül 1908'de kurulan bu
partinin adı Ahrar (Hürler, Liberaller) Fırkası idi Ahrar, 31 Mart'a dek birbirlerinden
çok farklı muhalif grupları bir araya toplayan siyasal bir şemsiyeye dönüştü
Geleneksel güç odakları olan Saray (Abdülhamid) ile heyet-i vükelanın yanı sıra,
siyasal yaşamın yeni unsurları olarak İT ve Ahrar da karşı uçlarda yerlerini aldılar
Çoğunlukla genç subay ve küçük memurlardan oluşan İT, Meşrutiyet'in ilanından
sonra hemen iktidara gelemeyip hükümeti denetlemekle yetindi Bu ortamda
gerçekleştirilen seçimlerde (Kasım 1908), İT'nin listesindeki adayların hemen hepsi
meclise girdi Ama bunların çoğu İT'li değil, sadece istibdada karşı olmalarıyla
tanınan kişiler olduğundan, İT 17 Aralık 1908'de açılan Meclis-i Mebusan'da kendi
mebuslarına söz geçiremeyince baskıya başvurdu Bu, muhalefeti daha da
şiddetlendirdi; muhalefetten Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi'nin
öldürülmesi siyasal gerginliği alabildiğine tırmandırdı

3Dış bunalım
4
Meşrutiyetin ilanını izleyen Ekim ayında, yüzlerce yıldır Osmanlı egemenliğindeki
bazı Avrupa topraklarından siyasal statüleri hızla değişti Abdülhamid'in böl ve yönet
siyasası doğrultusunda, çeşitli Avrupa devletleriyle yürüttüğü denge politikasının
sonucu özerk siyasal birimler, yani eyalet-i mümtaze olarak Osmanlı devleti çatısı
altında yaşayan Bulgaristan Prensliği, Bosna-Hersek ve Girit vilayetleri, Meşrutiyetten
sonra art arda koptu Bulgaristan bağımsız krallığa dönüşürken Bosna-Hersek
Avusturya'ya, Girit ise Yunanistan'a iltihakını ilan etti Bu olaylar özellikle
Avusturya'ya karşı milliyetçi bir nefret doğdu Avusturya mallarına boykot ilan edildi
Dış bunalımın en önemli sonucu, İttihatçıların zannettiği gibi tek başına Kanun-u
Esasi'nin devleti kurtaramayacağının anlaşılması ve halkın gözünde İT'nin itibarını
düşürmesiydi

5Yeni Rejimin Reformları
6
Ordudaki değişiklikler: Yeni rejimin ordudaki ilk reformlarından biri, zamanın
gerekleriyle bağdaşmayan askeri sistemde gerçekleşti: Prusya tipi disiplinin
uygulanmaya başlaması sonucu, eğitim sırasında namaz, abdest gibi askerin
devamlılığını engelleyen dinsel ritüeller olabildiğince azaltıldı Bu uygulama asker
içinde grev hareketlerine yol açtı Ne ki, er ve erbaş grevleri, İT yanlısı mektepli
zabitlerce şiddetle bastırıldı Askeri sistemde bir başka önemli reform da, erbaşların
zabit olma yolunun kapatılmasıydı

Ulema ile ilgili değişimler: Ulemanın yeni rejimden hoşnutsuzluk nedenleri de,
modernizasyon süreci içinde yönetici sınıf içindeki imtiyazlı konumlarına indirilen son
darbeydi Aslında bu bir asırdır devam eden bir süreçti İT, İslam dinini devleti
kemiren doymaz bir kurt olarak gördüğünden, yeni rejimde ulemaya bir rol vermeyi
asla düşünmedi Medreseleri asker kaçağı yuvası olarak gördüğü için, yüzlerce yıldır
askerlikten muaf tutulan medrese talebelerinden başarısız olanların askere
alınacağını açıkladı

Böylece ulema, İT iktidarına karşı olan liberallerce kurulan Ahrar'a katıldı Bu
ittifakın en kesin kanıtlarına Derviş Vahdeti'nin Volkan gazetesinde rastlanır Bu
gazete 31 Mart'a çok yakın bir tarihte kurulan İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'nin de
sözcülüğünü üstlenecekti

Osmanlı Halk Ayaklanmaları

Osmanlı toplumu klasik çağ boyunca, çerçevesini devletin çizdiği bir İslam
paradigmasıyla yaşamını sürdürürken tam bir uyum içindeydi Yaşam, şeriat ve örf
(kanunlar) doğrultusunda toplumun her kesimi için bildik bir ırmakta akıyordu Bu
toplumun için ulema-asker bürokrasisi, halk ve 'tebasının babası' olarak 'Padişah'ın
sahip olduğu güç, dengeli bir dağılım gösteriyordu Ulema, devlet ile halk arasında
'aracı' grup olarak, 'patrimonyal bürokrasi' adı verilen bu sistemin en önemli toplumsal
katmanıydı

