Prof. Dr. Sinsi
|
&Quot;İzmir'de Görüşeceğiz&Quot;
"İzmir'de görüşeceğiz"
Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya:
Muzaffer toplarınızın, şenlik günlerinde davul sesleri gibi gürlemeğe başladığı şu dakikada, hiçbir şey, bana sizi hatırlamak ve size hitap etmek kadar tatlı ve ulvî görünmüyor
Belki, içinde bulunduğunuzu bildiğim o heybetli heyecanda sesim size kadar ulaşmayaçaktır
Bu satırları belki bundan birçok gün sonra, kurtulmuş Türk şehirlerinin birinde, çizmelerinizin tozunu ve kaputlarınızın barut kokularını silktiğiniz esnada veyahut yorgun vücudunuzun ilk defa dinleneceği bir sedirin üzerinde okuyabileceksiniz Temenni ederim ki yorgun vücudunuzu dinlendirecek o sedir Kordonboyu'nun konaklarından birinde kurulsun
Ey, genç çehresi tarihe, ilk defa olarak "İnönü" olarak yazılmış, zaferlerin çift aydınlığı ortasında çıkan kahraman! Son görüştüğümüz gece, Sivrihisar'ın sert kayaları dibinde, o berrak mehtap aydınlığı içinde, bana söylediğiniz sözü bir an unutmadım O gecenin üstünden günler geçti, haftalar geçti, aylar geçti, o gecelerin üzerinden İstanbul kapılarının zorlanması ve dünyanın mukadderatını elinde tutan bir devlet adamının bizi en acı sitemlerle tehdit etmesi gibi karanlık ve feci vakalar geçti Fakat bütün bunlara rağmen sizin o sözünüz ruhumda bir vahyin ezelî titreyişi halinde kaldı

O geceden beri kalbim bir tunç parçası gibidir ve bu tunç parçasının üstünde "izmir'de görüşeceğiz!" müjdesi kazılmıştır Bu müjdeyi oraya hangi ateşle ve hangi çelikle kazdınız, bilmiyorum Fakat o dakikada hatırlıyorum ki sesiniz ateşten daha sıcaktı ve gözleriniz çelikten daha keskindi Ayın ışığında, vücudunuz bana tabiatüstü bir şey gibi göründü, o dakikada sizi bir Cibril sanmam için yalnız kanatlarınız eksikti
Ben, harp ilminin ne demek olduğuna vakıf değilim Toplarınızın ve silahlarınızın adedi hakkında da hiçbir fikrim yoktur Bulunduğunuz noktadan izmir'e kadar kaç kilometrelik yol vardır, ne kadar dağ ve tepe aşmak, ne kadar siperden atlamak, kaç düşman firkasıyla boğuşmak lazımdır, bilmiyorum Lakin bildiğim bir şey varsa, o da, bundan dokuz ay evvel, sizin bana "izmir'de görüşeceğiz!" demiş olmanızdır Ben yalnız buna inandım, buna inanıyorum, daima buna inanacağım Yanı başınızda bir tunç sağlamlığı bağlayan kalbime, bundan sonra artık başka ses, başka söz, başka hakikat nüfuz edemez
Beş on günden beri etrafımda birçok sesler, birçok sözler işitiyorum Fakat hiçbirine kulak asmıyorum Gazetelerde birçok askerî görüşmelere, tartışmalara tesadüf ediyorum, fakat hiçbirini okumuyorum Siz susuyorsunuz, düşman söylüyor  "Türk askerleri filan noktadan, filan hatlarımıza girmek teşebbüsünde bulundu, mühim zayiat ile geriye püskürttük', "Filan yerden mukabil taarruza geçtik, filan tepeye vuku bulan şiddetli topçu hücumları beyhude kaldı" tarzında haberler veriyorlar
Ben hiçbirine inanmıyorum, kendi kendime diyorum ki: İsmet Paşa, Sivrihisar'ın kayaları dibinde, bir mehtaplı gecede bana "İzmir'de görüşürüz" demişti Bugün, yarın, fakat mutlaka, mutlaka "izmir'e gireceğiz" Tıpkı vuslat saatini bekleyen bir sevdazede gibiyim Nereye gitsem, ne yapsam, gece gündüz sizin bana vaat ettiğiniz bu saati düşünüyorum Bu bekleyiş içinde cihanın bütün hayhuyu bana kuru bir gürültüden ibaret gibi geliyor, ikide bir, kulağımı yere koyup atınızın ayak seslerini işitmek istiyorum Neredesiniz? Ne tarafa doğru gidiyorsunuz? Yolunuz bir defa daha Metristepe'ye uğrayacak mı?

Ah o Metristepe! iki yıl oluyor, hâlâ düne ait bir vaka imiş gibi hatırlıyorum Biz burada helecan, endişe, vehim ve merak içinde bunaldığımız günlerdeydi Birdenbire o tepenin üstünden sesinizi işittik Diyordunuz ki: "Silahlarımız önünde, düşman, birçok cesetlerle dolu olan harp meydanını terk etti Bozöyük ateşler içindedir " işte asıl o andan beridir ki her sözünüzde bir müjde şulesi seziyorum ve ne deseniz iman ediyorum
İki sene sonra kalpleri gene o günlerin helecanlarını, endişelerini, vehim ve merakını andırır şeyler sardığı şu demlerde bütün dullar, yetimler, bütün hicretzedelerle beraber -yemeden, içmeden, uyumadan- tekrar böyle bir müjdeli habere kulak veriyoruz Nereden? Bu sefer hangi tepeden sesleneceksiniz? İstanbul'da, bir kırık tekneye benzeyen bu vatan parçasının üstünde, dalgaların sağa sola attığı bir yığın kazazede gibiyiz Ufuklarda kara bulutlar var, semada henüz hiçbir yıldız gözükmüyor Fakat benim kalbimde ta içimden bir ışıkla münevverdir Öyle bir ışık ki gittikçe hem ısıtıyor hem aydınlatıyor

Yanınızda bir tunç dayanıklılığını alan kalbim gittikçe bir külçe haline giriyor ve onun üstünde "İzmir'de görüşeceğiz" sözlerini teşkil eden kelimeler şenlik gecelerindeki hayatların allı yeşilli elvanı ile alevden harfler halinde beliriyor Bağrımın içinde bu şehrayini tutuşturduğunuzdan dolayı sizin ebedi minnettarınızım Bundan böyle onu hiçbir şey, onu kaza ve kaderin bedbaht eli bile söndüremeyecektir Biliyorum ki ordunuzun her ferdine böyle sönmez, sarsılmaz bir iman verdiniz Onlar her şeyden evvel bu iman iledir ki bütün mihnetzedelerin murada ereceği o beyaz beldeye doğru ilerliyorlar
Güzel İzmir, vuslat gününün yaklaştığını hissediyor ve kafes arkasından nişanlısının yolunu bekleyen bir maşuka gibi kalbi çarpıyor Ey, merhameti ekseriye cesaretine üstün gelen kahraman! Bu zavallı maşukaya, kendisine kavuşacağımız günü tayin etmek saati henüz gelmedi mi? Afyonkarahisar'ın geri alınması bu saatin yaklaştığına kâfi bir delil değil midir? Buna benzer birçok alametler daha belirdi, söyleyin vuslat ne zaman? "
(Yakup Kadri, İkdam, 31 Ağustos 1338/1922)
|