![]() |
Biz Osmanlı Terbiyesi Aldık, Düşene Vurmayız! |
![]() |
![]() |
#1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Biz Osmanlı Terbiyesi Aldık, Düşene Vurmayız!Müslüman Türk’ün kültüründe düşene vurmak yoktur ![]() ![]() ![]() ![]() iz Osmanlı terbiyesi aldık, düşene vurmayız![/url] Kültürümüzde, düşene vurmak yoktur! Yenileni ezmek, paramparça etmek de yoktur! Kültürümüz zafer karşısında büyüklenmeye de izin vermez ![]() ![]() ![]() Bu kültürün çocuğu olarak, Osmanlı padişahları, her zaferden sonra, işte bunun için şükür secdesine varmış, bir “ikram-ı İlâhi” olarak gördükleri zaferin şükrünü eda etmeye çalışmışlardır ![]() Düşene vurulmaması ise hem sağlam bir ahlakî yapının sonucudur, hem de “insan” denen kıymetin kıymetini kavramayla ilgili bir keyfiyettir ![]() Osmanlı’yı mağluplar karşısında müsamahakâr yapan, hatta hafif bir mahcubiyete düşüren sebep, insan denen varlığın muhtevasına vâkıf olmasıdır ![]() “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” (Şeyh Edebali) anlayışı ile insan kalbini kırmayı Kâbe yıkmakla aynı sayan anlayışın kaynağı da budur ![]() Bu yüzden Osmanlı ceddimiz elinde rakipsiz güçler bulunduğu dönemlerde bile insana zulmetmemiş, insanı aşağılamamış, tam tersine esir ve kölelere bile “insanca” muamele etmiştir ![]() Bunun yüzlerce örneğini zikretmek mümkündür ![]() ![]() Güçlünün zayıfı, zenginin fakiri, büyüğün küçüğü ezmeye çalıştığı günümüzde, Namık Kemal’e, “Bir zamanlar biz ne millet, hem ne milletmişiz/Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz” dedirten mert duruşun bu örneğine hepimizin ihtiyacı var ![]() Güçlüyken köle, zayıfken zalim 1910 yılları ![]() ![]() ![]() Osmanlı Devleti her taraftan kırpılmış ![]() ![]() En şımarıkları da Rusya ![]() ![]() ![]() ![]() Osmanlı Hükümeti bıkkın, lâkin derdini kime yanmalı? Gücünün zirvesinde olduğu yıllarda yaltaklanan Rus, en zayıf anında Osmanlı’yı yüreğinden vurmak için fırsat gözler, durur ![]() ![]() ![]() ![]() Babıâli’nin kapalı kapıları arkasında en çok duyulan cümle şudur: “Aman aradığı bahaneyi Moskof’a vermeyelim!” Eski Erzurum Valisi Tahsin Bey, o sıralar Beyoğlu Mutasarrıfı ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Lâkin aksilik bu ya, telefon direklerinden birkaçı Rus Sefareti’nin önüne rastlamıştır… Rus Sefiri hemen ültimatomu Babıâli’ye (hükümete) dayar: “Ya bu direkler kaldırılır veya ![]() ![]() ![]() Gerisi bir sürü tehdit, tazyik vesaire ![]() ![]() ![]() Babıâli yine çaresizdir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Hatta zaman zaman bunu oldukça abartmaktadır ![]() Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey, Babıâli’ye (hükümete) çağırılır: “Vaziyet çok nazik, Tahsin Bey ![]() ![]() ![]() ![]() Tahsin Bey vakur ve ciddi, eski zaman paşalarını andıran bir azametle dim dik ayakta ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Sadrazam susunca, Tahsin Bey tane tane konuşarak Sadrazam’a sorar: “Merakımı mazur görün ama birkaç telefon direğini korumaktan âciz hallere düşmüş bir devlet, lüzum hâsıl oldukta kendini nasıl koruyacaktır?” Fakat Sadrazam Paşa böyle bir