Gel gelelim, devletin Batılılaşmak zorunda kalması tüm bu dengeleri bozdu Devletin
buna karar vermesi, halkın da kaçınılmaz olarak Batılılaşmayı kabul etmesini
getirmedi Hele 'adil olmayan yöneticiye başkaldırma' hakkını veren İslam dinine bağlı
kitlelerce hiç Böylece yaşamın bildikleri akışının ellerinden kayıp gideceği kaygısına
kapılan geleneksel katmanlar ile 'Batı taklitçisi züppeler' olarak gördükleri oluşan
yönetici sınıf arasında, bir daha hiç kapanmayacak bir uçurum açıldı
Sonuç olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda modernizasyon süreci, yapılan reformlar ile
bunların yarattığı tepkilerin getirdiği isyanların tarihine dönüştü: III Ahmed'in Lale
Devri'ne karşı Patrona Halil (1730), III Selim'in Nizam-ı Cedid'ine karşı Kabakçı
Mustafa (1807), Abdülmecid'in Islahat Fermanı'na karşı Kuleli Olayı (1859), Kırım
savaşı ardından birbirini izleyen ekonomik ve diplomatik krizlere karşı 1876'daki
suhte ayaklanmaları

Bu isyanların ortak özellikleri, hepsinin İstanbul'da meydana gelmesidir Hepsinde
müttefikler hemen hemen aynıdır: Yeniçeriler (sonradan er ve erbaşlar), esnaf, ulema
ve orta sınıfın alt düzeyi kent sakinleri Ülkedeki siyasal ve ekonomik hoşnutsuzluğa
ne zaman bir de dış bunalım eşlik etse, ayaklanma koşulları tamamlanmış oluyordu
İstanbul'daki geleneksel halk ayaklanmaları sırasında, modernleşmeci devlet örgütü
adeta donar; bu 1730'da nasılsa, 1909'da da aynen olmuştu Batıcı aydınlara
kaçacak delik aratan, devlet otoritesini tümüyle işlevsizleştiren mekanizma aynen
işler Ayaklananlar şeriat bayrağına laf olsun diye ya da 'mürteci' olduklarından
sarılmaz Şeriat içi boş bir slogan değil, ayaklanan kitlelerin yaşam felsefesi, yaşam
alanlarının bekçisidir İslam dinine göre, müminlerin baskıcı yönetime başkaldırma
hakkı vardır Huruc denilen bu mekanizma, inananların yalnız hakkı değil, görevidir
de Mümin, İslam'ı yüceltmek için başka çaresi kalmadığında başkaldıracaktır Çünkü
İslami gelenek ve ilkelerin devamını sağlamak her Müslüman'ın bireysel görevidir
Batılılaşma süreci devlet ile halk arasında bir uçurum açmıştı Devletin görevi bu iki
grup arasındaki uçurumu, eğitsel, siyasal ve toplumsal araçlarla derhal kapatmaya
çalışmak olmalıydı Aslında, geleneksel kesimin devletle mecburen ilişkide bulunan
katmanlarında bunu başardı da Bunlar orduya aldığı asker, mahkemelerde,
mekteplerde, camilerde görev yapan alt düzey ulema idi Nitekim, 31 Mart'ta bu
gruplar hiç değilse başlangıçta, Batılılaşmayla doğan yeni iletişim kanallarını
(gazetelere şikayet mektupları yazmak, cemiyet kurmak, imza toplamak vb yollarla
protesto gösterilerinde demokratik çerçeveyi korumak) kullandılar Devletle doğrudan
bağı olmayan halk kesimleri ise bu araçları bilmiyordu Ama gündelik yaşamın
çehresindeki değişimlerden de hoşnut değillerdi O halde, geleneksel-İslami yaşam
alanlarını korumak için yapabilecekleri tek şey vardı: İsyan

T'nin despotizmine karşı muhalefetin hazırladığı bir gövde gösterisi' olarak
başlayan 31 Mart, işte bu mekanizmalarla 'irtica'a dönüştü 18 yüzyıldan itibaren
isyanların ana temasını oluşturan 'nehy an-il-münker'in (şeriatin yasakladıklarını
yaptırmamak), 1909'da hala kullanılması, şaşırtıcı bir anakronizme benzese bile,
aslında günümüzde de kullanılıyor: Türban, faiz, organ bağışı, vb meselelerde İslami
değerlerden oluşan bir yaşam alanı yaratmak ve yeni siyasal muhalefet söylemler
oluşturmakta hala etkili Cumhuriyet'in ilanından 80 yıl sonra değişen ise, geleneksel
Osmanlı ayaklanmalarının 'çağdaş' unsurlarının artık demokratik süreçleri öğrenmiş
ve 'Şeriatin yücelmesini' bugün artık seçim sandığı aracılığıyla gerçekleştiriyor
olması

***

Alıntı Yaparak Cevapla

Yakın Tarihimizde Ki Önemli Ayaklanmalar

Eski 08-03-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yakın Tarihimizde Ki Önemli Ayaklanmalar



YAKIN TARİHİMİZDEKİ ÖNEMLİ AYAKLANMALAR-2

B Cumhuriyet Döneminde Çıkan Ayaklanmalar

Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim - 24 Aralık 1919)

