Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Beslenme, Diyet ve Sağlık

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
din, psikanaliz

Psikanaliz Ve Din...

Eski 07-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Psikanaliz Ve Din...



Freud psikanaliz ve din sorununu parlak yapıtlarından biri olan ‘Die Zukunft Einer Illusion’ da inceler Mitosların ve dinsel ideallerin insan üzerinde derin etkileri olduğunu ilk farkedenlerden biri olan Jung ise aynı konuyu Yale Universitesi’nde verdiği Terry Vakfı Konferanslarında işlemiştir ( 1937yılında verilen bu konferanslar ‘Die Psychologie und Religion’ adı ile 1940 yılında kitap olarak yayınlanmıştır)

Şimdi ben bu iki psikanalizcinin tavırları konusunda kısa bir özet yapmak istiyorum Önce bu davranışımın üç nedenini açıklıyayım :

1- Sorunun tartışılmasının günümüzde hangi aşamada olduğunu ve benim çözümlerimin çıkış noktasını göstermek
2- Freud ve Jung’un bazı temel yaklaşımlarının açıklamalarını yapmak ve önümüzdeki bölümün ana hatlarını ortaya koyabilmek
3- Çok yaygınlık kazanmış olan bir yanlış inancı Freud’un dine karşı Jung’un ise din yanlısı olduğu inancını düzeltmek

Böylelikle bu denli geniş kapsamlı konulardaki aşırı basitleştirmelerin yanlışlığını ve psikanaliz ile dinin çift anlamlıklarını incelemek imkanını da bulabiliriz

Freud’un ‘Die Zukunft einer Illusion’ da din konusunda ortaya koyduğu tavır nedir ?

Freud’a göre din insanın kendi dışındaki doğa güçlerine ve kendi içindeki güçlere ( içgüdülere ) karşı çaresizliğinden kaynaklanmıştır Ve insanlığın gelişme sürecinin ilk dönemlerinin bir ürünüdür Bu dönemlerde akıllarını iç ve dış güçlere karşı kendilerini koruyacak bir biçimde kullanmayı beceremeyen insanlar bunları bazı karşı güçlerle dengelemeye çalışmışlardır Yani akıl aracılığı ile kavranamayan güçlere egemen olmayı sağlayacak ya da onları bastırmaya yarayacak bir takım duygusal yöntemler ve mekanizmalar geliştirmişleridir Freud bunun kaynağının çocukluk dönemi izlenimleri olduğunu öne sürer

Tehlikeli kontrol edilemeyen ve anlaşılması mümkün olmayan güçler karşısında insan anılarında bir geriye kaçış yapar ve çocukluktaki babasınca korunma duygusuna sığınır Baba çocuğun gözünde bilgeliğin düşüncenin ve gücün simgesidir Sevgisini ve korumasını sağlayabilmek için de emir ve yasaklarına itaat gereklidir

Bu biçimiyle din Freud’a göre bir çocukluk deneyinin yinelenmesidir İnsan kendini tehdir eden tehlikelere çocukluğunda yaptığı gibi aynı yöntemle karşı koyar Kendi güvensizliğini yenebilmek için kendini şaşırtan ve korkutan ama aynı zamanda da koruyan babasına teslim olur Freud dini çocuklardaki takip edilme fobisine benzeyen nevrozlarla karşılaştırmaktadır Ona göre din çocukluk nevrozlarına benzer nedenlerden doğan kollektif bir nevrozdur

Freud’un dinin psikolojik kökenlerini incelemesi insanların bir Tanrı’nın varlığı düşüncesine nasıl ulaştıklarını göstermek içindir Bu sonucun ortaya koyulması yani bazı psikolojik köklere inilmesi ile iş bitmez Freud dinsel düşüncelerin bazı illüzyonlara dayandığını ve böylelikle de bunların gerçek dışı olduklarını kanıtladığı iddiasındadır ( Freud kendi araştırmalarının sonucunda görmüştür ki bir fikrin bir arzuya karşılık olması ve onu tatmine yaraması bu fikrin yanlış olduğunu kanıtlamaz Psikiyatristlerin günümüzde hep aynı hataya düşmeleri Freud’un bu düşüncesini özellikle belirtmeme yol açtı Birçok gerçek ve bir o kadar da yanlış fikrin varolması doğaldır Bu fikirlere insanlar onların doğru olmasını arzuladıkları için sarılmışlardır Ama unutmamak gerekir ki birçok büyük buluşa yol açan da yine bir takım fikirlerdir Kimi insanlar tüm güçleriyle bunların doğruluğuna inanıp bunu ortaya çıkartmaya çalışırken bir sürü yeni gerçeğe ulaşmışlardır Böyle büyük bir ilginin varlığı olayı dıştan izleyene garip ve hastalıklı bile gelse bu hiç bir zaman herhangi bir yargının ve de yorumun yanlışlığının kanıtı olamaz