suale cevap verecek durumda değildir, işi tatlıya bağlamaya çalışır: “Canım, böyle basit bir meseleyi büyütüp Rusya ile bozuşmayalım ![]() ![]() Tahsin Bey’in bakışları donar, yüzü tastamam kararır: “Benden cidden istenen bu mudur Sadrazam Hazretleri?” “Beli, budur ![]() Tahsin Bey’in başı âdeta önüne düşer ![]() ![]() Tahsin Bey ise bir enkaza dönmüştür ![]() ![]() ![]() “İnsanların neden kendilerini öldürdüklerini anlayabiliyorum” diye mırıldana mırıldana saatlerce denize bakar: “Hey koca Osmanlı, bu hallerini de mi görecektim!” Sadrazam’ı gelip rica etsin Ertesi gün, Tahsin Bey, karamsar, üzgün, bezgin, yorgun bir durumda Rus Sefareti’nin kapısındadır ![]() ![]() ![]() Öyle utanır ki, titremektedir ![]() Küçülmüş, bitmiştir sanki ![]() ![]() ![]() ![]() Kapıdaki görevliye maksadını söyleyip sefarete girdiği sırada, Rus sefiri merdivenlerde belirmiştir ![]() “Kim bu adam?“ diye sorar Sefir, “Niçin geldi?” Sefaret görevlisi Tahsin Bey’i tanıştırır: “Kendileri Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey’dir, şu telefon direkleri mevzuunu ekselanslarıyla görüşmeye geldiler ![]() Ekselânslarının burnu Kaf Dağı’nda ![]() ![]() ![]() Gözleri küçümseyici, duruşu alaycı ![]() ![]() ![]() Mutasarrıf’ı bakışlarıyla kırbaçlar gibidir ![]() Ama asıl kırbaç şakırtısını kelimelere gömer: “Bir mutasarrıfla görüşmem ![]() ![]() Hızla kapıdan çıkıp gider ![]() Tahsin Bey, olduğu yerde dona kalmıştır ![]() ![]() Derin bir utançla kızaran yüzünü indirir, ateş saçan gözlerini kısar, tırnakları avucuna batıp kanatıncaya kadar yumruklarını sıkar ![]() Dudaklarına çıkan yüzlerce kelimeyi güçlükle yutkunup tek cümle fısıldar: “Aman Allah’ım, bu günleri de mi görecektim! ![]() ![]() Sendeleyerek sefaretten çıkar ![]() “Biz Osmanlı terbiyesi almışız, düşene vurmayız!” Yıl 1918 ![]() ![]() ![]() Rusya’da bir yıl önce gerçekleştirilen komünist ihtilâli yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda kalan Beyaz Ruslardan bir grup İstanbul’a sığınmıştır ![]() ![]() ![]() Sefil, perişan, bir lokma ekmeğe muhtaçtırlar ![]() ![]() Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey yine sahnededir ![]() ![]() ![]() Birini gözü ısırınca yaklaşır ![]() “Aman Allah’ım!” Bu adam, vaktiyle kendisini küçümseyip sefaretten kovan Rus Sefiri’nden başkası değildir ![]() ![]() ![]() Tahsin Bey, adamı alıp evine götürür ![]() Yedirir, giydirir ![]() Bir güzel ağırlar ![]() Cebine de hatırı sayılır miktarda para koyduktan sonra, eskiye dair tek kelime söylemeden adamı uğurlar ![]() Yıllar sonra Tahsin Bey, hadiseyi bir yakınına anlattığında, yakını, şu soruyu sormaktan kendini alamaz: “Azizim, vaktiyle sana yaptıklarını niçin yüzüne vurmadın?” Tahsin Bey’in dudaklarında acı bir tebessüm yalpalar: “Biz Osmanlı terbiyesi almışız, düşene vurmayız!” Şimdikiler hem çelmeleyip düşürür, hem de vurabildikleri kadar vururlar ya, aldırmayın ![]() ![]() ![]() “Düşenin dostu olmaz” derler ya, ona da aldırmayın ![]() Biz düşene hep dost olduk, Allah da bu yüzden bize dost oldu! “O dost ise, her şey dosttur ![]() (Bediüzzaman) ![]() Yavuz Bahadıroğlu |
![]() |
![]() |
|