Millî mücadelemizin başladığı ilk yıllarda Bayburt ilçesi Hart nahiyesinde 26 Ekim - 24
Aralık 1919 tarihlerinde Şeyh Eşref ismindeki bir gericinin liderliğinde millî birlik ve
mücadelemizi sarsacak nitelikte gerici hareketler başlatılmıştı Şeyh Eşref yaptığı
propagandada ahir zaman peygamberi (mehdî) olduğunu ve kendisine kurşun
işlemediğini iddia etmişti 7 Aynı ifadeleri 23 Aralık 1930 tarihinde meydana gelen
Menemen olaylarında Mehdî Derviş Mehmet de kullanmıştı Şeyh Eşref, "şeriat
perdesi" arkasında cahil halkı kandırarak ayaklandırmış ve Türk vatanını
parçalamaya kalkan hain emellerin aleti olmuştu Ayaklanma sırasında 28 nci
Alay'dan 50 kişilik bir müfreze tedbirsizlikten dolayı Şeyh Eşrefin adamlarına esir
düşmüş, Alay Komutanı Bnb Nuri de şehit olmuştu8 Bu arada gericilere esir düşen
subaylara - "kâfir" kabul edilerek -imanlarının yenilettirilmesi amacıyla günlerce ibadet
ve zikir yaptırılmıştı Sonuçta millî müfrezelerimizin gayretleriyle Şeyh Eşref ve
müritleri 24 Aralık 1919 tarihinde etkisiz hale getirilmişlerdi Bu olaylarda iki er şehit
olmuş ve üçü subay toplam 44 kişi yaralanmıştı

1 nci Düzce Ayaklanması (13 Nisan - 31 Mayıs 1920)

İzmit - Adapazarı - Düzce - Bolu civarında, Berzak Saferbey adında bir gericinin
teşviki ve İngilizlerin desteği ile 13 Nisan - 31 Mayıs 1920 tarihleri arasında 1 nci
Düzce ayaklanması meydana gelmişti Olaya Mustafa Kemal Paşa (ATATÜRK)'nın
direktifi ile müdahale eden 24 ncü Tümen Komutanı Yb Mahmut, iyi niyeti ve
tedbirsizliğinden dolayı asilere karşı başarılı olamamış, çıkan çatışmada şehit
olmuştu Ayrıca, asiler ve köylüler Tümen'in gerisinde bulunan ağırlıklara saldırarak
yağmalamışlardı Ayaklanmaya katılan irticaî grup "İstanbul ve padişahın emirlerini
dinlemeyen Ankara'yı biz de dinlemeyiz" şeklinde sloganlar kullanmışlardı Ayrıca,
Bolu'da Abdülkadir adındaki genç bir subayı (Menemen'deki Kubilay gibi) önce
bıçakla ağır yaralayıp sonra iple astıktan sonra "işte Şeyhülislâm fetvasının hükmü
yerine geldi" diye bağırmışlardı

Ayaklanmanın bastırılmasında millî kuvvetlere komuta eden Bnb Çolak İbrahim ile
Kuvayi Tedibiye komutanı Yb Arif (KARAKEÇİLİ)'in önemli katkıları olmuştu Bu
sırada TBMM açılmış ve 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniye kanunu
yürürlüğe girmişti Ayaklanma genişleme istidadı göstermiş ve Ankara'yı tehdit eder
bir hâl almıştı Mustafa Kemal Paşa, Geyve'deki Ali Fuat Paşa'nın olaya el koymasını
istemişti Aslında asileri sevk ve idare eden Sadrazam Damat Ferit ve onun adamları
idi 23 Mayıs 1920 tarihinden itibaren de Alb Refet (Bele) ile Çerkez Ethem
Kuvvetleri asilerle yaptığı çetin muharebelerden sonra bu önemli ayaklanmayı
bastırmışlar ve sonuçta isyancıların elebaşısı Berzak Safer Bey ve adamları millî
kuvvetlerimiz tarafından hak ettikleri cezaya çarptırılmışlardır

Şeyh Sait Ayaklanması (13 Şubat - 31 Mayıs 1925)

Şeyh Sait Ayaklanması İslami Kürt Devleti kurmak amacıyla Şeyh Sait adında bir
asinin liderliğinde 13 ŞUBAT 1925 tarihinde Diyarbakır'ın Dicle (Piran) ilçesinde
başlatılmış, Diyarbakır, Bingöl (Çapakçur), Elazığ ve Muş'un ilçe ve köylerine sirayet
etmiştir Asilerle ordu birlikleri arasında yapılan çetin ve kanlı çatışmalardan sonra
ayaklanma 31 MAYIS 1925 tarihinde bastırılmıştır Ayaklanmanın sebeplerinden
önemli oldukları değerlendirilenler aşağıda sunulmuştur:

