Prof. Dr. Sinsi
|
İlim-Tebliğ Münasebeti
Evet, ilmi olmayan âbidin her an kayması, inhiraf etmesi ihtimal dahilindedir İnhiraf, kişinin Allah katında kazandığı dereceye göre izâfîlik arzeder Öyle insanlar vardır ki, bir an dahi Cenâb-ı Hakk'ı ve O'nu murakabeyi hatırdan çıkarsa, bu onun için ciddi bir inhiraf sayılır Daha doğrusu o, böyle bir hâli inhiraf kabul eder Meselede izafîlik söz konusu olsa bile, yine de bir inhiraf mevcuttur Halbuki nebiye vâris olan âlimde dâimî bir murakabe, bir muhasebe vardır O, tetiktedir ve tehlikelere karşı da daima metafizik bir gerilim içindedir Yaptığı ibadeti bilerek yapan ve her meseleyi şuurlu bir şekilde ele alan âlim, Efendimiz'in sahabeden üstünlüğü derecesinde, şuursuz ibadet edenden üstündür Aslında bunun mânâsı, bu ikisi arasında kıyas kâbil değildir, demektir
Bu meselede ayrı bir nükte de şudur: Peygambere vâris olan kâmil insan, feyz-i akdesten gelen hiçbir ışığı kaçırmaz; âdeta güneşten gelen radyasyonları yutabilecek büyük bir yutucu santral gibi, kendisine ehadiyet tecellisiyle gelen ve cemâlî cilveler olarak intikal eden; eden ve rahmetin zuhuru olarak onun başını okşayan ne kadar akdes ve mukaddes feyiz varsa, bunların zerresini dahi heder etmeden, kalbini bütün fakülteleriyle faal hâle getirir ve bütünüyle bu feyizlere makes olmaya çalışır
Bu, aynı zamanda onun Rabbisine karşı saygısının ifadesidir ve bir şarj olma ameliyesidir Böyle sürekli dolan bir insanın bir de boşalması vardır İşte bu boşalma keyfiyeti onun ruhunda bulunan ziya, nur ve diğer hakikatleri neşretmesidir Ve tabii, iç derinlikleri itibarıyla onun yaptığı bu ameli tartacak bir ölçü de yoktur Onun için âbid ibadetinde ne kadar derinleşirse derinleşsin, kâmil insan mânâsında âlimin ameline denk bir ibadette bulunması imkânsızdır Kaldı ki, bir insan bildiğini muhakkak yapmalıdır Zira aksi hareket edene Kur’ân-ı Kerim şu tehditte bulunmuştur:
"Onlardan bir grup vardır ki, bildikleri hâlde hakkı gizlerler " (Bakara, 2/146)
Evet biliyorlar fakat yapmıyorlar âdeta fezadaki kara delikler gibi etrafa hiçbir ışık sızdırmıyorlar veya hiç kimse onlardaki ışık potansiyelinden istifade edemiyor Daha doğrusu, bir türlü güneş gibi olamıyorlar Güneş ki, yerinde bir ocak, yerinde bir ziya kaynağı ve yerinde de bir renkler cümbüşüdür Çiçeklerin başını okşar-durur ve kendi çiçekleri sayılan gezegenlere ışık hüzmeleri gönderir Işığını kara delik hâline getiren kem talih insanları, onca güç ve potansiyele rağmen kendi karanlıklarıyla baş başa bırakıp mevzu ile alâkalı olarak Efendimiz (s a s)’in bir başka hadîslerine geçelim:
"Kim ilim öğrenir sonra da onu gizlerse âhirette onun ağzına ateşten bir gem vurulur "47
Bu kutlu sözün de mânâsı açıktır Kim bir şey öğrenir ve sonra onu etrafa neşretmezse, yani dolduktan sonra boşalmaz, söz ve davranışları ile güzel örnek olmaz ve hakka aynadarlık yapıp onu etrafa aksettirmezse, bu suçunun cezası, âhirette onun ağzına ateşten gem vurulmaktır Hadîste çok ciddi bir tevbih ve kınama söz konusudur Zira gem ancak hayvanların ağzına vurulur Bu da ilmini ketmeden insanın, hayvanlara benzetilmesi demektir ki oldukça ağır bir ifadedir evet o insan, Cenâb-ı Hakk'ın kendisini ahsen-i takvim sırrına mazhar kılmasının kıymetini bilememiştir; bilememiş ve mahiyetine yerleştirilen, onu hayvanlardan ayırarak seçkin bir varlık hâline getiren duygu, düşünce ve düşündüğünü ifade etme meziyetini hiçe saymış ve tabiî bu meziyetlerin şükrünü eda edememiştir İşte böylesi bir insana, verilen nimetlerin istirdadı, geriye alınması, ne kadar âdilâne bir muameledir, sizin insafınıza bırakıyorum
