Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
elazığ, gelenek, görenekleri

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri




Genel Bilgiler

İL TRAFİK KODU : 23

Yüzölçümü : 9153 Km2

Nüfus (Genel) : 569616
Elazığ ili, Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında, Yukarı Fırat Bölümünde yer almaktadır 9153 Km2 yi bulan yüzölçümü ile Türkiye topraklarının % 0 12’ sini oluşturmaktadır 40 0 21’ ile 380 30’ doğu boylamları, 38 0 17’ ile 39 0 11’ kuzey enlemleri arasında kalan İl, doğudan Bingöl, kuzeyden (Keban Baraj Gölü aracılığı ile) Tunceli, batı ve güney batıdan (Karakaya Baraj Gölü aracılığıyla) Malatya, güneyden ise Diyarbakır illerinin arazileri ile çevrilidir İl, merkez ilçe ile birlikte 11 ilçe, 537 köy ve 709 mezra yerleşmesinden oluşmaktadır

Coğrafya :

Elazığ ili, Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında, Yukarı Fırat Bölümünde yer almaktadır 9153 Km2 yi bulan yüzölçümü ile Türkiye topraklarının % 0 12’ sini oluşturmaktadır 40 0 21’ ile 380 30’ doğu boylamları, 38 0 17’ ile 39 0 11’ kuzey enlemleri arasında kalan İl, doğudan Bingöl, kuzeyden (Keban Baraj Gölü aracılığı ile) Tunceli, batı ve güney batıdan (Karakaya Baraj Gölü aracılığıyla) Malatya, güneyden ise Diyarbakır illerinin arazileri ile çevrilidir İl, merkez ilçe ile birlikte 11 ilçe, 537 köy ve 709 mezra yerleşmesinden oluşmaktadır



Topografya :


Dağlar :

Elazığ, doğusundan, batısından ve güneyinden, Güneydoğu Torosların batı uzantıları ile çevrili olup, Güneydoğu Toroslar, Malatya ili sınırları içinde doğuya doğru uzanarak Elazığ’dan geçer Van gölünün güneyine doğru kıvrımlar halinde devam ederek ülkemizin sınırlarını terk ederler Bu dağların en yüksek noktasını İl’in batısındaki Hasan Dağları (2118 mt) oluşturur Hasan Dağının güneyinde Bulutlu Dağı (2004 mt) , Karga Dağı (1925 mt) ve Kamışlık Dağı (2016 mt) yer alır
Elazığ ovasının güneyinde bulunan Meryem Dağının yüksekliği 1490 metredir Sıra dağlar Elazığ ovasının kuzeyinde , yeniden yükselir Beydoğmuş yöresinde 1724 metreye çıkarak, Keban Barajı çöküntü alanına dek sürer Çöküntü alanından sonra doğuya doğru, önce Asker Dağını, sonra Palu İlçesinin doğusunda Gökdere Dağını oluşturur Kuzeye doğru açılarak İl’in Bingöl ile olan sınırını çizer Burada bulunan Karaboğa dağlarının en yüksek noktaları, Elazığ İl sınırları içinde kalır Hazar Gölünün kuzeyinde 2140 metre yüksekliğindeki Mastar Dağı yer alır Güneyinde ise en yüksek dağ silsileleri Hazar baba (2230 metre) dağını meydana getirir

Nehirler :

Elazığ, akarsu havzası açısından açısından İlin güney kesimi dışında bütünü ile Fırat Havzası içinde kalmaktadır Fırat Havzası, Basra Körfezi Havzası’nın bir parçasıdır Fırat Irmağı ile anılan havzanın sularını boşaltır Fırat Doğu Anadolu’nun en önemli akarsuyudur Keban ilçesine kadar olan bölümü başlıca iki ana koldan oluşur Bunlar Karasu ve Murat Nehirleridir Elazığ ilinin sularını ise Murat ve onun kolları boşaltır


Murat Nehri :

Murat nehrinin Palu İlçesi civarında Keban Baraj Gölü’ne karıştığı noktaya kadar olan uzaklığı yaklaşık 500 Kmdir 42000 km2’lik akaçlama havzasıyla, Fırat’ın en önemli koludur İlk kaynaklarını İl sınırları dışından, Van Gölünün kuzeyindeki Aladağ’ın kuzey eteklerinden alır Gülizar Yaylalarından gelen pek çok suyuda toplar Murat nehri, Ağrı’dan geçtikten sonra Güneybatıya yönelir Bingöl’ün Genç İlçesini geçerek Elazığ topraklarına girer Sürekli batı yönünde akarak Palu ilçesine ulaşır ve Keban Baraj Gölüne dökülür


Fırat Nehri :

Fırat nehrinin kolları olan Murat Irmağı ile Karasu, Keban İlçesinin kuzeyinde birleşir Bu noktadan sonra oluşan Fırat Nehri, önce güneybatı yönünde akar Keban İlçesinin Dummu yöresinden sonra Elazığ-Malatya İl sınırlarını oluşturacak şekilde geniş bir yay çizer ve Elazığ-Diyarbakır sınırına kadar gelir Toplam uzunluğu 2800 Km’dir



Dicle Nehri :

Hazar Gölü’nün Güneydoğusundan süzülen sular, Dicle Havzasının üç deresinden biri olan Behremaz Deresi ile birleşerek Dicle Nehrinin ilk kaynağını teşkil eder Maden dağlarından ve Behramaz ovasının ortasından kuzeydoğu yönünde akan nehir, önce doğuya, sonra güneydoğuya yönelerek Maden İlçesini geçer ve İl sınırları dışına çıkar


Peri Çayı :

Murat nehrinin en önemli kollarından biridir Saniyede ortalama 100-200 m3su akıtan Peri Çayı, Bingöl’ün Şeytan dağlarından doğar Munzur dağlarından çıkan Munzur suyu ile birleşerek İl sınırlarımız içerisinde Murat Nehrine katılır

Ovalar :


Elazığ İlindeki ovalar genellikle depresyon alanlarına karşılık gelmektedir Bu çöküntü alanlarının akarsuların taşıdığı maddelerle dolması sonucu oluşmuşlardır Genellikle alüvyal topraklarla kaplı bu verimli ovaların, İl tarımında önemleri büyüktür




Elazığ Ovası :

Güneybatı- kuzeydoğu yönünde uzanan küçük bir depresyondur Denizden yükseltisi 1000-1050 mdir 36 Km2 lik alanı kaplayan ova, bir çöküntü havzasının alüvyonlarla dolması sonucunda meydana gelmiştir Ovanın kuzeyinde üzerinde tarihi Harput şehrinin yer aldığı eski bir aşının yüzeyine karşılık gelen geniş dalgalı yüksek bir düzlük bulunur Elazığ Ovası, yükselmiş, yükselirken çarpılmış ve genel olarak güneye meyilleşmiş bu yontukdüz (Penelen) sahasından dik yamaçlarla ayrılmıştır Ovayla bu yontukdüz arasındaki yamaçların dik oluşu ovanın kuzeyinde çok belirgin birikinti konilerinin meydana gelmesine yol açmıştır Etrafı dağlarla çevrili ova güneye doğru eğilimlidir Elazığ ovasının sularını Uluova’ya taşıyan Elazığ Deresi, Gümüşkavak boğazından geçer Ovayı, Uluovadan ayıran eşik güneybatıda yer alan Meryem Dağı ile birleşir Meryem Dağı ile Elazığ ovasının batı ve kuzeybatısındaki Sarını (Cip Çayı) suyunun direne ettiği Kuzova’ dan ayıran bir tepelik alan yer alır Bugün Elazığ kentinin kurulmuş olduğu ova, gerçekte geniş depresyon dizilerinden biri olan Uluovanın bir parçasıdır




Uluova :

Güneydoğu Torosların uzanış yönüne bağlı ve Hazar depresyonuna paralel olarak, Güneybatı-Kuzeydoğu yönünde uzanır Elazığ’ın en geniş ovasıdır Kuzeyden kırık hatlar halinde uzanan, yükseltisi az Karakaya dağları ile çevrilidir Güneyden Çelemlik, Mastar ve Kamışlık dağları dizisi ile sınırlanmıştır Kuzeydoğuda Keban Baraj gölüne kadar uzanır Ovanın uzunluğu yaklaşık 56 Km, genişliği l5 Km kadardır Yüzölçümü 325 Km2 yi bulur Yükseltisi azalarak Keban Baraj Gölüne kadar sokulan bu ova, kalın bir alüvyal toprak tabakası ile örtülüdür Ovanın ortasından Haringet Suyu geçer Bu akarsu sağdan ve soldan kaynak suları ile beslenen birçok dereden oluşur Haringet Suyu, yazın sulamada yoğun olarak kullanılır Bu nedenle genellikle yaz aylarında Keban’a Baraj Gölüne ulaşmadan kurur Uluovanın uzun ekseni boyunca yerleşmiş bulunan Haringet Çayının kuzeyinde tipik bir Piyetmont kuşağı (Dağeteği ovası) uzanmaktadır Meryem Dağı kütlesinden Uluova’ya inen kolların oluşturduğu bu dağ eteği ovası kuşağı, aynı zamanda yoğun tarımsal faaliyetlerin görüldüğü bir alandır Yerleşmeler, bu birikinti konileri üzerinde yer alırlar