Şeyh Sait, üzerinde ele geçirilen ve bölgedeki ağa, şeyh ve beylere hitap eden
mektubunda özetle: "1300 küsur seneden beri İslâm dinine tabiyiz Hz Muhammed
bu dinin elçisidir Şimdi bu Kur'an ve İslâmî yıkmaya başladılar Eğer biz iman sahibi
ve Allanın birliğine inananlar İslâm'da birlik olamazsak, cümlemiz behemehal mahv
ve yok olacağız Tüfeklerle beraber kurtuluş yolunu bulunuz" ifadelerini kullanmıştır
Şeyh Sait'in asi liderlerine yazdığı diğer mektupta da özetle "Hükümetin dinsizliği,
dine ait vakıfların, medreselerin, şeyhliğin kaldırılması, fuhuş ve zinanın artması,
kadınların ecnebilerle dans etmesi" gibi ifadelerle yöre insanlarına, Cumhuriyet
Hükümeti'ne karşı kin ve nefret duygularını aşılamak istemiştir

Gnkur Bşklığının birliklere yayımladığı 28 Şubat 1925 tarihli yazısında da belirttiği
gibi, ayaklanmanın gaye ve hedefi; din ve şeriat talebi, hilâfet ve saltanatın iadesi
maskesi altında bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasıdır

Şeyh Sait, 13 Şubat 1925 Cuma günü kalabalık bir atlı grubu ile Dicle (Piran)'ye
gelmiş, buradaki camilerde verdiği vaazlarda "medreseler kapatıldı, din mektepleri
Millî Eğitim'e bağlandı Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye,
Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar Ben bugün elimden gelse, bizzat
dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim" demek suretiyle
ayaklanma hareketinin ilk işaretini vermişti

Şeyh Sait isyanından beş yıl sonra, 23 Aralık 1930 tarihinde Menemen'de meydana
gelen gerici ve irticaî olayda da başta asilerin başı Mehdî Derviş Mehmet olmak
üzere bir kısım yobaz mürteci grubu Menemen sokaklarında ve olayın meydana
geldiği Belediye Meydanında halka hitaben "Din elden gidiyor, kâfirler bizi
dinimizden ayırmaya çalışıyorlar, şapka giymeye zorluyorlar diyerek " halkı
ayaklanmaya teşvik etmişti

Şeyh Sait, kardeşi Şeyh Abdurrahim ve adamları Dicle (Piran)'de bazı mahkumları
tutuklamak üzere gelen Ütğm Hasan Hüsnü Efendinin komutasındaki Jandarma
müfrezesine karşı ateşle mukabele etmiş; müfrezeden bir şehit ve iki yaralı verilmişti
Şeyh Sait'in adamları sopaların ucuna yeşil bayrak ve Kur'an asarak "Sallallah
Muhammed" diye bağırmaya başlamışlardı Cumhuriyet tarihine "Şeyh Sait isyanı"
olarak geçecek hareket fiilen başlamıştı

Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk'ta "birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin,
çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen, kaderlerini ve hayatlarını
falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacıların ellerine bırakan insanlardan
meydana gelmiş bir topluluğa bir millet gözüyle bakılabilir mi?" demek suretiyle bu
konuda hassasiyetini dile getirmişti

Şeyh Sait ve adamları Dicle (Piran)'de isyanı başlattıktan sonra 15 Şubat 1925
tarihinde Genç vilayetini ele geçirmiş, daha sonra Diyarbakır'ın Lice ilçesine yakın Fıs
boğazında ayaklanmaya müdahale etmek üzere görevlendirilen 21 nci Süvari Alayı'nı
pusuya düşürmüştü Bu alayı takviye için gelen diğer birlik komutanı Yb Hüseyin'i de
şehit etmişlerdi Bu olay asilerle ordu birliklerinin ciddî olarak ilk karşılaşmaları
olmuştu

Asi grubu ellerinde yeşil sancak ve göğüslerinin üzerinde Kur'an-ı Kerim olduğu halde
bankaları, evleri, dükkanları basıp soyarak kendilerince "hak yolunda" ilerliyorlardı
Türklerden tanrı adına teslim olmalarını istiyorlardı Halifelik olmadan Müslümanlığın
da olmayacağına dair bildiriler dağıtıyorlardı Şeriat geri getirilmeli idi

Hainler, 19 Şubat 1925 tarihinde Diyarbakır'ın ilçesi Hani'yi, 25 Şubat 1925'te Elazığ
vilayetini ele geçirmişler; önce Jandarma binası ile bazı askerî tesisleri daha sonra
evlen ve mağazaları işgal edip yağmalamışlardı Asiler ayrıca hapishanedeki
mahkumları serbest bırakarak adliyedeki evrakı da yakmışlardı

Elazığ'ın düşmesinden sonra asilerin Malatya vilayetini de ele geçirmeleri ihtimaline
karşı ATATÜRK, 26 Şubat 1925 tarihinde Malatya yakınında İzoli'de bulunan 17 nci
Tugay Komutanı Alb Osman'a öğüt mahiyetinde verdiği emirde, özetle: "asiler ciddî
muharebe ve çarpışma sonucunda değil, mensuplarının ve müritlerinin çağrısına
uymak suretiyle ve bunların kendilerine katılması ile Elazığ'a gelebilmişlerdir Asilerin
silâhı; aldatmayı, bozgunculuğu ve din ile şeriatı vasıta olarak kullanmak suretiyle
bilgisizlikten faydalanmaktır Geçmesi zorunlu olan birkaç günü mevcudunuzu
koruyarak kazanmak tercihe değer Ayrıca, durumunuzun olağanüstü olduğundan ve
bunun gereği olarak olağanüstü tedbir almaya zorunlu olacağınızdan beni haberdar
etmelisiniz" demiştir

