Prof. Dr. Sinsi
|
Metafiziğin Asli Karakterleri...
Dini bakış açısı, temelde duygusal düzeyde bir ögenin varlığını gerektirirken, metafizik bakış açısı salt entelektüeldir Fakat, bu tespitin, bizim için çok açık bir anlamı olmakla birlikte -şayet başka tespitin, bizim için çok açık bir anlamı olmakla birlikte- şayet başka tespitler yapmaya özen göstermemiş olsaydık- çoğuna, Batılılar için biraz yabancı olan bu son bakış açısını yetersiz olarak karakterize ediyor gibi gelebilirdi Bilim ve felsefenin Batı'daki varoluş biçimleriyle entelektüel oldukları şeklinde savlar vardır Ancak, bizim bu savları hiç de tutarlı bulmamızın ve tüm bu türden yorumlarla metafizik arasında en derin türden bir farklılık olduğunu savunmamızın nedeni, bizim düşündüğümüz anlamda saf entelektüelliğin, bu terimden sıradan ve az çok muğlak biçimde anlaşılandan başka bir şey olmasıdır
Öncelikle belirtmemiz gerekiyor ki, "metafizik" terimini kullanırken, onun biraz kuşkulu olan tarihsel kökenine -bu hususta, onun Aristo'nun yapıtlarında "fizikten sonra gelen" anlamında kullanılmış olduğu biçiminde ve bize pek doğru gibi gelmeyen bir sav öne sürülmektedir- pek önem vermiyoruz Bazılarının şu ya da bu devirde, bu sözcüğe yapmış oldukları ve az çok suiistimal içeren yakıştırmalarla fazla uğraşacak değiliz Bunlar hiç de bu terimi kullanmaktan vazgeçmemiz için yeterli nedenler değildir Zira bu haliyle, hiç değilse batılı dillerden lanacak olan herhangi bir terimden çok daha kullanışlıdır Bu terimin en doğal anlamı "fiziğin ötesinde olan"dır Burada "fizik" teriminden, eskilerin anladığı gibi doğa bilimlerinin tümü anlaşılmalıdır, yoksa modernlerin anladığı gibi bu bilimlerden yalnızca bir teki değil Dolayısıyla, metafizik terimini bu yorumuyla alıyoruz ve ilk ve son olarak belirtelim ki, bu terimi kullanmamızın nedeni sadece yukarıda belirtmiş olduğumuz nedendir Kesin zorunluluk olmadıkça yeni türetilen sözcüklere başvurmanın daima sıkıcı bir şey olduğu kanaatindeyiz
Şimdi, böyle kavranılan metafiziğin, temelde bu sözcüğün anlamına uygun düşecek biçimde küllinin ya da külli düzeydeki ilkelerin bilgisi olduğunu söyleyeceğiz Ancak, bununla metafiziğin gerçek bir tanımını yapmak istemiyoruz Zira bu, ongun karakterlerinden başta geleni olarak gördüğümüz külliliğinden dolayı imkansızdır Aslında, ancak sınırlı olan birşey tanımlanabilir Metafizik ise tersine, kesinlikle sınırsızdır; dolayısıyla bu durum da, bizim metafizik kavramını az ya da çok dar bir ifadenin içine hapsetmemize izin vermez Onun ne denli kesin bir tanımı yapılmaya uğraşılırsa, aslında o denli eksik bir tanımı yapılmış olur
Bizim metafizik için bilim (science) değil de bilgi (connaisance) terimini kullanmaktaki amacımız, metafizik ile -cüz'i şeylerin şu ya da bu belirli yönünü konu olarak alan- çeşitli bilimler arasındaki derin ayrımı vurgulamaktır Burada, temelde külli ile cüz'i arasındaki ayrılıkta, bir zıtlık şeklinde kavranılmaması gereken ayrılık söz konusudur Zira bu iki terim arasında hiçbir ortak ölçü, olası bir simetri ya da koordinasyon ilişkisi yoktur dolayısıyla metafizik ile bilimler arasında alanları birbirinden derinlemesine ayrı olduğu için hiçbir zıtlaşma ve çatışma söz konusu olmaz Din için de bu tamamen böyledir bununla birlikte, söz konusu ayrımın konuların kendileri ile ilişkili olmayıp onlara bakış açımızla ilişkili olduğunu iyi anlamak gerekir Hindu doktrinin çeşitli dallarının aralarındaki ilişkinin kavranılmasının gerektirdiği tarza ilişkin özellikle ifade edeceklerimiz açısından oldukça önemlidir