Kuzova :


Kuzeye akarak Murat Nehri ile birleşen Cip (Sarını) Çayının iki yanında yer alan uzun bir ovadır Kuzeye gidildikçe genişleyen denizden 900-1000 metre yükseklikte olan ovanın, yüzölçümü yaklaşık 110 Km2’ dir Basamaklı bir durum gösteren Kuzova verimli bir ovadır Sadece Sarını çayı vadisinde alüvyal topraklara rastlanır Bu ırmağın suyu az olduğundan sulamaya yetmez Bu nedenle ovada sulama amacına yönelik Cip Barajı yapılmış, birçok kuyu açılmıştır Kuzova, Güneyde Tilki Tepe Karşıdağ-Kurt tepe-Kızıldağ ve Kekliktepe’den oluşan ve güneybatı ve kuzeydoğu yönünde uzanan ve bir sırtı andıran tepeler dizisi ile adeta iki bölüme ayrılmıştır

Çok daha geniş bir alanı kaplayan asıl Kuzova’ya karşılık gelen ovanın kuzey bölümü bir senklinal halindedir Kuzova havzasının doğusu volkanik bir araziden meydana gelir Yaklaşık 48 Km2’ bir alan kaplayan bu volkanik arazi, Elazığ’ın 8-10 Km kadar kuzeybatısında yer alan kısım “Karayazı” adıyla anılır Burada doğu-batı yönlü bir kırık çizgisinden çıkmış olan olivinli bazaltlar kuzeye doğru ova eğimi yönünde akarak bir lave yelpazesi meydana getirmiştir



Behremaz Ovası :

Sivrice İlçesinin güneyindeki Hazar baba Dağı ile Maden dağları arasındaki Behremaz Deresinin iki yanında yer alan bir ovadır Kuzey-güney doğrultusunda uzanır Hazar Gölüne yaklaştıkça genişler Alüvyonlarla kaplı olan ovada, daha çok buğday, arpa, mısır ve fasulye ekimi yapılır




Palu (Yarımca) Ovası :

Palu ilçesinin batısında Murat Nehrinin taşımış olduğu eski alüvyonlarla kaplıdır Daha çok buğday, şeker pancarı, mısır, arpa ve baklagiller ekimi yapılır
Elazığ ilinde bu ovaların dışında, Harput’un kuzeyinde genellikle üzüm bağlarının yaygınlık kazandığı, meyve ve sebzeciliğin yapıldığı Mürüdü Ovası ile Harput’un kuzeyinde yaz aylarında suyu kuruyan Çakıl Deresi çevresinde Zahini Ovası vardır Bu ovalarda nohut, arpa, buğday ve burçak ekimi yapılmaktadır


Platolar (Yaylalar) :

İl alanı daha çok dağlar ve platolarla kaplıdır İl toplam alanının çoğunu platolar oluşturur Platolara Elazığ’ın kuzeyinde Harput çevresinde Murat Nehrinin kuzey kesimlerinde ve Ağın yöresinde rastlanır Hayvancılık faaliyetinin yoğunluk kazandığı alanlar, İl’in doğusunda Bingöl ile sınır oluşturan Karaboğa Dağlarında Gökdere ve Akdağ üzerindedir Urfa yöresinde kışlayan göçerler, Mayıs sonu ve Haziran ayı başlarında Siverek ve Ergani üzerinden Palu çevresine gelirler Bir bölümü yöredeki yaylalarda kalır, bir bölümü ise Bingöl dağlarındaki yaylalara göçerler



Göller :
Hazar Gölü (Gölcük) :
İlin Güneydoğusunda bulunan ve İl merkezine 25 Km uzaklıkta, Elazığ-Diyarbakır Karayolu’na paralel olan Hazar Gölü, tektonik bir göldür Güneyinde Hazar baba Dağı bulunan göl, Uluova’dan Mastar Dağlarıyla ayrılır Denizden 1250 mt yükseklikteki gölün uzunluğu yaklaşık 22 Km en geniş yeri ise 5-6 Km ‘dir Yüzölçümü 86 Km2’yi bulan gölün derinliği 200-250 metre arasında değişmektedir Hazar Gölünden turistik ve ekonomik olarak yararlanılmaktadır



Keban Baraj Gölü :

Keban Baraj Gölü Türkiye’nin en büyük yapay gölüdür Doğal Göller arasında 675 km2’lik alanıyla 3 sırada yer almaktadır Baraj Gölünün Murat vadisi boyunca uzunluğu 125 kmdir Genişliği yer yer değişmektedir Keban baraj gölünde elektrik üretiminin yansıra su avcılığı yapılmakta ve balık üretimi de gerçekleştirilmektedir



Cip Baraj Gölü :


İlimizin 10 km batısında bulunan Cip Barajı, Murat Nehri ile birleşen Cip Çayı üzerinde ve Cip Köyünün güneyinde yer almaktadır Barajın yapımıyla oluşan göl sularıyla 800 hektar alan sulanmaktadır Göl çevresi ise mesire yeri olarak kullanılmaktadır




İklim :

Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında yer alan Elazığ İlinde bölgenin diğer bölümlerinden oldukça farklı ve karakteristik bir iklim dikkati çekmektedir İlin gerek coğrafi konumu, gerekse morfolojik özellikleri bu elverişli durumun ortaya çıkmasında en büyük etken olmuştur İlde karasal iklim egemen olup, kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçmektedir Ancak il çevresinde oluşturulan baraj gölleri, iklimde kısmen sapmalar göstermektedir




ULAŞIM :

Elazığ, Doğu Anadolu’yu batıya bağlayan yolların bir kavşak noktası konumundadır Elazığ’dan; Elazığ-Bingöl, Muş, Van, Elazığ-Diyarbakır, Elazığ-Tunceli, Erzincan, Erzurum, Elazığ- Malatya karayollarıyla; Elazığ-Muş,Tatvan ve Elazığ- Diyarbakır tren hattı geçmekte olup, hava yolu ile ulaşım Ankara’ya ve Ankara bağlantılı İstanbul, İzmir ve Antalya’ya yapılmaktadır
Batıdan gelen karayollarını, doğunun çeşitli illerine bir yelpaze gibi bağlayan Elazığ, bu bölgenin önemli bir ulaşım merkezidir Genel olarak; Ankara, Kayseri, Malatya yönünden Elazığ’a gelen, Bingöl, Muş yönüne giden; Adana, Kahramanmaraş, Malatya yönünden Elazığ’a gelen, Tunceli, Erzurum yönüne giden; Mardin, Diyarbakır yönünden Elazığ’a gelen ve Keban-Arapkir-Sivas yönüne giden devlet yolları Elazığ’ın başlıca ana yollarıdır


Hava Yolu Ulaşımı :

Elazığ’dan, haftanın her günü , Türk Hava Yolları uçakları ile Ankara’ya Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri ise Ankara bağlantılı İstanbul, İzmir ve Antalya’ya tarifeli uçak seferleri yapılmaktadır


Karayolu Ulaşımı :

İlde karayolu ile ulaşım, hemen hemen tüm bölgelere (bu bölgelerdeki bazı illere) özel otobüs işletmeleri tarafından sağlanmaktadır



Demiryolu Ulaşımı

Elazığ İl merkezi Malatya’dan gelerek Maden ve Ergani ilçesi üzerinden Diyarbakır’a giden demiryoluna 1934 yılında açılan Yolçatı - Elazığ hattıyla bağlanmış, bu hat Elazığ İlinden geçerek Tatvan’a ulaşmaktadır Bununla birlikte Elazığ’dan İstanbul’a ve Adana’ya demiryolu ile yolcu ve yük taşımacılığı yapılmaktadır



Feribot Ulaşımı
Keban Baraj gölü üzerinde, Elazığ-Pertek, Elazığ-Çemişgezek, Elazığ-Ağın arasında ulaşım feribotla sağlanmaktadır Bu feribotlar belirtilen ilçe belediyeleri tarafından işletilmektedir


Alıntı Yaparak Cevapla

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri




Tarihçe





Elazığ, Doğu Anadolu’da Tarihi Harput Kalesinin bulunduğu tepenin eteğinde kurulmuş bir şehirdir Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan şehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir Elazığ’ın yerleşim yeri olarak tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir Bu nedenle Elazığ’ın tarihini devamı olduğu Harput’un tarihi ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir

Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput’un en eski sakinleri MÖ 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşen Hurrilerdir Hurrilerden sonra bölgenin, Hitit hakimiyeti altına girdiğini görmekteyiz Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra MÖ 9 Asırdan itibaren Doğu Anadolu’da devlet kuran Urartular Harput’ta uzun süre hüküm sürmüştür Bugün bile tarihi heybetiyle ayakta duran Harput Kalesi Urartu devrinin izlerini taşımaktadır Kale’de kaya içine oyulmuş merdivenler, tünel ve hücrelerle su yolu bulunduğu tespit edilmiştir MÖ 9 Asırdan beri bu kalesiyle müstahkem mevkii olarak bilinen Harput, en az 4000 yıllık bir maziye sahip bulunmaktadır