Başbakan ismet (İNÖNÜ) Paşa ve Hükümetin TBMM'ye 4 Mart 1925 tarihinde
gönderdiği "Takrir-i Sükûn" kanunu ile irtica ve isyan ile memleketin sosyal nizamını,
emniyet ve asayişini bozmaya yönelik bütün faaliyet ve yayınlar yasaklanmış ve bu
kanuna uymayanların İstiklâl Mahkemelerinde yargılanacağı hükmü getirilmiştir
Asilerin esas hedefi Diyarbakır vilayeti idi Burayı da ele geçirip Kürdistan'ın
bağımsızlığını ilân edeceklerdi Şeyh Sait asilerle birlikte 7 Mart 1925 gününün
gecesi Diyarbakır'ın dört kapısına birden taarruz etmişti Ordu birlikleri ile asiler
arasında yapılan şiddetli ve kanlı çarpışmalar sonunda asiler bozguna uğramıştı Bu
olay ayaklanmanın dönüm noktasını oluşturmuştur

Ordu birlikleri, 26 Mart 1925 tarihinden itibaren Hınıs, Varto, Elazığ ve Diyarbakır
istikametinde genel taarruza geçmiş ve sonuçta asilerin ele geçirdikleri yerler tekrar
geri alınmıştı Bu suretle, sarsılan, ortadan kaldırılmak istenen devlet otoritesi
yeniden tesis edilmiştir

15 Nisan 1925 tarihinde Genç ilçesinin kuzeyinde sıkıştırılan ve yakalanacaklarını
anlayan Şeyh Sait ile diğer asi liderler, Doğuya doğru Bulanık üzerinden İran'a
kaçmayı plânlamışlar; ancak, Varto güneyinde Çarpuk (Abdurrahman Paşa) Köprüsü
civarında birliklerimiz tarafından yakalanmışlardır Şeyh Sait yakalandıktan sonra
Varto'da alınan ilk ifadesinde özetle; "büyük kuvvetler yetişemez zannettik Tam
müstakil Kürt Krallığının ilânı zamanı idi Fakat kuvvetler yetiştiler" demiştir
Diyarbakır'da kurulan Şark İstiklâl Mahkemesi Başkanı Mazhar Müfit (KANSU)'nun,
26 Mayıs 1925 tarihinde yapılan duruşmada Şeyh Sait'e sorduğu "Diyarbakır'ı
almakla ne olacaktı?" sorusuna karşılık olarak Şeyh Sait "Diyarbakır'ı aldıktan
sonra kısas tatbik edecektik Yalancının dilini, hırsızın elini kesecektik Din böyle
emrediyor Dünyayı Peygamberin zamanındaki kadar olmasa da biraz iyileştirecektik
Üstümüze bu kadar asker gönderileceğini tahmin etmiyorduk" şeklinde ifade
vermiştir

Sonuç olarak, Şark İstiklâl Mahkemesinin 28 Haziran 1925 gün ve 341 / 69 sayılı
gerekçeli kararına göre Şeyh Sait ile birlikte 48 asi 28 Haziran 1925 gününün gecesi
Diyarbakır'ın Siverek kapısında idam edilmişlerdir Şeyh Sait ayaklanması, can
kayıplarının dışında Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütçesinin ilk iki yıl açık vermesine,
Musul ve Kerkük bölgeleri ile petrollerinin elden çıkmasına ve bu bölgelerin İngilizlerin
hakimiyetine girmelerine neden olmuştur


Alıntı Yaparak Cevapla

Yakın Tarihimizde Ki Önemli Ayaklanmalar

Eski 08-03-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yakın Tarihimizde Ki Önemli Ayaklanmalar





Menemen (Kubilay) Olayı (23 Aralık 1930)

Menemen'de Kubilay'ın 23 Aralık 1930 tarihinde şehit edilmesine neden olan irtica
olayı, İstanbul'da Erenköy Şevki Paşa Köşkü'nde ikamet eden 84 yaşındaki
Nakşibendî tarikatı lideri Erbilli Şeyh Esat ile oğlu Mehmet Ali tarafından hazırlanmış,
Manisa Askerî Hastanesi imamlığından emekli olan Laz İbrahim Hoca tarafından da
teşvik ve tahrik edilmiş, mürteci Derviş Mehmet ve adamlarınca da hunharca icra
edilmiştir"

Şeyh Esat ve tarikatının amacı, Cumhuriyet Hükümeti'ni yıkmak, ATATÜRK ilke ve
inkılâplarına aykırı olarak saltanat ve şeriatı getirmek, tekke ve zaviyeleri açmak,
şapkayı yasaklayıp yeniden fesin kullanılmasını sağlamaktı