Geçerliliğin ölçütü kişiyi o ilgiye iten ( motive eden ) nedenlerin psikolojik analizi ile belirlenemez Burada önemli olan getirilen kanıtların mantıklı bir düşüncenin temel kavramlarıyla çelişip çelişmediğidir )

Freud daha sonra dinin illüzyoncu ( hayale dayanan ) karakterini gösterme çabasını da aşarak dini bir tehlike olarak açıklamaya yönelir Freud için din bir tehlikedir çünkü tarih boyunca kendine bağladığı bir takım olumsuz kurumlarıntoplum içinde yerleşmesini sağlamıştır Sonra insanlara bir hayale inanmayı öğretir Daha da önemlisi eleştirici düşüncenin engellenmesine böylelikle de zekanın köreltilmesine yol açar Bu eleştiriler aydınlanma çağının tüm düşünürlerince de kiliseye karşı yöneltilmişti Ama Freud’un düşünce sistemi içinde bu eleştiri onsekizinci yüzyıl filozoflarınınkinden çok farklı bir biçim kazanmıştır

Freud’un analitik çalışmasında ortaya koymak istediği eleştirici düşüncenin yasaklanmasının beliri bir noktada diğer alanlardaki eleştirel yeteneklerin de zayıflamasına yol açtığıdır Böylelikle bu yasaklamanın aklın gücünü engelleyeceğini de ileri sürer

Freud’un dine karşı yönelttiği üçüncü eleştiri ahlakı çok şüpheli bir temele oturtmasıdır Eğer ahlaki kuralların geçerliliği bunların Tanrı’nın buyrukları oluşuna bağlıysa ahlakın gelecekteki varlığı ya da yokluğu Tanrı’ya olan inanca bağlı olarak değişecektir Ve Freud dinin bir yıkım bir çöküntü gerileme içinde olduğunu görüyordu Eğer din ile ahlakın birbirlerine olan bağlılığı koparılmazsa gelecekte insanların tüm değer yargıları tehlikeye düşecekti

Freud’un dinin tehlikeye düşüreceğinden korktuğu idealleri ve değer yargıları da böylelikle gün ışığına çıkmış oluyordu Akıl insanlığın acılarının azaltılması ve geleneksel ahlak Freud’un eleştirilerine katılmayabiliriz Çünkü o inandığı idealin ne olduğunu apaçık söylemiştir İnsan sevgisi gerçek özgürlük Önemli olan Freud’un bu temel inaçlarını kavramak ve bunlara katılmaktır
Özgürlük ve akıl freud’a göre değişmeli olarak birbirleriyle bağımlıdırlar İnsan babasal bir Tanrı illüzyonundan vaz geçtiği anda evrendeki yalnızlığının ve anlamsızlığının bilincine varır Babaevini terketmiş bir çocuk gibi mahzun ve şaşkın kalıverir öyle orta yerde İşte bu hastalıklı ve basit fikrin aşılması insancıl evrimin en önemli amacıdır İnsan kendini acı da olsa gerçeği tam olarak görebilecek ve kabul edecek biçimde geliştirmek zorundadır Kendi gücünden başka güvenecek hiçbir şeyi olmadığına inanırsa o güçlerini doğru ve yerinde kullanmayı öğrenecektir Kendini tehdit eden ve koruyan bir otoritenin bilinçaltı baskısından kurtarabilen özgür insan aklının gücünü kullanıp dünyayı ve onun üzerindeki kendi yerini görevini kavrayabilir Kendi başımıza düşünmeye cesaret edebilmenin tek yolu kendimizi yetişkin olarak almak ve belirli bir otoriteden korkan ona bağlı bir çocuk gibi davranmaktan vazgeçmektir Bunun tersi de aynı şekilde doğrudur