Bir ve aynı konunun çeşitli bilimlerce çeşitli tarzlarda öncelenebileceği kolayca anlaşılabilecek bir husustur Yine cüz'i tarzda değerlendirilemeyecek olan şey gibi, birtakım cüz'i ve özel bakış açılarından değerlendirdiğimiz her şey de, iyi bir uyarlama (transposition) ile, hiç de özel bir bakış açısı olmayan külli bakış açısından değerlendirilebilir Bu şekilde, metafiziğin alanının herşeyi içerdiği söylenebilir, bu da onun -olması gerektiği gibi- gerçekten külli olması için gereklidir Böyle olmakla birlikte değişik bilimlerin özgül alanları metafiziğin alanından ayrıdır, zira metafizik özel bilimlerle aynı zeminde bulunmadığından, hiçbir ölçüde onlarla benzeşik değildir Öyle ki, vardıkları sonuçlar arasında asla bir kıyaslama yapılamaz Diğer yandan metafiziğin alanı "burada neyin söz konusu olduğundan hiç haberleri dahi olmayan filozofların zannettikleri gibi" hiçbir biçimde çeşitli bilimlerin -gelişmelerindeki az ya da çok eksiklikler nedeniyle- henüz kavrayamadığı bir alanı da içermez O, mahiyeti itibariyle, bu bilimlerin sahalarından kaçan ve onların ulaşabilecekleri alanları engincesine aşan bir alandır Tüm bilimlerin alanları daima, çeşitli tarzlarda deney konusu olan alanlardır Oysa metafiziğin alanı -fiziğin ötesinde ve dolayısıyla deneyimin de ötesinde olması nedeniyle-, hiçbir deneyi mümkün olmayanı içeren bir alandır Ayrıca, her özel bilimin alanı, şayet mümkün olabilip de sınırsızca büyüyebilse dahi metafiziğin alanı ile hiçbir biçimde en ufak bir temas noktasına bile ulaşamaz
Bunlardan doğrudan doğruya çıkan sonuç, metafiziğin nesnesinden söz edildiğinde şu ya da bu bilimin özel araştırma nesnesine az çok benzer olan herhangi bir şeyin düşünülmemesinin gerektiğidir Aynı zamanda bunun, daima kesinlikle aynı olan hiçbir ölçüde değişime, zamanın ve mekanın etkilerine tabi olmayan bir nesne olması gerekir Mümkin, arızi, değişken, aslında zorunlu olarak cüz'i alanla ilişkili olan şeylerdir Hatta bunlar, cüz'i şeyleri koşullandıran karakterlerdir ya da daha kesin bir ifadeyle, eşyanın çeşitli razlarıyla cüz'i görünümleridir Dolayısıyla, metafizik söz konusu olduğunda, zaman ve mekana göre değişebilecek olan sadece konunun konuluş tarzıdır Yani metafiziğe büründürülen az ya da çok zahiri ve çeşitli görüşlere uyarlanmış olan biçimlerdir Yine, kuşkusuz insanların -ya da insanların çoğunluğunun- gerçek metafiziğe ilişkin bilgisizlik ya da bilgili olma durumlarıdır Oysa aslında, gerçek metafizik daima kendi kendisiyle tamamen özdeş olarak kalır Zira onun nesnesi aslında "bir"dir (tek'tir) ya da Hinduların dedikleri gibi, "ikiliksizlik"tir (sans dualite) Ve bu nesne, daima -"doğanın ötesinde" olması nedeniyle- değişmenin de ötesindedir Arapların Tevhid öğretisi tekdir" ("La doctrine de l'Unite' est unique) derken, ifade etmek istedikleri de budur