Harput isminin ilk hecesi olan Har, taş (kaya) anlamına, son hecesi olan put (berd) ise kale anlamına gelmektedir Günümüz Türkçe si ile Taş Kale anlamını taşımaktadır

Harput’un; MS 1 asırdan 3 asra kadar, zaman zaman Romalıların siyasi ve askeri nüfuzunda kaldığını görmekteyiz Ancak Romalıları Anadolu’dan çıkarmak için uzun ve çetin mücadeleler yapan Pontus Kralı Mithradates devrinde ve ondan sonraki zamanlarda el değiştirdiği de bilinmektedir Bununla beraber, Miladi 3 asırda, İmparator Dioclatianus zamanından itibaren Harput bölgesi tamamen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır

Daha sonra Sasanilerle, Bizanslılar arasında devam eden harplerde daima ihtilaf hududu olarak görülen ve kimi zaman Sasanilerin, kimi zaman Bizanslıların hakimiyetine girerek el değiştiren Harput’ta Bizans hakimiyetinin ilk devresi 7 asrın ortalarına rastlar Ancak Hz Ömer zamanında Suriye ve Irak’ı ele geçiren Arapların 7 asrın ortalarına doğru Harput ve çevresini de zapt ettiklerini görüyoruz Bu şekilde başlayan Arap hakimiyeti, 10 asrın ortalarına kadar devam etmiştir
Harput’ta, Romalılar devrinde olduğu gibi, Araplar devrinde de etkin bir ize rastlanmamıştır Bölge, daha çok Bizans ve Arap siyasi ve askeri gücünün gövde gösterilerine sahne olmuştur

Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10 asra rastlar Bizanslıların İslam alemine karşı giriştikleri büyük seferlerin ilk hedefi daima Harput olmuştur Nitekim, ilk taarruzda Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir

Bizans tarihinde Harput, bugünkü söyleyişe çok yakın olarak “Harpote” diye geçmektedir Aslında Harput bölgesi de “Mesopotamia” olarak adlandırılmaktadır Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11 asrın sonuna kadar devam etmiştir

Harput’un Türklerin Eline Geçişi :



Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir Bu ise Selçuklular devrine rastlamaktadır

Harput’un ilk Türk hakimi Çubuk Bey’dir Çubuk Bey, burada diğer Selçuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şartıyla bir hükümet kurmuştur Kendisine oğlu Mehmet Bey, halef olduğu içindir ki, Harput tarihinde bu devire “Çubukoğulları Devri” denir Çubukoğulları ve onlarla birlikte gelen Türkmenlerin Harput halkının ecdadını teşkil ettiğine şüphe kalmamıştır

Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir Çubukoğulları devrinden sonra Harput’ta “Artukoğulları Devri” başlar 12 asrın ilk yıllarında başlayan bu devir, 1234 yılına kadar devam etmiştir

Artukoğullarının, Türkmenleriyle beraber Doğu Anadolu’ya gelip yerleşmelerinden sonra bir kol da Harput’a gelmiştir Bunlara bu sebeple “Harput Artukluları” denmektedir

Artukoğulları devrinde; adı hala Harput ve Elazığ’da anılan Belek (Balak) Gazi’nin Harput’un yetiştirdiği en ünlü Türk Fatihi olduğu bilinmektedir (1965 yılında Harput Turizm Derneği tarafından Belek Gazi’nin, at üstünde güzel bir heykeli yaptırılmıştır) Onun en önemli hizmeti, Haçlı seferleri sırasında görülmüştür Selahattin Eyyubi ile mukayese edenler bile olmuştur (Tarihçiler son araştırmalar ışığında Balak Gazi’nin asıl isminin “Belek Gazi” olduğunu ifade etmektedirler)

Balakgazi’den sonra 1185 yılına kadar Harput’ta yine Artukoğullarından gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir Bunlardan Fahrettin Karaaslan’ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Camiyi yaptırmıştır

1234 yılında Harput’ta Artuk Hanedanının hakimiyeti son bulur ve Harput Selçuklu Hanedanına ilhak olunur Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı tarafından idare edilmiş ve bu devirde “ Arap Baba Camii ”ve bitişiğindeki türbe hariç önemli bir eser bırakılmamıştır

Anadolu Selçuklularının bölgedeki hakimiyeti sona erince, 14 asırda Harput’ta bir müddet İlhanlıların daha sonra da Dulkadiroğullarının hüküm sürdüklerini görüyoruz Dulkadiroğulları devrinden sonra da Harput, 1465 de Uzun Hasan tarafından zapt edilmiş ve 40 yıl kadar Akkoyunluların idaresinde kalmıştır

Akkoyunlulardan sonra 1507 yılında Harput, Şah İsmail’in idaresine geçmiştir 1516 yılında Çaldıran muharebesinden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir

Osmanlı İdaresine geçen Harput, başlangıçta Diyarbakır Eyaletine bağlı bir sancak halinde teşkilatlandırılmıştır 1530 tarihli bir kayda göre Harput’ta o zaman 14 Müslüman, 4 ermeni mahallesi vardı 19 Asrın sonlarında Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, 8 kütüphane ve kilise, 12 han ve çeşitli büyüklükte 90 hamam bulunduğu Kamus-ül-a’lam’da belirtilmektedir

Yukarıda tarihi devirlerinden kısaca bahsettiğimiz Harput, birbirine benzeyen sebeplerle tarihe karışan birçok eski Türk şehirleri gibi nihayet terk edilmiş ve yerini bugünkü Elazığ’a bırakmıştır Bugünkü Elazığ, II Mahmut zamanında, 1834 yılında şark vilayetlerinde ıslahata ve devlet otoritesini yeniden kurmaya memur edilen Reşit Mehmet Paşa zamanında halk arasında “ Mezra ” denilen şimdiki yerinde kurulmaya başlanmıştır

Aynı yıl içinde (1834) hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış Vilayet Merkezi Harput’tan buraya nakledilmiştir Bu nakilde Harput’un artık bir hudut şehri olmaktan çıkması, gelişmeye elverişli olmaması, ana yollara sapa kalması, bilhassa kış mevsiminde ulaşım güçlüğü ve mezranın güzel bir şehir kurulmasına elverişli bulunması rol oynamıştır

Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir Sancak haline getirilmiştir 1875’de Müstakil Mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış 1921’de bu iki sancakta Elazığ’dan ayrılmıştır

Sultan Abdulaziz’in tahta çıkışının 5 yılında Hacı Ahmed İzzet Paşa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat ul -Aziz” adı verilmiştir Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “ELAZİZ” olarak söylene gelmiştir

Atatürk’ün 1937 yılında şehre teşrifleri sırasında Atatürk’ün teklifi ile “Azık İli” anlamına gelen “ELAZIK” adı verilmiş, bu isim daha sonra “ELAZIĞ” a dönüşmüştür


Alıntı Yaparak Cevapla

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri




İlçeler

İlin merkez ilçe ile birlikte 11 ilçesi bulunmaktadır

İlçe adları : Ağın, Alacakaya, Arıcak, Baskil, Karakoçan, Keban, Kovancılar, Maden, Palu ve Sivrice,


Ağın:İlçenin tarihinin MÖ XVI-XIV yüzyıllarda yöreye yerleşen Hurrilere kadar uzandığı bilinmektedir Yörede hakimiyet kuran çeşitli kavimlerin egemenliğinde kalan Ağın, 1071 yılından sonra Türklerin Anadolu ya girmesiyle 1115-1234’e kadar Artukoğulları yönetiminde kalmış, 1514 Çaldıran savaşından sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır

“Kamus-ül Alam”da İlçeye ilişkin şu bilgiler yer almaktadır “ Mamuret-ül Aziz” (Elazığ) sancağında Eğin İlçesine bağlı bir bucaktır 52 köyden oluşmuştur
Ağın doğudan Çemişgezek, batıdan Arapkir, güneyden Keban, kuzeyden yine Arapkir ve Kemaliye ile çevrilidir Yüzölçümü 526 km2’ dir Fırat’ın bir kolu olan Karasu, İlçenin doğu sınırı boyunca uzanmakta ve Keban civarında Murat Nehri ile birleşerek asıl Fırat’ı teşkil etmektedir

İlçenin en önemli gelir kaynağını tarım teşkil eder Ancak ekim yapılan arazinin bir bölümü Keban Baraj Gölü sahasında kaldığından tarım alanı daralmıştır
Elazığ’dan 77 km Uzaklıkta olan Ağın’a ulaşım , karayolu ile yapılmakta olup, Keban baraj gölü üzerinden de feribotla sağlanmaktadır İlçe Roma devrinden kalma kaya mezarları ve leblebisi ile ünlüdür


Alacakaya : Elazığ’ın güneydoğusunda ve İl merkezine 85 km uzaklıkta bulunan Alacakaya’nın ilçe olarak geçmişi yenidir Yörede bulunan krom cevherinin çıkarılması ve işlenmesi amacıyla 1935 yılında Etibank tarafından İşletme Tesisi kurulması ve işletmede istihdam edilen insanların bölgeye yerleşmeleri ile oluşmuş bir yerleşim merkezidir Krom İşletmesinin zamanla faaliyet alanının genişlemesi ile birlikte gelişen ve büyüyen Alacakaya 1987 yılında Belediye 1990 yılında da İlçe olmuştur 12 köyü bulunmaktadır