Menemen olayında önemli etkinliği olan Laz İbrahim Hoca, olaydan önce Erbilli Şeyh
Esat tarafından Manisa'ya sözde baş Halife olarak atanmıştır Anılan şahıs, Manisa
ve civarındaki ilçe ve köylerde Nakşibendi tarikatını yaymaya çalışmış; ayrıca,
Cumhuriyet ve ATATÜRK ilke ve inkılâpları aleyhine konuşmalar yapmıştır
Dolayısıyla irticaî hareketlerin oluşmasına ön ayak olmuştur Laz İbrahim Hoca
tarikatın bir toplantısında da Kubilay'ı şehit eden Giritli Derviş Mehmet'in Mehdîliğini
ilân etmişti,

Kubilay olayının elebaşısı olan Mehdi Derviş Mehmet ve gerici grubu, 06 Aralık 1930
Cumartesi günü akşamı Manisa'da tatlıcı Hüseyin'in evinde yaptıkları son toplantıda,
Menemen'de gerçekleştirecekleri irtica eyleminin plânını hazırlamışlardı

İrtica grubu, Manisa'dan hareket ederek Paşaköy, Sünbüllerve Bozalan köylerinden
temin ettikleri silâhlarla birlikte 23 Aralık 1930 Salı günü sabahı Menemen'e gelmiş ve
buradaki Müftü (Köseköy - Kesikköy) mescidine girmişlerdi Mürteciler mescitte
mihraba asılı bulunan (üzerinde "La ilahe illallah inna fetahneke" suresi yazılı) yeşil
bayrağı da alarak olayın cereyan ettiği Belediye Meydanı'na gelerek orada bulunan
halka "Din elden gidiyor, kâfirler bizi dinimizden ayırmaya çalışıyor, şapka giymeye
zorluyorlar" diyerek esnafı dükkânlarını kapatmaya ve kendilerine katılmaya
zorlamışlardı

Mehdi Derviş Mehmet, ayrıca, "kendisinin peygamber olarak geldiğini, şeriatı yerine
getireceğini, Menemen'in 70 000 Müslüman (Bazı yayınlarda 70000 Arap askeri,
bazı yayınlarda ise Halife ordusu tabiri kullanılmaktadır) tarafından kuşatıldığını,
Şeriat Bayrağı altına girmelerini, girmeyenlerin kılıçtan geçirileceğini, askerin silâh
atamayacağını, kendilerine top ve merminin işlemeyeceğini" ifade ederek halkı
ayaklandırmıştı

Mürteci grubunun meydandaki bu eylemlerine Menemen Jandarma Bölük Komutanı
YzbFahri Bey müdahale ederek dağılmalarını istemiş; ancak, bu gerici ve yobaz
grubu ile orada bulunan halk dağılmamıştır O sırada Mehdi Derviş Mehmet,
YzbFahri'ye " Ben Mehdiyim Şeriatı ilân ediyorum Bana kimse mukavemet edemez
Karşımdan çekil !" demiştir Mehdinin bu sözü orada bulunan Menemen halkının
bazıları tarafından alkışlanmıştır

Ayaklanan bu gerici topluluğun tehlikeli hareketlerini ilk seferde kontrol altına
alabilmek amacıyla Menemen'de konuşlu 43 ncü Piyade Alayından P Atğm Mustafa
Fehmi Kubilay görevlendirilmişti Kubilay eratın cephane almasını beklemeden 26
mevcutlu müfrezesi ile birlikte olayın cereyan ettiği Hükümet Konağı'na (Belediye
Meydanında) doğru hareket etmişti

Kubilay olay mahalline gelmiş, müfrezesine süngü taktırmış ve erleri müfreze
çavuşunun komutasına bırakarak ayaklanan mürtecilerin yanına gitmişti Meydanda
Mehdi Derviş Mehmet ile karşılaşmış ve kendisine "yaptıkları hareketin suç olduğunu
ve bu kanunsuz eyleme son vermelerini, kan dökmeden buradan çekip gitmelerim"
söylemiştir Ancak, bu arada yere düşmüş ve Mehdi Derviş Mehmet'in mavzer
kurşunu ile yaralanmıştır (bazı kaynaklarda mürtecilerden birinin silâhından atılan
mermi ile yaralandığı belirtilmektedir)