Bu söylediklerimize metafizikte hiçbir yeni bilginin mümkün olmadığı da ekleyebiliriz Zira, hiçbir özel ve zahiri araştırmaya tabi olmayan bir bilgi tarzı söz konusu olduğunda, bilinebilecek olan her şey, ancak her çağda daima birtakım kişilerce bilinmiş olan şeylerdir Metafiziğe ilişkin geleneksel doktrinlerin derinlemesine incelenmesinden çıkan sonuç da gerçekten budur Ayrıca, evrim ve ilerleme mefhumlarının biyoloji ve sosyolojide göreli bir değer taşıdıkları kabul edilse bile -ki bu, kanıtlanmış olmaktan çok uzaktır- bu mefhumlar, 18 yüzyılın sonuna dek Batılılar'a da olduğu gibi -ki Batılılar bugün bunların insan zihninin temel ögeleri olduğuna inanmaktadırlar- Doğulular'a tamamen yabancıdır Bu durumun, "tarihsel yöntem"in metafizik düzeyde olana uygulamaya yönelik tüm girişimleri kesin olarak mahkum ettiğini iyice vurgulayalım Gerçekte, metafizik bakış açısı, tarihi bakış açısına -ya da sözde öyle olana- kökten zıttır ve bu zıtlıkta sadece bir yöntem sorununu değil, aynı zamanda ve özellikle, daha da ciddi olarak gerçek bir ilke sorununu görmek gerekir Zira metafizik bakış açısı gerçekten değişmezliği açısından evrim ve gelişme mefhumlarının inkarıdır Yine metafiziğin ancak metafizik olarak incelenebileceği söylenilebilir Burada, bu bağlamda yeri olmayan ve -külli düzeyde ve dolayısıyla gerçekten cüz'i 'nin ötesinde olması nedeniyle kaçınılmaz olarak cüz'i etkinlikleri aşan- metafizik doktrine uygulanamayacak olan cüz'i etkiler gibi imkanları hesaba katmaya gerek yoktur Zaman ve mekan durumları bile tekrar vurguluyoruz, ancak zahiri ifade üzerinde etkili olabilirler, yoksa hiçbir biçimde doktrinin esası üzerinde etkili olamazlar Nihayet, metafizikte, görelinin ve mümkinin alanındaki gibi az ya da çok değişken "inanç"lar ya da "görüş"ler söz konusu değildir Zira sürekli ve değişmez kesinlik söz konusudur
Aslında, bundan dolayısıdır ki, metafizik hiçbir biçimde bilimlerdeki göreliliğe katılmaz O, mutlak kesinliği asli karakter olarak içermek zorundadır Bu özellikle araştırma nesnesi bakımından olmakla birlikte, yöntemi bakımından da böyledir Böyle olmadığında, yöntem diyeceğimiz bu şey araştırma nesnesine uygun düşmez Dolayısıyla metafizik kesinlik taşımayan tüm kavrayışları zorunlu olarak dışlar Buradan da, bizatihi metafizik gerçekliklerin hiç bir biçimde tartışılmaz oldukları ortaya çıkar Sonra şayet kimi kez tartışma ve zıtlaşma çıkıyorsa, bunun kesinlikle bu hakikatlerin eksik bir sunuluşundan ya da yetersiz bir kavranılışından başka bir nedeni olamaz Zaten, bu konudaki her açıklama kaçınılmaz olarak eksik kalacaktır Zira metafizik ma'kûller, külli mahiyetleri nedeniyle hiçbir zaman tamamen ifade, hatta tamamen tahayyül bile edilemez Özlerinde, ancak saf ve "biçimi olmayan" zeka tarafından kavranabilir Mümkün tüm biçimleri geniş ölçüde -dilin onları daima sınırlayan ve doğalarını bozan ifadelerini de özellikle- aşarlar Bu ifadeler, bütün simgeler gibi, ancak kendisinde ifade edilemez olarak klanı kavramakta hareket noktası, deyim yerindeyse, "dayanak" işlevi görür Bunu ise herkes kendi kapasitesine göre kavramak ve yine kapasitesi ölçüsünde, biçimsel ve sınırlı ifadenin kaçınılmaz eksikliğini tamamlamak durumundadır Ayrıca Avrupa dilleri gibi özellikle modern -ve dolayısıyla metafizik hakikatleri ifade etmeye o denli elverişsiz- olan dillerde, bu ifadelerin azami eksiklik içerecek oldukları da açıktır Tercüme ve uyarlama güçlüklerine ilişkin olarak daha önce belirtmiş olduğumuz gibi metafizik daima, özü açısından, bir ifade edilemezlik payı taşır