İlçede zengin krom yataklarının yanı sıra , “ Elazığ Vişnesi ” adı ile anılan dünya çapında kalitesi ve rengi ile özel bir yere sahip zengin mermer yatakları da vardır
Alacakaya İlçesi , Maden , Palu , Arıcak , Ergani ve Dicle İlçeleri ile çevrelenmiş olup il merkezine asfalt bir yol ile bağlanmıştır İlçede ‘Murat Hanı’ adını taşıyan tarihi bir yapı bulunmaktadır Doğal güzelliklere sahip ilçede (Elazığ-Alacakaya karayolu üzerinde Sori mıntıkasında) görülmeye değer bir şelale ile ilçe merkezine 3 Km Mesafede ‘ Gölalan’ adında bir gölcük mevcuttur

İlçe , Dicle Kral Kızı Barajının tamamlanmasıyla yaşanmaya ve görülmeye değer bir sayfiye yeri olmaya aday durumdadır

Arıcak : 1972 yılında Belediye olmasından sonra 1987 yılında ilçe olan Arıcak’a halen belediye olan Erimli, Bükardı ve Üçocak kasabaları ile 26 köy bağlıdır İlçenin İl merkezine olan uzaklığı 125 kmdir İlçe topraklarının çoğunluğu dağlıktır İlin en yüksek dağı olan 2517 metre rakımlı Hacı Ali Dağı ilçe sınırları içerisindedir İlçe ekonomisi tarıma ve özellikle hayvancılığa dayanmaktadır Dicle nehrinin kaynağını oluşturan Mirvan Çayı ilçe merkezinden geçer Yaz aylarında bu çayın kıyıları mesire yeri olarak tercih edilir Ayrıca ilçenin Erimli Kasabasında enfes doğal güzelliğe sahip bir şelale bulunmaktadır

Baskil : Elazığ’a 25 km Uzaklıkta bulunan İlçenin batısında Malatya, kuzeyinde Keban ilçesi yer almaktadır Yüzölçümü 1525 km2 olup , İlçeye 2 teşkilatsız bucak ve 60 köy bağlıdır

İlçe dağlık bir bölge olup, Haroğlu ve Hacı Mustafa önemli dağlardır İlçede yapılan kazılarda buranın Roma ve Bizans döneminde de yerleşim merkezi olduğu ortaya çıkmıştır Ulaşım kara ve demiryolu ile sağlanmaktadır

Karakoçan : Cumhuriyet döneminde kurulan İlçelerimizdendir 1934 yılında ilçe olmuştur İlçe yeni bir yerleşim yeri olduğundan merkezinde ve çevresinde tarihi önem taşıyan herhangi bir yapıya rastlanmamaktadır İlçenin 2 bucağı, 88 köyü , 5 mezrası bulunmaktadır Kuzeyde Kiğı , doğuda Bingöl , batıda Mazgirt ve Nazimiye , güneyde Palu ve Kovancılar ilçeleri ile komşu olan Karakoçan’ın ilçe merkezi ovalık bir alanda yer almasına rağmen genellikle dağlık bir araziye sahiptir İlçenin kuzeyinde yer alan dağlık kesimler meşe ormanlarıyla kaplıdır Peri Çayı’da ilçenin içlerine kadar uzanmaktadır Asfalt bir yolla ulaşılan ilçenin İl Merkezine olan uzaklığı 105 Km dir İlçe ekonomisinde tarım ve hayvancılık önemli bir yer tutmakla birlikte, halkın büyük bir çoğunluğunun 1960’lı yıllardan itibaren yurt dışında (Avrupa ülkelerinde) çalışmaları sosyo-ekonomik yapıyı olumlu yönde etkilemiştir

Zengin doğal güzelliklere sahip olan ilçede, Peri çayı kenarında bulunan Kolan kaplıcalarını her yıl binlerce kişi sağlık amacıyla ziyaret etmektedir Yine ilçe merkezinde Kalecik Barajı Çamlığı, Beyaz Çeşme Mesire Yeri, Güzel baba Ormanı yaz aylarında halkın rağbet ettiği dinlenme yerleridir

Keban : İlçenin hangi tarihte kurulduğu kesin olarak bilinememekle birlikte X Yüzyıla ait bir yerleşim yeri olduğu , Keban Barajının yapımı nedeniyle yörede gerçekleştirilen kazılar neticesinde ortaya çıkarılmıştır İlçenin kendisini çevreye duyurması ise Osmanlı İmparatorluğu dönemine rastlamaktadır Harput’un tarihin çeşitli devrelerinde doğunun stratejik öneme haiz bir kale şehri olmasına rağmen, Keban’ın 1700’lü yıllardan itibaren ekonomik yönden (simli kurşun madeni üretimi ve işletmesi dolayısıyla) canlanmaya başladığı hatta 1834 yılına kadar Eyalet Merkezi olduğu bilinmektedir Keban 1830’lu yıllardan itibaren eski önemini yitirmiş ve eyalet merkezi Harput’a nakledilmiştir

IV Murat , Bağdat seferine giderken yöreye uğramış ve Denizli köyü yakınlarında bir kervansaray yaptırmıştır Tanzimat sonrası idari düzenlemelerde “ Mamuret-ül Aziz Vilayeti” merkez sancağına bağlı bir kaza olmuştur

İlçe, doğudan Elazığ, batıdan Arapgir İlçesi kuzeyden Ağın İlçesi ,güneyden Baskil İlçesi ile çevrili olup, yüzölçümü 543 km2 dir Elazığ’a 45 km uzaklıkta bulunan İlçeye ulaşım karayoluyla sağlanmaktadır

30 köyü, 21 mezrası bulunan İlçede ülkemizin en büyük barajlarından birisi olan Keban Barajı ile Yusuf Ziya Paşa tarafından inşa ettirilen ve kendi adıyla anılan bir camii ve çocuklarına ait bir tarihi türbe bulunmaktadır

Kovancılar : 1987 yılında ilçe olmuştur İlçeye bir teşkilatsız bucak ile 76 köy bağlıdır Ekonomisi genelde tarıma dayalı olan ilçede, son yıllarda endüstri bitkileri de yetiştirilmektedir

Elazığ- Bingöl karayolu üzerinde bulunan ilçe, İl merkezine 67 km uzaklıktadır

Maden : Bilinen tarihi kaynaklara göre , İlçenin tarihi MÖ 2000 yıllarına kadar uzanır Bölgeye MÖ 1450 yıllarında Mitanni Krallığı, MÖ 30, MS 180 yıllarında Roma İmparatorluğu , MS 1077’de Selçuklular hakim olmuşlardır 1515 yılında doğuya sefer düzenleyen Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim tarafından Maden , imparatorluk topraklarına katılmıştır Maden ilçesi, Doğu Torosların devamı olan Mihrap dağı eteklerinde , dar bir vadinin yamaçlarında kurulmuştur
Elazığ - Diyarbakır yolu üzerinde bulunan ilçeye bir belde (Gezin) , 37 köy bağlıdır Elazığ’a 80 km uzaklıkta olup, ulaşım kara ve demiryolu ile sağlanmaktadır


Palu : İlçenin tarihi oldukça eskidir Yörede ilkçağ ve ortaçağdan kalma birçok eser vardır Palu ve çevresi Urartu, Roma ve Bizans hakimiyetlerinde kalmış, Halife Hz Ömer devrinde İslam orduları buraları fethetmiştir (634) Bir müddet sonra Bizanslılar Palu ve Çevresini yeniden alarak Selçuklu akınlarına kadar bölgede varlıklarını sürdürmüşlerdir Palu yakınlarındaki Şimsat kalesi, o dönemde oldukça önem arz etmiştir

Selçuklular bu toprakları ele geçirdikten sonra önce Çubukoğullarının daha sonra da Artukoğullarının bölgede hakimiyetleri görülür Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim’in komutanlarından Karaçinoğlu Ahmet’in 1515 yılında bölgeyi fethiyle yeni bir dönem başlamıştır

İlçenin doğusunda Bingöl İli, batısında Elazığ, kuzeyinde Kovancılar İlçesi, güneyinde Arıcak ve Alacakaya ilçeleri bulunmaktadır Elazığ’a 76 km uzaklıkta, Murat nehri vadisinde bulunan İlçeye bir teşkilatsız bucak ve 34 köy bağlıdır

Sivrice : İlçenin tarihi ile ilgili olarak Selçuklu öncesine dayalı çok kesin bilgi ve belgeler yoktur Öyle ki Hazar Gölü altındaki Batık Şehrin tarihi bile kesin olarak ortaya çıkarılamamıştır Sivrice, 1936 yılında ilçe olmuştur Gözeli adında bir bucağı ve 49 köyü vardır