Olay mahallinde bulunan Kubilay'ın müfrezesi irticaî gruba ateş açmış; ancak,
silâhlarında manevra mermisi bulunduğundan dolayı etkili olamamıştı Bunu fırsat
bilen Mehdi Derviş Mehmet ise, "bakın bana mermi işlemiyor" diyerek daha da
cür'etlenmişti Kubilay, ağır bir şekilde yaralanmıştı Kubilay, meydandaki hükümet
binasına girmek istemiş; fakat, binanın giriş kapısı kapalı olduğu için girememişti Bu
nedenle, hükümet binasının hemen yanındaki Kazez Camii bahçesine girmişti Mehdi
Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet ile birlikte Kazez Camii bahçesinde bitkin bir
vaziyette bulunan Kubilay'ın başını gövdesinden ayırmış; yeşil bir bayrağın tepesine
takmıştı Böylece, Cumhuriyet ordusunun kahraman bir subayı, asil Türk evladı
Kubilay canavarca bir hisle şehit edilmiş, cehalet ve taassubun kurbanı olmuştu
Mehdi Derviş Mehmet ve irticaî cani grubu, bu cinayetle yetinmeyip Kubilay'ın başını
Menemen sokaklarında dolaştırmış, bu sırada kendilerine müdahale eden Şevki ve
Hasan adlı kahraman iki bekçiyi de öldürmüşlerdi Olay yerinde toplanan 250 - 300'e
yakın ahali ise Kubilay'ın şehit edilmesi esnasında donuk, hissiz ve seyirci kalmış;
hatta bir kısmı olayı tasvip edercesine alkış tutmuştu

Bu menfur olaya müdahale etmek üzere 43 ncü Piyade Alay Komutanlığınca Yzb
Ragıp Çaldıran Bey ile Yzb Abdüibahri Bey'in komutalarında makineli tüfekle
takviyeli iki bölük görevlendirilmişti Bölük Komutanlarınca şehir içinde en önemli
bina, tesis, yol ve kavşaklarda gerekli önlemler alındıktan sonra halkın dağılmaları,
evlerine gitmeleri, aksi takdirde ateş edileceğine dair uyarılar yapılmıştı Ancak, bu
uyarılara uyulmadığı gibi gericilerin "Bize kurşun işlemez, biz şeyhiz, dervişiz"
demeleri üzerine ateş açılmış ve bu ateş esnasında Kubilay'ı şehit eden Mehdi
Derviş Mehmet ile birlikte Sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet öldürülmüşlerdi
Türk Ordusunun kahraman subayı Kubilay ile Cumhuriyet rejiminin sadık bekçileri
Şevki ile Hasan'ın cenazeleri, 24 Aralık 1930 tarihinde kendilerine yakışır bir şekilde
yapılan törenle Menemen'e defnedilmişti Olayın hemen ardından Menemen'de
Ayyıldız tepede devrim şehidi Kubilay ile Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki adına anıt
dikilmiş ve bu anıtın üzerine "inandılar, dövüştüler, öldülerBıraktıkları emanetin
bekçisiyiz" ifadesi yazılmıştır

Olaylardan bir hafta sonra 01 Ocak 1931 tarihinde TBMM'nde Başbakan İsmet
(İNÖNÜ) Paşa olay hakkında özet olarak; "Kubilay olayı yüzlerce seneden beri dini
siyasete alet eden bütün hareketlerin yeniden ortaya çıkmasıdır Bu zavallılar lâikliğe
karşı gelerek şeriat istemektedirler Gerçekte ise menfaatlerini kaybetmişlerdir Onu
istiyorlar" demiştir

Gazi Mustafa Kemal Paşa ise, 27 Aralık 1930 tarihinde Gnkur Bşk Mareşal Fevzi
ÇAKMAK'a gönderdiği mektupta, özetle, "Kubilay Bey'in şehit edilmesinde
mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen'deki ahaliden bazılarının alkışla
tasvipkâr bulunmaları bütün Cumhuriyetçi vatanperverler için utanılacak bir hadisedir
Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin idealist öğretmen heyetinin
kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile Cumhurıyet'in hayatiyetini tazelemiş ve
kuvvetlendirmiş olacaktır" demiştir

ATATÜRK, 08 Şubat 1931 tarihinde Ege bölgesinde yaptığı bir gezide de; "Halkın
saflığından istifade ederek milletin maneviyatına tasallut eden kimseler ve onların
takipçi ve müritleri elbette bir takım cahillerden ibarettir Milletimizin önünde açılan
kurtuluş ufuklarında fasılasız yoi almasına mani olmaya çalışanlar hep bu
müesseseler ve bu müesseselerin mensupları olmuştur Türk milletinin bunlardan
daha büyük düşmanı olmamıştır Bunların mevcudiyetini müsamaha ile telâkki
edenler, Menemen'de Kubilay'ın başı kesilirken lâkaydane seyretmeye tahammül ve
hatta alkışlamaya cesaret edenlerle birdir" demiştir

Menemen olayına karışanların yargılanması ile görevlendirilen Divan-ı Harp Başkanı
General Mustafa MUĞLALI, duruşmada bulunan sanıklara hitaben; "tarikatın
münevver tabakalarından bu millet çok zarar görmüştür Tarikatçılar, daima millet ve
memlekete kötülük yapmışlardır Son 400 senelik Türk tarihi tetkik edilirse
Nakşibendiler din ve tarikat perdesi arkasında zavallı saf Müslümanları kalpte saklı
olan o 'sırla' zehirlemiş ve bu millet sizin aletiniz olmuştur" demiştir