Bu külli nizama ait bilgi, cüz'i şeylere ilişkin bilgiyi koşullandıran şeyler ile özne-nesne ayırımının genel ve temel tipini oluşturduğu ayrılıkları tamamen ötesinde olmak durumundadır Yine, bu metafiziğin nesnesinin başka herhangi bir bilgi türünün özel araştırma nesnesiyle hiçbir biçimde kıyaslanabilir olmadığını ve hatta onun sadece kıyasi anlamda -o da adlandırmak gereksinimi nedeniyle- nesne olarak adlandırılabileceğini gösterir Aynı şekilde, metafizik bilginin vasıtasından söz edilebilecek olursa, o vasıta -özne ile nesnenin ittisal etmiş olduğu- bilginin kendisidir Bu demektir ki, deyim yerindeyse, bu vasıta hiçbir biçimde bireysel insan gibi istidlali (discursive) bir şey değildir Belirtmiş olduğumuz gibi, cüz'inin ötesinde ve sonuç olarak, rasyonelin ötesinde olan, hiçbir biçimde akıl dışı (irrationnel) olmayan bir düzey söz konusudur Metafizik akla aykırı olamaz, fakat -burada onun alan ve sınırını aşan, hakikatlerin zahiri ifadelerin de işin içine girmesiyle, ancak tamamen ikincil bir rol oynayabilen- aklın üstündedir Metafizik hakikatler ancak cüz'i düzeyin ötesinde bir düzeydeki meleke ile kavranılabilir Bu kavrama işleminin doğrudan oluşu (dolaysızlığı) onun sezgisel (intuitive) olarak nitelendirilmesini mümkün kılar Ancak tabii ki bunun, bazı çağdaş filozofların sezgi (intuition) olarak adlandırdıkları ve aklın -üstünde değil de- altında olan, salt duyusal (sensitive) ve dirimsel meleke ile hiçbir ortak yanı olmadığını eklemek koşuluyla Dolayısıyla, buradaki melekenin modern felsefenin -onu anlayamadığı için- varlığını inkar ettiği ya da en azından habersiz göründüğü entelektüel sezgi olduğunu belirtmek gerekir Ona, yine Aristo ve onun skolastik izleyicilerine uyarak -ki, Aristo'ya göre4 akıl, aslında ilkelerin bilgisine dolaysız olarak sahip olandır-, saf akıl da denilebilir Aristo, özellikle "aklın bilimden-yani, sonuçta, bilimi oluşturan akıldan- daha hakikat olduğunu" fakat, "akıldan (intellect) daha hakikat olan herhangi bir şeyin de bulunmadığını -zira onun, işleminin dolaysız olması ve nesnesinden hiçbir biçimde ayrı olmamakla hakikat ile bir olması nedeniyle zorunlu olarak yanılmaz olduğunu- ifade eder
Metafizik bilgi ile bilimsel bilgi arasındaki ayrılığın ne olduğu en derin anlamıyla şimdi kavranabilir; birincisi (metafizik bilgi), alanını külli'nin oluşturduğu saf akıldan kaynaklanır; ikincisi ise alanını genel'in oluşturduğu akıldan kaynaklanır, zira Aristo'nun dediği gibi, "ancak genel olanın bilimi olur" Dolayısıyla külli ile genel'i, Batılı mantıkçıların -ki, bunlar suiistimal niteliğinde olarak genel'e külli (tümel) adını verdiklerinde bile gerçekte hiçbir zaman genel'in ötesinde yükselmemişlerdir- çok sık olarak başlarına geldiği üzere, hiçbir zaman birbirine karıştırmamak gerekir Bilimlerin bakış açısı, belirtmiş olduğumuz üzere, cüz'i düzeydedir; yani, genel hiçbir zaman cüz'i'ye zıt değildir O yalnızca özel'e zıttır O, gerçekte, yayılmış olan cüz'idir Ancak cüz'i, doğasını yitirmeden, kısıtlı ve sınırlayıcı koşullarından kurtulmadan, sınırsızca yayılabilir İşte bu nedenledir ki biz, bilimin daima derinlemesine olarak ayrı kalacağı -zira külli'nin bilgisi yalnızca metafiziktir-, metafizik ile asla birleşmeden sınırsızca yayılabileceğini söylüyoruz