Doğu Torosların bir parçasını teşkil eden Hazar baba ve Mastar dağları arasına sıkışmış olan Hazar Gölünün batı sahiline kurulmuş olan Sivrice ilçesi, doğudan Maden, batıdan Baskil, güneyden Pötürge, kuzeyden ise Elazığ ile çevrilidir

Sivrice ilçesinin en büyük varlığını teşkil eden Hazar Gölü, eşine ender rastlanan göllerden biridir Özellikle Elazığ ve çevre illerin eğlence, dinlenme ve tatil merkezi durumundadır Göl çevresinde 25’e yakın Kamu Kurum ve Kuruluşlarının kamp ve dinlenme tesislerinin yanı sıra halka açık tesislerde bulunmaktadır Son yıllarda çeşitli siteler, yazlıklar ve ikinci konutlarla çevresi bir hayli renklenen Hazar gölü, turizmin yanı sıra balıkçılık için de elverişli olup, İlçeye ekonomik yönden bir katkı sağlamaktadır İlçe Elazığ’a 25 km uzaklıktadır


Alıntı Yaparak Cevapla

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri




Elazığ’da Edebiyat ve Diğer Güzel Sanatlar

Tarihin hemen her döneminde idari bir merkez olan Harput, kültür ve sanat alanında da bu özelliğini sürdürmüştür

Harput’un zaman içerisinde bilim adamlarının, şair ve yazarların, din adamlarının toplandığı ve önemli eserlerin vücuda getirildiği ve bölgesinin bir kültür merkezi olduğunu günümüze kadar ulaşan eserlerden ve belgelerden anlıyoruz

Harput-Elazığ’da Halk Edebiyatı’nın son derece gelişmiş olduğunu özellikle Halk Edebiyatı ürünlerinden, mani ve ninnilerin çok yaygın olduğu ayrıca Divan Edebiyatı geleneğinden de etkilenerek çeşitli eserlerin yazıldığı bilinmektedir Halk şairlerinden Aşık, Cefai, Meluli, Köse Seferzade, Hacı Raşit Efendi, Luzumi, Fahri, Dilşad Hanım, Vahap Güray, Haydar Duman başta gelir

Harput’ta Divan Edebiyatı da oldukça gelişmiş durumdadır Harput’ta bu özellik medrese tahsili görenlerin yanında sade halktan kişilerde de görülür Nitekim Harput Türkülerinde, Divan Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Fuzuli, Nedim, Nevres, Baki gibi şairlerin eserleri bestelenmiş ve halk bu besteleri bilinçli bir şekilde okumuş, anlamış ve günümüze kadar gelen yüksek bir edebi anlayışı ortaya koymuşlardır Harput’ta; kürsübaşlarında, odalarda, divan şairlerinin eserleri ezbere okumakla birlikte işi daha da ileri götürerek çok enteresan ve yüksek bir Divan Edebiyatı bilgisi ve birikimini gerektiren yarışmalar, atışmalar yapılmaktaydı
Harput’ta yetişen ve sayıları yüzleri bulan Divan şairleri arasında İbnül Emin Mahmut Kemal İnal’ın “Son Asır Türk Şairleri” isimli eserinde de yer alan, Hacı Hayri (1876), Müderris Kemaleddin (1866-1936), Harputlu Rahmi (1802-1884), Mehmet Nuri Gençosmanoğlu (1897), Sadi (?-1916), Ömer Naimi Efendi’nin oğlu Hamdi Efendi (H1245-1318) ayrıca Ömer Naimi Efendi, Abdulhamit Hazmi, Abdullatif Lütfi, İbrahim Lebip, İshak Hoca, Sungurzade Hacı Kerim Efendi, Rıfat Dede (1807-1869), Saçlı Hoca, Osman Remzi, Haydar Bey, Ahmet Kemal gibi daha bir çok ismi sayabiliriz
Divan Edebiyatı ile Halk Edebiyatı geleneğini zihninde ve ruhunda mecz etmiş olan Harput insanı Türk Edebiyatı ve Musiki kültürü içerisinde haklı bir şöhrete sahip olmuştur

Elazığ-Harput hakkında arkeolojik kazı ve çeşitli tarihi vesikalarla birlikte, Evliya Çelebi başta olmak üzere, V Cuinet, HF Tozer, CF Lehmann-Haupt, Polonyalı Simeon, Hommaire De Hall, A Gabriel gibi seyyah ve araştırmacıların eserleri, Tahrir Defterleri, Siciller, Vakfiyeler gibi kaynaklarda önemli bilgiler bulunmaktadır
Meşrutiyet yıllarında Hacı Hayri Bey şiirlerinde Harput’tan ve kültürel özelliklerinden bahsederek özellikle İstanbul’daki sanat çevrelerinin dikkatini çekmiştir Cumhuriyet Dönemi Tiyatro oyunu yazarlarından Cevat Fehmi BAŞKUT, “Harput’ta Bir Amerikalı” isimli eseri, Elazığ’ın yetiştirdiği çok değerli yazar Şemsettin ÜNLÜ’nün “Yukarı Şehir”, “Toprak Kurşun Geçirmez”, “Yüz Uzun Yıl” isimli üç ciltlik romanlarında Harput’un son yüzyılını geniş bir araştırmaya dayalı olarak gerçek zaman ve mekanın tasvir edildiği, konusunu gerçek objelerden alan olayları anlatır Kemal BİLBAŞAR’ın “Cemo” isimli romanında kısmen Elazığ yer almıştır Harput’un çöküş dönemini ropörtaj gezi tekniği ile anlatan Ziya ÜNSEL’in “Harput Masalı”, Halil AYTEKİN, Fikret OTYAM, Necmi ONUR, gibi gazeteci ve yazarların gezi yazılarında Elazığ ve Harput yer alır Tahir ABACI’nın “Odaları Utandıran Dağlar”, “Basit Şeyler” ve Özellikle “Sonsuzluk Mevsimi” adlı şiirlerinin konusu Elazığ olmuştur Sıdıka AVAR’ın “Dağ Çiçekleri” isimli eseri, Mehmet ZEREN’in romanları edebiyatımızda Elazığ ve Harput’tan bahseden eserlerden bir kaçıdır

Bütün bu eserlerle birlikte Elazığ-Harput hakkında yazılan hemen her konuya kaynaklık eden ve Harput’un 19 Yydaki hayatını bütün yönleriyle çok nefis bir üslup ile anlatan İshak SUNGUROĞLU’nun yazdığı dört ciltlik ölümsüz eseri hiç bir ile nasip olmayan türünün eşsiz örneklerindendir

Eski Turizm ve Tanıtma Bakanlarımızdan Nurettin ARDIÇOĞLU’nun, “Harput Tarihi”, “Balakgazi” ve büyük Folklor Araştırmacısı Fikret MEMİŞOĞLU’nun “Harput Ahengi”, “Harput Divanı” ve “Harput Halk Bilgisi” isimli eserleri, Şeyhül Muharrir’in, Ahmet KABAKLI’nın “Ejderha Taşı”, Vedat DALOKAY’ın “Kolo”, Naci ONUR’un “Harputlu Divan Şairleri”, Naci ONUR KAVAS’ın çevirdiği “Rahmi Divanı”, Hayrettin AYAZ’ın çevirisi olan “Hazmi Divanı”, Cemalettin EMİROĞLU’nun hazırladığı “Gülzari Samini”, Halil Erdoğan CENGİZ, Gönül Hatay EREN’in çevirdiği “Rahmi-i Harputi Divanı”, Salih TURAN’ın “Harput Musikisi Folkloru”, Necip Güngör KISAPARMAK’ın “Bakır Madeni Türküleri”, M Hanefi BAŞARAN’ın “50 Yıl Öncesinin Çocuk Oyunları”, Zülfü GÜLER’in “Harput Ağzı”, Ahmet TUNÇ’un “Konuşan Harput”, Mehmet TOPAL’ın “Elazığca”, “Atatürk Elazığ’da”, Şükrü KAÇAR’ın “Bu Toprakların Yaşayan Ozanları”, Günerkan AYDOĞMUŞ’un “Ak topraklar Üzerinde Bir İlçe Ağın”, Hasan Tahsin FENDOĞLU’nun “Bacı” romanı, Edebiyat sahasında Elazığ-Harput ile ilgili yazılan eserlerden bazılarıdır


Prof Hamdi Suat AKNAR, Prof Mustafa TEMİZER, Ahmet KABAKLI, Nurettin ARDIÇOĞLU, Prof Kerim SUNGUROĞLU, Prof Bahaeddin ÖGEL, Prof Fevziye, Abdullah TANSEL, Prof Metin SÖZEN, Prof Hamit Ziya GÖKALP, Prof Reşat İZBIRAK, Sıtkı Salih GÖR, M Şevki YAZMAN, Şemsettin, ÜNLÜ, Ertuğrul KARSLIOĞLU, Rahim ER, Komran YÜCE, Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU, Göktürk Mehmet UYTUN, Necmi ONUR, Cenani DÖKMECİ, Vedat DALOKAY il doğumlu ünlülerimizden bazılarıdır Ayrıca Ahmet BURAN, M Beşir AŞAN, Rıfat ARAS, Türker EROĞLU, Ertuğrul DANIK Elazığ’la ilgili araştırma ve bilimsel eserleri olan Elazığlı değerli bilim adamı ve yazarlardır