Ancak kendi başımıza düşünebilmesini becerdiğimiz zaman o otoritenin egemenliğinden kendimizi kurtarabiliriz Freud’un çaresizlik duygusunu dinsel yaşantının karşıtı olarak belirtmesi çok anlamlıdır Çünkü bir çok teologlar ve bir ölçüye kadar Jung bağımlılık ve güçsüzlük duygularını dinsel olgunun özü olarak saymak eğilimindedirler Freud ise dolaylı yoldan olmakla beraber dinsel yaşantının temelini bağımsızlık duygusu ve insanın kendi gücünün bilincine varması olarak açıklamaktadır Daha sonra bu temel ayrımın din psikolojisinde ne denli önemli sorunlara yol açtığını da göstermeye çalışacağım

Şimdi Jung’a dönecek olursak onun hemen her noktada Freud’la çeliştiğini görürüz
Jung çıkış noktasının genel ilkelerini açıklamakla işe girişir Freud William James Dewey ve Macmurray gibi mesleği filozofluk olmasa da olaya psikolojik ve felsefi açılardan yaklaşırken Jung kitabının başında şu açıklamayı yapar : ‘Kendimi yalnızca olguların gözlemi ile sınırlamak ve her türlü metafizik ya da filozofik tutumdan kaçınmak istiyorum sonra da psikoloji ile dini filozofik düşünce biçimlerinden kaçınarak nasıl analiz edeceğini gösterir Kendi bakış açısını ‘olguculuk’ olarak niteler Yani ilgilendiği konular olaylar deneyler ve yaşanmış anılar kısaca olgulardır Sözkonusu edilen olgunun gerçekliği ise bir olaydır bir yargı değil Örneğini psikolojik ilmi bakirelik bozulmadan doğum yapma motifini ele aldığında yalnızca bu olgunun varlığı ile ilgilenir Bu düşüncenin doğru ya da yanlış oluşu onun araştırma alanına girmez bir düşünce var olduğu anda psikolojik açıdan doğrudur Eğer yalnızca bir bireyin düşüncesi olma özelliğindeyse psikolojik varlığı özneldir Bir düşüncenin nesnel olabilmesi için büyük insan gruplarınca ortak olarak kabul edilmesi gerekir

Jung’un dini nasıl analiz ettiğini açıklamadan önce yeri gelmişken metodolojik varsayımlarını iyice bir eleştirmekte yarar görüyorum Jung’un gerçeği yorumlama tekniği tutarsızdır Gerçeğin bir yargı olmayıp bir olay olduğunu ileri sürüyor Yani bir fil varolduğu için gerçektir Ama gerçeğin her zaman ve zorunlu olarak bir yargıya dayanması gerektiğini unutuyor bu arada Gerçek yalnızca bizim duyu organlarımızla algılayıp belirli sözcüklerle adlandırdığımız görüntü ve belirtilerin bir tanımlaması değildir Jung bir düşüncenin var olduğu anda psikolojik olarak doğru olduğu sonucuna varıyor Fakat bir düşüncenin varlığı onun bir yanılma ya da bir gerçeğe karşılık oluşuna bağlı değildir Yine bir düşüncenin varolması onun hiçbir zaman salt bu varoluşu ile doğru olması sonucunu da doğurmaz Bir psikiyatrist bile bir düşüncenin doğruluğu ile ilgilenmeden yani onu salt bir olgu olarak alıp çalışamaz Başka bir deyişle hastanın yeniden yaşamaya çalıştığı olaya olan ilgisini bilmeden o düşüncenin kişisel bir aldanma veya paranoyik bir yaklaşım olduğuna karar verilemez