Menemen olayının elebaşılarından olan ve Müftü Mescidindeki yeşil bayrağı alıp
meydana çıkararak 23 Aralık 1930 gününün sabahından itibaren irtica hareketini
başlatan Nalıncı (Mantarcı) Hasan (idam cezası verilmiş; ancak, yaşının küçük
olmasından dolayı 24 sene hüküm giymiştir) ismindeki mürteci, yapılan
sorgulamasında "İstanbul'da Laz İbrahim Hoca (duruşmalar sonunda idam
edilmiştir) vasıtasıyla Şeyh Esat'ı ziyaret ettiğini, bir süre Erenköy'deki köşkünde
misafir kaldığını, bu zaman zarfında köşkteki konuşmaların Hükümet aleyhinde
olduğunu, orada bulunan Laz İbrahim Hoca'nın da "Şapkaların atılacağına, feslerin
giyileceğine Halifeliğin geleceğine, tekkelerin yeniden açılacağına" dair sözlerini
duyduğunu belirtmiştir

Olayda yaralı olarak ele geçirilen ve bir müddet sonra idam edilen Emrullah oğlu
Mehmet Emin sorgusunda; Mehdî Derviş Mehmet'in bir toplantıda, "dünyanın Şeyh
Esat Hocanın avucunda olduğunu, isterse tufanlar ve fırtınalar yaratıp dünyayı alt üst
edecek kudrette bulunduğunu söylediğini, kendisinin de Arabistan'a hatta Çin'e kadar
giderek Hz isa ile birleşeceğini ve oradan Avrupa'ya yönelerek Avrupa devletlerini
dahi dine davet edeceğini" ifade etmiştir

Mehmet Eminin sorgusunun devamında, Mehdî Derviş Mehmet'in "Hz Peygamber
de bu esrardan içti ve öylece miraca çıkarak Allah ile görüştü" diyerek orada
bulunanlara devamlı zikrettirerek esrar içirdiğini, Mehdî Derviş Mehmet'in
Menemen'de "Kutbülak tap (Allah'ın vekili) Esat Hoca'ya ve umum şeyhlere telgraf
çekeceğiz Hükümeti işgal edeceğiz, tekkeleri açacağız Hükümeti iki ay tatil
edeceğiz Manisa, Ankara ve daha başka vilayetleri de işgal ettikten sonra İstanbul'a
halifeliği iade edeceğiz" dediğini söylemiştir

Manisa'dan Giritli Küçük Hasan'ın (hakkında mahkemece idam kararı verilmiş; ancak,
yaşı küçük olduğundan 24 sene hüküm giymiştir) yapılan sorgulamasında; " Bozalan
köyünde Mehdî Mehmet ve arkadaşlarına iki adet silâh verildiğini, bu köyde bir hafta
kadar kaldıklarını, zikir ederek esrarlı sigara içtiklerini " ifade etmiştir

Mahkeme başkanı General Mustafa MUĞLALI, bir sanığın "Vallahi efendimBen
namaz bile kılmıyorum Oruç tutmadığıma dair şahitlerim vardır" demesi üzerine
General MUĞLALI da; "Biz camilerin kapısına içerisi yasak diye çifte nöbetçi mi
diktik? Minarelerin kapılarını mı ördürdük? Müezzinler beş vakit ezan okuyor Gürül
gürül mukabele okuyor Ramazanda toplar atılıyor O halde dinin elden gittiğini
söyleyenlerin ya gözleri kör ve kulakları sağırdır yahut da onlar bu safsata ile
kötülükler yapmak istiyorlar” demiştir

Mahkemece hakkında idam kararı verilip çok yaşlı olduğu için 24 sene hüküm giyen;
ancak, tutuklu bulunduğu sırada ölen Erbilli Şeyh Esat'ın yapılan sorgulamasında
"Nakşibendi tarikatmdayım 60 senedir bu tarikata mensubum Ancak, Hükümetin
çıkardığı tekaya (tekkeler) ve zevaya (zaviyeler) kanunundan sonra tarikatla bir ilgim
kalmadı Erenköy'deki yalıda sade bir hayat yaşamaktayım" demiş; masum olduğunu,
Hükümete karşı olmadığını sözlerine eklemiştir

Yukarıdaki ifadeler dikkate alındığında, Menemen Olayının hazırlayıcısı olan
Nakşibendi tarikatı lideri Şeyh Esat'ın yurt dışı bağlantısı ile ilgili olarak Askerî
Mahkeme Başkanı General Mustafa MUĞLALI, verdiği beyanatta "Şeyh Esat, hilâfet
komitesiyle alâkasına dair bir itirafname hazırlıyordu Bu münasebetle İngiliz casusu
Lavrens (LAWRENCE) ile münasebette bulunduğunu da doğrulamaktaydı Fakat,
hastalığı bunu yazıp bitirmesine mani olmuştur" demiştir

Diğer ayaklanma olaylarında olduğu gibi "Menemen Olayı'nda da Devletin sosyal,
ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini din kurallarına dayandırma, siyasî veya
kişisel çıkar sağlama, din ve din duygularını istismar ederek halkı ayaklandırma,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yıkarak yerine Şeriat Devleti kurmayı amaçlayan gerici
hainlere karşı devletin meşru güçleri gerekli tedbirleri almış ve suçlulara hak ettikleri
cezaları vermiştir

***

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.