İlim ve tebliğ, aynı hakikatin ayrı iki yüzüdür Amel ise, her ikisinin de vazgeçilmez şartı Bu üçünü birbirinden tefrik edip ayırmak mümkün değildir Bildiğiyle amel etme, bildiği şeylere saygının ifadesidir Rabbini bilen bir insanın, O'na kulluk yapmaması sadece bir saygısızlık değil; aynı zamanda bir vurdum duymazlık, bir körlük ve sağırlıktır Hele hele îmana hizmet vazifesini yüklenen kimselerin kulluklarında gösterdikleri aksaklıklar, İslâm'a dış cephenin vereceği zarardan daha korkunçtur Batılıların, İslâm'ı yaşamayan Müslümanları gördükten sonra takındıkları tavır ve söyledikleri sözler, herhalde bu hükme önemli bir delil mahiyetindedirler ve böyle bir söz ve beyan hasmın şehadetinin geçerli olduğu bir konudadır ve makbuldür
Müslüman bir İngiliz'e, kendisi Müslüman olduğu hâlde diğer İngilizlerin niçin bütünüyle İslâm'a girmedikleri sorulur "Halbuki İngilizler siyasetleriyle dünyayı idare etmiş, akıllı insanlardır " denir Müslüman İngiliz, hiçbir şey söylemez ve soru sahibini elinden tutup yakınlarında bulunan bir mescide götürür Mescit alabildiğine hırpânî ve içinde de sadece kalıplarıyla ibadet eden bir sürü insan vardır İngiliz'in cevabı, işte bu mescidi ve içindeki insanları göstermek olur Bunun mânâsı şudur: Batılının pratiğe dökülmeyen, hayat hâline gelmeyen dinî, gayr-i dinî sistemlere karşı tavrı bellidir Zaten biz, ne zaman onların karşısına iç-dış vahdetine ermiş, kalb ve kafa bütünlüğünü yakalamış, gönlü Kur’ân'a âşina, amelleri İslâm'a uygun ve bütün derdi insanlığın hidayete ermesi bir cemaat hâlinde çıkabilmişsek, daha bizden teklif gelmeden onlar hemen İslâm'a dehalet etmişlerdir ve edeceklerdir de
Evet batılı, niçin kendi dinini bilmeyen, Rabbini tanımayan, kitabına âşina olmayan, derme çatma görünümlü bir topluma iltihak etsin ki? O, pratiğe ve Müslümanın kafa, gönül yapısına bakar Bir âhında binlerce feryat mevcelenen gecelerinde teheccüt ve dillerinde daima evrâd ü ezkar bulunan vakit israfını asgarî seviyeye indirebilen ve her anını faydalı işlerde değerlendiren dopdolu insanlara önem verir Eğer İslâm'ı temsil edenler böyle olabilselerdi, batılılar İslâm'a koşarak geleceklerdi; durum aksi olduğu için, netice de aksine tecelli etti ve onlar şimdilik bizden uzaklaştılar
Özet olarak diyebiliriz ki İslâm, îmanla ameli birleştirip bütünleştiren İlâhî bir sistemdir O'nun bir tarafında inanma, diğer tarafında da inandığını yapıp aksiyon hâline getirme vardır Başkalarına ait amel ve ibadetleri anlatma, hikâye etme bir bakıma güzeldir, ibret vericidir; ancak sadece bu kadarla iktifa edip aynı amelleri işlememe ve tatbik etmeme, Müslümanın başkaları üzerindeki müessiriyetini olumsuz şekilde etkileyecektir İslâm, ne yalnız evliyâ menkıbesi anlatmak, ne de evliyâ menkıbesi dinlemektir O, onlara ait anlatılan hayatı bizzat yaşamak ve fiiliyata dökmektir İslâm, îman ve amel demektir O'nu bu şekilde kabullenmeyenlerin, İslâmî hizmetten bahsetmeleri tesirsiz birer laf-ı güzaftır
|