Artık metafiziği yeterince nitelemiş olduğumuzu düşünüyoruz Daha fazlası, metafizik doktrini sunmaya başlamak olur, ki onun yeri burası değildir zaten burada sunduğumuz veriler, sonraki bölümlerde ve özellikle metafizik ile modern Batı'da genel olarak felsefe diye adlandırılmış olan arasındaki farktan söz edildiğinde tamamlanacaktır Temeldeki özdeşliğin yüzeysel bir gözlemcinin gözünden kaçmasına neden olabilecek denli büyük biçim farklılıklarına rağmen, tüm söylemiş olduklarımız, hiç kısıtlamasız, Doğu'nun geleneksel doktrinlerinin tümüne uygulanabilir bu metafizik kavrayışı hem Taoizm, hem Hindu doktrini hem de İslam'ın din-ötesi ve derûnî yönü açısından geçerlidir Oysa, Batı dünyasında bu metafizik kavrayışa uyan herhangi bir şey var mıdır? Halihazırdaki duruma bakıldığında bu soruya ancak olumsuz yanıt verilebilir kuşkusuz zira modern felsefi düşüncenin kimi kez metafizik adı altında sunduğu şeylerin burada ifade etmiş olduğumuzla hiçbir tekabüliyeti yoktur
Bu konuya daha sonra döneceğiz Ancak Aristo'ya ve skolastik doktrine ilişkin olarak ifade ettiklerimiz, en azından o zamanlar, tam anlamıyla değilse de bir ölçüde metafiziğin gerçekten var olmuş olduğunu gösteriyor Bu kısıtlılığına rağmen, o zamanlar şimdiki modern zihniyetle en ufak bir eşdeğerine rastlanmayan -çünkü onları kavramak modern zihniyete adeta yasaklanmış gibi görünür- bir şeyler vardı Öte yandan, böyle kısıtlama yapmamız gerekmişse, bunun nedeni, daha önce belirtmiş olduğumuz üzere- en azından klasik antikiteden itibaren- Batı entellektüalitesindeki gerçek anlamdaki sınırlanmalardır Bu bağlamda, Yunanlılarda sonsuz mefhumunun hiç bulunmadığını belirttik Modern batılılar niçin sonsuzu (infini) düşündüklerini zannederken, hemen daima -yalnızca sınırsız (indefini) olan -uzayı düşünürler Ve neden -aslında "zaman-dışı" (non-temps) olan- kıdemi daima, deyin yerindeyse- zamanın sınırsız bir uzanımından ibaret olan-, süreklilik (perpetuite) ile karıştırırlar? Ve yine niçin bu tür yanlış anlamalar Doğulular'da hiç olmaz? Bu sorunun yanıtı -hemen hemen yalnızca duyularla algılanır olan şeylere yönelmiş bulunan- Batı zihniyetinin, akletmekle (concevoir) hayal etmeyi (imaginer) sürekli olarak birbirine karıştırmasıdır Öyle ki, bu zihniyete göre, hiçbir duyusal algı sağlamayan herhangi bir şey -bu nedenle- düşünülemez Yunanlılarda bile muhayyile melekesi baskındı Bu meleke kuşkusuz, saf düşüncenin zıttıdır; bu koşullarda, sözcüğün tam anlamında bir entelektüellik var olamaz, dolayısıyla metafiziği kavrayış da söz konusu olamaz Bu değerlendirmelere bir diğer karışıklık olan akli ile entelektüelin birbirine karıştırılması eklenecek olursa, özellikle modenlerdeki, sözde Batılı entelektüelliğin, gerçekte -tümüyle cüz'i ve formel melekeler olan- akıl ile hayal gücünün kullanılmasından başka şey olmadığı görülür O zaman da, onunla -doğru ve geçerli bilginin ancak deruni kökü külli'de ve biçimsel olmayanda bulunanla ilişkili bilginin olabileceğini düşünen -Doğu entelektüelliği arasındaki farklılık ortaya çıkar
René Guénon
Türkçesi:Lütfi F Topaçoğlu
( Bu yazı René Guénon; "Doğu Düşüncesi" -İz Yayıncılık, İstanbul, 1997- adlı eserden alınmıştır )
|