08-02-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Nene Hatun
Takvimler 7 Kasım 1877’yi gösteriyordu
Nene Hatun üç yıl önce evlenmişti Henüz yirmisindeydi ve üç aylık bebeği vardı On beş gün önce, köyleri Rus askerleri tarafından işgal edilince, ailesiyle Erzurum’a gelmişti Türk ordusu uzunca bir zamandır birçok cephede çarpışıyordu Doğu cephesinde de savaş bütün hızıyla devam ediyordu Aslında Gazi Ahmet Muhtar Paşa şimdiye kadar düşmanın işini çoktan bitirecekti; ama hesapta olmayan bir düşman daha vardı Yıllarca bu topraklarda birlikte yaşadığımız Ermenilerden bir kısmı şimdi çeteler hâlinde geziyor, baskınlar yapıyor, mâsum insanları -hem de çoluk çocuk demeden- katlediyordu Daha dün sabah, yakınlardaki bir köyde çeteler tarafından ağaca çivilenen bebeğin hikâyesini dinlemişti Allah’ım bu nasıl bir vahşetti, bunu yapanların hiç mi vicdanı yoktu! Nene Hatun, asırlarca birlik ve beraberlik içinde yaşadıkları bu insanlardan bazılarının bugün niçin bu derece canavarlaştıklarını zaman zaman düşünüyor; fakat ikna edici bir cevap bulamıyordu Bu çeteler yüzünden eli silâh tutan herkes cepheye gidemiyor, mâsumlar katledilmesin diye köylerde nöbet tutuluyordu
Kerpiçten yapılma iki odalı evlerinin küçük odasında şafağın sökmesini bekleyen Nene Hatun, bir yandan sobanın yanı başındaki beşiğinde uyuyan bebeğini sallıyor, diğer yandan da mum ışığında sağ elindeki Mushaf’ı okumaya devam ediyordu
Birçok yakını cephedeydi Uzun zamandır hiç birinden haber alamamıştı Dün kuşluk vakti ağabeyini getirmişlerdi Vücudunda boğaz boğaza çarpışmanın sebep olduğu çok derin süngü yaraları vardı Âdeta damarlarında kan kalmamıştı Ve bir-iki saat sonra Nene Hatun’un kollarında ruhunu teslim etti Nene Hatun, kutlu bir yolda canını veren ve şehadet şerbetini içerek sonsuzluğa uçan ağabeyinin vücuduna sarılıp ağladı, ağladı, ağladı  Şehitlerin ardından ağlanmaz diye engel olmaya çalıştılar; ama Nene Hatun sadece ağabeyi için değil, vatan için de ağlıyordu
Cepheden gelen son haberlere göre düşman çok kalabalıktı, ondan da önemlisi iyi silâhları vardı Bunları düşünürken, dilinden hiç düşürmediği duasını bir kez daha tekrarladı: “Allah’ım, düşmanları Sen’in azamet ve kudretine havale ediyor ve şerlerinden Sana sığınıyoruz ”
Sabah ezanının okunmasına az bir zaman vardı Dışarıdan gelen bağrışmalar ve silâh sesleriyle irkildiler Eşinin dışarı çıkmasıyla içeri girmesi bir oldu ve kararlı bir şekilde şunları söyledi: “Ermeni çeteleri ve Rus askerleri tabyalara saldırmışlar, karşı koymaya gidiyoruz Eğer dönemezsem ve düşman buraya kadar gelirse sakın teslim olmayın, alacaklarsa cesetlerinizi alsınlar Allah’a emanet olun!” Ve sobanın yanında duran baltayı kaptığı gibi kapıdan yıldırım hızıyla tabyalara doğru koşmaya başladı
Nene Hatun’un cesaretli ve soğukkanlı bir yapısı vardı Kocasının kolay kolay geri dönmeyeceğini biliyordu Arkasından “Allah yardımcınız olsun!” diye dua etti
Zaman hayli ilerlemişti Silâh seslerinin ardı arkası kesilmiyordu Abdestini tazeledi Yüreği cephede, kulağı ezandaydı Fakat minarelerden ezandan hemen önce farklı bir ses duyuldu Aziziye Tabyaları’nın düşman eline geçtiği, askerlerin çoğunun şehit olduğu ilân ediliyordu
Çok dinleyemedi Nene Hatun Çocuğunu öptü, kokladı; “Nâzım’ım seni bana Allah verdi, ben de seni yine O’na emanet ediyorum” dedi Eline satırını ve şehit ağabeyinin tüfeğini aldığı gibi tabyalara doğru koşmaya başladı
Tabyalarda mevzilenmiş çeteler ve düşman askerleri, kendilerine doğru akmakta olan iman ordusu karşısında sanki bütün Anadolu üzerlerine geliyormuş gibi hissettiler Başlarındaki subayın “Ateş serbest!” emriyle namlular birbiri ardına patlamaya başladı İlk sıralarda olanlar birer birer yere yığılıyordu; ama gelenlerin ardı arkası kesilecek gibi değildi Düşman, hiç böyle bir direniş beklemiyordu Yediden yetmişe bütün Erzurumlular, tabyaların demir kapılarını bir kâğıt gibi çiğneyerek düşmanın içerisine dalmıştı Çeteler ve düşman askerleri sel sularında eriyen kar gibi eridi Çarpışma kısa sürmüştü Nene Hatun, çetelerin olanca kinleriyle sökerek yere attıkları şanlı bayrağı düştüğü yerden aldı, alnına götürdü ve gözlerinden yaşlar boşanırken ait olduğu yere astı Nene Hatun ve kahraman Anadolu insanının o sabah başlattıkları mücadele, düşman, vatan topraklarını terk edinceye kadar devam etti İyi donanımlı düşman askerlerinden tabyalar geri alındı Üç bin düşman askeri öldürülmüştü Buna karşılık bin kadar şehit vardı Varsın olsundu, vatan olmadıktan sonra yaşamanın ne mânâsı vardı?! 
Nene Hatun da omzundan yaralanmıştı Ama o âdeta kendini unutmuş, yarası daha ağır olanların yardımına koşuyordu Birkaç dakika öncesine kadar cephede mermi taşıyan, askerlere su dağıtan ve siper kazan kahraman kadın, şimdi yerini askerlerin yaralarını saran bir hastabakıcıya bırakmıştı
O gün Aziziye Tabyaları’nda, Müslüman-Türk tarihinde Nene Hatun’la sembolleşen altın bir sayfa daha açıldı Allah için can siperâne mücadele veren Safiyye ve Nesibe Hatunların, Ûmm-û Hiramların, cepheye cephane taşırken donarak şehit olan Şerife Anaların, cephane arabasının boyunduruğunun bir tarafına elde kalan tek hayvanını, diğer tarafına da kendisini koşarak cepheye mermi taşıyan Ayşe Anaların oluşturduğu altın halkaya bir kahraman kadın daha eklendi
Nene Hatun’un vatan için kahramanca verdiği mücadele bu kadarla da bitmemişti O gün evde üç aylıkken bıraktığı oğlu Nâzım ve daha sonra doğan üç oğlundan ikisi, Birinci Dünya Harbi’nde canlarını vatana feda ettiler
Ne mutlu sana Kahraman Ana Kendin gazi, oğulların şehit  
Aziziye Tabyası’na diktiğin bayrak, bugün dalgalanmaya devam ediyor
alıntıdır
|
|
|