Tarihi Harput’umuzun sanatçı ruhlu insanlarının evladı olan ve eserleriyle ülkemizin sanat gündeminde yer alan kitabı yayınlanmış yazar ve şairlerimiz; İshak Rafet ACARALP, Şeref TAN, Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU, Ahmet Tevfik OZAN, Nazım PAYAM, Süleyman BEKTAŞ, Ömer KAZAZOĞLU, Faruk Nafiz GÜRAKAR, Murat KUŞÇUBAŞI, Ozan TAŞDEMİR, Hüseyin POYRAZ, Mehmet KIZILGÜL, Selami SANAÇ, Suat YIĞMATEPE, Mustafa DABAKBAŞI, Ahmet Erten YILDIZ, Hafız Habip ÜNSAL, Gazi ÖZCAN, Kemal KARABULUT, Nurettin BÜYÜKBAŞ, Hasan Ali KASIR, Naci AKYOL, Ramazan BULUT, Serhat KABAKLI, Hıdır TORAMAN, Fikret COŞKUN, Tahsin GÜZEL,

Günerkan AYDOĞMUŞ, Bedrettin KELEŞTİMUR, Fikret SELMANOĞLU, Eşref TURAN, Edip GÖKBAKAN, Orhan GÖKÇE, Ahmet BULUT, Mehmet MADEN (YILDIZ) ve Mustafa TUNCEL’dir

İl doğumlu ve Elazığ’da yetişen müzisyen, araştırmacı ve yorumcular; Salih TURHAN, Esat KABAKLI, Mustafa KESER, Fatih KISAPARMAK, Celal ÖZER, Erkan OĞUR, Bülent SERTTAŞ, Ömer DANIŞ, Hayal HAS, Zülküf ALTAN, Sıtkı CANAYDIN

Harput-Elazığ türkülerini bilimsel esaslara göre notaya alma çalışmalarını sürdüren Nurettin DEMİRBAŞ, Fatih ORAL ve Harput Türkülerini kaynak kişi sıfatıyla icra eden enstrüman sanatçısı Hüseyin SEKÜ, Ferzan ALAGÖK ve Kenan ÇİMTAY’dır

Tiyatro sanatçılarından Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul sanat çevrelerinin yakından tanıdığı Harputlu Şaşı Hüsam, Rıdvan DAĞLAR ve Abdullah ŞEKEROĞLU

Güzel Sanatlarda çalıştığı teknik tarzda Dünyada bir eşi dahi olmayan Bakır Rölyef sanatçısı Harun TAŞDEMİR, Hattat Nihat OĞUZ, Ressamlardan; Selami GEDİK, Arif AVCI, Osman SUROĞLU, Abdullah BULUT, Öznur AKSOY, Yaşar Sabri ŞANLI, Ethem YAYLAGÜLÜ, Tamer KAVRAN, Mehmet KARAMAZI, doğal taşları kullanmak suretiyle resim yapan Türkiye’deki bir kaç sanatçıdan birisi olan Bünyamin CUMURCU, Turgay AYDIN, Heykeltıraş; Nurettin ORHAN ve oğlu Uygur ORHAN

Fotoğraf sanatçıları; Paki ŞEDELE, Nihat KÜÇÜKÖZER, Sabit KALFAGİL, Necmettin KÜLAHÇI, Abdullah ATAMAN, M Hanifi APEL, Feridun ŞEDELE, Halis SUGÖZÜ, Burhan ÖZDEMİR, Mahmut SIRKA, Hayrullah ÇELİKER, Erzade ERTEM, Mehmet VAROL

Alıntı Yaparak Cevapla

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri




Anlatmalar

Efsaneler :

Çayda Çıra Efsanesi

Elazığ halkoyunlarının incisi çayda çıra oyunu elde tabaklar ve tabaklara konan mumlarla karanlık bir mekanda başlanarak oynanır Elazığ’ın ulusal ve uluslararası tanıtımında büyük rolü ve adeta simgesi olan bu halkoyununun doğuşu hakkında çeşitli efsaneler anlatılır Bu efsanelerden en yaygını şöyledir:

Uluovayı ortadan ayıran Harıngit çayının kıyısında kurulu bir köyde düğün vardır Bu köyün ileri gelenlerinden birinin oğlu evlenmektedir Yenilir, içilir, günlerce eğlenilir Artık düğünün son gecesidir Eğlence olanca coşkusu ve güzelliği ile devam etmektedir Aniden ay tutulur Bu olay pek hayra yorumlanmaz Düğüne katılanlar bunu uğursuzluk olarak yorumlarlar Davetliler tedirgin olur Düğünün neşesi kaçar, coşkusu donar Damadın annesi Pembe Hatun bu duruma çok üzülür Ne kadar mum varsa köyde toplatır, tabaklara dizer ve orada bulunanların ellerine tutuşturur Kendisi de başa geçerek mumların ışığında oynamaya başlar Çalgıcılar hemen bu oyuna uygun bir müzik bulurlar Davetliler coşar, eğlence devam eder Böylece çayda çıra oyunu ve melodisi ortaya çıkar

İkinci efsane: Fırat’ın azgın sularının aktığı bir yerde geçer Nehrin iki yakasına yerleşen iki Oğuz boyundan iki genç, birbirlerini delice severler Kız geceleri ışık yakarak oğlana yol gösterir Böylece ışığı takip eden genç girdaba kapılmadan yüzerek karşı kıyıya çıkar Bu gizli buluşmayı fark eden kızın babası bir gece kızının yaktığı ışığı söndürür Suyun ortasında kalan genç yolunu bulamaz, girdaba kapılarak boğulur Kız, oğlanın kıyıya çıkmadığını görünce o da kendisini sulara atar Nehrin her iki yakasındaki köylüler meşaleler yakarak suda kaybolan gençleri ararlar, ama bir türlü bulamazlar Bu hazin olayın sonucunda çayda çıra oyununun doğmuş olduğunu söyleyen araştırmacılar, figürlerin bir arama motifi olduğundan bahsederler

Bu konuda merhum Fikret MEMİŞOĞLU bir yazısında Orta Asya Türkleri’nin çıra yakma geleneğinin Harput’ta korunup yaşatıldığını söyler
Bugün Elazığ’da güvey ve gelinin misafirlerin huzuruna çıkartılması ve güvey gezdirilmesi geleneğinin yerine getirilmesi esnasında bu oyun oynanmaktadır


Arap Baba Efsanesi

Harput’ta Alaca mescidin sol tarafından bir iki metre aşağı indikten sonra kayalar üzerinde küçük bir kapı görülür Bu Arap Baba türbesinin kapısıdır Türbe dikdörtgen şeklindedir Zeminin tam ortasında yeşil kumaşla örtülü tahtadan bir sanduka içerisinde Arap Baba’nın cesedi bulunur Cesedin başı yoktur Sonradan buraya kesik bir baş konmuşsa da kesik başın cesetle hiç bir ilgisinin olmadığı görülür Bütün uzuvlarıyla olduğu gibi varlığını sürdüren cesedin göğüs ve karnı nispeten çökmüş, özellikle el ve ayakları tırnaklarına varıncaya kadar şaşılacak bir biçimde sağlamdır Cesedin uzun zaman mumyalanmış olduğu ifade edilmişse de bu konuda yapılan çalışmalarda sağlıklı bir sonuca varılamamıştır

Arap Baba hakkında pek çok efsane anlatılmaktadır Bunlardan en fazla söyleneni şöyledir

Harput ve yöresine bir yıl yağmur yağmaz Kuraklık ardından kıtlık kapıya dayanır Halk perişandır Alacalı mescidin yakınlarındaki bir evde Selvi adlı yaşlı bir kadın rüyasında Arap Baba’nın başı kesilipte bir dereye atılırsa yağmur yağacağını görür Yaşlı kadın önceleri buna pek bir anlam veremez Ancak aynı rüyayı üç gece üst üste görünce karar verir ve bir gece Arap Baba’nın cesedinin başını gövdesinden ayırır Kesik başı dereye atar Gerçekten de yağmur yağmaya başlar Ama ne yağmur Yağmur değil adeta tufan Dereler coşar, her yanı sel basar ve bir türlü dinmek binmez Yağmuru dört gözle bekleyen insanlar bu sefer de bu felaket karşısında muzdarip olurlar Selvi kadın rüyasında Arap Baba’nın kesilen başı yerine konulursa yağmurun dineceğini görür Arar, bir kesik baş bulur, yerine koyar yağmur durur

Harputlular bu olay üzerine Selvi kadının korkunç bir hastalığa yakalanarak günlerce ızdırap çektiğini sonra da öldüğünü söylerler

Arap Baba hakkında başka rivayetler de vardır Bu rivayetlerin bazılarına göre bu zat bir Selçuklu komutanıdır Kimilerine göre ise Arabistan’dan Harput’a gelerek orada çobanlık yapan ermiş bir kişidir

Arap Baba türbesi, bugün halkın ziyaretine açıktır Yurdumuzun dört bir tarafından ve yurt dışından gelen misafirler mutlaka bu türbeye uğrar, ziyaret ederler