Jung’un varsayımları yalnızca psikiyatrik bakış açısından değil temsilcisi olduğu rölativizm yönünden de tutarsızdır Freud’dan farklı olarak din yanlısı gibi gözükse de temelde Jung Yahudilik Hristiyanlık ve Budhizm’in özüne tam ters düşmektedir Çünkü bu dinler gerçeğe ulaşma çabasını insanın en önemli erdemi ve görevi olarak görmektedirler Jung aldığı tavrın getirdiği zorlukların farkındadır ama bunları çözmek için seçtiği yöntem tutarlı değildir Öznellik ve nesnellik kavramlarının ne denli esnek ve değişken oldukları açıktır Buna rağmen Jung bu iki varoluş biçimini birbirinden ayırmaya çalışır Ona göre nesnel olan birşey öznel olan bir diğerinden daha doğru ve daha geçerlidir Nesnel ile öznel arasındaki ayırımın temeli bir düşüncenin yalnızca bir kişiye ait olması ya da bir toplulukça paylaşılması olgularında yatar Peki bizler 2 Dünya Savaşında milyonlarca kişinin ortak olduğu kitlesel bir çılgınlığa tanık olmadık mı ? Milyonlarca insanın akıl dışı ihtiraslarının kölesi olarak aldatıcı ve sapık düşüncelere kapıldıklarını bunların peşinden koştuklarını yaşamadık mı ? Onların bu yanlış düşünceleri bireylerin tek başlarına yarattıkları saçmalıklardan daha mı tutarlıydılar ? Bunları nesnel olarak açıklamanın ne anlamı ne yararı var ?Kısaca büyük insan kitlelerince paylaşılması bir düşüncenin doğruluğunu kanıtlamaz Jung’un nesnel ve özneli birbirlerinden ayırmakta kullandığı yöntem az önce açıkladığım rölativizm konusundaki yaklaşımın aynasıdır Buradaki rölativizm bir düşüncenin toplumca kabul edilmesini onun geçerliliği gerçekliği ve nesnelliği için bir ölçü olarak alan sosyolojik bir rölativizmdir

Bu metodik varsayımlarını ortaya koyduktan sonra Jung din nedir konusundaki temel görüşlerini açıklamaya girişir Dinsel yaşantının doğası nedir ? Bu konuda Jung birçok teologla aynı düşünceyi paylaşır Kısaca şöyle özetleyebiliriz bu yaklaşımı : Dinsel yaşantının ( dinin ) kaynağı insanların kendilerini kendilerinden üsütn olan bazı güçlere tevekkülle teslim etmeleridir
Jung dinin Rudolf Otto’nun ‘Numinosum’ diye tanımladığı ve insancıl bir isteğe bağlı olmadan var olan dinamik bir varlığın ya da etkinin dikkatli ve titice izlenmesi olduğunu ileri sürer Bu varlık insanı denetler ve yönetir İnsanlık bu gücün ( varlığın ) yaratıcısı değil yalnızca kuludur

Dinin bu tanımlasından yani insanın bir dış güç tarafından belirlenmesinden hareketle Jung yeni açıklamalara girişir Ona göre bilinçdışının dinsel bir doğası vardır
Bilinçdışı insan ruhunun bireysel yaşantısının bir bölümü olarak açıklanamaz Bu daha çok bizden bağımsız bir gücün varlığımız üzerindeki etkileri ve yansımasıdır
İnsanın rüyasında kendi bilinçdışından bazı sesler ve izlenimler algıladığını ileri sürmesi hiçbir şeyi kanıtlamaz Sokaktan gelen sesleri de kendi iç sesiymiş sanabilir insan Yani bu yanıltıcıdır ve güvenilemez
Tek bir durumda bu seslerin gerekten kendi dışbilinçlerinden gelen sesler olarak kabul edilmesi mümkündür Bu da bilinçli kişiliğin bir bütünlüğün bir parçası veya büyük bir daire içinde küçük bir daire olması halinde geçerlilik kazanır Küçük bir banka memurunun arkadaşına çalıştığı bankayı gösterip ‘işte benim bankam’ demesi gibidir bu

Dinin ve bilinçdışının böyle tanımlanmasının doğal bir sonucu olarak Jung bilinçdışının bizim üzerimizdeki etkilerinin ‘temel dinsel olgular’ olarak belirlediğini savunur Yani dinsel dogmalar ve rüyalar dinsel olgulardır çünkü bizim dışımızdaki bir gücün bizi yönetişinin yansımasıdır Jung’un mantığı gereği ruh hastalıklarını da dinsel olgular olarak açıkladığını ise eklemeye gerek yoktur

Freud ve Jung’un dine yaklaşımlarını ve onun kaynağını açıklama çabalarını kısaca inceledik Acaba yaygın olan şu kanı ‘Freud dine karşı Jung dinden yanadır’ hala geçerli mi ? Yaptığımız inceleme ve karşılaştırma bu basitleştirici görüşün tamamen yanlış bir aşırılık taşıdığını sanırım ortaya koymuştur