Harput Kalesi (Süt Kalesi) Efsanesi

Harput kalesinin bir adı da “Süt Kalesi”dir Bu kaleye Süt Kalesi denmesinin ilginç bir hikayesi vardır Kalenin temelleri atılır Kale duvarları yükselmeye başlar Ancak o yıl başlayan su kıtlığına bir çare bulunamaz Aynı yıl bu su kıtlığının aksine hayvanların sütleri oldukça boldur Zamanın hükümdarı emir verir Harç için süt kullanılacaktır Hayvanlar sağılır Harç süt ile karılır, kale tamamlanır

Diğer bir efsaneye göre ise kalenin pek çok dehlizi vardır Bu dehlizlerden birinde güzellerden güzel bir kız yaşarmış Ancak büyülü olduğundan sürekli kendisi için yaptırılan bir altın köşkte uyumaktaymış Yalnız her yıl bir kez uyanır “Süt Kalesi yıkıldı mı? Katırlar kuzuladı mı? (yavruladı mı ?) Dere hamamının yerinde yeller esiyor mu? Diye sorar, sonra yeniden uykuya dalarmış Eğer bu sayılanlar gerçekleşirse Harput yıkılacak, kıyamet kopacakmış Bazı kişilerin bu kızın sesini duyduğunu da kulaktan kulağa söylenir


Ejderha Taşı Efsanesi

Bu efsaneyi de Elazığlı değerli yazar şeyhül muharririn Ahmet KABAKLI’dan dinleyelim,Ejderha ne demektir çocuklar? Siz de bilmezsiniz ben de Başkaları da pek bilmezlerİnsana benzer güzel bir yılanın irisi diyenler var Yontma-taş devirlerinde ilk atalarımızın mağaralarında boy gösteren Mamut gibi bir kocaman yaratık diyenler de var Onu yılanlar prensesi Şahmaran’ın oğlu veya babası diye tanıtanlar da oluyorBen ejderhayı bilmem, siz de bilmezsiniz Fakat, ana babalarımızın dilinde kullanılıp yaşatıldığına göre, daha çok hayallerde peydah olmuş, gerçek değil de “kuramsal” mahluklardan olsa gerek

Ejderhayı bana sormayın, bende size sormayayım, çünkü canlılar arasında yeri yoktur Ama siz bana, Ejderhayı nasıl hayal ettiğimi, nasıl tasarladığımı sorarsanız, bunu anlatabilirim Siz de böyle şeylerin zihninizde nasıl biçimlendiğini yazmaya, çizmeye, anlatmaya, çalışırsanız, iyi olur Sakın, tasavvuru ve hayali yabana atmayın Çünkü bildiğiniz bilmediğiniz masallar, romanlar, filmler tablolar, anıtlar, hep hayal gücünden meydana gelmişlerdir “Sanat eseri” dediğimiz tılsımlı şeyler, çocuklukta gelişen hayal dünyamızın verimleridir

Bana sorarsanız Ejderha hiç de korkutucu, ürkütücü değildir; kocaman, iri ama çok sevimlidir Hatta köpek, kedi yavruları gibi onun da koca gövdesiyle yere sırt üstü yatıp yuvarlanarak çocuklarla şakalaştığını düşünmekten zevk alırımGözleri eşeklerin gözleri gibi munis gelir bana Tüyleri kuzu tüyü yumuşaklığındadır Geceleri rengarenk olur ejderha ve uzaktan ışıl ışıldır Yavruları da vardır Ejderha’nın Onları emzirir, okşar ve yalar Bazen insan gibi konuştuğunu güldüğünü, ağladığını hatta elbise giyip dolaştığını bile hayal ederimŞimdi bunları söylüyorum ama, çocukluğumda ejderhadan çok korkardım Daha doğrusu, ejderhadan değil de Ejderha Taşı’ndan korkardımNeydi Ejderha Taşı? Bakın anlatayım: Bugünkü Elazığ’ın aslı ve atası olan Harput’u bilirsiniz Çocukken biz kartal yuvasına benzeyen, çok camili ve çok türbeli, Harput’ta otururduk Yazlarımız ise Harput yakınındaki “Göllü Bağ” denilen bol dutlu, elmalı, üzümlü bahçemiz de geçerdi Babamı, henüz tanıyacak yaşa gelmeden kaybetmişim Annem, kardeşimle bizim ellerimizden tutar, bizi Harput’tan Göllübağ’a götürürdüTabi o zamanlar araba yok, otobüs yok Varsa bile şehirlerde tek tük görünürdü Fakir olduğumuz için hayvana binemezdik Varsa varsa, ağır yüklerimizi taşıyan bir tek eşeğimiz olurdu Bu yüzden yaya gelirdik Göllübağ’a, dört kilometrelik yol, çocuk adımlarımızla iki saat sürerdi Ama ben, çevre yanı yeşiller, bol katırtırnakları, keşişkelleleri, sütlügenler, kevenler, kengerler, dağ reyhanları, ahlat ve aluç ağaçları dolu bu yolu çok severdim Yürümek canıma minnetti Ayrıca pınarlar vardı ki taştan çardakları andırırlardı Temmuz sıcağına serinlik ve ıslaklık katan bu pınarlarda yolcular dinlenir, azıklarını yerlerdi Yalaklarından hayvanlar ağır ağır su içerlerdi

İşte bu yolun başladığı bir yassı tepe üzerinde, Harput’a bakar gibi sırtı ve başı havaya kalkmış, devimsi kara bir taş vardır Kendisi toprağa gömülmüş de, sırtı, boynu ve ayağı açıkta kalmış, yürüyüş halinde bir dev-hayvan heykelini andıran bu kocaman görüntünün, iki yanında da tıpkı kendine benzer, ikişer yavrusu bulunur
Annem, herhalde bizi yutar korkusundan olacak, bu büyük ve küçük taşların üstüne çıkmamıza izin vermezdi:

-Bu Ejderha Taşı’dır derdi

-Ne demek ana Ejderha Taşı?

-Oğlum, bu gördüğünüz şey vaktiyle ifrit bir ejderha imiş; yanındakiler de onun yavruları Bak görüyor musunuz, Harput’un üzerine doğru yürüyorlar! O eski zamanlarda meğer Harput’u yutmaya gelirlermiş de, şehirde herkes korkmaya başlamış

Bunun üzerine, ağzı dualı, gönlü temiz, çok okumuş Allah’a yakın adamlar, şu karşıdaki, Eğri Minarenin yanında görünen Süt Kalesi’nin mescidine çıkmışlar Alın koyup namaz kılmışlar ve hep bir ağızdan halka dua, bu canavara da beddua etmişler ki, olduğu yerde kalsın Harput’u yutmasın Kurban olduğum Allah, işte o ulu kişilerin dualarını kabul etmiş de, bu ejderha ile yavruları hemen şuracıkta taş kesilmişler! Siz de sakın bu yerlerde, bu millete, bir eğrilik, bir kötülük etmeyin ha! Allah sizi de taş yapar!

Anam, bu Ejderha ile yavrularının, gerçekten taş kesildiklerine ve yanında durduğumuz siyah kayaların, onların vücudu olduğuna inanırdı Çünkü bu şehrin, bu dağların, bu efsane ve inançların çoğu idi Gençti de Annesinden, çevresinden ne duymuşsa onu anlatıyordu

Ama bizim gözlerimizin yuvarlandığını ve korkmaya başladığımızı görünce hemen sesini yavaşlatır:

-Allah onu taş yapmış ama, kim bilir ne kadar eskiden Sonra, çok büyük fenalık yapacakmış, camileri ve insanları toptan yutacakmış da ondan taş yapmış Rabbim Siz korkmayın! Allah’ım size kıymaz Hiç de taş olmazsınız! Derdi ve sanki taş kesilmemizi önlemek isteyen bir çabuklukla gelir, boynumuza sarılır beni ve kardeşimi öperdi,

Zamanlar geçti, Ejderha Taşı’ndan korkmaz oldum Hatta bu asrın dev kamyonlarını, silahlarını, tanklarını, uçaklarını onların ölüm saçan, yıkan kazalarda insanlar parçalayan vahşetini gördükçe eski zamanın o ejderhaları bana çok da munis, afacan, yaramaz ve sevimli gelmeye başladılarAma, bu Ejderha Taşı efsanesinin bende uyarttığı dersi anamın anlattığı şeylerin hikmetini, hiç bir zaman unutamamış, yalana ve hafife almamışımdır O yüzden hala inanırım ki: Güzel yurdumuza fenalık yapmaya, onu yutmaya, sömürmeye veya elimizden almaya gelenler veya kalkışanlar, temiz huylu, yüce ruhlu milletimizin duaları ile taş kesilirler; gayretleri ve savaşları ile perişan olurlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri

Eski 08-02-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Elazığ Gelenek Ve Görenekleri




Fıkralar

Tadım Gavuru Müslüman Oluyor

Tadım’lı bir ermeni, dindaşlarından zulüm görmüş olacak ki, Göl Köyünde oturan sevdiği bir ağaya gelir:

-Ahmet Ağa! Ben batıldan döndüm, Hak dinine gireceğim İslamın şartını öğrenmek için sana geldim Adımı da doğrult, itikadımı da
-Hoş geldin, sefa geldin Agop Adın Yakup olsun, evvela İmamı da çağıralım, İslamın şartlarını o sana öğretsin
Köyün imamını çağırır, meseleyi anlatırlar

İmam, mal bulmuş mağribi gibi yola gelen Ermeni’ye başlar anlatmaya:

-Gece yarısından kalkarsın, temiz bir abdest alırsın, iki rekat hacet namazı kıldıktan sonra, Kıbleye doğru diz çöküp, üç defa tespih çeker, dua edersin Uyku zorlayınca, yarım saat uyuduktan sonra, tekrar kalkar, abdest tazeler, sabah namazına hazırlanırsın Sabah namazında, gerek sünneti kılarken, gerek farzı eda ederken, en uzun sureleri okursun, sevabı daha çoktur Sonra tekrar

İmamın uzun boylu akait talimine karşı, Ermeni’nin yüzü sarardığı gibi, ağanın da kaşları çatıldığı görülür ve İmamın sözünü keserek:

-İmam! Çok uzun etme, Agop, Tadım’dan Göl’e geldi, Yakup oldu, neredeyse beni Tadım’a gönderip Agop edeceksin
Diye, imama çıkıştıktan sonra henüz, yeni Yakup olan Agop’a dönerek:

-Yakup! Sen imama bakma, İslamda zorluk yoktur, kolaylık vardır İslamın şartı, esasında birdir Kelime-i Şahadet getiren Müslüman olur Diğerleri dinin destekleridir Zekatla hac; zenginler için, geriye kaldı oruçla namaz Oruç, senede bir defadır; gelir geçer Namaza gelince farzları vaktinde kılmaya gayret et İmkan bulamazsan kazası da vardır Sünnetleri kılarsan, peygamberin gönlünü kazanmış olursun Artık o senin bileceğin iş Bundan gayrısı nafiledir Boş vaktinde, efkar etmemek için, ibadet iyidir, derler İster kıl ister kılma; senden soran olmaz

Ağanın sözlerini dinleyerek ferahlayan Yakup, Ağaya dönerek:

-Kurban sana; beni dardan kurtardın, Allah’ta seni dardan kurtarsın diye yakardıktan sonra, Agop, dinine sikke batmaz bir Müslüman olmuştur
Zorla güzellik olur mu hiç

Ninniler

Nenni dedim nennisi gele
Yata yuhusu gele
Allaha yalvarırım
Esger babası gele
Anneannesi hanım
Bi top altın
Dıngı da dıng
Babaannesi yılan
Boynuna dolanOda dolu kestane
Devşirdim tane tane
Akranları içinde
Benim oğlum bi taneDıngı da dıng
Ezesi güzel
Dünyayı gezer
Dıngı da dıng
Bibisi katırBahar gelir, yaz gelir
Turna gelir, kaz gelir
Küpler dolusu altın
Bir kızıma az gelir







Bilmez hiç hatır
Dıngı da dıng
Dayısı dohtor
Bilmediği yohtur
Dıngı da dıng
Emisi keçi
Gırıla gıçı
Dıngı da dıng
Babası deve
Hiç girmez eve
Yıhıla kahve
Dıngı da dıng

Kalıplaşmış Sözler

Atasözleri

Aç gorsan hırhız olur, çok sölersen arsuz olur
Akılsız başın cezasını ayahlar çeker
Alışmış gudurmuştan beterdür
Arlı arından gorhar; arsuz neyinden gorhar
Bekle bite çağala, hasde yiye sağala
Böyük lokma ye, böyük söz söleme
Boşboğazı cehenneme atmışlar, odun yaş demiş
Can çıhmadan huy çıkmaz
Cücüğü martta sayarlar
Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme
Dam doymadan çortundan su ahmaz
Dertli sölegen, aşık yırlıgan olur
Düğün evinde deve, acıhdınsa goş eve
El, elin eşşeğini yırlıya yırlıya; gendi eşşeğini terleye terleye arar
Eşşeğin canına yeterse attan yügürük olur
Galan işe gar yağar
Garganan oturanın, burnu pislikten çıkmaz
Garpuz kesmeknen ürek savumaz
Gomşum beni var sever; gişim beni sağ sever
Güveç gıldırlanmış kapağını bulmuş
Hayın hoflu olur, kıçı pohlu olur
Hortut çirpisinden ataş olmaz
İti söle, değeneği elen al
Yiyen bilmez, doğrayan bilir
Kör Allah’a nasıl bah’arsa , Allah’da köre ele bah’ar
Kör sıçan ne gadar torpah atsa da kendi üstüne yığar
Lalın dilinden sahabı annar
Nerde gakgılmışsan orda guzla
Ossurgan göte töbe olmaz
Pisiğe pohun derman demişler, eşmiş gömmüş
Selin ağzı tutulur, elin ağzı tutulmaz
Sevilmeyen gelinin selamı ergü gelür
Soğan yemedim ki ağzım goha
Suyun aharından, insanın yere bahanından gorh
Tandur sıcahken ekmek tutar
Utanmayanın sefası çoh olur
Yağ yiyen pisiğin gözünden belli olur
Yazın yaşa, gışın daşa oturma
Ziyareti bi çüt mumnan sınarlar


Dua ve Beddualar

Allah elden ayağa düşürmeye
Elin atasun, altun tutasun
Kesene bereket
Allah muhannete muhtaç etmeye
El öpenin çoh ola
Muhannete muhtaç olmayasın
Allah sahlıya
Ellerin yeşil ola
Uzun ömürlü olasın
Bi yasduhda gacıyasız
Gadan alam
Rızgın bol ola
Başın dişin ağrımıya
Gadan belan bahan gele
Sahan gelen bahan gele
Cedden rahmet
Hayırlı gudümlü ola
Tutuğun altın ola
Dırnağın daşa değmiye
Huri, gılman yoldaşın ola
Yüzün ağ ola
Dolu sanduhlar öğüne oturasın
İşin gücün, rast gele
Yüzün güle

Beddualar (Garışlar)

Adın bata
Elin, golun çekile
O Boyda galasın
Ağzından burnundan gele
Ezilesin, erpiyesin
Ellün körü
Baba çıha
Farş malamat olasın
Parça tike olasın
Başın, bağrın yiye
Garnagassi gızılgurt
Rızgın kesile
Boyun bosun devrile
Gotdik
Sesin Sal altından gele
Can evin yıhıla
Hışdige gelesin
Tatarhamıya gelesin
Devrün döne
İsotlanasın
Yüz üstü sürünesin
Dünya ışığına hasret galasın
Muradın gözünde gala
Zukgumun kökü

Deyimler-Tabirlerden Örnekler

Aç gezip guyruğu tik gezmek: Kimseye minnet etmemek

Ağzı acıh ayran delisi: Aklı başında olmayan aptal

Ali gıran baş kesen: Kabadayı

Aşuh atmak: Kumar oynarcasına bir işe girişmek

Bahar mayısı gibi sıvaşmak: Yakasını bırakmamak

Bal eski petekte: Tecrübe önemlidir

Beli burhu gırılmak: Çok yorulmak

Ci deyip gaşmah: Ziyaret edilen yerde çok kısa kalmak

Cin çali, çingen oyni: Bir kalabalıkta kimin ne yaptığı belli değil

Daha ne nenni ne ciş: Henüz daha ortada hiç bir şey yok

Durup durup duz kavurmah: Aynı şeyleri tekrar etmek

Enükken gulagını mı kesmişim: Onu yeterince tanımıyorum

Eşşeğin böyüğü ahurda: İşin önemli bölümü geride

Fıstik atıp gezmek: Yiyip içip eğlenmek, keyfi yerinde olmak

Gaşına gaşına gahtı ocah başına: Layık olmadığı yere yükseldi

Gıçı gırıh it gibi dolaşmah: Bir işe yaramamak

Gursağı geniş: Hakaret ve rezalete ses çıkarmayan

Hıriğini sürütmek: Peşinden başka misafirleri de getirmek

İki lafın belini gırah: Sohbet etmek

İt otarmah: Boş boş gezmek

Kimin zibilini dağıdidin: Neredeydin, niçin geciktin

Kortikoğlu işi: Baştan savma yapılan iş

Medine fukarası gibi yalvarmah: El ayak öperek bir şeyi istemek

Nerde dıngıltı orda buluntu: Her eğlenceye koşan

Osuruğu tırısmana çıhmah: korku ile kaçışmak

Ögüne demir atmah: Çok az ziyaret edenler için söylenir

Pipirim mi yedin: Çok güçsüzsün

Poçiğinden gögermek: Gençliğe özenmek (Yaşlılar için söylenir)

Sevindirik olmah: Çok sevinmek

Tene tene olmah: Çalım satmak

Toprah basan: Yazıklar olsun

Üreğine tökmek: Çok üzülmek

Üstüne gök gürlememiş: Kaba ve görgüsüz davranmak

Ya sırtı ya partı: Ne olacaksa olsun

Yel gelecek delügü bilmek: Çıkarını gözetmek

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.