Freud insancıl evrimin hedefinin şu amaçlara ulaşmak olduğuna inanır : Bilgi ( akıl gerçeklik mantık ) insan sevgisi acıların azaltılması özgürlük ve sorumluluk taşıyacak güce erişmek Bu idealler ise tüm büyük dinlerin aklaki temelini oluşturur Batı ve Doğu kültürleri bu temeller üzerine kurulmuştur Konfüçyus’ün Lao-Tse’nin Budha’nın diğer peygamberlerin ve İsa’nınnöğretileri hep bu idealleri savunur Bu dinler ve öğretiler arasında ( yer ve zamana hitap edilen topluluğa göre değişen ) deyiş farklılıkarının olması doğaldır Örneğin Buddha ağırlığı acıların azaltılıp yok edilmesine verirken peygamberler adalet ve anlayışlı olmaya önem vermişler İsa ise insan sevgisini öne almıştır Görünürdeki farklılıklara rağmen tüm bu dinsel önderlerin insanlığın gelişmesindeki amaçlar ve biçimler konusunda tam bir uyuşum içinde olmaları ilginçtir

Freud dinin bu ahlaki temellerini savunmakata ve bu amaçların gerçekleşmesini önleyici oldukları sürece dinin doğa üstü ve biçimci yanlarını eleştirmektedir Doğa üstü güçlere ve insanı aşan şeylere tapınmayı insanlığın gelişimindeki aşamalardan biri olarak gören Freud bunların o çağlarda gerekli ve zorunlu olduğunu ama gereğinden fazla gündemde kaldıklarında insanlığın ruhsal gelişimini engellemekten öteye gidemeyeceklerini savunmaktadır Bu nedenle Freud’un dine karşı olduğu yolundaki inanç yanıltıcıdır Böyle bir yargıya varmadan önce onun dinin dinin hangi yanlarına karşı olup eleştirdiğini hangi yanlarına ise taraftar olduğunu araştırmak gerekir

Jung içinse dinsel yaşantı özel duygusal bir süreçtir ve insanın kendisini bilemediği yüksek bir güce teslim etmesi olarak belirir Bu gücü ister Tanrı ister bilinçdışı diye niteleyelim sonuç değişmez Yukarıdaki tanımlama Hristiyanlık içinde Luther ve Calvin’in öğretilerinin temeli olan belirli bir dinsel yaşantı biçimini tam karakterize ederken öte yandan dinsel deneyin bir başka tipiyle çelişmektedir Gerçeğe bu göreceli yaklaşımı ile Jung’un din anlayışı Buddhizm Yahudilik ve İsa öğretileriyle çatışmaktadır Adı geçen dinlerde insanın görevi gerçeği araştırmaktır ve bu kaçınılamaz olan bir zorunluktur Pilatus’un gerçek nedir diye sorması bile yukarıdakiler dışında kalan tüm büyük dinlerde dinsiz bir tavır sayılır Yani bu açıdan bakınca araştırmak ve ileri gitmek çabası günahla eş anlamlı olur Freud’la Jung’un yaklaşımlarını özetleyecek olursak Freud dini ahlaki açıdan eleştirirken asıl özünü savunmakta ve bu değerleri koruma endişesi ile hareket etmektedir Bu nedenle yaklaşımını kuşkusuzca ‘dindar’ olarak niteleyebiliriz Jung ise dini kısıtlayıcı bir biçimde psikolojik bir olguya indirgeyip bu yolla açıklamaya çalışırken bir yandan da bilinçdışına dinsel bir anlam kazandırmak istemektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Psikanaliz Ve Din...

Eski 07-17-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Psikanaliz Ve Din...



İnancın motivasyona ciddi şekilde etkisi var fakat olay aşırılığa gittiğinde inancı ayakta tutan hurafeler oluyor çünkü inanmak için artık basit şeyler değil sadece mucize hikayelerine ihtiyaç duyuluyor ve kişi bunun zıddı bir görüşü kabul etmiyor,etmediği gibi bu hurafelere daha yakın olarak hayatına yön veriyor,inancını tatmin etmeye çalışıyor

"Freud bunların o çağlarda gerekli ve zorunlu olduğunu ama gereğinden fazla gündemde kaldıklarında insanlığın ruhsal gelişimini engellemekten öteye gidemeyeceklerini savunmaktadır"

o yüzden bu pragraf çok doğru

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.